Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

The Economist: Almanya bir kez daha Avrupa’nın hasta adamı mı?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Dizginlenemeyen enflasyon, rekor sayıda iflas ve yeşil teknoloji ile flört eden ve yeşil teknolojinin sağlayamayacağı şeylere çok fazla vurgu yapan bir hükümet.

Hammaddeden mahrum kalan Almanya, küresel rekabeti kaybetmeye başladı. Bu durum tam da Kuzey Akım boru hattının ABD’nin tertiplediği sabotajla devre dışı bırakıldığı anda başladı. Durumu düzeltmenin tek yolu, Kuzey Akım’da hissesi bulunan enerji şirketi E.ON’un önerdiği şey: patlayan Baltık gaz boru hatlarının acilen onarılması ve güvenliğinin sağlanması. Siyasette parti olarak sadece AfD bu çözümü kabul ediyor.

Scholz’un ekibi iki yıldan biraz fazla bir sürede sadece rakiplerini değil, etrafındaki herkesi kızdırma becerisinde çarpıcı bir ilerleme kaydetti. Kasım ayında, bir sonraki yılın bütçesi üzerinde müzakereler başladığında koalisyon ortakları liberaller ve Yeşiller arasında epey ilginç bir gerilim yaşanacak. Hükümetin bu çatışmadan sağ çıkamaması mümkün.

Nitekim Batılı finans dünyasının en önemli yayın organlarından The Economist de malumu dile getirmiş.


Almanya bir kez daha Avrupa’nın hasta adamı mı?

The Economist
17 Ağustos 2023

Sorunlar 1999’dan farklı. Ancak yine de sert bir reform dozuna daha ihtiyaç var.

Yaklaşık yirmi beş yıl önce bu gazete, Almanya’yı avronun hasta adamı olarak nitelendirmişti. Yeniden birleşme, işgücü piyasasının daralması ve ihracat talebinin yavaşlaması ekonomiyi zora sokmuş, işsizliği çift haneli rakamlara çıkarmıştı. Ardından 20002li yılların başında bir dizi reform altın çağını başlattı. Almanya, benzerlerinin gıpta ettiği bir ülke haline geldi. Sadece trenler zamanında kalkmakla kalmadı, ülke aynı zamanda dünya çapındaki mühendisliğiyle ülke ihracatta da bir güç merkezi olarak öne çıktı. Fakat Almanya zenginleşirken dünya da dönmeye devam etti. Sonuç olarak Almanya bir kez daha geride kalmaya başladı.

Avrupa’nın en büyük ekonomisi büyüme liderliğinden gerilere düştü. Ülke, 2006 ve 2017 yılları arasında büyük emsallerinden daha iyi performans gösterdi ve Amerika’ya ayak uydurdu. Ancak bugün üçüncü çeyrek daralmasını ya da durgunluğunu yaşıyor ve 2023 yılında küçülen tek büyük ekonomi olabilir. Sorunlar sadece şimdi ve burada değil. IMF’ye göre Almanya önümüzdeki beş yıl içinde de Amerika, Britanya, Fransa ve İspanya’dan daha yavaş büyüyecek.

Emin olmak gerekirse, işler 1999’da olduğu kadar endişe verici değil. İşsizlik bugün yüzde 3 civarında; ülke daha zengin ve daha açık. Ancak Almanlar ülkelerinin olması gerektiği kadar iyi çalışmadığından giderek daha fazla şikâyet ediyor. Her beş kişiden dördü anketörlere Almanya’nın yaşamak için ideal bir yer olmadığını söylüyor. Trenler artık o kadar geç saatlerde çalışıyor ki İsviçre geç kalanları tren hattından men etti. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, yaşlanan makam uçağının arızalanması nedeniyle bu yaz ikinci kez yurt dışında mahsur kaldıktan sonra Avustralya turunu iptal etti.

Almanya’nın eski sektörlerdeki üstün performansı, yeni sektörlerdeki yatırım eksikliğini yıllarca kapatmıştı. Kayıtsızlık ve mali ihtiyatlılık takıntısı, çok az kamu yatırımına —sadece Deutsche Bahn ve Bundeswehr’de değil— yol açtı. Genel manada ülkenin bilişim teknolojilerine yaptığı yatırımın GSYİH’ye oranı Amerika ve Fransa’nın yarısından daha az. Bürokratik tutuculuk da engel teşkil ediyor. Bir işletmenin faaliyet izni alması 120 gün sürüyor ki bu süre OECD ortalamasının iki katı. Buna kötüleşen jeopolitik durum, karbon emisyonlarını ortadan kaldırmanın zorluğu ve yaşlanan nüfusun getirdiği sıkıntılar da ekleniyor.

Jeopolitik koşullar, imalatın artık eskisi gibi para getiren bir sektör olmayabileceği anlamına geliyor. Büyük Batı ekonomileri arasında Çin’e en fazla maruz kalan ülke Almanya. Geçen yıl iki ülke arasındaki ticaret 314 milyar dolara ulaştı. Bu ilişki bir zamanlar kar güdüsü tarafından yönetiliyordu; şimdi ise işler daha da karışık. Alman otomobil üreticileri, Çin’de pazar payı mücadelesini yerli rakiplerine karşı kaybediyor. Ve daha hassas alanlarda, Batı Çin ile bağlarını “gevşetmeye” devam ederse bazıları tamamen kopabilir. Bu arada, gelişmiş üretim ve sağlam tedarik zincirleri için verilen mücadele ya Alman firmalarını tehdit edecek ya da Avrupa Birliği dahilinde teşvik talep edecek olan yerli sanayiyi desteklemeye dönük bir sübvansiyon selini beraberinde getiriyor.

Bir diğer zorluk da enerji dönüşümünden kaynaklanıyor. Almanya’nın sanayi sektörü Avrupa’nın bir sonraki en büyük sektöründen neredeyse iki kat daha fazla enerji kullanıyor ve tüketicileri Fransa ya da İtalya’dakilerden çok daha büyük bir karbon ayak izine sahip. Ucuz Rus gazı artık bir alternatif değil ve ülke kendi kalesine attığı muhteşem bir golle nükleer enerjiden uzaklaştı. Şebekelere yatırım yapılmaması ve yavaş işleyen izin sistemi, ucuz yenilenebilir enerjiye geçişi engelliyor ve üreticileri daha az rekabetçi hale gelmekle tehdit ediyor.

Almanya’nın ihtiyaç duyduğu imkân eksikliği de giderek artıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğum oranlarında yaşanan ani artış, önümüzdeki beş yıl içinde net 2 milyon işçinin emekli olacağı anlamına geliyor. Ülke yaklaşık 1,1 milyon Ukraynalı mülteciyi kabul etmiş olsa da bunların çoğu yakında evlerine dönecek olan çocuklar ve çalışmayan kadınlardan oluşuyor. Şimdiden işverenlerin beşte ikisi vasıflı işçi bulmakta zorlandıklarını söylüyorlar. Bu basit bir homurdanma değil: Berlin eyaleti boş öğretmen kadrolarının yarısını bile kalifiye elemanlarla dolduramıyor.

Almanya’nın daha parçalı, daha yeşil ve yaşlanan bir dünyada başarılı olabilmesi için iktisadi modelinin adapte olması gerekecek. Fakat 1990’larda yüksek işsizlik, Gerhard Schröder’in koalisyonunu harekete geçmeye zorlarken bu kez alarm zillerini görmezden gelmek daha kolay. Sosyal Demokratlar, liberal Hür Demokratlar ve Yeşiller’den oluşan bugünkü hükümette çok az kişi görevin büyüklüğünü kabul ediyor. Kabul etseler bile koalisyon o kadar parçalı ki partiler bir çare üzerinde anlaşmakta zorlanacaktır. Dahası, aşırı sağcı popülist bir parti olan Alternative für Deutschland’ın ülke genelindeki oy oranı yüzde 20 ve önümüzdeki yıl bazı eyalet seçimlerini kazanabilir. Hükümetteki çok az kişi bu partinin ekmeğine yağ sürmekten korktuğu için radikal bir değişiklik önerecektir.

Bu nedenle eski yöntemlere bağlı kalmak cazip gelebilir. Ancak bu Almanya’nın altın çağını geri getirmeyecektir. Statükoya yönelik meydan okumaların hızını da kesmeyecektir. Çin gelişmeye ve rekabet etmeye devam edecek ve riskten arınma, karbonsuzlaşma ve demografi kolayca bir kenara atılamaz.

Politikacılar korkup kaçmak yerine, yeni firmaları, altyapıyı ve imkanları teşvik ederek ileriye bakmalı. Teknolojiyi kucaklamak yeni firmalara ve sektörlere bir hediye olacaktır. Dijitalleştirilmiş bir bürokrasi, yığınla evrak doldurma kapasitesinden yoksun küçük firmalar için harikalar yaratacaktır. Daha fazla izin reformu, altyapının hızlı ve bütçeye uygun bir şekilde inşa edilmesine yardımcı olacaktır. Para da önemli. Hükümet denk bütçe kurallarını fetiş haline getirdiğinden altyapı çoğu zaman zarar gördü. Her ne kadar Almanya, faiz oranlarının düşük olduğu 2010’lu yıllarda olduğu kadar özgürce harcama yapamasa da aşırı harcamaları dizginlemenin bir yolu olarak yatırımdan vazgeçmek yanlış bir ekonomi.

Gündem 2030

En az bunun kadar önemli bir konu da yeni imkanları cezbetmek olacaktır. Almanya göç kurallarını serbestleştirdi ama vize süreci hala çok yavaş işliyor ve Almanya mültecileri profesyonellere kıyasla daha iyi karşılıyor. Daha vasıflı göçmenlerin ülkeye çekilmesi, kronik öğretmen açığının kapatılmasına yardımcı olursa, ülke içinde yetişmiş yetenekleri de besleyebilir. Koalisyon hükümetlerinin ve temkinli bürokratların olduğu bir ülkede bunların hiçbiri kolay olmayacak. Oysa yirmi yıl önce Almanya olağanüstü bir dönüşüm gerçekleştirerek olağanüstü bir etki yaratmıştı. Sağlık çiftliğini bir kez daha ziyaret etmenin zamanı geldi.

DÜNYA BASINI

Signal bir Amerikan hükümeti operasyonudur

Yayınlanma

Yazar

Son günlerde Amerikalı gazeteci Goldberg, yanlışlıkla Yemen’deki savaş planlarının tartışıldığı bir mesajlaşma grubuna dahil edildi. Goldberg, yayımladığı “Trump yönetimi bana yanlışlıkla savaş planlarını mesajla gönderdi” başlıklı yazısında, önce ulusal güvenlik yetkililerinin yer aldığı bir Signal grubuna eklendiğini, ardından Hegseth’in bu grupta Yemen’e yönelik askeri operasyonlarla ilgili ayrıntıları paylaştığını belirtti. Goldberg’in aktardığına göre, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, 11 Mart’ta Signal üzerinden kendisiyle iletişime geçti ve iki gün sonra Yemen’deki Husilere yönelik saldırıların tartışıldığı sohbet grubuna katılması için davet aldı. Yazısında bu durumu anlatan Goldberg, “ABD ulusal güvenlik yetkilileri beni yaklaşan Yemen saldırılarıyla ilgili bir sohbet grubuna ekledi. Önceleri bunun gerçek olamayacağını düşündüm. Fakat kısa süre sonra bombalar düşmeye başladı,” ifadelerini kullandı.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes, olayın doğruluğunu teyit etti. ABD Başkanı Donald Trump ise konuyla ilgili kendisine yöneltilen bir soruya, “Bu konuda herhangi bir bilgim yok,” yanıtını verdi. Tartışmalar hala devam ediyor.

Sovyet asıllı Amerikalı gazeteci ve yazar Yasha Levine, bahse konu olan popüler gizlilik odaklı mesajlaşma uygulaması Signal’ın aslında Amerikan hükümeti tarafından yürütülen operasyonu olduğunu söylüyor. Levine’a göre, uygulama CIA’in yan kuruluşu olarak tanımladığı Radio Free Asia’dan (Open Technology Fund aracılığıyla) milyonlarca dolarlık başlangıç fonu alarak kuruldu. Levine, Signal’ın kurucusu Moxie Marlinspike’ın ABD’nin yumuşak güç aygıtlarıyla olan işbirliğine dikkat çekerek, uygulamanın güvenilir olmadığını ve bu konuyu Surveillance Valley adlı kitabında detaylandırdığını belirtiyor.


Signal bir hükümet operasyonudur

Yasha Levine

16 Ocak 2021

Signal, bir CIA yan kuruluşu tarafından yaratıldı ve finanse edildi. Dostunuz değil.

Dünyanın önde gelen kripto uzmanlarının favorisi olan gizlilik odaklı sohbet uygulaması Signal, yeniden gündemde. Twitter ve Facebook’un MAGA Maydan* internet tasfiyesinin (bunu Facebook’un WhatsApp uygulamasından veri çekmeye başlayacağına dair duyurusu takip etti) ardından Signal, gezegende en çok indirilen mesajlaşma uygulaması oldu.

The New York Times bu konuda yazıyor. Edward Snowden bu konuda tweet atıyor ve hayranlarına hayatta kalabilmesinin tek nedeninin Signal olduğunu söylüyor (Rusya’nın güvenlik aygıtı tarafından gece gündüz korunuyor olması gerçeğini değil). Hatta Elon Musk bile insanlara Signal kullanmalarını söylüyor. Uygulamaya o kadar çok insan akın ediyor ki, sistem çöküyor.

Uygulamanın bu kadar popülerleştiği göz önüne alındığında, periyodik kamu hizmeti duyurumu yapmanın tam zamanı olduğunu düşünüyorum: Signal, bir CIA yan kuruluşu tarafından yaratıldı ve finanse edildi. Evet, bir CIA yan kuruluşu. Signal dostunuz değil.

İşte inkâr edilemez gerçekler.

Signal, uzun boylu, sıska, rastalı saçları olan, sörf yapmayı ve teknesiyle denize açılmayı seven kriptograf “Moxie Marlinspike” tarafından yönetilen kâr amacı güden bir şirket olan Open Whisper Systems tarafından geliştirildi. Moxie, Tor’un şimdilerde dışlanmış baş radikal destekçisi Jacob Appelbaum’un eski bir arkadaşıydı ve benzer sahte radikal bir oyun oynadı; ancak Jake’in dolandırıcılık sanatındaki ham yeteneği ve adanmışlığıyla asla boy ölçüşemedi. Yine de Moxie, kendini tehlike ve gizem havasına büründürüyor ve muhabirlere yaşı dahil hiçbir kişisel bilgiyi ifşa etmemeleri konusunda zorluk çıkarıyor. Sürekli Büyük Birader korkusundan bahsediyor ve FBI’daki dosyasıyla ilgili hikayeler anlatıyor.

Peki Moxie, federal hükümet için ne kadar büyük bir tehdit?

Şu kadar büyük: 2011’de şifreleme girişimini Twitter’a sattıktan sonra Moxie, Amerika’nın yumuşak güç rejim değişikliği mekanizmasıyla —Dışişleri Bakanlığı ve Yayın Yönetim Kurulu (şimdiki adıyla U.S. Agency for Global Media) dahil— yurt dışındaki İnternet sansürüne karşı teknoloji geliştirmek üzere işbirliği yapmaya başladı. Bu ilişki, bir sonraki girişimine yol açtı: Hükümet tarafından finanse edilen bir dizi şifreli sohbet ve sesli mobil uygulama. Signal’a merhaba deyin.

Bugün Signal’ın web sitesine bakarsanız, her türden ünlü desteğini bulacaksınız; Edward Snowden, Laura Poitras ve hatta Jack Dorsey… Ayrıca bir ‘bağış yap’ düğmesi bulacaksınız; bu arada, bu butona basmamalısınız zira Signal’ın bugünlerde bol miktarda teknoloji oligarkı parası var. Bulamayacağınız şey ise Signal’ın köken hikayesini açıklayan bir ‘hakkında’ bölümü; bu hikaye, tarihi 1951’e kadar uzanan ve 1970’lerde katı anti-komünist Kore tarikatı Moon ile olan ilişkisi de dahil olmak üzere her türlü tuhaf olayı içeren bir CIA yan kuruluşu olan Radio Free Asia‘dan alınan birkaç milyon dolarlık başlangıç ve geliştirme sermayesini içeriyor.

Signal’ın ABD hükümetinden tam olarak ne kadar para aldığı kestirmek zor, zira Moxie ve Open Whisper System, Signal’ın finansman kaynakları konusunda şeffaf davranmadı. Fakat Signal’ı finanse eden Radio Free Asia kanalı olan Open Technology Fund tarafından kamuya açıklanan bilgileri toplarsanız, Moxie’nin ekibinin dört yıllık bir süre içinde —2013’ten 2016’ya kadar— en az 3 milyon dolar aldığını biliyoruz. Bu, Signal’ın federal casuslardan aldığı minimum miktar.

Üç milyon dolar bugünlerde çok gibi görünmeyebilir, özellikle de Signal operasyonunu sürdürmek için yakın zamanda WhatsApp oligarklarından büyük bir nakit akışı aldığı düşünülürse. Ancak bu erken ABD hükümeti başlangıç sermayesi olmadan bugün Signal’ın olmayacağını bilmek önemli. Ve bu sizi düşündürüyor: Eğer Signal’ın süper kripto teknolojisi gerçekten federal ajanlar ve oligarşimizin gücü için bir tehdit oluşturuyorsa, federal casuslar neden onun yaratılmasını finanse etsin? Ve neden Facebook ve Google onun süper güvenli protokollerini benimsemek için acele etsin? Hımm…

Geçen hafta Parler’ın kapatılma şeklinden de görebileceğiniz gibi, emperyal oligarşimiz bir uygulamayı iptal etmek istediğinde, bunu anında ve intikamcı bir şekilde yapabilir. Fakat Signal, Amerika Birleşik Devletleri’nin her şeye gücü yeten gözetim güçlerine sözde bir tehdit olmasına rağmen yaşamaya ve gelişmeye devam ediyor.

Radio Free Asia ve Open Technology Fund nedir? Ve ABD hükümeti neden Signal gibi kripto teknolojisini finanse etsin? Bunun da ötesinde, kâr amaçlı gözetim üzerine kurulu olan Silikon Vadisi, neden Signal’ın sözde kırılamaz gizlilik teknolojisini benimsesin?

Signal’ın hükümet destekçilerinin geçmişi ve kripto teknolojisinin Amerika’nın emperyal mekanizmasına nasıl entegre olduğu konusunu etraflıca ele aldım. Hatta kitabımda bu konuya tam iki bölüm ayırdım. Bunları burada tekrar yayımlamayacağım. Ancak hikayenin tamamını öğrenmek isterseniz, Surveillance Valley kitabımı yerel kitapçınızdan edinebilirsiniz. Veya yazdığım bazı makalelere göz atabilirsiniz…


(*) Yazar, burada 6 Ocak 2021’deki Kongre binası baskınına atıf yapıyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

FP: Büyük hesaplaşma kapıda

Yayınlanma

Yazar

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?

Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.

David E. Rosenberg / FP

Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.

İsrail’de hükümet-yargı kavgası yeniden alevlendi

Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.

Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.

Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.

Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.

Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.

Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.

Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”

Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.

Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.

Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması

Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.

Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.

Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.

Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.

Netanyahu’nun sözcüsünün maaşını Katar ödemiş

Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.

Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.

Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.

Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.

Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.

On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor

Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.

Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English