Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Seçimden sonra Gürcistan’ı neler bekliyor?

Yayınlanma

Gürcistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından geçen 30 yılı aşkın süredir bağımsız bir devlet olarak hem iç siyasette hem de uluslararası arenada çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu küçük Kafkas ülkesi, bir yandan Avrupa Birliği ve NATO ile yakınlaşmayı hedeflerken, diğer yandan Rusya’nın Güney Osetya ve Abhazya’yı işgali gibi jeopolitik baskılarla mücadele ediyor.

Bu çalkantılı dönemde, Gürcü halkı bir kez daha kaderini belirlemek üzere sandık başına gidiyor. 26 Ekim’de yapılacak parlamento seçimleri, sadece iç siyasi dengeleri değil, Gürcistan’ın Batı ile ilişkilerini ve bölgesel güvenlik stratejisini de etkileme potansiyeline sahip.

Ülkedeki mevcut siyasi iktidar, Gürcü Rüyası partisi, Avrupa Birliği (AB) ve ABD ile yaşadığı gerilimlerin yanı sıra, Rusya ile geliştirdiği yakın ilişkiler nedeniyle eleştirilerin odağında. Gürcistan’ın AB üyelik süreci ve toprak bütünlüğü mücadelesi, bu kritik seçimlerden çıkacak sonuçlara bağlı olarak yeni bir yön kazanabilir. Son dönemde tartışmalara neden olan ‘yabancı etkinin şeffaflığı’ yasasını yürürlüğe koyan Gürcistan’ın, AB’ye katılım sürecinin durdurulduğu bildirilmişti.

News Day Georgia haber ajansının direktörü ve kurucusu olan Avtandil Otinashvili, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana 35 yıldır gazetecilik yapıyor.

Sovyetler Birliği öncesi ve sonrası Gürcistan’ın ve siyasetin dönüşümünü özetleyebilir misiniz? Şu anda Gürcistan Avrupa Birliği’nin kapısında. Bugün hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Bu 30 yıl ekonomik sorunlar açısından gerçekten zor geçti. Bugün gerçekten ilginç ve önemli bir dönemdeyiz. 26 Ekim’de parlamento seçimlerimiz olacak. Bu seçim çok önemli ancak bugün Gürcü Rüyası, milyarder Bidzina Ivanishvili tarafından kurulan parti, şimdiye kadar üç parlamento seçimini kazandı.

Gürcistan’daki seçimlerin güvenliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu soruya cevap vermek zor, ancak seçimlerin yasadışı bir şekilde kazanıldığını kanıtlayan herhangi bir delilimiz yok. Sadece seçim güvenliğinin olmadığına dair söylentiler var. Şu ana kadar ön seçim aşamasında her şey nispeten normal bir ortamda ilerliyor. Önceki üç seçimde de durum aynıydı.

26 Ekim seçimlerinin çok önemli olduğunu söylediniz. Gürcü Rüyası hala ülkeyi yönetiyor. Seçim sonrası döneme dair senaryonuz nedir? Gürcü Rüyası’nın bir kez daha seçimleri kazanacağını mı düşünüyorsunuz? Kaybederlerse ne olur? Seçim sonuçlarını nasıl öngörüyorsunuz?

Gürcü Rüyası bir kez daha seçimi kazanmak ve en azından 2030’a kadar ülkeyi yönetmek istiyor. “Biz Gürcü halkına barış getiren normal bir hükümetiz, savaş değil” diyorlar. “Eğer kazanırsak, halkımıza barış garantisi veriyoruz” kampanya söylemleri bu: “Savaş yok.” Halkına “Oyunuzla savaş mı barış mı istediğinizi seçeceksiniz” diyorlar. Ancak, seçimlere katılacak bir siyasi muhalefet de var. Tabi ki sonuç, Gürcü halkının kararı olacak. Halk, kimin kazanacağını belirleyecek. Benim görüşüme göre, çoğunluk muhalefete oy verecek. Bugün Gürcü Rüyası’nın ABD, AB ve NATO ile çok kötü ilişkileri var. Sadece Rusya Federasyonu ile iyi ilişkileri var. Nüfusun çoğu bu durumdan memnun değil. Rusya; Güney Osetya ve Abhazya’yı işgal etti ve bu ülkemiz için iyi değil.

Rusya’nın stratejisi, NATO’nun yakınlaşabileceği bölgelerde bir tampon bölge yaratmak. NATO ve Rusya arasında bir çatışma olursa, bu tampon bölgeler kullanılacak. Rusya, Donbass bölgesinde, Güney Osetya ve Abhazya’da da aynı stratejiyi uyguluyor. Sizce Gürcü Rüyası bu stratejinin farkında mı ve Rusya ile iyi ilişkiler sürdürürlerse, daha fazla işgali önleyebileceklerine mi inanıyorlar?

Bence bu fikir ülkeyi kurtaramayacak. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Gürcü topraklarındaki bağımsızlık tanımasını iptal etmeyeceklerini söyledi. Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıdılar ve şimdi bu durumu yeniden gözden geçirmeyeceklerini söylüyorlar. Bu konuda bir şüphe yok. Rusya ile yakın ilişkilerimiz olsa bile, topraklarımızı geri vereceklerine dair bir ihtimal yok. Bu bölgelerin bağımsızlığını zaten tanıdılar. Güney Osetya ve Abhazya’da Rus askerleri ve askeri üsler bulunuyor.

Gürcistan halkının çoğunluğu Güney Osetya ve Abhazya’nın Gürcistan’a geri verilmesini istiyor. Rus birliklerinin geri çekilmesini istiyorlar. Bu durumda, ABD ve AB, Gürcü Rüyası hükümeti yönetirken Gürcistan hükümetiyle ilişki kurmak istemiyorlar. Geçen hafta Gürcistan Başbakanı Irakli Kobakhidze, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için ABD’deydi. Etkinliğin Gala yemeği için ABD Başkanı Joe Biden’dan bir davet aldı. Ancak gala yemeğinden bir saat önce, ABD tarafı Kobakhidze’nin davetini iptal etti çünkü ABD, Kobakhidze’nin Batı’nın dostu olmadığını düşünüyor. Gürcistan hükümeti de ABD ve AB hakkında olumsuz açıklamalarda bulunuyor.

Peki, eğer Kobakhidze’yi Washington’un dostu olarak görmüyorsa ABD Gürcistan Başbakanı’nı ilk etapta neden davet etti? Davetiyeyi iptal etmeye bir saat kala karar verdiler. Bu bir tür intikam mıydı? Belki de ABD, Gürcistan’ın uluslararası toplum önünde imajını zedelemek istedi.

Bu çok iyi bir soru. Neden önce davet edip sonra iptal ettiklerini bilmiyorum. Hiç davet etmeseler daha iyi olurdu. İlk önce davet edip sonra iptal etmek daha kötü. ABD, Gürcistan’ın değil hükümetin imajını zedelemek istemiş olabilir. ABD, Gürcistan hükümetinden 60 siyasetçiyi yaptırım listesine aldı, vizelerini iptal etti ve ayrıca mali yaptırımlar uyguladı. Bu, LGBT ve yabancı kuruluşlar yasası nedeniyle oldu. Evet, ABD bunu kasıtlı olarak yaptı. Örneğin, ABD veya NATO’dan bazı resmî heyetler Gürcistan’a geliyor ve Gürcistan hükümeti onları karşılamıyor, görmezden geliyor. Gürcistan hükümeti sürekli ABD’yi eleştiriyor. Eğer bu şekilde davranırsanız, onlar da aynı şekilde hatta daha kötü bir şekilde karşılık verebilirler.

Bidzina Ivanishvili’nin Gürcü siyaseti üzerindeki rolünden bahsedelim. Emekliliğini duyurmasına rağmen, Bidzina Ivanishvili’nin Gürcü Rüyası ve Gürcistan siyaseti üzerinde hala güçlü bir etkisi olduğu düşünülüyor. Onun siyasete devam eden etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz ve bunun Gürcü demokrasisi üzerindeki etkisi nedir?

O çok zengin bir kişi ve Gürcistan’daki tüm siyaseti, hükümeti, parlamentosu, adalet sistemi ve daha fazlasını kontrol ediyor. Her şeyi kontrol ediyor. Bu yüzden kalmak istedi, böylece açıkça olmasa da yönetmeye devam edebilirdi. Siyaseti işgal etmiyor ama orada oturuyor. Gürcistan demokrasisi için bu çok kötü. Bu yüzden gelişemiyoruz. Eğer her şeyi kontrol ediyorsa, bu yüzden Amerikalılar ve Avrupalılar demokrasinin olmadığını söylüyor ve o her şeyi yönetirken Gürcistan demokrasisine katkıda bulunamayacaklarını ifade ediyorlar. Gürcistan demokrasisi için, aynı partinin 20 yıl boyunca yönetimde olması iyi değil. Bu diktatörlük gibi bir şey.

Bir başka önemli nokta daha var. Ivanishvili aynı zamanda seçim öncesi programını da sunuyordu. Şimdi vurguladığı şey, kazanacakları ve bu sefer muhalefet partilerini burada tutacakları, onları yargılayacakları ve partileri kapatacakları yönünde. Muhalefet partilerini, Rusya ile 2008 yılında savaşı başlattıkları ve Güney Osetya ile Abhazya’nın işgaline neden oldukları konusunda suçluyorlar.

Muhalefet partilerinin Gürcü Rüyası’na karşı seçimlerde rekabet edebileceğini düşünüyor musunuz? Kamuoyu yoklamaları ne diyor? Gürcü Rüyası’na karşı kazanabilecek güçlü bir muhalefet partisi var mı?

Gürcistan halkı kimin kazanacağını belirleyecek. Gürcü Rüyası’nın desteği yok diyemem. Onların da güçlü destekçileri var. Bu durumda kimin kazanacağını söylemek zor. Kamuoyu yoklamalarına göre, yarın seçim olsa Gürcü Rüyası oyların %35’ini alır. Muhalefet partilerinin oyları %15 ile %20 arasında değişiyor. Dört muhalefet partisi, “Ulusal Hareket” adı altında seçimlere katılmak üzere birleşti. Seçimlerin güvenli olup olmayacağını göreceğiz. Seçim güvenliğini sağlamak için uluslararası gözlemciler de olacak.

Biz Gürcistan parlamentosunda dört veya beş siyasi partili bir koalisyon istiyoruz. Muhalefet koalisyon istiyor ama Gürcü Rüyası, anayasayı değiştirebilmek için %60 oy almak istiyor. Bunu gerçekten başarmak istiyorlar. Ancak muhalefet partileri, halkın farklı isteklerini temsil etmek için parlamentoda yer almak istiyor.

Gürcistan kısa bir süre önce AB adaylık statüsünü kazandı, bu önemli bir dönüm noktası. Ancak oligarşiden arınma ve demokratik gerileme konusundaki endişeler devam ediyor. Gürcistan’ın AB entegrasyonuna ilerlemesi için hangi reformların kritik olduğunu düşünüyorsunuz?

Gürcü halkı haklarının korunmasını istiyor. Ancak Gürcü Rüyası yabancı kuruluşlarla ilgili yasa ve LGBT propagandasını yasaklayan yasayı çoktan çıkardı. AB, hükümetle olan iş birliğini askıya aldı. İnsan haklarının korunması olmazsa, asla AB üyesi olamayız. Sorun şu ki, Gürcü Rüyası bu yasaların normal olduğunu ve iyi olduğunu düşünüyor. Ancak insanların çoğu AB’ye katılmak istiyor. Bu yüzden AB hakkında geleceği öngöremiyoruz.

Rusya, Abhazya ve Güney Osetya dahil olmak üzere Gürcistan topraklarının %20’sini işgal etmeye devam ediyor. Bu karmaşık jeopolitik durumu göz önüne alarak Gürcistan, Avrupa hedefleri ile Rusya ile olan ilişkisini nasıl dengeliyor?

Bu zor bir soru. Şu anda bir risk anı var. Bence Rusya ve Avrupa arasında bir dengeye ihtiyacımız var. Seçimlere kadar durum böyle devam edecek. Ancak seçimlerden sonra sonuçlar Gürcistan’ın hangi yöne gittiğini gösterecek. Şu anda Gürcü Rüyası, Rusya ile çok yakın ilişkilere sahip ancak muhalefet kazanırsa işler değişebilir. Moskova ile olan ilişki tamamen kesilmeyebilir ama değişebilir. Şu anda Rus vatandaşları Gürcistan’a vizesiz girebiliyor ve 3 aya kadar kalabiliyorlar. Belki seçimlerden sonra, muhalefet kazanırsa, Rus vatandaşlarına vize uygulanabilir.

Gürcü Rüyası ile Avrupa Birliği aslında bir rüya mi oluyor? Bunu mu kastediyorsunuz?

Evet, Gürcü Rüyası ülkemizi yönettiği sürece AB ve ABD ile ilişkiler olmayacak. AB’nin Gürcistan özel temsilcisi kısa süre önce kamuoyuna bunu söyledi.

Gürcü Rüyası içinde liderlik değişiklikleri de dahil olmak üzere iç çatışmalar olduğuna dair haberler var. Bir sonraki seçimler öncesinde partinin yapısında veya liderliğinde önemli değişiklikler öngörüyor musunuz?

Gürcü Rüyası’nın arka planında yalnızca Bidzina Ivanishvili var. Lider, onun seçtiği kişi olacak. Bu konuda çok fazla tartışma yok.

Gürcistan’ın stratejik konumu ve devam eden toprak anlaşmazlıkları göz önüne alındığında, ülkenin mevcut güvenlik stratejisini, özellikle bölgesel istikrarsızlık ışığında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gürcistan bir stratejiye sahip olmaya çalışıyor ama bu çok zor çünkü Gürcistan, üç buçuk milyon nüfuslu küçük bir ülke. Bu stratejiyi kime karşı geliştirebiliriz? Burada, Rusya’dan savaş istemiyorsanız güvenlik sağlamalısınız, tıpkı Güney Osetya ve Abhazya’da olduğu gibi. Ya da ABD veya AB’den güvence almalısınız. Bölgeden kimden koruma alabiliriz? Azerbaycan’dan mı, Ermenistan’dan mı, Türkiye’den mi? Elbette, Ukrayna’nın durumuna bakarak kendimizi korumayı düşünmeliyiz. Rusya ülkemizde tehlike yaratabilir. Gürcistan yön değiştirip NATO’nun bir parçası olup AB’ye katılırsa, Batı’dan Ruslara karşı koruma alabilir.

Gürcistan’da basın özgürlüğü bir endişe konusu. 35 yıldır medyada çalışan bir gazeteci olarak, siyasi baskılar karşısında Gürcistan’daki güncel gazetecilik ve medya bağımsızlığı durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Basın özgürlüğümüzün olduğunu söyleyebilirim. Muhalefeti destekleyen Formula TV gibi özel televizyon kanalları var. Çok zengin bir iş adamı, muhalefet için başka bir haber kanalını satın aldı ve gazetecilik ve yönetimle ilgilenmiyor. Ayrıca Gürcü Rüyası’nı destekleyen bir hükümet yanlısı televizyon kanalı ve gazete de var. Yine de her şeyin bağımsız olduğunu söyleyemem. Medya paraya dayanır ve özgürlük, paranın nereden geldiğine bağlıdır çünkü reklamlardan elde edilen gelir her zaman yeterli olmaz. Medyayı finanse etmenin iki yolu vardır; ya reklamlar ya da dış finansman.

Yabancı kuruluşlar ve LGBT propagandasını yasaklayan yasalar hakkında kişisel olarak ne düşünüyorsunuz?

Bence bunlar çok olumsuz yasalar. Yabancı acenta yasası, kamuoyuna açıklandığı gibi şeffaflıkla ilgili değil. Yasanın amacının paranın kaynağını ortaya çıkarmak olduğunu iddia ediyorlar, ancak zaten sivil toplum kuruluşlarının bütçelerinin şeffaflığını ve para akışını düzenleyen farklı yasalarımız var. Benzer şekilde, LGBT yasası da olumsuz. Kim kiminle birlikte oluyor ilgilenmiyorum. Herkes insandır ve partnerlerini seçme hakkına sahiptir.

Ancak bu yasa, insanların kişisel ya da cinsel yaşamlarına müdahale etmekle değil, LGBT propagandasını yasaklamakla ilgili.

Propaganda ne demek? Bununla aynı fikirde değilim. Elli kişi bir araya geliyor. Şehir merkezine gidip Rustaveli Bulvarı’nda gösteri yapıyorlar. Bunu yapamazlar mı? Bu onların hakkı. Yasaya göre, evde oturup dışarı çıkmamaları gerekiyor. Propagandanın ne sorunu var? Ben LGBT değilim. Propagandaları yüzünden mi değişeceğim? Hiçbir sorun yok. Bu saçma. Bugün internette her türden pornografi görebilirsiniz. Bu gösterilerde bir sorun görmüyorum. Bu insanlar LGBT yönelimiyle doğmuşlar. İstediğim konuda gösteri yapma anayasal hakkım var. Neden onların da aynı hakkı yok? LGBT’yi onayladığımı ya da onlarla aynı fikirde olduğumu söylemiyorum. Anayasal hakları olan gösteri veya propaganda yapma haklarının olduğunu söylüyorum.

SÖYLEŞİ

Eski Küba Kültür Bakanı Harici’ye konuştu: Venezuela, faşizmin durdurulabileceğinin kanıtı

Yayınlanma

10-11 Eylül 2024 tarihlerinde Caracas’ta düzenlenen Birinci Anti-Faşist Kongre çerçevesinde, halen Küba’nın başkenti Havana’daki Casa de las Américas’ı yöneten ünlü Kübalı entelektüel Abel Prieto Jimenez ile bir araya geldik.

Abel Prieto, Küba Yazarlar ve Sanatçılar Birliği Başkanı ve iki kez ülkesinin Kültür Bakanı olarak görev yaptı. Ayrıca Martiano Program Ofisi’ni yönetti ve José Martí Kültür Derneği’nin başkanı. The Flight of the Cat (1991) gibi çok sayıda öykü ve romanın yazarı. Küba Milli Meclisi’nde milletvekili.

Bu Anti-Faşist Kongre ile ilgili izlenimleriniz neler?

Bir kez daha Caracas’ta, Dünya Anti-Faşist Kongresinde bulunmaktan dolayı çok mutluyum. Bizzat Devlet Başkanı Nicolás Maduro tarafından başlatılan ve sosyal liderler tarafından desteklenen bu girişimin, Venezuela’nın ve dünyanın farklı bölgelerinden aktivistler, sosyal hak savunucuları ve entelektüeller arasında, çok fazla zarar veren, yoksul insanları, mütevazı insanları aşağı çeken ve fazlaca genç insanı peşinden sürükleyen faşist bir demagogun arkasından giden bu gerçekten tehlikeli fenomeni tartışmak üzere bir analiz çağrısı olduğunu düşünüyorum.

Özellikle Arjantin’deki Javier Milei vakasından bahsediyorum. Grotesk bir vaka, gençlerin Arjantin’in şu anki devlet başkanı gibi bir delinin, aşırı bir neoliberalin peşinden nasıl gittiklerini görmek son derece rahatsız edici. Dolayısıyla, kafa karışıklığının çok büyük olduğu, çok fazla kafa karışıklığının olduğu, faşizmin büyüyebileceği çok fazla yönünü kaybetmiş insanın olduğu bir dönemdeyiz.

Bu nedenle kendimizi anti-emperyal ve anti-faşist bir cephede ifade etmek oldukça önemli. İletişim ve sosyal ağlar açısından da diğer iletişimler hakkında düşünmek hayati önem taşıyor. Bugün her şey medyada ve sosyal ağlarda kararlaştırılıyor ve bu nedenle etiğe dayalı uygun kodları bulmak epey önemli. Aşırı sağın sahip olduğu gerçek avantajlardan biri de hiçbir etiğe sahip olmamaları.

Etik bir şekilde iletişim kurmalıyız, faşist bile olsa karalamak için bir iftira icat etmemeliyiz. Komutan Fidel Casto asla yalan söylemememiz ve etik ilkelerimizi ihlal etmememiz gerektiğini söylemişti. İşte bakmamız gereken örnek, öğreti budur. Düşünmeli ve söylemsel olmayan, üstünlük kurmaya yönelik olmayan, sorumlu, nesnel, akıllı bir iletişim kurmalı, direnişin tüm bu çekirdeğini birleştirmeli ve iletişim savaşını kazanmalıyız, bu da yalan duvarının içinde boşluklar açmak, bir boşluk açmak ve halkımızın gerçeklerini gizlice içeri sokmaktır.

‘Neoliberalizmle müttefik olan günümüzün faşizmi, bizi sonsuza kadar sermayenin yeni köleleri haline getirmek istiyor’

Günümüzde faşizmi ya da neo-faşizmi nasıl tanımlarsınız?

Günümüzde faşizm, şiddet, dışlama ve kapitalist sistemi hiçbir zaman sorgulamayan aşırı bir milliyetçilik gibi faşizmin klasik özelliklerine yanıt veriyor. Yani, küreselleşmeye karşı konuşabilen bir retoriğe sahip olsa bile ne finansal sermayeyi ne de büyük çokuluslu şirketleri asla sorgulamıyor, zira Arjantin’deki Milei’leri, Brezilya’daki Bolsonaro’ları, İspanya’daki Abascal’ları, İtalya’daki Meloni’leri ve bu otoriter iddiaların tüm referanslarını gerçekten yerleştirenler onlar.

Bugün anti-faşist olmak, ülkelerin egemenliğinin Washington’un ya da diğer emperyalist güçlerin elinde olduğunu hiçbir şekilde kabul etmemektir. Neoliberalizmle müttefik olan günümüzün bu faşizmi, bizi sonsuza kadar sermayenin yeni köleleri haline getirmek istiyor, zira neoliberal doktrinin en aşırı varyasyonunu savunmakla ilişkilendiriliyor.

Yeni nesillere anti-faşizm ve anti-emperyalizm tohumları ekmenin bir sorumluluk olduğuna inanıyorum; gençler hazırlanmalı, halkımızın bu gerçek kökleri konusunda eğitilmeli ve faşizmin ne anlama geldiğini çözmelidir.

‘Emperyalizme karşı uluslararası bir direniş cephesi oluşturarak yeneriz’

Faşizmi nasıl yeneriz?

Faşizmi, faşizme karşı, emperyalizme karşı uluslararası bir direniş cephesi oluşturarak ve güçlendirerek yeneriz. Komutanlar Fidel Castro ve Hugo Chávez tarafından oluşturulan İnsanlığı Savunma Ağı var, stratejistler ve vizyonerler bunu gerçekten desteklediler. İnsanlığı Savunma Ağı’nın ideoloğu, 2003 yılında, George W. Bush’un büyük saldırısının ortasında, Meksikalı büyük entelektüel Pablo González Casanova’ydı, ki bu da faşist, emperyalist bir saldırıydı, ‘terörizme karşı küresel haçlı seferi’ maskaralığında Bush, Irak’a saldırıyı ilan etti, West Point’te toplananlara, oradaki öğrencilere dünyanın 60 ya da daha fazla karanlık köşesini istila etmeye ve işgal etmeye hazır olmaları gerektiğini söyledi.

Daha sonra Meksika’da bir İnsanlık Savunma Ağı oluşturma fikri ortaya çıktı ve Fidel bunu hemen destekledi. Ve sonra, biliyorsunuz, burada ama 20 yıl önce Caracas’ta, Aralık 2004’te oldukça önemli bir etkinlik düzenlendi, Ağın temel yapılanması verildi, diyelim ki Chávez tüm zaman boyunca halkla birlikteydi, Chomsky geldi, Ernesto Cardenal, Nuestra América direnişinden pek çok önemli sima geldi.

Venezuela bugün dünyaya nasıl bir mesaj veriyor?

Venezuela’nın bu Birinci Anti-Faşist Kongre ile dünyaya gönderdiği mesaj umut, direniş ve yaratıcılık mesajıdır. Caracas kendisini emperyalizm, kapitalizm, faşizm ve diğer neo-faşist ifadelere karşı insanlığın savunma ekseni olarak kurmuştur.

Daha önce Amerika’mızın ülkelerinin ve halklarının egemenliğini ve bağımsızlığını savunmaktan söz ediliyordu. Şimdi ise gençlerin zihinlerini etkileyen bu psikolojik ve bilişsel savaşlara karşı kendimizi savunmaktan söz ediliyor.

Bu anlamda Venezuela, faşizmin ilerleyişine karşı savaştığını ve direndiğini gösteriyor, fakat daha önce de söylediğim gibi faşizm iletişim etiği ve kültürle mücadele etmek zorunda. Bizi en çok endişelendirmesi gereken şeylerden biri de gençlerin faşistlere oy verdiğini görmektir. Venezuela, faşizmin durdurulabileceğinin kanıtı ama hazırlıklar daha yeni başladı. Uluslararası Anti-Faşist Cephe’yi kuralım!

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Gagavuzya özerkliğini nasıl koruyor?

Yayınlanma

Moldova’ya bağlı Gagavuzya Özerk Bölgesi Başkanı Evghenia Gutul Harici’den Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı. Rusya ve Avrupa arasında izledikleri denge politikasını anlatan Gutul, Türkiye’nin kendilerine olan desteğini de vurguladı.

Gagavuzya tarihsel olarak Rusya ile daha yakın bağlara sahipken, merkezi Moldova hükümeti Avrupa Birliği ile daha yakın ilişkiler sürdürmektedir. Çok benzersiz bir pozisyonunuz var. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşından sonra çatışma yaşayan bu iki güç arasında pozisyonunuzu dengelemeniz gerekiyor. Rusya ve Avrupa Birliği’ne karşı duruşunuz nasıl? Siyasi pozisyonunuzu dengeleme konusuyla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Evet, gerçekten de şu anda zor zamanlar geçiriyoruz. Gagavuz Özerkliği nasıl kuruldu? Bugün, yaklaşık dört yıldır iktidarda olan Kişinev yetkilileri, Gagavuz Özerkliği’ni ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, esasen onu sıradan bir bölgeye indirgiyorlar. 30 yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in desteğiyle ve Moldova ve Gagavuz Özerkliği’nden politikacılar bir araya gelerek müzakereler gerçekleştirdiler. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Gagavuz Cumhuriyeti kuruldu.

Bu durum, Moldova’nın toprak bütünlüğünü kaybettiğinin bir işaretiydi. Statümüzü ve cumhuriyetimizi koruyabilmek için, Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle politikacılar bir araya geldi ve kan dökülmeden Gagavuz Özerkliği’nin kurulmasına karar verildi. Bu, diyalog yoluyla, ister ülkeler arasında olsun, ister bir aile içinde, yanlış anlamaların ve çatışmaların her zaman çözülebileceğini bir kez daha kanıtladı.

Son 30 yıldır mevcut hükümet, sadece Gagavuz Özerkliği’nin değil, aynı zamanda Moldova Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarının da karşısında hareket etmektedir. Son dört yıldır bize Avrupa değerlerini vaat etmelerine rağmen, ekonomide ve sosyal alanlarda bir düşüş yaşıyoruz. Stratejik ortaklarımız olan Rusya Federasyonu ve diğer eski Sovyetler Birliği üyesi ülkelerle olan ilişkilerimiz kötüleşti. Moldova, anayasal olarak tarafsız ve egemen bir ülkedir ve jeopolitik bir taraf seçmeden bu tarafsızlığı korumalıyız. Ancak bugün, cumhurbaşkanımız Batı’nın talimatları doğrultusunda hareket ediyor.

Tarım ülkesi olarak, özellikle de Rusya Federasyonu’nun pazarına artık erişimimiz olmadığı için çiftçilerimiz büyük kayıplar yaşıyor. Bu pazar, her zaman ekolojik olarak temiz meyve, sebze ve şarabımızı kabul etmiştir. Maalesef, artık bu imkana sahip değiliz.

Ancak, geçen yıl Rusya Federasyonu’nun ve Devlet Başkanı Putin’in desteğiyle yapılan seçimleri kazandığımızda, Gagavuz Özerkliği’nin tarım ürünlerinin Rus pazarına erişimini sağladık. Tüm ülkelerle dostane ilişkiler kurmalı ve işbirliği yapmalıyız. İnsanları birbirine düşürmek, iyi bir politika değil—bu aptalca bir politika, çünkü atalarımızdan kalan mirasımızı korumalıyız.

Bugün Moldova Cumhurbaşkanı, Rusya ile olan tüm bağları koparmak için çalışıyor. Yarın, Türkiye ile bağları kesmeleri talimatını alabilirler. Peki o zaman ne yapacağız? Moldova ve Gagavuz Özerk Yeri’nin vatandaşları olarak, bize Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarını beğenmedikleri için Türkiye ile ilişkilerimizi durdurmamız gerektiğini söylerlerse Başkanın ve Batı’nın isteklerini mi takip etmeliyiz? Hayır.

Biz Moldova’nın vatandaşlarıyız ve birlikte böylece kalmalıyız. Halkımızın yaşam koşullarını iyileştirmeliyiz. Şu anda fakirlik içindeyiz. Gagavuz Özerk Yeri’ne baskı, Rusça konuşan bir bölge olmamızdan kaynaklanıyor. Her zaman ana dilimiz olan Gagavuzca’nın yanı sıra Rusça konuştuk, bu dil her evde konuşulmaktadır. Okullarımız, kreşlerimiz ve hatta tek üniversitemiz Rusça eğitim veriyor. Aynı zamanda ülkemizin resmi dili olan Moldovaca’yı da kullanıyoruz.

Bugün, Gagavuz halkı farklı bir görüşe sahip olduğu ve Batı’nın ve Amerika’nın politikalarını desteklemediği için cezalandırılıyoruz. Bütçemizden her yıl 200 milyon leyi almaya çalıştılar—bu, özerkliğimiz için büyük bir meblağ ve neredeyse iflas etmemize yol açar. Sadece partimiz değil, birçok muhalefet grubu da sürekli saldırılara maruz kalıyor. Eğer hükümetle aynı fikirde değilseniz, kötü olarak damgalanıyorsunuz ve muhtemelen aleyhinizde bir dava açılıyor. Burada hemen hemen herkesin aleyhine bir dava var.

Avrupa’da Sırbistan, Macaristan ve bazen Slovenya gibi bazı ülkeler, daha geniş AB politikalarına rağmen Rusya ile dengeli ilişkiler sürdürdükleri için eleştirildi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gagavuzya benzer karmaşık süreçleri nasıl aşabilir?

Biliyorsunuz, 10 yıl önce bir Gagavuz referandumu düzenledik. Yıllardır bazı politikacılar sürekli Moldova’nın Romanya ile birleşmesi için uğraştılar, bu da kimliğimizi ve bağımsızlığımızı kaybetmemize, Romanya’ya katılmamıza neden olacaktı. Tarihsel olarak bakıldığında, Moldova Romanya’dan önce var olmuştu. Dolayısıyla, 10 yıl önce bu siyasi baskılar karşısında, Gagavuz halkımız bir referandum düzenledi. Bu referandumda, seçmenlerin %98’i Moldova bağımsızlığını kaybederse, Gagavuz Özerkliği’nin kendi kaderini tayin etme hakkını saklı tutacağını belirtti. Bugün, Gagavuzya halkının tutumu aynı kalmıştır. Neden? Çünkü daha önce de belirttiğim gibi, Rusya Federasyonu ile olan anlaşmaların bozulmasıyla halkımız aşırı yoksulluk çekiyor. İnsanlar göç ediyor—Rusya’ya çalışmak için gidiyorlar, Avrupa’ya yöneliyorlar ya da Türkiye’de yaşıyor ve çalışıyorlar. Biz sadece halkımızın çıkarları doğrultusunda hareket ediyoruz.

Bu yılın Mart ayında, Vladimir Putin ile bir görüşme yaptım. Yetkililerimiz orduyu askerileştirmek, silah satın almak ve tatbikatlar düzenlemekle ilgilenirken, NATO temsilcileri sık sık Moldova’da görünmeye başladılar ve bizim anlayamadığımız bir şeye hazırlanıyorlar. Ancak, Vladimir Putin ile olan görüşmemde, yalnızca Gagavuzya halkının ihtiyaçları hakkında konuştuk; emeklilere, kamu sektörü çalışanlarına yarar sağlayacak sosyal projelere odaklandık ve ek mali kaynaklar sağladık. Çiftçilerimiz de bu programlardan faydalanıyor. Ayrıca, şu anda Rus gazını Avrupa Birliği’ndeki birçok aracıdan aldığımız için nihai tüketiciye maliyeti kat kat artan gazın fiyatını düşürmek için çalışıyoruz.

İnsanların parası olmadığında borca ve krediye giriyorlar. Bu yüzden her zaman tüm ülkelerle dostane ilişkileri destekledik ve desteklemeye devam edeceğiz. İnsanları ayırmıyoruz. Ancak mevcut cumhurbaşkanının politikaları ülkeyi “biz” ve “siz” olarak böldü, yalnızca onun görüşlerine katılanlara projeler veriliyor, diğerleri ihmal ediliyor. Oysa bütçe herkes içindir, sadece seçilmiş birkaç kişi için değil. Biz, Gagavuzya olarak Moldova bütçesinin %5’inin hak sahibiyiz ve şimdi yasa dışı adımlarla bizi farklı bir görüşe sahip olduğumuz için cezalandırmaya çalışıyorlar. Batı’nın bir kez daha, müzakere masasına oturma zamanı geldiğini kabul etmesi gerekiyor. Bugün Moldova, Batı tarafından Rusya Federasyonu’na karşı bir araç olarak kullanılıyor, başka bir şey değil. Ukrayna’daki savaştan bahsediyorlar sanki tek sorun oymuş gibi, oysa Lübnan, İsrail, Suriye ve daha birçok ülkede savaşlar devam ediyor. Biz gerçek barışı savunuyoruz, politikacılarımızın müzakere masasına oturmasını istiyoruz. İnsanların yarın ne olacağından korkmadan yaşamasını istiyoruz. Her zaman söylediğim gibi, müzakere masasında bin gün geçirmek, savaşta bir gün geçirmekten daha iyidir. Bu bizim hedefimiz ve ülkelerde barışçıl çözümler elde etmek için diyalog ve konuşmanın nasıl etkili olabileceğini gösteren bir örnek olacağız.

Burada yaptığınız basın toplantısında gündeme getirmek istediğim bir soru vardı. Ancak sınırlı zamanımız vardı. Bunun hakkında konuşamadık. Tekrar sormak istiyorum. Sorum, Türkiye ve Orta Asya’daki diğer Türk devletlerinin de üye olduğu Türk Devletleri Teşkilatı ile ilgili. Bağımsız bir devlet olmadığınız için TDT’ye üye olamayacağınızı biliyorum. Ancak herhangi bir diplomatik ilişkiniz var mı? Toplantılara katılmak ister misiniz? Gagavuzya’yı Türk devletlerinin gücüyle güçlendirerek yeni stratejiler mi arıyorsunuz? Bu konudaki stratejiniz nedir?

Evet, Gagavuzya Özerk Bölgesi’nde bu tür yetkilere sahip değiliz. Kendi özel yasal statümüzle yönetiliyoruz ve bu yasa bizim hak ve yükümlülüklerimizi belirliyor. Bu da uluslararası örgütlerde herhangi bir eylemde bulunma yetkisine sahip olmadığımız anlamına geliyor.

Ancak, Gagavuz halkı olarak 30 yıldır kendimizi Türk dilli aileden biri olarak görüyoruz. Bugün basın toplantısında da belirttiğim gibi, bu şekilde kabul edilmek beni çok mutlu ediyor. Türk dilli dünyanın bir parçası olarak çeşitli etkinliklere katılmamız ve kendimizi temsil etmemiz için birçok davet alıyoruz, bu gerçekten çok sevindirici.

Elbette, Gagavuzya’nın bu konuda ne yapması veya yapmaması gerektiğinin düzenlenmesi, uluslararası ilişkilerin kapsamına girmemelidir. Biz bir aileyiz—bir araya gelirken hiçbir yasadışı eylemde bulunmuyoruz. Bilgi, deneyim ve kültürümüzü paylaşıyoruz. Türkçe konuşan dünyanın, uluslararası hukuk bize yetki verse de vermese de son derece birleşmiş olduğuna inanıyorum.

Biz bir aileyiz ve her zaman öyle kalacağız. Bu nedenle her şeye açık kalmaya devam ediyoruz.

Son sorum olsun… Gagavuzya’daki özerkliğinizin 30. yıldönümü. Tebrikler. Ülkenizin kültürel, ekonomik, politik gelişmesi ve kalkınması konusunda kısa ve uzun vadeli yol haritanız nedir?

Bu yıl 23 Aralık’ta Gagavuz özerkliğimizin ve vatanımızın kuruluşunun 30. yılını kutlayacağız. Bu önemli olay için geniş çaplı bir etkinlik planlıyoruz. Ayrıca, 2024 yılı, özerkliğimizin 30. yılı olarak resmen ilan edildi ve eğitim alanında güçlü bir vurgu yapıldı. Liselerimiz ve tüm okullarımızda, ders saatleri boyunca öğrencilere özerkliğimizin tarihi öğretiliyor. Her çocuğun, o dönemdeki politikacıların bu özerkliği kurmak için gösterdikleri çabaları anlaması çok önemli.

Kültürel anlamda, Gagavuz özerkliğimizin bu kilometre taşını kutlamak için birçok önemli planımız ve uyguladığımız çeşitli etkinlikler var. Dini bayramlar ve gelenekler dahil olmak üzere birçok bayramımız var. Her ne kadar Türk dilini konuşsak da Ortodoks inancını takip ediyoruz ve bayramlarımız, kültürümüz oldukça renkli, zengin ve güzeldir.

Ayrıca, dünya çapında daha fazla insanın geleneklerimizi ve kültürümüzü öğrenmesi için onları festivallerimize davet etmeye karar verdik. Ekonomi ve sosyal alanda ise, Moldova’daki ulusal programlara ek olarak, Gagavuz özerkliği de devlet bütçesi dışında finanse edilen birçok sosyal program uyguluyor ve bu programlar halkımızı desteklemek için yürütülüyor.

Örneğin, bir çocuk doğduğunda, ebeveynlere Moldova Cumhuriyeti’nin sağladıklarına ek olarak bir kerelik ödeme yapıyoruz. Ayrıca Moldova hükümeti gibi Afganistan’da görev yapmış olan gazilere bütçemizden maddi destek sağlıyoruz. Bunlar, halkımızın yaşamını iyileştirmeye yönelik üstlendiğimiz birçok sosyal girişimden sadece birkaçıdır.

Kurmaylarımız ayrıca, Rusya Federasyonu’nun desteğiyle bütçe dışı birçok proje yürütüyor. Diğer ülkelerle etkileşim de bizim için bir öncelik olmaya devam ediyor ve eminim ki mevcut başkan değiştikten sonra diğer ülkelerle olan ilişkilerimiz, özellikle de Avrupa Birliği ile, önemli ölçüde iyileşecektir.

Ne yazık ki, şu anki Dışişleri Bakanımız Sayın Popșoi, bu pozisyon için gerekli niteliklere sahip değil ve Moldova Cumhuriyeti’nde akredite olan diplomatik misyonların benimle ve Gagavuz özerkliği yetkilileriyle görüşmelerini yasakladı. Bu, özerkliğimizin gelişimini engellemeye yönelik başka bir baskı şekli.

Tüm bu zorluklara rağmen, Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti ile açık ilişkilerimizi sürdürmeye devam ediyoruz ve Tanrı’ya şükür ki Rusya ve Türkiye her zaman yanımızda ve bize destek oluyorlar.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Gazeteci Ulrich Heyden: Alman elitlerinin Almanya’yı sattıklarını görebiliyorum

Yayınlanma

Yazar

Şubat 2022’de Ukrayna savaşının resmen başlaması ile birlikte, ABD ve Avrupa’da bütün saatler Rusya’nın askeri yenilgisine ayarlanmakla kalmadı; ana akımın dışındaki tüm görüşler büyük bir baskı altına alındı.

Özellikle Almanya’da kamusal tartışma ortamı ve Alman medyasında özgürlük kırıntıları ortadan kaldırıldı. İsrail’in Gazze ve Lübnan’da yürüttüğü kanlı işgal de bu atmosferi daha karanlık hale getirdi. Ukrayna savaşına diplomatik çözüm bulunmasını ve Berlin’in bu konuda inisiyatif alması gerektiğini düşünen sesler birçok örnekte kısıldı.

Alman gazeteci Ulrich Heyden, Türkçeye de çevrilen Oligarkların Savaşı kitabının yanı sıra yıllardır Ukrayna ve Rusya üzerine yazıyor. Şu anda Moskova’da yaşayan Heyden ile savaşa giden yoldaki en önemli uğrak sayılan Maidan darbesini, Ukrayna ve Rusya toplumlarını ve Almanya’nın bugününü ve geleceğini konuştuk. Heyden, analizlerini ve haberlerini kendi ismini taşıyan internet sitesinde paylaşıyor.

Ukrayna’daki savaşın Şubat 2022’de başladığına ve Rusya’nın bir saldırı savaşı yürüttüğüne dair yaygın bir inanış var. Fakat siz Türkçeye de çevrilen Oligarkların Savaşı adlı kitabınıza 2 Mayıs 2014’te Odessa’daki sendika binasında yaşanan katliamla başlıyor ve savaşa giden yolun Maidan’daki protestolarla açıldığını savunuyorsunuz. Sizce bu savaş tam olarak ne zaman başladı?

Bence Ukrayna’daki sivil huzursuzluğun ve darbenin hikayesi çok uzun çünkü 2014’te bir darbe yaşadık ve bence bundan kaynaklanan ana enerji Ukrayna halkından gelmedi. Ya da belki de Ukrayna halkının bir kısmından, çoğunlukla Batı Ukrayna’dan geldi. 2005 ve 2014 yıllarında batılı kurumlarından, batı fonlarından çok güçlü bir şekilde geldiğini gördük ve bence Almanya, ABD, Büyük Britanya ve Hollanda ve diğer batı ülkeleri Ukrayna ile ürünlerini işleyebilecekleri bir bölge olarak ilgileniyorlardı; Ukrayna topraklarını tarım için kullanabilirlerdi.

2014’ten sonra Ukrayna’nın Rusya sınırında istikrarsızlık yaratabileceğiniz ve Rusya’yı çok uygunsuz bir duruma getirebileceğiniz bir bölge olduğu çok açıktı çünkü sınırda başka bir devlete karşı çok saldırgan bir devlet politikası varken hiçbir devlet sessiz oturamaz.

Sorun şu ki, Ukrayna çok uluslu bir ülke ve sanırım orada yaşayanların %30’u Rusça konuşuyor ve bu %30’luk kesim de Rus kültürü içinde yaşıyor. Onlar için Rus kültürü önemli, yani din ve ikinci dünya savaşının tarihi ve Alman faşizmine karşı ve ayrıca Batı Ukraynalılara, faşist Alman güçleriyle birlikte çalışan Bandera çevresindeki Ukraynalı milliyetçiler örgütü gibi faşist örgütlere karşı kazanılan zafer… Demek istediğim, bir ülkede çok farklı görüşlere sahip insanlar var ve eğer birbirinize saygı duymazsanız veya diyalog kurmaya çalışmazsanız bir devletin var olması imkansızdır.

Bu nedenle Ukrayna’daki her hükümet, sadece Ukraynalılar ve Ruslar için değil, aynı zamanda Macar azınlıklar ve Ukrayna’nın batısında yaşayan diğer insanlar için de bu azınlıkların her birine karşı hoşgörülü ve özgürlükçü bir tutum sergilemeye çalışmalıdır.

20 küsür yıl boyunca, yani 1991’den 2014’e kadar, Ukrayna’da milletler arasındaki barışın sağlanması mümkün olmuştu. Fakat daha sonra ABD’nin bunu ülkedeki bu çatışmayı kızıştırmak ve ısıtmaya karar verdiğini düşünüyorum ve Batı Ukraynalılara Kiev’de Maidan’a gelip gitmeleri için para verdiler ve aylarca bu meydanda bazı toplantılar yaptılar ve silah aldılar.

Batı Ukrayna’daki polis karakollarında silahlar çalındı ve bu silahlarla Kiev’e geldiler ve tüm bunlar Ukrayna ile ilgilenen insanlar tarafından biliniyordu. Fakat batı medyasında kimse bu konuda yazmıyor, yazdığım gazetelerde sadece bir Avrupa ülkesinin insanlarının batı ekonomisiyle daha yakın temas kurmak istediklerini yazıyorlar, “batı demokrasisi ve bizim gibi demokrasiyi seven bu kardeşlerimize yardım etmeliyiz.”

Evet, batı gazetelerinde okuduk, Ukrayna halkının Avrupa Birliği ve NATO’ya katılmak istediğini fakat Rusya’nın onları engellediğini söylediler.

Fakat bu doğru değil çünkü Rusya Ukrayna’nın Avrupa Birliği’nin ya da Avrupa ticari bağlantılarının bir parçası olmasına karşı değildi. Rusya sadece Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşıydı fakat batılı liderler Ukrayna’dan, Avrupa Birliği üyesi olmak isteyip istemediğine karar vermesini talep ettiler, aksi durumda kendilerinden hiçbir şey alamayacaklarını söylediler.

Ukrayna Cumhurbaşkanı [Viktor] Yanukoviç Avrupa Birliği üyesi olmak için planlanan bu yoldan gidemeyeceğine karar verdi ve bu moment, batılı ülkeler tarafından ülkedeki durumu kızıştırmak için kullanıldı.

Ukrayna ve biz batı televizyonlarında sadece bu göstericileri gördük, Donetsk’ten Luhansk’tan Odessa’dan Maidan hayranı olmayan insanları görmedik çünkü onlar Avrupa ile dostane bağlantılar istiyorlardı, ama Ukrayna için bir gelecek de istiyorlardı.

Yanukoviç, sanayiyi daha yüksek bir seviyede inşa etmek için Avrupa Birliği’nin ekonomik yardımına çok ihtiyaçları olduğunu söylediğinde haklıydı çünkü sanayilerinin durumu yeterince ileride değildi; ama o anda Avrupa Birliği ile [Ukrayna sanayisini] bağladıklarında bu sanayi için felaket olacaktı.

Ama bence batının entelektüel ve medyatik etkisi 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri vardı ve o zaman bile Kanada ve Almanya’daki Ukrayna diasporasından insanlar Ukrayna’ya aktif olarak gelmeye başladılar, yeni bir Ukrayna’nın inşasında yer almak için batılı fonlardan para aldılar. Ama onlar diasporadan bu insanları istediler, çünkü çoğu Rusya karşıtı bir Ukrayna istiyorlardı, NATO ve Rusya arasındaki, bloklar arasında bir Ukrayna değil, gerçekten Rus karşıtı bir Ukrayna istiyorlardı.

Bu bir azınlıktı ama bu azınlık batılı fonlar tarafından finanse edildi ve öğrencileri davet ettiler, gençlerin Ukrayna’da STK’lar kurmasına yardımcı oldular. Bu STK’ları finanse ettiler. Böylece Ukrayna’daki entelektüel atmosfer ve düşünce yapısı çok değişti.

Örneğin kamuoyu yoklamalarının sonuçlarına baktığınızda, 2014 yılına kadar Ukraynalıların çoğu Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşıydı. Şimdi ise bu kamuoyu yoklamalarına güvenemezsiniz çünkü şu anda Ukrayna’da demokrasi yok. Sadece tek bir medyamız var. Muhalefet partileri yasaklanmış durumda. Muhalif medya yasak. Muhalefetten pek çok kişi hapiste ya da ülkeden kaçmış durumda.

Şimdi baktığınızda, size Ukraynalıların çoğunluğunun NATO üyeliğinden yana olduğunu söylüyorlar, ama hiçbir kontrol yok. Bu kamuoyu yoklamalarını kim yapıyor? Çünkü demokratik bir toplum değil.

Demek istediğim, bu Ukrayna ile ilgilenen herkes için geçerli. Bazı batılı gazeteler, “Tamam, Ukrayna bazı hataları olan demokratik bir ülke. Tamam, yolsuzluk var ama genel olarak Ukrayna çok iyi durumda,” diye yazıyor. Ama parlamentoda muhalefet yokken bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Yani, demek istiyorum ki, aylardır cumhurbaşkanı bile seçememişken…

Rusya lideri Vladimir Putin, Minsk anlaşmalarının kendilerini oyalamak için tasarlandığını anladıklarını söylemişti. Sizce Avrupa ve özellikle Almanya, 2014’ten sonra Ukrayna’daki savaşın kışkırtıcısı mıydı, yoksa sadece Anglo-Amerikan çıkarlarını takip etmek zorunda mı kaldı?

Bunu söylemek benim için çok üzücü ama aslında Alman müesses nizamının büyük bir kısmının bu militan yola, yani bu askeri yola hazır ve taraftar olduğunu görüyorum. Minsk anlaşmalarının yolunu takip etmiyorlar. Askeri çatışma yoluna gidiyorlar.

Ve bu çok üzücü çünkü Almanya’da da birçok insan ve alternatif medya var ve ayrıca partilerimizde bu saldırgan yolla, bu çatışma yoluyla ve Ukrayna’yı sadece Rusya sınırını ateşe vermek için kullanmakla uyumlu olmayan insanlar var. Birçok Alman bunu anlıyor ama medyamızda sesleri çıkmıyor. Bu çok üzücü bir durum.

Belki Hıristiyan Demokrat Parti’de, Sosyal Demokrat Parti’de normal insanlar olduğunu söyleyebilirim. Bunları anlıyorlar ama hiçbir ağırlıkları yok. Ana konuşmacılar Amerikan çatışma yönteminin destekçileri ve şimdi hiç umudum yok.

Bu durum ancak Almanya’daki barış hareketi güçlendiğinde değişecektir. Saksonya ve Thüringen’deki seçimlerden sonra, AfD ve Wagenecht  [BSW] partilerinin Doğu Almanya seçmenlerin neredeyse yarısının oyunu aldığını gördük. Ancak Doğu Alman seçmenlerinden gelen bu net beyandan sonra, Ukrayna’nın bile sözcük seçimini değiştirdiğini gördük. Şimdi herkes konuşuyor. Zelenskiy yeni bir barış konferansı yapmalıyız dedi ve Alman politikacılar konuşmaya başladı, “Bazı barış görüşmeleri yapmalıyız ve barış bu krizden çıkmanın yoludur.”

Ama bunlar bana göre sadece bir süs. Zor yol başka. Zor olan, Amerika’nın Almanya’ya yeni uzun menzilli roketler koymaya karar vermesi ve Ukrayna’ya füzeler verilmesi konusunda tartışmaya girmesidir. Böyle devam ediyor ve edecek.

Taurus füzelerini mi kastediyorsunuz?

Evet, Tauruslar. Bence bu çok akıllıca, askeri durumu kızıştırmak ve diğer yandan da barıştan yana olduğumuzu süsünü göstermek.. Ama bu çok korkunç. Yani bilmiyorum. Şu anda gerçekten bilmiyorum. Bunun sonunun ne olacağını göremiyorum. Bu şekilde sadece bir felaket olabilir. Felaket ve nükleer savaş.

Fakat yine de Almanya, Ukrayna savaşından sonra enerji fiyatlarının dramatik bir şekilde yükseldiğini gördü ve özelde Almanya’nın, genelde ise Avrupa’nın sanayisizleşmesi konusunda süregelen bir tartışma var. Alman siyasi eliti, Rusya ile savaş, yüksek enflasyon ve insanların geçim kaynaklarının kötüleşmesi anlamına gelse bile neden Anglo-Amerikan çıkarlarını takip ediyor ya da izliyor?

Moskova’daki Ruslar da bunu bana her gün soruyorlar çünkü onlar Alman karşıtı değiller. Mesela bu çok ama çok ilginç. Rusların çoğu, Almanya Ukrayna’ya silah gönderdiğinde bile böyle düşünmüyor.

Sorun şu ki Almanya İkinci Dünya Savaşından sonra ağırlıklı olarak Amerikalı ve İngiliz danışmanlar tarafından inşa edildi ve son 20 yılda Alman medyasında ana gazetelerimizin, editörlerimizin Atlantik Konseyi’nin konferanslarına katıldıkları daha sık görülmeye başlandı ve Amerikan müesses nizamıyla bu çok yakın temas o kadar güçlüydü ve bu yüzden kültürümüz Amerika’ya o kadar bağlı ki, bazen Almanların Amerika’nın bir parçası olduğu hissine kapılıyorum.

Kimse Rusya ve Rus kültürü hakkında bir şey bilmiyor, sadece bazı eğitimli insanlar. Ama Amerikan kültürü tamamen baskın ve Amerika’nın yaşam tarzı, Amerikan filmleri ve kültürü Almanya’da sürekli mevcut. Dolayısıyla Amerika’da demokrasi ve demokrasiler için yaşamamız gerektiği tezi var, siyasetçiler her gün bu şekilde konuşuyor ve insanlar buna güveniyor.

Ama şimdi bunu hissetmeye başladılar. Bu ne anlama geliyor? Belki de sadece bir yanılsama. Demokrasiden bahsederken, gittikçe yoksullaştığımızı ve şimdi parti sistemimizin çöktüğünü görüyoruz çünkü Doğu Almanya’daki seçimlerde hükümetimizdeki partiler, yeşil liberaller ve sosyal demokratlar yenildiler. Örneğin Yeşiller Ukrayna’ya silah vermemiz gerektiğini söyleyen en güçlü desteğe sahip parti. Yenildiler. Yüzde 5’i geçemediler. Dolayısıyla şu anda iki Doğu Almanya eyaletinin parlamentosunda temsil edilmiyorlar.

Hiçbir zaman güçlü ulusal söylemlerin dostu olmadım ama şu anda hükümetimizin ulus için çalışmadığını söylemeliyim. Onlar bizim ulusumuz için, Almanya için çalışmıyorlar. Başka bir şey için çalışıyorlar.

Çünkü insanlar gittikçe fakirleştiğinde, Berlin daha kirli hale geldiğinde, göçmenlerle çatışmalar arttığında, bu sorunlar iyi bir organize edilmedi.

Demek istediğim, ülkemin bir kaosa düştüğünü görüyorum. Kaotik bir durum. Bunu herkes görüyor. Peki bu durumdan faydalanan kim? Amerika, Alman iş dünyası. Onlar Amerika’ya gidip yatırım yapıyorlar çünkü orada enerji Almanya’dan daha ucuz.

Alman elitinin kafasının içine bakıp neden bu şekilde, bu Amerikan yanlısı şekilde gittiklerini ve ülkelerini sattıklarını bilmek isterdim. Bu çılgınca bir şey. Bence gerçeği öğrenmek için birkaç yıl beklemeliyiz. Şu anda sadece Alman ülkesini, Almanya’yı sattıklarını görebiliyorum.

Putin, Şubat 2022’de başlayan “Özel Askeri Operasyonu” meşrulaştırmak için, zaman zaman Ukrayna’nın devlet olma niteliğini sorgulayan ve tarihsel olarak Bolşevikler tarafından “uydurulmuş” bir devlet olduğunu vurgulayan bir söylem geliştirdi. Bir gazeteci olarak siz Ukrayna’da da bulundunuz. Ukrayna toplumu ve devlet yapısına ilişkin gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Burası yapay, yoksa Bolşevik komplosu tarafından uydurulmuş bir ülke mi?

Hayır, sanmıyorum. Çünkü bu bir gerçek. Ukraynaca var ve Ukraynalılar var, Ukrayna vatandaşları var. Bu milliyet daha çok Ukrayna’nın merkezinde ve batısında var. Yani kimin Rus, kimin Ukraynalı, kimin Macaristanlı olduğuna dair Ukrayna devletinin resmi belgeleri, resmi sosyolojik araştırmaları var.

Rus milletinin güney ve doğu Ukrayna’da, Ukrayna milletinin ise merkez ve batı Ukrayna’da güçlü olduğunu görüyorsunuz. Tarihe baktığınızda, 300 yıl önce Ukrayna’da Polonya’nın Katolik diniyle birlikte daha önemli hale geldiğini kabul etmeyen Ukraynalı asker Bogdan Hmelnitskiy’i görüyorsunuz. Hmelnitskiy, Çar ile, Rusya ile bir anlaşma yaptı ve Ukrayna Rusya’nın dostu, ortağı oldu. Ve bu zamandan itibaren Ukrayna, Rus imparatorluğunun bir parçası oldu.

İkinci dünya savaşından sonra batılı elitler, benim görüşüme göre, Sovyetler Birliği’ni zayıflayacağı anı beklediler. Ve bu an geldiğinde, mutlu oldular. Ve bundan çok mutlu oldular çünkü Sovyetler Birliği bir süper güçtü, çok güçlüydü.

Şimdi ise Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin o dönemde sahip olduğu askeri ve iktisadi güce sahip olmak için çok şey yapması gerektiğini görüyoruz.

Ama demek istediğim, Vladimir Putin’in söylediklerine katılmıyorum. Örneğin Lenin’in ulusal politikasının Rus imparatorluğunun altına bomba koymak gibi olduğunu söylediğinde çok sert argümanlar ortaya koydu. Bence bu doğru değil. Lenin sadece şunu yaptı, bir Ukrayna milliyeti olduğunu gördü ve bu milliyeti Sovyet imparatorluğuna dahil etmek için bu millete özel haklar ve özel destekler verdi, hatta bazen Ruslardan, Rus kültüründen daha fazla destek verdi.

Ben Putin’in söylediklerinde bir süreklilik de görüyorum, çünkü Sovyetler Birliği’nin çöküşü sırasında, Sovyetler Birliği’nden sonra Slav kardeşliği, yani Belarus, Rusya ve Ukrayna ile ne olacağı konusunda tartışmalar vardı. Yani Yeltsin’in etrafında, Ukrayna’nın Odessa, Donbas ve Kırım gibi bazı bölgelerinin tarihi Rus imparatorluğunun bir parçası olduğunu düşünen insanlar vardı. O dönemde bile, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sırasında, bu Bolşevik milliyetler politikasına karşı Ukrayna’nın bir kısmı üzerinde hak iddia eden bazı güçlü Rus elitleri vardı. Dolayısıyla Putin’in Ukrayna’nın komünizmden arındırılması ve Rusya’nın tüm bu Kırım ve Donbas üzerindeki haklarının bir parçası olduğunu iddia etmesinde bir süreklilik olduğunu düşünüyorum, sizce de öyle değil mi?

Evet, haklısınız. Rus müesses nizamında bu seslerin olduğunu söylediğinizde, örneğin Moskova belediye başkanı Yuri Lujkov, Kırım’ın Rus olduğunu çok güçlü bir şekilde dile getirdi.

Ama unutmamalısınız ki 1991’de Rus halkı, Kırım siyasetinin başı ve halkı Ukrayna’nın bir parçası olmak istemiyorlardı, bir referandum yapmaya çalıştılar, 91’de bağımsız bir cumhuriyet gibi bir şey olmak için bir referandum yaptılar ama bu o anda yeterince güçlü değildi çünkü Rusya Kırım’ın bağımsızlık politikasını desteklemiyordu, Rusya tamamen zayıftı ve bu Ruslar için gerçekten bir stratejiydi.

Yani 91’de 20 milyon Rus Rusya dışında yaşıyordu; Kazakistan’da yaşıyorlardı, Türkmenistan’da, Kırgızistan’da, Romanya’da ve Ukrayna’da ve tüm bu Ruslar da tehlikedeydi çünkü bu cumhuriyetlerde çok büyük iktisadi zorluklar vardı ve o dönemde bazı saldırgan milliyetçiler bu eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Ruslara saldırmaya başladı.

2014’ten beri Ukrayna ordusu Donetsk’teki, Luhansk’taki sivil köylere ve şehirlere silahlarla saldırmaya başladığında da bu tür bir milliyetçiliğe sahiptik. Batı medyası bu konuda yazmıyor, bu saldırılarda bir sorun görmüyorlar.

Sizin bahsettiğiniz sorun, yani Ukrayna bir devlet mi, değil mi? Yani Rus politikacıların, özellikle de Putin ile Lavrov’un söylediklerini duyduğumda, esas olarak Ukrayna’nın bir devlet olduğunu ama biz NATO’nun kontrolü altında ya da Batı’nın kontrolü altında bir devleti kabul edemeyiz dediklerini düşünüyorum. Onlara göre Ukrayna siyaseten tarafsız bir devlet olmalı – 1991’den 2014’e kadar sahip olduğumuz bir devlet biçimini kastediyorum.

Yani Ukrayna’da Rusya’nın etkisi vardı, Batı’nın etkisi vardı, bence bu biçim tekrar var olabilir, savaş şimdi sona erdiğinde bu durum tekrar olabilir. İsviçre gibi üç resmi dili olan ve farklı diğer ülkelerden de etkilenen başka ülkeler de var, neden Ukrayna olmasın?

Şimdi bu durumda Rus toplumu içinde elbette bazı radikaller var. İnsanlar Rus askerlerinin öldüğünü gördüklerinde çok duygulandılar, batı tankları İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Rus ordusuna karşı savaşıyor ve bazı insanların, “Ukrayna’yı alıyoruz, hepsini alıyoruz, Lviv’e gidiyoruz,” dediğini duyuyorsunuz, ama bence bu duygusal bir şey. Rusya gerçekten gelecek için düşünmek istiyorsa, Ukrayna’nın tamamen işgal edilmesi söz konusu olamaz, bence.

Yani Ukrayna’yı ele geçirelim diyen radikal görüşler Rus devletinin görüşlerini yansıtmıyor demek istiyorsunuz.

Bunu söylemek çok zor çünkü şu anda bir savaş durumunda yaşıyoruz. Örneğin Stalin hiçbir zaman Almanya’yı beş parçaya bölmek isteyen Morgenthau ya da bazı Amerikan politikacıları gibi konuşmadı. Kızıl Ordu Doğu Almanya’yı kurtarmaya gitti ve Sovyet kontrolü altında bir Alman devleti kurdular.

Bence benzer bir durum Ukrayna örneğinde de olabilir çünkü 45-90 yılları arasında Sovyet kontrolü altında ikinci bir Alman devletimiz vardı ve Ukrayna’da da buna benzer bir şey olabilir.

Diğer seçenek, eğer Rusya bu çok güçlü askeri desteğe karşı koyamazsa, belki de bir barış görüşmesi olacak ve Ukrayna bölünecek. Yani doğu ve güney Rusya’nın parçası olacak.

Bu görüşmeler belki de şu anda işe yaramaz çünkü bir savaş durumumuz var ve her şey akıyor. Hiçbir şey sabit değil. Yani, Rus ordusu Lviv’i bombalarken, ki burası Ukrayna’nın batısı, Ukrayna devleti hakkında nasıl konuşabilirsiniz? Bence Ukrayna devleti çok istikrarsız bir durumda. Ve belki de en trajik durum, batılı finans kuruluşlarındaki batılı danışmanların Ukrayna’nın orta kısmını, batı kısmını tamamen kontrol ettiklerini söylemeleri. Öyle bir şey yok. Gerçekten bağımsız bir Ukrayna’nın temsilcisi olan bir oligark ya da siyasi bir kişi yok. Bu bağımsız Ukrayna şu anda mevcut değil çünkü batı basınının temsil ettiği Zelenskiy, bana göre Amerika Birleşik Devletleri Demokrat Parti’sinin bir bölümünün sözcüsü, çünkü şu anda seçilmiş değil, zaten dört ya da beş aydır başkan seçilmedi.

Ukrayna’da gerçekten bağımsız bir demokratik söylem, farklı anlamlar içeren bir tartışma yok çünkü bir ulusun, bir ulusun tek sesinin Zelenskiy gibi bir kişi olması imkansız. Bu bir demokrasi işareti değil. Biraz daha derin düşünen herkes bunu anlar.

Ben bu Ukraynalı oligarklar hakkında bir makale yazdım. 2014’ün başında kendi çıkarları olan bağımsız oligarklardı ve kendi çıkarları için politika yapabilecekleri yanılsamasına sahiplerdi. Fakat son dokuz yılda bu oligarklar tamamen Amerikan ve İngiliz siyasetinin ve finans şirketlerinin kontrolü altına girdi.

[İgor] Kolomoyskiy, yolsuzluk davasından tutuklu. Bu yolsuzlukla mücadele politikası da bence Ukrayna’da yeni bir düzene, sadece Batı’nın çıkarlarına, iktisadi çıkarlarına ve Ukrayna’daki stratejik çıkarlarına hizmet eden bir iktisadi düzen kurmaya çalışan Batılı hükümetlerin bir aracı. Bu yüzden de özel kurumları, örneğin yolsuzlukla mücadele kurumunu, Ukrayna’nın resmi hukukuna ek bir kurum gibi kullanıyorlar. Bu çılgınca.

Amerika bu konularda ilerici kelimeleri ve ilerici düşünceyi kendi çıkarları için kullanmakta çok başarılı ve bu Ukrayna halkı için çok ama çok üzücü. Onları çok iyi tanıyorum çünkü 1992’de Kiev’de yaşadım ve 92’den sonra Kiev’e ve diğer bölgelere çok seyahat ettim ve Ukraynalı yurtseverlerle de temasım oldu. Benim en iyi arkadaşım Ukraynalıydı. Ukrayna’nın ancak Rus etkisi olmadan yaşayabileceğini düşünüyordu. 1992’de bu benim için ilginç bir pozisyondu. Şimdi ben bu pozisyonu kabul edemem. Şu anda dost değiliz çünkü Ukrayna’da Rus etkisinin olması normal. Ukrayna’daki Rus kültürü Ukrayna’nın bir parçası ve onu yenemezsiniz, ortadan kaldıramazsınız.

Şu anda Moskova’da yaşıyorsunuz. Bize biraz savaşın Moskova ve Rusya’daki günlük yaşamı nasıl etkilediğinden bahsedebilir misiniz? Rus ekonomisi özellikle Batıda pek çok insanı şaşırttı, fakat ülke içinde de bazı çevrelerden ekonomi yönetimine, özellikle de Merkez Bankasına yönelik sert eleştiriler olduğunu biliyoruz. Savaştan sonra Rusya’nın nereye doğru gittiğine dair bir fikriniz var mı?

Şimdi şu anki durumdan bahsedelim, çünkü savaştan sonrası için, benim bazı fikirlerim var, ama tamam, bugünden bahsedelim.

Rusya’da da batıdaki gibi enflasyon olduğunu görüyorum. Yani, o kadar kötü değil ama büyük marketlere, süpermarketlere gittiğimde eskisinden daha az insan görüyorum. Bunu görüyorum. Yani resmi istatistiklere göre Rus milyonerlerin sayısı artıyor ama daha az geliri olan insanların sayısı da artıyor. Yani, uçurum daha da büyüdü.

Fakat hükümet ailelerin, çocukların, özellikle de normalde var olabilen ailelerin istikrara kavuşması için özel bir destek sağlamaya çalışıyor ve bunda da başarılı oluyorlar. Moskova’da sokaklarda hiç yoksulluk görmüyorum. Petersburg’daydım ve orada da görmedim. Örneğin 90’lı yıllarda gördüğüm, her köşe başında para dilenen insanları göremiyorum.

Şehirler gerçekten kirli değil, temiz. Bazı insanlar, bazı Almanlar bana Moskova’nın Berlin’den çok daha temiz olduğunu söyledi

Tamam, toplamda istikrarlı bir durumumuz var, bence. Fakat bu istikrarın altında bazı sorular, bazı sorunlar var. Örneğin, en iyi bilinen online girişim olan Wildberries’in sahibi [Tatyana Bakalçuk] Rusya’nın en zengin kadınıydı. Kocasıyla bir anlaşmazlık yaşadı.

Moskova’da silahlı çatışma çıktı sanırım.

Evet, evet, ikisi de bu şirketin sahibiydi. Ve sanırım bu kadının 7 milyar doları var. Pek çok insan 90’lı yıllardaki durumu hatırladı, zaten menkul kıymetler ve altınlar bazı şirketlere girdi, bunları güçle elde etmeye çalıştılar. 90’larda bunu her hafta yaşıyorduk ve insanlar ölüyordu. Wildberries’de olan bu çatışma da benim için bir işaretti, umarım bu daha fazla olmaz. Bu vakalar ve bazı ilginç tartışmalar da devam ediyor.

Sanırım bugünlerde Rus kilisesinden bazı güçlü insanlar ve diğer bazı insanlar evrim teorisi üzerine bir tartışma başlattı. Bu konuda bilginiz var mı?

Evet. Yani, bu dönemde sahip olunan bazı gerici eğilimler var. Giderek güçleniyorlar. Ama öte yandan Rus liderliğinin resmi olarak bu yönde doğrudan bir baskı yaptığını söyleyemem. Örneğin, Putin’in kürtajın yasaklanması talebinin dostu olmadığını biliyorum. Bebek istiyor mu istemiyor mu? Kadının kararı. Demek istediğim, Ortodoks kilisesinde ve toplumda kürtajı yasaklamak isteyen güçlü kesimler var.

Moskova’daki Krokus binasındaki terör eyleminden sonra bazı duygusal tartışmalar da oldu. Sovyet döneminde sahip olduğumuz ölüm cezası gibi. Rusya Avrupa Konseyi’nin bir parçası haline geldi ve ölüm cezası ve idam cezası konusunda bir moratoryum ilan etti. Bu moratoryum şu anda hâlâ mevcut, ancak bunu uygulamaya çalışan bazı gerici güçler var. Sokağa çıktığınızda bu çok popüler. Yani, bazı Rusların bile şöyle dediğini duyuyorsunuz, evet, yolsuzluğa karşı çok güçlü yöntemlerle mücadele etmeliyiz. Bu insanlar kafalarından vururuz ve sorun çözülür.

Yani, bu duyduklarınız gerçek; özellikle bu hararetli durumlarda, savaşın olduğu bu duygusal durumda, pek çok insan bu sert politikadan yana. Bu bir gerçek.

Örneğin son 30 yılda Moskova ve Petersburg’da çok güçlü olan bazı liberal sesler artık o kadar yüksek çıkmıyor, siyasi tartışmalar artık daha sessiz. Örneğin Komünist Parti Moskova’da koronadan sonra hiç gösteri yapmadı, korona enfeksiyonu olduğu gerekçesiyle buna izin verilmemişti.

Ve siyasi hayat şu anda biraz, hayır hayır, çok sessiz, çünkü savaş durumu her şeye hakim. Demek istediğim, gerçekten savaşı giderek daha fazla hissediyoruz çünkü örneğin, sanırım on gün önce, Moskova’nın güneydoğusundaki Ramanskoye kasabasında Ukrayna insansız hava aracı, büyük bir evin bir kısmını yok etti.

Örneğin, Moskova’nın merkezinde, otomobil için bir navigasyon cihazı kullanamazsınız çünkü navigasyon cihazı size yanlış yolu gösterir çünkü elektronik karıştırıcı vardır.

Donetsk’te birçok kez bulundum, 2022’ye kadar Luhansk’ta da bulundum. Savaş zamanındaki insanları gördüm, hayatlarına devam ediyorlardı, her zamanki gibi yaşıyorlardı, çünkü başka seçeneğiniz yok. Kimsenin kaçmadığını görürdünüz. Şimdi Moskova’da da sadece sizi cephede savaşmak için askere gitmeye davet eden büyük posterler görüyorsunuz. Vücudunda birkaç madalya olan, cephede savaşmış ve mezun olmuş askerlerin olduğu büyük posterler var.

Rus medyasında, televizyonunda savaş ana tema. Tamamen tipik bir medya, tipik bir televizyon var. Hayır, biraz da mizah var. Biraz. Sizde de var. Hepsinin bir karışımı var. Biraz mizah ve savaş karışımı var.

Bugünlerde liberal seslerin Moskova ve St Petersburg’da pek sevilmediğinden bahsettiniz ama [Merkez Bankası Başkanı] Elvira Nabiullina gibi biri de var, biliyorsunuz. [Mihail] Dalyagin gibiler de Merkez Bankası’nın etrafındaki finans çevrelerini sert bir şekilde eleştiriyorlar. Ama yine de Vladimir Putin, Merkez Bankasına hizmet etmesi için Nabiullina’yı seçti. Savaş halinde bile bu nasıl mümkün olabiliyor? Çünkü görünen o ki, onun batılı kurumlarla da birçok bağlantısı var ve Rusya’da bir tür batılı finansal güçlerin ajanı gibi görünüyor. İkisi birden nasıl mümkün olabiliyor?

Rus muhaliflerin ya da muhalif düşünürlerin böyle bir pozisyonu olduğunu biliyorum. Rus hükümetinin mali blokunu eleştiriyorlar. Çok, çok sert. Rusya Merkez Bankası Başkanının [Elvira Nabiullina] batı siyasetiyle bağlantılı olduğuna dair bu sözlere bir şey diyemem. Demek istediğim, bu güçlü, çok güçlü bir söz ve bunlar hakkında hiçbir gerçek yok.

Şu anda Rusya’da bir kişinin merkez bankasını yönetiyor olması ve batı çıkarları için çalışıyor olması imkansız. Bu tür tartışmalar var, kendi adıma eleştirileri anladığımı söyleyebilirim, merkez bankasını eleştiren insanları; çünkü faiz oranları yüksek ve küçük işletmelerin kredi alması zor. Ev satın almak çok pahalı.

Daha aktif bir iktisadi ve siyasi ortam yaratmak için devletin daha fazla yatırım yapması, ekonomik sürece para koyması ve insanların çalışıp üretmesi gerekiyor.

Ama örneğin, ordu için Rus endüstrisi çok, çok iyi bir durumda, çok, çok aktifler ve çok yüksek oranda üretiyorlar, fakat mühendislerle ilgili çok sorun var. Sovyet döneminden sonra birçok teknik eğitim ve mühendislik eğitimi okulu kapatıldı. Şimdi Rusya teknolojik donanımı Türkiye’den, Çin’den, diğer Hindistan’dan almak zorunda.

Bu, 90’lı yılların ve daha sonranın tamamen neoliberal politikalarının bir sonucu. Devletin tüm liderliğinin petrol ve doğalgaz satma politikasına yöneldiği ya da bu politikayı desteklediği her yerde iktisadi sürecin ana sonucuydu.

Şimdi sonuçlarını görüyoruz ki Rusya’nın ekonomik yapısında çok büyük boşluklar var.

Rus toplumunda ve Rus liderliğinde farklı siyasi kanatlar var. Belki hükümetin iktisadi sektöründeki liberal düşünce hâlâ mevcut, fakat ekonomide de devlet odaklı siyaset giderek güçleniyor.

Putin’in bu politikada [Sergey] Şoygu’dan daha güçlü, daha sert olan yeni savunma bakanını seçmesi olgusu örneğin.

Rusya savaş halinde iç hayatını çok güçlü bir şekilde organize etmeye zorlanıyor. Rusya’da ulusal politika karşıtlığı yapmak mümkün değil. Dolayısıyla belki de Rus hükümetindeki diğer bazı kişiler de daha güçlü kişilerle değişecektir.

Son olarak biraz da Almanya’dan bahsedelim. 3 Ekim’de, sözde Alman Birlik Gününde, bir grup barıisever Ukrayna’da diplomatik bir çözüm çağrısında bulunan bir miting düzenleyecek. Geçen yıl Almanya’da konuştuğumuz bazı kişiler, Ukrayna’daki savaştan sonra ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün hiç bu kadar kısıtlandığını görmediklerini söylediler. İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye yönelik saldırıları da bu karamsar havayı pekiştirmiş görünüyor. Bir diğer konu da “aşırı sağcı” AfD’nin özellikle Doğu Almanya’daki tartışmasız zaferi. Sizce Almanya nereye doğru gidiyor?

Bence Almanya şu anda tamamen kaotik bir durumda. Özellikle Yeşiller bunun bir işareti. Ukrayna’ya silah gönderilmesi, enerji politikasının hızla değiştirilmesi, ev sahiplerinden evlerini ısıtma için özel jeneratörlerle modernize etmelerinin talep edilmesi, ısı pompalarının yasaklanması için en çok bağıran parti ve bu parti bu seçimlerde tam bir yenilgiye uğradı.

Şansölyemiz [Olaf] Scholz, çok garip bir rol oynadı. Rusya’ya karşı bu çok garip politikanın ve garip enerji politikasının en yüksek sesli savunucusu değildi. En yüksek sesle konuşan o değildi. En yüksek sesle konuşan Yeşiller’di ve iyi bir hatip olmayan bu Şansölye, bir ülke lideri olarak karizmaya sahip değil. Şu anda iyi bir konumda çünkü Brandenburg’daki partisi en güçlü parti haline geldi ama bunun tek nedeni eski medyanın, Alman milliyetçilerine, Almanya için Alternatif’e karşı çıkması ve insanların belki de sosyal demokratlara oy vermesiydi çünkü tüm medya tartışmalarla doluydu. AfD yeni bir NSDAP, yeni bir faşist parti gibi bir şeydi. Bence AfD faşist bir parti değil. Bu partide bazı faşistler var ama faşist bir parti değil. Esas olarak buna oy veren insanlar faşist değil. Yani, belki küçük bir yüzde ama büyük bir yüzde değil.

Göçmen sorunuyla ilgili olarak içimde kötü bir his var, çünkü bir devlet istikrarsız bir durumdayken ve yönetimin ne yapacağına, normal insanlar için hayatı nasıl daha iyi hale getireceğine dair gerçekten somut bir planı yokken bu durum tekrar ortaya çıkıyor.

Evet, göçmenlerle ilgili sorunlarımız var ve ülkemize herhangi bir kontrol olmaksızın geliyorlar. Almanya’da sivillere yönelik bazı saldırgan eylemlerle bağlantılılar. Bu geçtiğimiz ayın ana konusu haline geldi. Bence gerçekten sorunlar var ve belki de göç ve göçmen politikası konusunda daha güçlü bir kontrol yapmak gerçekten gerekli. 

Bu gerekli, fakat insanların sosyal sorunlar ve sosyal politika ve Ukrayna için silahlar hakkında konuşmaması bir hile gibi kullanılıyor. Dikkatleri hükümetin hatalarından uzaklaştırmak için başka ülkelerde gelen göçmenler kullanılıyor.

Bazen Rusya’da da aynı şeyi görüyorum. Yani, burada da bazı göçmenler var. Tacikistan ve Kırgızistan’dan gelen çok sayıda göçmen var. Burada evler, sokaklar ve bir sürü şey inşa ediyorlar. Bu göçmenler olmasaydı Rusya kötü bir durumda olurdu. Ama bu göçmenlerin gerçek anlamda entegrasyonu yok ve gördüğüm kadarıyla bu çok da iyi bir durum değil.

Almanya’daki durumu konuştuğum tüm Almanlar çok üzgün durumdalar. Üzgünler ve ne yapacakları konusunda hiçbir fikirleri yok.

Benim için bu liberallerin sonu. Benim için bu radikal liberal politikanın, cinsiyet politikasının, ekonomi politikasının sonu.

Şimdi göreceğiz, bence Almanya daha güçlü ulusal yönelimli bir politika izliyor. Belki de bu daha ulusal odaklı politikanın ilk işaretleri göçmenlere karşı daha güçlü olmak, Alman ordusu için daha fazla propaganda ve Alman ordusu için daha fazla para olacak.

Almanların ordu ile zorlu bir bağı olageldi. Almanların orduyla gurur duyması zordu çünkü ikinci dünya savaşından sonra gururumuz kalmamıştı. Bu ulusal gururun ne olduğunu bilmiyoruz. Diğer Avrupa ülkelerinde bu gurur var ama bizde yok.

Şimdi bu çok üzücü çünkü ben bir Almanım ve şiirimizle, teknolojimizle gurur duyuyorum, bilimle, Alman bilimi ve müziğiyle gurur duyuyorum ama ordumuzla gurur duymuyorum çünkü iyi olmayan şeylerle uğraşıyorlar.

Ama bence kriz zamanlarında, tarihte her zaman, Almanya’da sosyal huzursuzluk isteyen bazı insanların insanların duygularını kendilerine uygun bir yöne yönlendirmeye çalıştıklarını görürsünüz.

Yani bizim liderliğimiz bunu istemiyor. Bu yüzden göçmenlere karşı bazı duygusal konuşmalar yapıyorlar. Bu yüzden özgür Avrupa’yı diktatör Putin’den korumak için Ukrayna halkına silah yardımı yapılması yönünde duygusal konuşmalar yapıyorlar.

Şahsım adına şunu söylemek isterim ki ben her zaman ulusların kardeşliğinin ve uluslar arasındaki normal medeni süreçlerin destekçisi oldum. Almanya’da yaşadığım dönemde de örneğin bir fabrikada Türklerle birlikte çalıştım ve bana yardımcı olduklarını hissettim. Makine parçalarını toplamak için yeterince hızlı olamadığımı gördüklerinde bana yardım ettiler.

Ve şimdi başka bir durumdayım. Moskova’da yaşıyorum ve durumumuz değişti çünkü Tacikistan’dan çok sayıda göçmenimiz var ve onlarla da iyi ilişkilerim var. Şimdi, bu meselelerde Moskova’da devletten gelen bir regülasyon hissetmiyorum.

Almanya’da 70’li ve 80’li yıllarda resmi entegrasyonun olduğu zamanlardan hayal ediyorum. Tamam, o başka bir zamandı. O dönemde gerçekten de yeterli sayıda çalışan gücümüz yoktu. Almanya’nın şu anda milyonlarca göçmene ihtiyacı olduğundan emin değilim. Sanmıyorum. Öte yandan, Almanya’nın temel sorununun göçmenler olduğunu söyleyen AfD’nin milliyetçi propagandasını da desteklemek istemiyorum. Bu tamamen yanlış.

Eğer biz Almanlar ve Ruslar bu durumlarda normal bir yol, medeni bir yol bulamazsak… Milletler ve ülkeler arasındaki temasın, kimin daha güçlü kimin daha zayıf olduğu ile değil, normal medeni bir diyalog içinde olması çok önemlidir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English