Bizi Takip Edin

Amerika

Trump yönetiminden Pepsi ve Walmart’a kıyak, küçük işletmelere darbe

Yayınlanma

Trump yönetiminin kontrolündeki Federal Ticaret Komisyonu (FTC), Pepsi’ye ve fiilen Walmart’a küçük mağazalara ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle açtığı davayı aniden sonlandırdı.

FTC geçen perşembe günü, perakende sektöründeki fiyat ayrımcılığına ilişkin önemli bir davayı düşürdü. Bu dava, Walmart’ın “güçlü alıcı” konumunu mercek altına almıştı.

1980’lerde ABD’nin “Main Street” adı verilen küçük perakende satış mağazalarının ölmesinin ve bugün küçük işletmelerin zor durumda olmasının temel nedeni, alıcı ve satıcıların küçük işletmelere daha yüksek fiyatlar uygulayabilmeleri nedeniyle uyguladıkları “fiyat ayrımcılığı” olarak bilinen taktikti.

Bu taktik eskiden yasa dışıydı ve bunu yasa dışı hale getiren, “küçük işletmelerin Magna Carta’sı” olarak bilinen Robinson-Patman Yasası (RPA) adlı bir yasaydı.

1980’lerde ABD hükümeti RPA’nın uygulanmasını durdurdu. Bu idari deregülasyonun Walmart, Amazon, Office Depot ve özel sermayenin yükselişine ve kırsal ve yoksul bölgelerdeki marketlerin, eczacıların ve muayenehanelerin kaybolmasına yol açtığı biliniyor.

Covid-19 pandemisi sırasında bu kadar büyük bir enflasyonun yaşanmasının ve Walmart’ın gümrük vergilerini kendi lehine kullanabilmesinin nedeni olarak da bu yasa gösteriliyor.

Son birkaç yıldır, Joe Biden önemindeki FTC Başkanı Lina Khan ve komisyondaki meslektaşı Alvaro Bedoya, özel davacılarla birlikte bu yasayı yeniden canlandırmaya başladı.

FTC, ülkenin en büyük içki distribütörü Southern Glazier’s aleyhine bir dava başlattı ve ardından aynı davayı Pepsi aleyhine de açtı. Elbette Khan ve Bedoya bu davaları kendi kafalarına göre açmadılar. RPA’yı yeniden canlandırmak için oluşturulan koalisyon, kırsal marketlerden çiftçilere ve marketlere kadar bir dizi seçmen grubunun örgütlerinden oluşuyordu.

Bu nedenle fiyat ayrımcılığının sona ermesini isteyenlerin küçük ve orta ölçekli işletme sahipleri olması ve bu grupların aynı zamanda özel sermaye satın alımlarının hedefi olması tesadüf değil.

FTC, iki yıl boyunca Pepsi’nin Walmart ile olan ilişkilerini soruşturdu ve bu yılın ocak ayı ortasında dava açtı. Benzer zamanlarda Pepsi aleyhine açılan bir başka özel dava da bulunuyor. Bu davada davacılar, Pepsi’nin bir yan kuruluşu olan Frito-Lay’in küçük mağazalarda tüketici fiyatlarını rutin olarak artırdığını gösterdi.

Örneğin, büyük zincirler Doritos’un parti boyu paketlerini 2,49 dolara satarken, Frito-Lay bağımsız marketlere toptan 4,63 dolar fiyat uyguladı ve perakende satış fiyatını 6,29 dolar olarak belirlemelerini tavsiye etti.

FTC davası ise daha karmaşık ve Pepsi’nin rakiplerine sunmadığı özel promosyon indirimlerini Walmart’a nasıl ödediği ile ilgili. Bu da RPA tarafından yasaklanmıştı fakat ekonomik olarak aynı şey olmasına rağmen, aynı ürün için farklı liste fiyatları uygulamak kadar basit değil.

Pepsi, Walmart’ın diğer marketler veya bakkallardan farklı bir “sınıflandırma” altında yer aldığını, bir “süpermarket” gibi olduğunu ve bu nedenle farklı promosyonlara hak kazandığını savunuyor.

Bu, çoğunlukla yasadan kaçınmak için yapılan bir girişim fakat gerçekte FTC’nin neyi iddia ettiği hâlâ bilinmiyor.

Bunun nedeni ise, Trump’ın atadığı FTC Başkanı Andrew Ferguson’un davayı düşürmenin yanı sıra, şikayetin çoğunun “sonsuza kadar gizli” kalmasını sağlamış olması.

Dava açıldığında, FTC, iddialarını içeren büyük ölçüde sansürlenmiş bir özet yayınladı. Bu, ilk şikayetlerde yaygın bir uygulama fakat bu tür davalarda ilk yapılanlardan biri, hakimin birçok belgeyi kamuoyuna açmasıdır ki, böylece kamuoyu delilleri inceleyebilir. Ne var ki Ferguson, belgelerin kamuoyuna açılmadan davayı düşürdü, bu yüzden deliller incelenemiyor.

Halka açık FTC şikayetinin neredeyse tamamı büyük ölçüde sansürlenmiş. Fakat sansürsüz kısımdan anlaşıldığı kadarıyla, Pepsi Walmart’a bir dizi avantaj sağlayarak bağımsız perakendecilere fiyatları artırmış ve bunu açıkça ve küçük mağazalara zarar verme niyetiyle yapmış görünüyor.

Ferguson’un davayı düşürürken öne sürdüğü temel argüman, kanıtların ortada olmadığıydı. Ferguson, başkan olmadan önce, hem bu davaya hem de Southern Glazier’s aleyhindeki RPA davasına karşı çıkmıştı. Yeni başkan, RPA davalarını desteklediğini fakat bu RPA davalarını desteklemediğini ileri sürmüştü.

Davayı reddetme beyanında, Khan’ın hukukun üstünlüğüne uymadığını, şikayetin temel iddialarını destekleyecek “hiçbir kanıt” bulunmadığını ve “Biden-Harris FTC’sinin yarattığı karmaşayı temizlemeye çalıştığını” ima ederek kişisel ifadeler kullandı.

Ferguson, “Biden-Harris FTC’si, Başkan Trump’ın göreve başlamasından sadece üç gün önce, Pepsi’nin yasayı ihlal ettiği yönündeki bir önseziden öteye geçmeyen bir iddiayı, bu yönetimin peşine düşmesi için açıkça siyasi bir girişimde bulunarak bu davayı aceleyle onayladı. Vergi mükelleflerinin parası, hukuki açıdan şüpheli partizanca manevralar için kullanılmamalıdır. FTC’nin seçkin personeli, bunun yerine tüketicileri korumak ve adil ve rekabetçi bir iş ortamı sağlamak için işine geri dönecektir,” dedi.

Bu ifadeler daha sonra komisyon üyesi Mark Meador tarafından Twitter’da da yinelendi.

FTC’nin kararı, Trump destekçileri arasında yer alan, MAGA ideoloğu Steve Bannon tarafından da eleştirildi. Walmart’ın “parçalanması” gerektiğini savunan Bannon, şirketin tekelci gücünün Amerikan “Main Street”ini yok ettiğini söyledi.

Trump yönetimi gümrük vergileri ve fiyatlar konusunda Walmart ile kavga halindeyken, Pepsi ve Walmart’a Amerika’nın küçük işletmelerini zora sokan politikalarına “af çıkarmak” ile eleştiriliyor. Pepsi’nin yakın zamanda işe aldığı lobici Bryan Cunningham’ın, “Beyaz Saray’dan birilerine ulaşmış olabileceği” de iddialar arasında.

Amerika

Temyiz mahkemesi, Trump’ın Ulusal Muhafızlarına şimdilik izin verdi

Yayınlanma

Perşembe günü geç saatlerde bir federal temyiz mahkemesi heyeti, Başkan Donald Trump’ın Ulusal Muhafızlar’ı şimdilik Los Angeles’ta konuşlandırmaya devam etmesine izin verdi.

Üç yargıçtan oluşan 9. ABD Temyiz Mahkemesi heyeti, Trump’ın konuşlandırmasını yasadışı bulan ve onu birliklerin kontrolünü Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’a iade etmeye zorlayan bir yargıcın kararını oybirliğiyle askıya aldı.

Kararada, “Fakat kararımızın sadece önümüze sunulan gerçekleri ele aldığını vurgulamak isteriz. Başkanın Ulusal Muhafızları federalleştirme yetkisine sahip olduğunu düşünsek de, kararımızda federalleştirilmiş Ulusal Muhafızların gerçekleştirebileceği faaliyetlerin niteliğine değinilmemiştir,“ denildi. 

Trump’ın kararının mahkemeler tarafından incelenemeyeceği yönündeki yönetimin görüşüne katılmadığını belirtti, fakat yargıçlar mahkemelerin “son derece saygılı” olmaları gerektiğini kabul etti.

Mahkeme, “Başkan’a bu saygıyı göstererek, Başkan’ın yasal yetkisini yasal olarak kullandığı sonucuna vardık,” dedi.

Trump, zaman zaman şiddet olaylarına dönüşen Los Angeles’taki son protestoların ardından göçmenlik memurlarını korumak için binlerce Ulusal Muhafız askeri gönderdi. Bu hamle, Newsom ve eyalet başsavcısı tarafından hızla dava açılmasına yol açtı.

Mahkemenin kararı, Trump için hukuki mücadelede bir zafer anlamına gelse de, bu zafer kısa süreli olabilir. Geçen hafta askerlerin sevkini geçersiz kılan kararı veren ABD Bölge Yargıcı Charles Breyer, bugün (20 Haziran) süresiz ihtiyati tedbir kararı verip vermemeyi görüşmek üzere duruşma yapacak.

Breyer, eski Başkan Clinton tarafından atanan ve emekli Yüksek Mahkeme yargıcı Stephen Breyer’in kardeşi.

Trump, askerlerin konuşlandırılmasında, isyan olması veya normal kuvvetlerle federal yasaları uygulayamadığı durumlarda Ulusal Muhafızları federalleştirmesine izin veren bir yasayı gerekçe göstermişti.

Temyiz heyeti perşembe günü, ikinci şartın muhtemelen yerine getirildiğini kabul ettiğinden, isyan olup olmadığı sorusuna gerek olmadığını açıkladı.

Kararda, “Davacıların kendi sunumlarında, bazı protestocuların molotif kokteyl dahil olmak üzere nesneler attığı ve mülke zarar verdiği belirtiliyor. Davalıların sunduğu beyanlara göre, bu faaliyetler federal memurların yasaları uygulama yeteneğini önemli ölçüde engelledi,” denildi.

Üç yargıçtan oluşan temyiz heyeti, Trump tarafından atanan iki yargıç, Mark Bennett ve Eric Miller ile eski Başkan Joe Biden tarafından atanan yargıç Jennifer Sung’dan oluşuyor.

9. Temyiz Mahkemesi, Trump’ın vali “aracılığıyla” konuşlandırma emrini verme zorunluluğunu yerine getirmediğine dair Newsom’ın argümanını da reddetti.

Newsom, bunun kendi onayını gerektirdiğini iddia etmişti fakat temyiz heyeti, Kaliforniya Ulusal Muhafızlarının genel emir subayına bildirimde bulunmanın yeterli olabileceğini söyledi.

Heyet, yasanın “valilere başkanın federalleşme kararı üzerinde herhangi bir veto yetkisi vermediğini” vurguladı.

Newsom yaptığı açıklamada, “Mahkeme, Trump’ın Ulusal Muhafızları istediği gibi kullanabileceği ve kendini mahkemeye açıklamak zorunda olmadığı iddiasını haklı olarak reddetti. Başkan bir kral değildir ve kanunların üstünde değildir,” dedi.

Vali, Trump’ın ABD askerlerini vatandaşlara karşı “otoriter bir şekilde kullanmasına” karşı mücadelesini sürdüreceğini de ekledi.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD Dış İlişkiler Konseyi eski başkanı Richard Haass yazdı: Trump, İran’a nasıl bir çıkış yolu sunabilir?

Yayınlanma

ABD’li eski diplomat ve dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından, ‘gölge CIA’ olarak da bilinen Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) eski başkanı Richard Haass Financial Times’a yazdı:

**

Trump, İran’a nasıl bir çıkış yolu sunabilir?

Richard Haass, 19.06.2025

Bu noktada, zayıflamış Tahran, ABD’nin saldırısını önlemek için itibarını koruyacak bir anlaşmayı ve yaptırımların hafifletilmesini kabul edebilir.

Şimdiye kadar, Ortadoğu’daki son çatışmada inisiyatif tamamen İsrail’e aitti. İran’ın oluşturduğu nükleer tehdide karşı önleyici bir saldırı, yani kendi tercihiyle bir savaş başlatma kararı İsrail hükümeti tarafından alındı. İsrail, İran hava sahasını kontrol altına aldı, nükleer tesisleri tahrip etti veya hasar verdi, üst düzey askeri ve nükleer yetkilileri öldürdü ve İran’ın savunma sistemlerini ve İsrail’e misilleme saldırıları düzenleme kabiliyetini daha da zayıflattı.

Ancak bir haftadan kısa bir süre sonra, İsrail’in savaş çabaları sınırına ulaşmış olabilir: İsrail tek başına iki ana hedefine ulaşamaz. İran’ın nükleer programını kısa vadede sona erdirmek, İsrail’in sahip olmadığı askeri yetenekler gerektirir. Bölgenin tarihi, İran’da zorla rejim değişikliği gerçekleştirmenin kolay olmayacağını ve istenen sonucu getirmeyebileceğini güçlü bir şekilde göstermektedir.

Bu nedenle, bundan sonra ne olacağı, bu çatışmanın diğer iki ana aktörüne, yani ABD ve İran’a bağlı olacaktır.

ABD’nin politikası şimdiye kadar tutarsızdı. Washington, İsrail’in askeri harekatına karşı çıkmış, ancak daha sonra bunu kabul etmiş ve hatta bunun için övünmüştü. İsrail’e silah sağladı ve misillemeden korunmasına yardım etti, ancak İsrail’in saldırılarına katılmadı. Diplomatik bir çözüm için çaba gösterdi, İranlı yetkililerle beş tur görüşme yaptı ve sonra vazgeçti. Şimdi ise Başkan Donald Trump, İran’ın koşulsuz teslim olmasını talep ediyor.

Şu anda Trump yönetimi, ABD’nin İran’ın Fordo’daki yeraltı nükleer tesisine saldırıp saldırmamasını tartışıyor. Bu tesise, İsrail’in sahip olmadığı B-2 bombardıman uçakları tarafından taşınan büyük, ağır sığınak delici bombalarla girilebilir.

Bu konuda bazı tarihsel örnekler var. 1990’ların başında, Bill Clinton yönetimi, Kuzey Kore’nin nükleer programı henüz zayıf ve başlangıç aşamasındayken bu programa saldırmayı düşündü. Sonunda ABD, böyle bir saldırının yüzlerce, hatta binlerce Güney Koreli ve Amerikalı’nın ölümüne yol açacak ikinci bir Kore savaşını tetikleyebileceğinden korkarak saldırıdan vazgeçti. Bu karar anlaşılabilir bir karardı, ancak uzun vadede önemli bir bedeli oldu. Bugün Kuzey Kore, ABD anakarasına kadar ulaşabilecek kıtalararası balistik füzelerin yanı sıra düzinelerce nükleer silaha sahip.

ABD’nin İran’a saldırmasının dezavantajı, İran’ın İsrail’e karşı şu anda yaptıklarından fazlasını yapamayacağı için karşılaştırılamaz. Ancak İran, bölgede konuşlanmış 40.000 ABD askerine saldırı düzenleyebilir. Tahran, Körfez ülkeleriyle yakın zamanda iyileşen ilişkilerini tehlikeye atarak savaşı genişletebilir ve Arap komşularına saldırarak dünya enerji fiyatlarını yükseltebilir.

Fordo’ya yönelik bir Amerikan saldırısı, önleyici askeri saldırılara karşı uluslararası normu da zayıflatacaktır. Bu durumda Rusya, Çin ve Kuzey Kore de aynı yolu izlemeyi tercih edebilir. Bu, Amerika’nın başka yerlerdeki askeri tehditlere etkili bir şekilde yanıt verme yeteneğini azaltacaktır. ABD’yi, Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria’daki politikalarıyla dünyanın büyük bir kısmını öfkelendiren, son derece popüler olmayan İsrail başbakanıyla daha da yakınlaştıracaktır. Başarı, İran’ın nükleer programından geriye kalan her şeyi yok etmek olarak tanımlanırsa, ABD saldırısının başarılı olacağı da hiç kesin değildir.

Ancak Fordo’nun hayatta kalmasına izin verilmesi, İran’ın nükleer silah üretmeyi er ya da geç başarması olasılığını yüksek hale getirir. İran, mevcut krizde İsrail’i caydırmada başarısız olmasının ardından nükleer silahları hayati bir öneme sahip olarak görecektir.

İsrail tek başına bu sonucu yavaşlatabilir, ancak engelleyemez. Nükleer silaha sahip bir İran ortaya çıkarsa, bu İsrail ve diğerleri için varoluşsal bir tehdit oluşturacaktır. Ayrıca, bölgedeki vekillerine desteğini yeniden başlatmak için daha iyi bir konumda olacaktır. İran’ın nükleer silaha sahip olması, bölgedeki diğer birçok ülkeyi de aynı yolu izlemeye sevk edecek ve Ortadoğu’yu tehlikeli bir tetik mekanizmasına sokacaktır.

Dezavantajları olmayan kolay bir seçenek yoktur. Trump’ın şu anda en iyi yapacağı şey, İran’a diplomatik bir anlaşmayı kabul etmesi için son bir şans vermektir. Böyle bir teklif, İran’ın tüm zenginleştirilmiş uranyumunu teslim etmeyi, santrifüjleri ve nükleer programının diğer bilinen unsurlarını sökmeyi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın sınırsız denetimlerini kabul etmesini gerektirecektir.

Böyle bir teklif, İran’a ekonomik yaptırımların hafifletilmesini, ABD’nin saldırı tehdidinin geri çekilmesini, daha geniş bir ateşkes ve İran’ın silah değil nükleer enerji üretimine yönelik bölgesel bir uranyum zenginleştirme konsorsiyumuna katılmasını sağlayacak bazı itibar kurtarma mekanizmalarını içerecektir.

İran bunu kabul edebilir. Ne de olsa Ayetullah Ruhullah Humeyni, 1979’da İslam Cumhuriyeti’ni kuran devrimi kurtarmak için 1988’de Irak ile savaşın sona ermesini isteksizce kabul etmişti. Humeyni bu kararı zehir içmeye benzetmişti.

Onun halefi Ayetullah Ali Hamaney’in de zehri yutmak zorunda kalacağı gün hızla yaklaşıyor.

Yazar: Richard Haass, Centerview Partners’ın kıdemli danışmanı, Dış İlişkiler Konseyi’nin onursal başkanı ve eski ABD diplomatı.

Okumaya Devam Et

Amerika

Fox News: ABD, İran’a karşı nükleer silah kullanabilir

Yayınlanma

Beyaz Saray’dan bir yetkili, ABD’nin İran’ın Fordo’daki güçlendirilmiş uranyum zenginleştirme tesisine yönelik taktik nükleer silah kullanma ihtimalini dışlamadığını belirtti.

Fox News muhabiri Jackie Heinrich’in Beyaz Saray’dan bir yetkiliye dayandırdığı haberine göre, ABD, İran’ın Fordo’daki özel olarak güçlendirilmiş uranyum zenginleştirme tesisine yönelik taktik nükleer silah kullanma ihtimalini dışlamıyor.

Yetkili, aynı zamanda Amerikan ordusunun, İran’ın nükleer tesisini yok edebilecek sığınak delici bombaların etkinliğinden şüphe duymadığını da belirtti.

Donald Trump yönetimi, bu açıklamayla The Guardian gazetesinde yer alan ve ordunun Fordo’yu yok etmenin tek yolunun taktik nükleer saldırı olduğunu düşündüğü, ancak Trump’ın bu seçeneği değerlendirmeyi reddettiği iddiasına yalanlama teşkil ediyor.

Gazeteci Hersh duyurdu: ABD bu hafta sonu İran’ı bombalayacak

Sığınak delici bomba yeterli olacak mı?

Daha önce Axios haber sitesi, Trump’ın 13,6 ton ağırlığındaki GBU-57 süper güçlü sığınak delici bombanın, 90 metre derinlikte bulunan yeraltı tesisini garantili bir şekilde imha etme kabiliyetinden şüphe duyduğunu yazmıştı.

ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) bağlı Savunma Tehditlerini Azaltma Ajansı (DTRA) ise Fordo’daki nükleer tesisi ortadan kaldırmak için önce konvansiyonel bombalarla toprağın yumuşatılması, ardından bir bombardıman uçağından nükleer bir savaş başlığı atılarak tesisin yeryüzünden silinmesi gerektiğini değerlendirmişti.

Trump’tan Tahran’a iki haftalık süre

Wall Street Journal‘ın haberine göre Trump, 17 Haziran’da İran’a yönelik bir askeri saldırı planını onayladı ancak Tahran’ın nükleer programından gönüllü olarak vazgeçmesini beklediği için henüz uygulama emri vermedi.

19 Haziran’da ise Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, Trump’ın ABD’nin İran’a saldırı düzenleyip düzenlemeyeceğine iki hafta içinde karar vereceğini bildirdi.

Bu gelişmelerden önce Trump, Tahran’dan “koşulsuz teslimiyet” talep etmişti.

İslam Cumhuriyeti’nin hava sahası üzerinde tam kontrol sağlandığını ve Washington’un, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in nerede “saklandığını” bildiğini öne süren Trump, Hamaney’i “kolay bir hedef” olarak nitelendirdi ancak şimdilik onu ortadan kaldırma gibi bir planları olmadığını da sözlerine ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English