Trablus’ta yaşanan son çatışmalar, NATO ve onun siyasi kolu Birleşmiş Milletler’in düzeni sağlayamayacağı ancak devletleri yok edip yıkıma yol açabileceğini gösteriyor. Libya’daki pek çok kişi Kaddafi rejimini beğenmemiş olabilir ancak onun devrilmesi özgürlüğe değil, kaosa ve bir devletin fiilen yokluğuna yol açtı.
Libya’nın başkenti Trablus, Ağustos ayının son günlerinde Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdülhamit Dibeybe ve İstikrar Hükümeti lideri Fethi Başağa’ya yakın milislerin çatışmasına sahne oldu. 32 kişinin hayatını kaybettiği ve yüzden fazla insanın yaralandığı çatışmalar, 2019’daki Hafter saldırısının geri püskürtülmesinden beri Trablus’a hakim olan sakinliği bozdu.
Şubat 2021’de Libya’nın rakip güçleri olan, Trablus ve Bingazi bir birlik hükümeti kurmayı kabul etti. Abdülhamid Dibeybe Aralık 2021’de yapılacak seçimlere kadar ülkeyi yönetmek üzere başbakan olarak seçildi. Ancak istikrarsız güvenlik ortamı ve tarafların anayasa ile seçim yasası üzerinde anlaşamaması seçimlerin yapılmasını engelledi. Son çatışmanın tohumlarını eken de işte bu başarısızlık oldu. Anlaşmazlığın çapı, bu yılın başlarında daha da büyüdü. Temsilciler Meclisi (TM) Dibeybe’den güvenoyunu çekti ve Trablus’un eski İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı başbakan olarak seçti. Başağa, Trablus’a girip hükümeti devralacağını söylerken BM’nin tanıdığı Dibeybe, iktidarı ancak seçimle göreve gelecek hükümete teslim etmekte kararlı bir duruş sergiledi. Misratalı olması sebebiyle buradaki milis kuvvetlerin bir kısmının desteğini alan Başağa, Trablus’taki milisler arasında da az da olsa taraftar buldu.
İki gün süren çatışmalar
En nihayetinde 26-27 Ağustos’ta Başağa’ya bağlı güçler Trablus’un kontrolünü ele geçirmek için harekete geçti ve UBH’ye bağlı askeri bir konvoya rastgele ateş açması çatışmaların fitilini ateşledi. Trablus’un Bin Gaşir ve Sarim bölgelerinde başlayan çatışmalar ilerleyen saatlerde Cumhuriyet Caddesi ve Dahra gibi kentin merkezi bölgelerine sıçradı. İlk çatışmalar, Başağa’ya yakın Haitem Tajouri liderliğindeki milis güçler ile Başkanlık Konseyi’ne bağlı İstikrar Destek Birliği arasında yaşandı. Trablus’un 200 kilometre doğusundaki Misrata kentinden Başağa’ya yakın askeri bir konvoy başkentin doğusuna geldi. Güneyde ise Dibeybe’nin geçen 17 Mayıs’ta görevden aldığı Askeri İstihbarat Dairesi Başkanı Usame Cuveyli’ye bağlı Zintanlı Tugayları kente doğru harekete geçti ve şehir merkezi ile Trablus Havalimanı arasındaki ana yol ve kavşakların kontrolünü ele geçirmeye çalıştı.
Misrata’dan Trablus’a ulaşmaya çalışan milislerin hava bombardımanı ile şehre girişi engellenirken İstikrar Destek Birliği’ne bağlı kuvvetler, Haitem Tajouri’nin milislerinin ana karargahlarını ele geçirdi. Cuveyli’nin liderliğindeki milisler daha güneye çekilmek zorunda kaldı. Küçük çaplı çatışmalar toplamda 48 saat sürse de gerçekte “ayaklanma” bir kaç saat içinde bastırılmıştı.
Başbakan Dibeybe de akşam saatlerinde sokağa inerek şehrin güvenliğini sağlayan birlikleri ziyaret etti, “darbe dönemlerinin kapandığını, isteyenin seçime girebileceğini” söyledi. İlgili birimlere saldırıya katılan herkesin tutuklanması emrini verdi. Hakkında tutuklama kararı çıkan isimler arasında Başağa ve Cuveyli de bulunuyor.
Başağa’nın eli artık daha zayıf
Çatışmalar, Trablus’un denetimindeki silahlı birlikler arasındaki bölünmüşlüğün devam ettiğini ve bu durumun ülkenin güvenliğini tehdit ettiğini bir kez daha gösterdi. Çatışmaların sonunda ise Başağa’yı destekleyen milis güçlerin çatışma öncesi konumlarına göre Trablus’a daha uzak bölgelere çekilmek zorunda kaldıkları görünüyor. Başağa’nın Trablus’ta kaybettiği mevziler, oldukça düşük olan Trablus’a girme ihtimalini artık sıfıra yaklaştırmış durumda. Abdülhamid Dibeybe ise Trablus’taki konumunu önemli ölçüde güçlendirdi. Ancak bu durumun birliği teşvik etmesi pek olası değil hatta Libya’daki bölünmeyi önemli ölçüde derinleştirebilir. Gerçek bir barış girişimi olmazsa, yeni çatışmalar kaçınılmaz.
Başağa’nın intihar girişimi
İşin başka bir boyutu; kimse Başağa’nın Trablus’a girip hükümeti devirebileceğine ihtimal vermiyordu. Başağa için “intihar girişimi” anlamına gelebilecek bu adımı neden attığı tartışma konusu. Eski Yüksek Devlet Konseyi’ne danışmanlık yapmış, siyasi yorumcu Salah el-Bakush, TM Başkanı Akile Salih’in Başağa’ya Trablus’a girmesi için bir hafta süre verdiğini ve Başağa’nın buna uyduğunu iddia etti: “Salih, adamın kazanamayacağını ve masumların kanının döküleceğini biliyor, ancak üçüncü bir hükümet için müzakereleri zorlamayı, seçimleri erteletmeyi ve iktidarda kalmayı umuyor.
Herhangi bir özel bilgisi olmayan bir çok analist de Halife Hafter ya da Akile Salih’in Başağa’yı bu girişime zorlamış olabileceği görüşünde. Formül şu: Başağa küçük bir ihtimal de olsa Trablus’a girebilirse Hafter ve/veya Salih başketteki pozisyonunu güçlendirecek. Başarısız olursa, Trablus ve çevresinde yönetilemeyen milis güçler arasında bir iç savaşın fitili ateşlenecek…
‘Üçüncü hükümet’ tartışması
Gelişmeler, çatışmaların bir süredir iddia olarak konuşulan “üçüncü hükümet” girişiminden bağımsız olmadığını da gösteriyor. Ağustos başında Libya medyasına servis edilen “Mısır kaynaklı” haberlere göre, Akile Salih ile Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mışri, “üçüncü hükümet” seçeneği için pazarlık yapıyor. Kahire’de Mısır istihbaratının gözetiminde yapılan görüşmelerle ilgili Ankara bilgilendiriliyor hatta “Kahire ve Ankara arasında mevcut iki yönetime alternatif olacak yeni bir hükümet kurma planı ve her iki tarafın müttefiklerini bu plana uymaya zorlama konusunda fikir birliği var.
Haberin, görüşme ile ilgili kısmını doğrulayan bir açıklama, Yüksek Devlet Konseyi’nin eski başkanı, Vatan İçin Birlik Partisi (Union for Homeland) lideri Abdul Rahman el-Swehli’den geldi. Swehli 4 Eylül’de attığı twitte, Mışri’nin ile Salih’in Mısır istihbaratı himayesinde yeni bir hükümet ve yüksek mevkiler için pazarlık yaptığını söyledi.
Katar merkezli El Cezire’nin Danıştay’dan bir kaynağa dayandırdığı haberine göre ise Mışri, Kahire’ye gitmeden önce Konsey üyelerine bizzat kendisinin başkanlık ettiği üçüncü bir hükümet için görüşeceğini söyledi.
Akile Salih ile Halid el Mışri’nin Ağustos ortasında ve çatışmalardan sonra ayın 31’inde Kahire’ye gittiği biliniyor. İkinci görüşme, Türkiye’deki başka bir diplomasi trafiği nedeniyle kesintiye uğradı.
Türkiye’deki diplomasi trafiği
Ankara, Trablus’taki çatışmaların hemen ertesinde Libyalı tarafları İstanbul’a çağırdı. Resmi davet üzerine Türkiye’ye geleceğini açıklayan ilk isim Başağa oldu. Ancak Türk yetkililer Başağa ile fotoğraf vermedi. 1 Eylül’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan’la görüşen Dibeybe, Vahdettin Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de görüntü verdi.
Ankara’nın uzlaşma için formül aradığı ve iki ismin Erdoğan’la üçlü bir görüntü vermesi için çalıştığı belirtiliyor. Ancak uzlaşı sağlanamadı ve görüşmeler ayrı ayrı yapıldı. Görüşmelerden sonra Dibeybe “Görüştüğüm Türk yetkililer, benim başbakanı olduğum Ulusal Birlik Hükümetini desteklediklerini bir daha teyit ettiler ve seçimlerin yapılması için bir yol haritası hazırlanması konusunda mutabık kaldık” açıklaması yaptı. Aradığı desteği bulamayan Başağa ise görüşmeye ilişkin resmi açıklama yapmadı, sözde kabinesinin üyelerine “temasların süreceğine” ilişkin bilgi vermekle yetindi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’yi Vahdettin Köşkü’nde kabul etti.
İstanbul’daki diplomasi trafiğine dahil olan bir isim de Mışri oldu. Kahire’deki görüşmelere ara verip İstanbul’a gelen Mışri, konuyla ilgili tek açıklamasını görüşmelerden günler sonra sosyal medya hesabından yaptı. Mışri, Çavuşoğlu, Akar ve Fidan’la görüştüğünü, Türk yetkililerin sadece diyaloga dayalı bir çözüm vizyonunu desteklediklerini ve seçimlerin bir an önce yapılması çağrısında bulunduklarını söyledi.
Libyalı kaynaklar, Akile Salih’in de İstanbul’a davet edildiğini ancak Salih’in gelip gelmediğine ilişkin bir bilginin bulunmadığını söylüyor.
Bir diğer iddia da Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed Savan’ın da görüşmelere katıldığı yönünde. Savan, Trablus’taki çatışmalardan sonra hakkında yakalama kararı çıkarılan isimlerden biri. Müslüman Kardeşler’in Libya ayağı Adalet ve İnşa Partisi’nin kurucusu Savan, geçen yıl partisinin başkalık yarışını kaybedince istifa etmiş ve Demokrat Parti’yi kurmuştu.
Yeni saflaşmalara doğru
Gelinen süreç, yapılan açıklamalar ve kurulan pazarlık masaları; ortaya atılan iddialarla birlikte değerlendirildiğinde iki yıl önce çok uç görünen yeni saflaşmalar ya da en azından yeni uzlaşı arayışlarının ip uçlarını veriyor:
- Hafter’le arasının bir süredir açık olduğu bilinen Akile Salih, Mışri ile ortak bir payda bulmaya çalışıyor. Trablus yönetimi ile yıldızı barışmayan Kahire, “üçüncü hükümet” seçeneğini hem Trablus’taki çıkarını korumanın hem de Türkiye ile “ara formülde” buluşmanın anahtarı görüyor. Başağa’nın Salih tarafından Trablus’a “intihar görevine” gönderilmesi de Türkiye’yi bu formüle ikna çabası gibi duruyor. Bir tarafta istikrarı sağlayamayan Dibeybe diğer tarafta itibarı zayıflamış Başağa… Salih-Mışri ikilisi bu kaosun kendilerini seçenek olarak öne çıkaracağını düşünüyor olabilir. Libyalı kaynakların çatışmalarda Rusya değil de Mısır’a işaret etmesi de Kahire’nin başını çektiği bu formül iddialarını güçlendiriyor.
- Trablus’taki çatışmalardan önce ve sonra Bingazi’den yapılan açıklamalar bir başka uzlaşı arayışına dikkatleri çekiyor. Halife Hafter’in sözcüsü, “Trablus’taki çatışmalarda hiçbir gücü desteklemediklerini, çatışmaların Trablus halkına zarar verdiğini” söyledi. Dibeybe’nin, 12 Temmuz’da mevcut Libya Ulusal Petrol Kurumu (NOC) Başkanını görevden alarak yerine Hafter’e yakın bir isim olan Ferhat bin Kıdara’yı ataması, Dibeybe ile Hafter’in “uzlaşı aradığı” iddiasına yol açmış ancak Dibeybe tarafından yalanlanmıştı. Hafter ile Dibeybe arasında var olduğu söylenen ittifak Trablus çatışmasına, kadar petrol çemberinin dışına çıkmadı ancak Hafter’in çatışmada tarafsız olduğunu açıklaması, bu iddiayı güçlendirecek bir adım olarak görülüyor. Bu olası ittifakın arkasındaki gücün Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olduğu konuşuluyor. Türkiye’nin Hafter safından bir ismin ülkenin en önemli kurumlarından birinin başına atanmasına itiraz etmemesi de Ankara-Abu Dabi normalleşmesinde bir iyi niyet göstergesi olarak yorumlanıyor.
- Hafter’e yakın ismin NOC Başkanlığına atanması ve ittifak iddialarının, Dibeybe hükümetinin kadim destekçilerinden Katar’ı rahatsız ettiği biliniyor. Resmiyette Dibeybe’ye desteğini sürdürse de Katar’ın başka arayışlara girdiği konuşuluyor. Bir süredir gündemde olmayan Müslüman Kardeşler’in yeniden boy göstermesi bu “arayışın” parçası olabilir. Libyalı tarafların Türk yetkililerle görüştüğü sırasında Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdul Rahman da İstanbul’daydı. Muhammed Savan’ın görüşme trafiğine dahil edildiğinin ileri sürülmesi de bu iddiayı destekliyor.
Ankara’nın pozisyonu
Türkiye’nin Libya’daki temel çıkarı bu ülkeyle imzalanan deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının korunması ve ülkenin siyasi istikrarında. 2019’da Trablus hükümetine açıktan ve güçlü destek veren Ankara, bugün arabulucu gibi hareket ediyor. Ancak Ankara’nın tavrındaki bu değişikliğin, içerikten ziyade taktik ve retorik düzeyde olduğu görünüyor. Elbette Ankara, Dibeybe hükümetine daha yakın duruyor ancak geçmişte olduğu gibi bunu açıktan ifade etmeyi tercih etmiyor yani Dibeybe ile fotoğraf verirken Başağa’yı doğrudan hedef almıyor ya da Libyalı diğer aktörlere kapıyı tamamen kapatmıyor. Bunun bir nedeni, yazıda anlatmaya çalıştığımız Libya siyasetinin karışıklığı ve “esnekliği” ile ilgili. Diğer nedeni de Türkiye’nin Libya’da da aktif olan ülkelerle girdiği yeni “normalleşme” süreci.
Üzerine konuşulan yeni uzlaşma formülleri ile ilgili Türkiye, seçenekleri müzakere ediyor ancak esas olarak topyekun bir hükümet değişimine taraftar değil. Daha çok, mevcut hükümetin revize edilerek uzlaşmanın sağlanması, istikrarın korunması ve seçimlere gidilmesini istiyor.
Özetle; Libya’da herkes hesabını mevcut ittifakların her an değişebileceği ve hesapta olmayan kişilerin oyuna dahil olabileceği ihtimali üzerinden yapıyor.
Batının çözümsüzlüğü
Son çatışmalar bir kez daha gösterdi ki ülkedeki silahlı yapılar denetim altına alınmadan, hayata geçirilecek siyasi hiçbir çözüm, uzun ömürlü olmayacak. Libya güvenlik sektörünün yeniden yapılandırılması ve milis grupların dağıtılması seçimden daha acil bir gündem. Libya gerçekliğine uygun, uygulanabilir ve gerçekçi stratejiye dayanan bir uzlaşma süreci ancak güvenlik sağlandıktan sonra hayata geçirilebilir. Anayasa değişikliğini temel alacak uzlaşı sürecinin tamamlanmasından sonra sandığa gitmek çözüm vaat eden tek seçenek gibi duruyor.
Ancak süreç bir kez daha, Batılı ülkelerin çıkar çatışmaları arasında yalpalayan BM’nin inisiyatifine bırakılamaz. Çünkü son çatışmaların da ana suçlusu Batı, Stephanie Williams ve BM. Batılı diplomatların himayesinde ve onların modellerine göre, ülkenin öznel şartlarına bakılmaksızın dayatılan çözüm modelleri başarısız oldu. Batı, acil sorunları çözmek yerine, Libya petrolünün kontrolünü ele geçirmek ve yabancı askeri personelin Libya’dan çekilmesiyle meşguldü.
Liderliği kim yapacak
Daha büyük bir savaşın pusuda beklediği de hesaba katılırsa, karşımıza yeni barış sürecinin kimin inisiyatifine bırakılacağı sorusu çıkıyor. En gerçekçi seçeneğin, 2020’de taraflara silah bıraktırmayı başaran iki güç; Türkiye ve Rusya olduğu görünüyor. İki ülke, bölge ülkelerini de ikna ederek ülkedeki siyasi çıkmaz döngüsünü kırmak zorunda.
Suriye örneğinin gösterdiği gibi Ankara ve Moskova müzakere edebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin’in Soçi’deki son görüşmelerinde Libya konusunun tartışılması önemli bir adım. Bir önemli gelişme de 9 Eylül’de yaşandı. Rusya Federasyonu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Devlet Başkanı Putin’in Orta Doğu ve Afrika Özel Temsilcisi Mikhail Bogdanov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Mehmet Samsar’la Libya ana gündemini görüştü. Rusya’dan yapılan açıklamada, konuyla ilgili görüş alışverişinde bulunulduğu belirtildi. Açıklamada, her iki ülkenin de “Libya’da barış ve güvenliğin sağlanması amacıyla Libyalı taraflarla görüşmeleri koordine etmeye devam etmeye hazır oldukları” belirtildi. Bu görüşmeler, örneğin güvenlik bölgelerinin sınırlandırılması konusunda anlaşmaya varmak için bu yönde işbirliği umutları olduğu anlamına geliyor.
En mantıklı adım, Rusya ve Türkiye’nin Libya’nın toprak bütünlüğünü korumak için prensipte hemfikir olması ve her iki tarafın da garantör olarak hareket etmesi olacaktır. Rusya Doğu Libya’nın güvenliğini, Türkiye ise Batı Libya’nın güvenliğini garanti altına alabilir. Bu çözüm için en gerçekçi ihtimal olacaktır. İki güvenlik bölgesi arasındaki sınır Site boyunca uzanabilir.