Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Savaşın ateşi bölgeye yayılıyor

Yayınlanma

Hamas’ın tüm dünyayı şok eden baskınıyla başlayan ve İsrail’in savaş hukukunu hiçe sayan saldırılarıyla devam eden savaş, bölgeyi barut fıçısına çevirdi. Aktörlerin geniş çaplı bir savaştan kaçınmak için nedenleri olmasına rağmen her geçen gün olayların kontrolden çıkma riski artıyor.

Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu nedeniyle itibarı sarsılan ve caydırıcılığını yitiren İsrail, Gazze’ye kara harekâtı düzenlemek üzere olduğunu bildiriyor. Halihazırda devam eden hava saldırılarının büyüklüğü ve saldırılarında doğrudan sivilleri de hedef alması başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyadan tepki çekiyor. ABD ve Batı ülkelerinin yöneticileri İsrail’le koşulsuz destek açıklayarak katliama ortak olsalar da bu ülkelerin vatandaşları her gün sokaklarda İsrail aleyhine eylemler düzenliyor. İslam ülkelerinde ise İsrail ve ABD’nin diplomatik temsilcilikleri ile ABD üsleri hedef alınıyor.

İran’da İsrail’e karşı “savaş planı”

İran devlet televizyonu, İsrail’in, Gazze’ye saldırılarının durdurulmaması halinde Tahran’ın “direniş güçleri” olarak adlandırdığı bölgedeki müttefikleri tarafından nasıl saldırıya uğrayabileceğini anlatan bir haber yayınladı. Görüntülü haberde, İsrail’in kuzeyden Hizbullah, doğudan Irak ve Suriye’deki milis güçlerle güneyden de Yemen’deki Husiler tarafından füzeler ve insansız hava araçlarıyla eş zamanlı hedef alınacağı harita üzerinde gösterildi.

İran devlet televizyonu bu planı yayınlamadan önce bile sahada buna uygun gerginlikler yaşanmaya başlamıştı. Hamas’ın 7 Ekim’deki operasyonunun ertesi günü Lübnan’daki Hizbullah güçleri ile İsrail arasında küçük çaplı çatışmalar başladı. Çatışmalarda bugüne kadar 12 Hizbullah üyesi, 2 İsrail askeri öldü. Sınırdaki çatışmalarda ayrıca Lübnan’da biri gazeteci üç sivil ve İsrail’de bir kişi hayatını kaybetti. Hizbullah’ın İsrail’e karşı yeni bir cephe açmasının savaşı uzatacağı ve diğer bölgelere yayılma riskini artıracağı değerlendiriliyor.

Yemen’den füze, Suriye ve Irak’ta üsler hedefte

“Direniş eksenine” dahil Suriye ve Irak’taki İran’a yakın milislerin ABD üslerini hedef almaya başladığı da bölgeden gelen bilgiler arasında. Öte yandan Yemen’de İran’ın “direniş eksenine” dahil olan güçlerden Husilerin İsrail’e füze attığı belirtildi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentago) Sözcüsü General Pat Ryder, Yemen’de karadan fırlatılan, Kızıldeniz boyunca kuzey istikametine, potansiyel olarak İsrail’deki hedeflere doğru gittiği bilgisini paylaştığı 3 füzenin “potansiyel tehdit olarak algılanması” nedeniyle bölgede görevli USS Carney savaş gemisi tarafından vurulduğunu belirtti.

UCLA Burkle Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde Kıdemli Araştırmacı olan Dalia Dassa Kaye’in Foreign Affairs için kaleme aldığı “Gazze’deki Savaş Orta Doğu’yu Ateşleyecek mi” başlıklı analizde savaşın dolaylı aktörlerinin savaşın yayılmasını neden istemedikleri şöyle anlatılıyor: “İsrail Gazze’deki askeri müdahalesiyle meşgul, İran muhtemelen ABD ile olası bir çatışmayı önlemek istiyor ve Washington petrol piyasalarını bozacak, aşırıcılığı körükleyecek ve dikkatleri Ukrayna’daki savaştan çekecek istikrarsızlaştırıcı bir bölgesel çatışmayla ilgilenmiyor. İran’ın bölgedeki en önemli müttefiki Hizbullah, İsrail’le yeni bir savaşın ülkedeki siyasi ve ekonomik krizleri derinleştirebileceği Lübnan’da kendi zorluklarıyla karşı karşıya.”

Analizde İsrail ve Filistin ile komşularının da savaşın yayılmasından çıkarı olmadığı belirtiliyor: “Ürdün ve Mısır gibi Arap devletleri halihazırda mültecilerin gelişiyle daha da kötüleşecek ciddi sosyo-ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Körfez’deki ülkeler için savaşın genişlemesi, iddialı ekonomik kalkınma projelerini sekteye uğratabilir; ayrıca yıpranmış bölgesel ilişkileri onarma ve Libya, Suriye ve Yemen’de devam eden çatışmaları sona erdirme çabalarını da engelleyebilir. Gazze zaten İsrail’in benzeri görülmemiş bombardımanı ve kara harekâtı beklentileri nedeniyle ciddi bir insani krizle karşı karşıya ve İsrail’in büyük bölümü düzenli füze saldırılarının hedefi.”

Mantıklı argümanlar rafa kalkabilir

Ancak Gazze’deki savaştan kaçan Filistinlilerin sığındığı hastanenin bombalanması savaşın sınırlı kalacağına ilişkin tüm bu mantıklı argümanları rafa kaldırma potansiyeli taşıyor: “Ancak hastane trajedisinden önce bile Hamas’ın saldırılarının büyüklüğü ve Gazze’de savaş devam ederken sahadaki gerçekler kilit aktörlerin stratejik hesaplarını değiştirmeye başlamıştı. Bu değişimler bölgesel gerilimi daha olası kılıyor ve İran ile İsrail arasında çatışma riski özellikle yüksek.”

İsrail ve İran’ın on yıllardır karada, havada ve denizde gölge bir savaş yürüttüğüne dikkat çekilen analiz, İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü “ahtapot stratejisi” gereği İran dışındaki milislere ve İran içindeki nükleer bağlantılı hedeflere saldırı düzenlediğini hatırlattı. Karşılığında İran’ın da ticari nakliye gemileri de dahil İsrail’e bağlı hedeflere yönelik saldırılarının arttığına dikkat çeken analizde İran’ın hem ABD hem de İsrail’den gelen provokasyonlara verdiği yanıtlarının nispeten ölçülü kalmasının İsrail’i yanlış bir hesaplamaya yöneltebileceği belirtildi: “İsrailli liderler bu itidali, İran’ı daha geniş bir çatışma başlatmaktan başarıyla alıkoydukları şeklinde yorumladılar. İsrail’in İran’la ilgili varsayımları giderek Gazze’deki Hamas’la ilgili savaş öncesi varsayımlarına benzemeye başladı: İsrail, ciddi bir misilleme ya da daha geniş çaplı bir savaş riskine girmeden düşmanının kabiliyetlerini periyodik olarak azaltabileceğine – çimleri biçebileceğine- inanıyordu.”

Analize göre İran’da da benzer bir özgüven hakimdi: “İran, Hizbullah güçlerinin İsrail’e oluşturduğu tehdit de dahil kendi caydırıcı yeteneklerinin, İsrail’in önemli bir tepkisine maruz kalmadan bölge genelinde gücünü pekiştireceğine ve nükleer duruşunu sürdürmesine izin vereceğine inanmış olabilir. Son aylarda Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetine karşı yapılan yaygın protestolar İran’ın zayıflamış bir İsrail’in, provokasyonlarına meydan okumayacağı varsayımını güçlendirmiş olabilir. İsrail ve İran’ın her ikisinin de üstünlüğün kendilerinde olduğuna inanması iki ülkeyi tehlikeli bir yola sürüklüyordu. Her iki taraf da kontrol edilemez bir tırmanma riskine girmeden periyodik olarak diğerini iğneleyebileceğini hayal ediyordu.”

Ancak şimdi İsrail-İran çatışmasının önündeki engellerden bazıları yıkılıyor olabilir: “Mevcut savaş Hizbullah’ın İsrail’e geniş çaplı bir saldırısına, İsrail’in Hizbullah’a büyük bir saldırısına, ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine saldırısına ya da benzer büyüklükte başka bir olaya yol açarsa, bariyerler tamamen yıkılabilir. İsrail ve İran bu tür gelişmeleri varoluşsal tehditler olarak görebilir ve liderlerini doğrudan çatışma konusunda daha az temkinli hale getirebilir.”

“İsrail’in dikkati dağılmış ve hırpalanmışken…”

“Bu yıkıcı sonuç kesin değil, ancak her iki taraftaki mevcut düşünce, çatışmayı kısıtlamak yerine tehlikeli bir genişlemeye doğru itebilir. Tahran’daki liderler İsrail-Hamas savaşını, Lübnan ya da Suriye’den vekaleten saldırılar düzenleyerek İsrail’in kapasitesini azaltmak ya da Irak ve Suriye’deki ABD güçlerine yönelik milis saldırılarının yeniden başlamasını teşvik etmek için bir fırsat olarak görebilir. Bu operasyonlar halihazırda başlamış olabilir: 18 Ekim’de ABD, Irak’ta ABD güçlerinin konuşlandığı bir üssü hedef alan insansız hava araçlarını durdurdu. Eylemlerini Gazze’deki Filistinlilerin çektiği acılara bir yanıt olarak niteleyen İran, bölgesel ve küresel ilişkilerini bozmadan İsrail ve hatta ABD ile karşı karşıya gelebileceğini de düşünebilir. (…) İran’ın bakış açısına göre, İsrail’in İran hedeflerine yönelik önceki saldırıları cevapsız kalmıştı ve bir karşılık verilmesi gerekiyordu. İsrail’in dikkati dağılmış ve hırpalanmışken, Hamas’ın saldırısıyla zayıflıkları açıkça ortaya çıkmışken, şimdi uygun bir zaman olabilir. İranlı liderler sadece intikam almayı değil, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdirdikten sonra askeri gücünü İran’a yöneltme ihtimalini de düşünüyorlarsa, Tahran önleyici eylemi bir gereklilik olarak bile görebilir.

“Hazır ABD tam destek vermişken…”

“İsrail’in Hamas’ın saldırısını öngörememesi ve engelleyememesi, düşmanlarla nasıl başa çıkılacağı konusunda uzun süredir sahip olduğu varsayımları altüst etti. Kendisini yok etmek isteyen bir düşmanın ‘kontrol altına alınabileceği’ ya da ‘yönetilebileceği’ düşüncesi -şimdiye kadar İsrail’in Hamas’a yönelik politikasını yönlendiren bir varsayımdı- itibarını yitirdi. İsrail gözünü İran’a dikerse, füze ve nükleer tesisler ile Devrim Muhafızları’na bağlı yerler de dahil olmak üzere İran’daki hükümet hedeflerine geniş çaplı saldırılar düzenleyerek ahtapotun başına doğru ilerlemeye karar verebilir. İsrailli liderler ülkelerinin sarsılan caydırıcılığını yeniden tesis etmenin tek yolunun İran’la doğrudan ve açık bir şekilde yüzleşmek olduğuna inanmaya başlayabilirler. Biden yönetiminin mevcut savaşın başlamasından bu yana İsrail’e taahhüt ettiği güçlü askeri destek, İsrailli yetkililerin İran’a yönelik bir saldırı durumunda ABD’nin desteğine güvenebileceklerine dair inançlarını artırabilir.”

Çatışmadan kaçınmak daha büyük tehlike mi?

Analiz özetle şu uyarıları yapıyor:  “İsrail ve İran arasında daha fazla çatışma, hatta tam ölçekli bir savaş bile bölgeyi istikrarsızlaştırabilir, küresel piyasaları bozabilir, sivillere büyük zarar verebilir, ABD güçlerini bölgeye çekebilir ve hatta belki de İran’ın nükleer kapasitesini silahlandırmasına neden olabilir. Savaşın henüz bölgeye yayılmamış olması, dünya liderlerini bir genişlemenin olamayacağı düşüncesine sevk etmemelidir. Ne de olsa İsrail ve İran’ın tırmanma dinamiğinin temelini oluşturan kırılgan ve hayali varsayımlar öfke, yanlış hesaplama ya da strateji değişiklikleriyle aniden bozulmaya meyilli.

Bu çatışma ancak tüm tarafların bölgesel bir savaştan kaçınmak istemesi halinde kontrol altında kalacaktır. Şimdilik bu koşul geçerli gibi görünüyor. Ancak gelecekte de geçerli olacağının garantisi yok. Sahadaki durum değişken ve İsrail, İran ya da her iki ülkenin stratejik hesaplarındaki değişiklikler, liderlerinin daha geniş çaplı bir çatışmadan kaçınmanın hayatta kalmaları için birbirleriyle savaşarak karşı karşıya gelmekten daha büyük bir tehlike oluşturduğuna inanmalarına yol açabilir.”

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English