Hamas’ın tüm dünyayı şok eden baskınıyla başlayan ve İsrail’in savaş hukukunu hiçe sayan saldırılarıyla devam eden savaş, bölgeyi barut fıçısına çevirdi. Aktörlerin geniş çaplı bir savaştan kaçınmak için nedenleri olmasına rağmen her geçen gün olayların kontrolden çıkma riski artıyor.
Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu nedeniyle itibarı sarsılan ve caydırıcılığını yitiren İsrail, Gazze’ye kara harekâtı düzenlemek üzere olduğunu bildiriyor. Halihazırda devam eden hava saldırılarının büyüklüğü ve saldırılarında doğrudan sivilleri de hedef alması başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyadan tepki çekiyor. ABD ve Batı ülkelerinin yöneticileri İsrail’le koşulsuz destek açıklayarak katliama ortak olsalar da bu ülkelerin vatandaşları her gün sokaklarda İsrail aleyhine eylemler düzenliyor. İslam ülkelerinde ise İsrail ve ABD’nin diplomatik temsilcilikleri ile ABD üsleri hedef alınıyor.
İran’da İsrail’e karşı “savaş planı”
İran devlet televizyonu, İsrail’in, Gazze’ye saldırılarının durdurulmaması halinde Tahran’ın “direniş güçleri” olarak adlandırdığı bölgedeki müttefikleri tarafından nasıl saldırıya uğrayabileceğini anlatan bir haber yayınladı. Görüntülü haberde, İsrail’in kuzeyden Hizbullah, doğudan Irak ve Suriye’deki milis güçlerle güneyden de Yemen’deki Husiler tarafından füzeler ve insansız hava araçlarıyla eş zamanlı hedef alınacağı harita üzerinde gösterildi.
İran devlet televizyonu bu planı yayınlamadan önce bile sahada buna uygun gerginlikler yaşanmaya başlamıştı. Hamas’ın 7 Ekim’deki operasyonunun ertesi günü Lübnan’daki Hizbullah güçleri ile İsrail arasında küçük çaplı çatışmalar başladı. Çatışmalarda bugüne kadar 12 Hizbullah üyesi, 2 İsrail askeri öldü. Sınırdaki çatışmalarda ayrıca Lübnan’da biri gazeteci üç sivil ve İsrail’de bir kişi hayatını kaybetti. Hizbullah’ın İsrail’e karşı yeni bir cephe açmasının savaşı uzatacağı ve diğer bölgelere yayılma riskini artıracağı değerlendiriliyor.
Yemen’den füze, Suriye ve Irak’ta üsler hedefte
“Direniş eksenine” dahil Suriye ve Irak’taki İran’a yakın milislerin ABD üslerini hedef almaya başladığı da bölgeden gelen bilgiler arasında. Öte yandan Yemen’de İran’ın “direniş eksenine” dahil olan güçlerden Husilerin İsrail’e füze attığı belirtildi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentago) Sözcüsü General Pat Ryder, Yemen’de karadan fırlatılan, Kızıldeniz boyunca kuzey istikametine, potansiyel olarak İsrail’deki hedeflere doğru gittiği bilgisini paylaştığı 3 füzenin “potansiyel tehdit olarak algılanması” nedeniyle bölgede görevli USS Carney savaş gemisi tarafından vurulduğunu belirtti.
UCLA Burkle Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde Kıdemli Araştırmacı olan Dalia Dassa Kaye’in Foreign Affairs için kaleme aldığı “Gazze’deki Savaş Orta Doğu’yu Ateşleyecek mi” başlıklı analizde savaşın dolaylı aktörlerinin savaşın yayılmasını neden istemedikleri şöyle anlatılıyor: “İsrail Gazze’deki askeri müdahalesiyle meşgul, İran muhtemelen ABD ile olası bir çatışmayı önlemek istiyor ve Washington petrol piyasalarını bozacak, aşırıcılığı körükleyecek ve dikkatleri Ukrayna’daki savaştan çekecek istikrarsızlaştırıcı bir bölgesel çatışmayla ilgilenmiyor. İran’ın bölgedeki en önemli müttefiki Hizbullah, İsrail’le yeni bir savaşın ülkedeki siyasi ve ekonomik krizleri derinleştirebileceği Lübnan’da kendi zorluklarıyla karşı karşıya.”
Analizde İsrail ve Filistin ile komşularının da savaşın yayılmasından çıkarı olmadığı belirtiliyor: “Ürdün ve Mısır gibi Arap devletleri halihazırda mültecilerin gelişiyle daha da kötüleşecek ciddi sosyo-ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Körfez’deki ülkeler için savaşın genişlemesi, iddialı ekonomik kalkınma projelerini sekteye uğratabilir; ayrıca yıpranmış bölgesel ilişkileri onarma ve Libya, Suriye ve Yemen’de devam eden çatışmaları sona erdirme çabalarını da engelleyebilir. Gazze zaten İsrail’in benzeri görülmemiş bombardımanı ve kara harekâtı beklentileri nedeniyle ciddi bir insani krizle karşı karşıya ve İsrail’in büyük bölümü düzenli füze saldırılarının hedefi.”
Mantıklı argümanlar rafa kalkabilir
Ancak Gazze’deki savaştan kaçan Filistinlilerin sığındığı hastanenin bombalanması savaşın sınırlı kalacağına ilişkin tüm bu mantıklı argümanları rafa kaldırma potansiyeli taşıyor: “Ancak hastane trajedisinden önce bile Hamas’ın saldırılarının büyüklüğü ve Gazze’de savaş devam ederken sahadaki gerçekler kilit aktörlerin stratejik hesaplarını değiştirmeye başlamıştı. Bu değişimler bölgesel gerilimi daha olası kılıyor ve İran ile İsrail arasında çatışma riski özellikle yüksek.”
İsrail ve İran’ın on yıllardır karada, havada ve denizde gölge bir savaş yürüttüğüne dikkat çekilen analiz, İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü “ahtapot stratejisi” gereği İran dışındaki milislere ve İran içindeki nükleer bağlantılı hedeflere saldırı düzenlediğini hatırlattı. Karşılığında İran’ın da ticari nakliye gemileri de dahil İsrail’e bağlı hedeflere yönelik saldırılarının arttığına dikkat çeken analizde İran’ın hem ABD hem de İsrail’den gelen provokasyonlara verdiği yanıtlarının nispeten ölçülü kalmasının İsrail’i yanlış bir hesaplamaya yöneltebileceği belirtildi: “İsrailli liderler bu itidali, İran’ı daha geniş bir çatışma başlatmaktan başarıyla alıkoydukları şeklinde yorumladılar. İsrail’in İran’la ilgili varsayımları giderek Gazze’deki Hamas’la ilgili savaş öncesi varsayımlarına benzemeye başladı: İsrail, ciddi bir misilleme ya da daha geniş çaplı bir savaş riskine girmeden düşmanının kabiliyetlerini periyodik olarak azaltabileceğine – çimleri biçebileceğine- inanıyordu.”
Analize göre İran’da da benzer bir özgüven hakimdi: “İran, Hizbullah güçlerinin İsrail’e oluşturduğu tehdit de dahil kendi caydırıcı yeteneklerinin, İsrail’in önemli bir tepkisine maruz kalmadan bölge genelinde gücünü pekiştireceğine ve nükleer duruşunu sürdürmesine izin vereceğine inanmış olabilir. Son aylarda Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetine karşı yapılan yaygın protestolar İran’ın zayıflamış bir İsrail’in, provokasyonlarına meydan okumayacağı varsayımını güçlendirmiş olabilir. İsrail ve İran’ın her ikisinin de üstünlüğün kendilerinde olduğuna inanması iki ülkeyi tehlikeli bir yola sürüklüyordu. Her iki taraf da kontrol edilemez bir tırmanma riskine girmeden periyodik olarak diğerini iğneleyebileceğini hayal ediyordu.”
Ancak şimdi İsrail-İran çatışmasının önündeki engellerden bazıları yıkılıyor olabilir: “Mevcut savaş Hizbullah’ın İsrail’e geniş çaplı bir saldırısına, İsrail’in Hizbullah’a büyük bir saldırısına, ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine saldırısına ya da benzer büyüklükte başka bir olaya yol açarsa, bariyerler tamamen yıkılabilir. İsrail ve İran bu tür gelişmeleri varoluşsal tehditler olarak görebilir ve liderlerini doğrudan çatışma konusunda daha az temkinli hale getirebilir.”
“İsrail’in dikkati dağılmış ve hırpalanmışken…”
“Bu yıkıcı sonuç kesin değil, ancak her iki taraftaki mevcut düşünce, çatışmayı kısıtlamak yerine tehlikeli bir genişlemeye doğru itebilir. Tahran’daki liderler İsrail-Hamas savaşını, Lübnan ya da Suriye’den vekaleten saldırılar düzenleyerek İsrail’in kapasitesini azaltmak ya da Irak ve Suriye’deki ABD güçlerine yönelik milis saldırılarının yeniden başlamasını teşvik etmek için bir fırsat olarak görebilir. Bu operasyonlar halihazırda başlamış olabilir: 18 Ekim’de ABD, Irak’ta ABD güçlerinin konuşlandığı bir üssü hedef alan insansız hava araçlarını durdurdu. Eylemlerini Gazze’deki Filistinlilerin çektiği acılara bir yanıt olarak niteleyen İran, bölgesel ve küresel ilişkilerini bozmadan İsrail ve hatta ABD ile karşı karşıya gelebileceğini de düşünebilir. (…) İran’ın bakış açısına göre, İsrail’in İran hedeflerine yönelik önceki saldırıları cevapsız kalmıştı ve bir karşılık verilmesi gerekiyordu. İsrail’in dikkati dağılmış ve hırpalanmışken, Hamas’ın saldırısıyla zayıflıkları açıkça ortaya çıkmışken, şimdi uygun bir zaman olabilir. İranlı liderler sadece intikam almayı değil, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdirdikten sonra askeri gücünü İran’a yöneltme ihtimalini de düşünüyorlarsa, Tahran önleyici eylemi bir gereklilik olarak bile görebilir.
“Hazır ABD tam destek vermişken…”
“İsrail’in Hamas’ın saldırısını öngörememesi ve engelleyememesi, düşmanlarla nasıl başa çıkılacağı konusunda uzun süredir sahip olduğu varsayımları altüst etti. Kendisini yok etmek isteyen bir düşmanın ‘kontrol altına alınabileceği’ ya da ‘yönetilebileceği’ düşüncesi -şimdiye kadar İsrail’in Hamas’a yönelik politikasını yönlendiren bir varsayımdı- itibarını yitirdi. İsrail gözünü İran’a dikerse, füze ve nükleer tesisler ile Devrim Muhafızları’na bağlı yerler de dahil olmak üzere İran’daki hükümet hedeflerine geniş çaplı saldırılar düzenleyerek ahtapotun başına doğru ilerlemeye karar verebilir. İsrailli liderler ülkelerinin sarsılan caydırıcılığını yeniden tesis etmenin tek yolunun İran’la doğrudan ve açık bir şekilde yüzleşmek olduğuna inanmaya başlayabilirler. Biden yönetiminin mevcut savaşın başlamasından bu yana İsrail’e taahhüt ettiği güçlü askeri destek, İsrailli yetkililerin İran’a yönelik bir saldırı durumunda ABD’nin desteğine güvenebileceklerine dair inançlarını artırabilir.”
Çatışmadan kaçınmak daha büyük tehlike mi?
Analiz özetle şu uyarıları yapıyor: “İsrail ve İran arasında daha fazla çatışma, hatta tam ölçekli bir savaş bile bölgeyi istikrarsızlaştırabilir, küresel piyasaları bozabilir, sivillere büyük zarar verebilir, ABD güçlerini bölgeye çekebilir ve hatta belki de İran’ın nükleer kapasitesini silahlandırmasına neden olabilir. Savaşın henüz bölgeye yayılmamış olması, dünya liderlerini bir genişlemenin olamayacağı düşüncesine sevk etmemelidir. Ne de olsa İsrail ve İran’ın tırmanma dinamiğinin temelini oluşturan kırılgan ve hayali varsayımlar öfke, yanlış hesaplama ya da strateji değişiklikleriyle aniden bozulmaya meyilli.
Bu çatışma ancak tüm tarafların bölgesel bir savaştan kaçınmak istemesi halinde kontrol altında kalacaktır. Şimdilik bu koşul geçerli gibi görünüyor. Ancak gelecekte de geçerli olacağının garantisi yok. Sahadaki durum değişken ve İsrail, İran ya da her iki ülkenin stratejik hesaplarındaki değişiklikler, liderlerinin daha geniş çaplı bir çatışmadan kaçınmanın hayatta kalmaları için birbirleriyle savaşarak karşı karşıya gelmekten daha büyük bir tehlike oluşturduğuna inanmalarına yol açabilir.”