Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Ukrayna savaşı: Rusya’nın kaybı Kazakistan’ın kazancı mı?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın dış politika rotası ve kimlerin dost, kimlerin düşman olduklarının anlaşılması açısından iyi bir sınav oldu. Savaş devam ediyor; Rusya’nın başta Avrupa olmak üzere Batı’nın tamamıyla ipleri koptu ve yıllardır “Kremlin’in arka bahçesi” yakıştırması yapılan Orta Asya ülkeleri, otonom politik tercihler geliştiriyor.

Kazakistan, bu eğilimin en çarpıcı örneklerinden biri; nitekim ülke, savaşın başından bu yana Rusya’nın aleyhine sayılabilecek bir yükseliş kaydediyor. Gazeteci Harun Karčić değerlendirmiş.


İşgal sıkıntıları: Rusya’nın kaybı Kazakistan’ın kazancı mı?

Harun Karčić
The National Interest
8 Ağustos 2023

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından Rusya Federasyonu’nda faaliyet gösteren çok uluslu şirketler ülke ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı. Bazıları başta yatırımlarını geri çekmeye, mağazalarını kapatmaya ve faaliyetlerini durdurmaya karar verdi. Diğerleri ise ülkeden tamamen çıkmayı tercih etti. Yale Üniversitesi tarafından yapılan bir sayıma göre, bu yıl 15 Haziran itibariyle Rusya’dan toplamda 546 firma çekildi.

Ancak bir işletmenin Rusya gibi bir ülkeden taşınmasının bürokratik engeller ve ciddi mali kayıplarla dolu büyük bir iş olduğu ispatlandı. Bu nedenle bazı şirketler ülkede —tercihen de henüz kullanılmayan geniş Orta Asya pazarına erişebilecekleri bir ülkede— kalmaya karar veriyor. Bu fırsatın farkına varan Orta Asya’nın en büyük ülkesi Kazakistan, kendi küfesini doldurmaya karar verdi.

Avrasya kara parçasının haritasına bakıldığında, Kazakistan’ın her şeyin tam ortasında yer aldığı görülür. Sadece Rusya ile 7 bin 644 kilometrelik bir sınırı paylaşmakla kalmıyor, doğuda Çin, güneyde Kırgızistan, Özbekistan, Aral Denizi ve güneybatıda Türkmenistan ve Hazar Denizi ile sınırlanıyor.

Orta Asya ülkeleri henüz ayak basılmamış geniş pazarlar sunuyor ve eski Sovyet ülkeleri arasında genelde nispeten düşük jeopolitik risk taşıdığı düşünülüyor. Batılı ve çok uluslu şirketlerin işlerini Orta Asya’ya kaydırması, savaşın öngörülemeyen bir sonucu olarak geçen yıl Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan gibi ülkelere eşi benzeri görülmemiş Rus göçmen akınıyla el ele gidiyor. İlk göç dalgası —işgalin hemen ardından— bölgeye yetenekli Rus mühendisleri ve bilişim uzmanlarını getirdi. İkinci dalga ise Vladimir Putin’in yedek asker seferberliği ilan etmesinin ardından geldi ve çeşitli sosyal sınıflardan Rusları bölgeye getirdi. Kazakistan’ın Ekim 2022 sonundan itibaren tahminlerine göre ülkeye giriş yapan Rusların toplam sayısı yarım milyona yaklaştı. Kaçının ülkede kalmaya karar verdiği ve kaçının ikincil veya üçüncül konumlara geçtiği belli değil. Benzer şekilde, Kırgızistan makamları da Ocak-Eylül 2022 arasında 184 bin Rusun ülkeye geldiğini belirtirken, Özbekistan İçişleri Bakanlığı, 2022’nin ilk dokuz ayında yaklaşık 395 bin Rusya vatandaşının ülkeye geldiğini bildirdi. Her iki dalga da, özellikle konaklama ve restoran gibi bu göçmenlere hizmet veren sektörlerde iç tüketimi artırdı.

Orta Asya devletleri, kalifiye işçi akınından ekonomik menfaat sağlama fırsatını çabucak fark etti. Kazakistan, Astana’da genişleyen sanayi bölgesinde çalışan yabancılara beş yıllık vize ve kapsamlı vergi muafiyetleri sundu. Özbekistan, yabancı bilişim uzmanlarına ve ailelerine üç yıllık özel çalışma vizesi veren yeni politikalar benimsedi. Kırgızistan da bilişim teknolojileri sektörünü geliştirmek amacıyla Rus sürgünleri çekme yönünde girişimlerde bulundu. İnsan gücünün yanı sıra Orta Asya, Rusya pazarından taşınan uluslararası firmalardan da faydalanıyor. 2022 itibariyle 600 kadar Amerikan şirketi bölgede ortalama 45 milyar dolarlık yatırımla faaliyet gösteriyor. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası tarafından yakın zamanda yapılan detaylı araştırma, Rusya’dan şirket göçünün bölgeye ekonomik bir ivme kazandırdığını gösterdi. Bölge ekonomisinin bu yıl en az yüzde 5,2, 2024 yılında ise yüzde 5,4 oranında büyümesi bekleniyor.

Jeopolitik çalkantıların genelde bir ülkenin diğeriyle olan ilişkisinin özünü ortaya çıkarması gibi, Ukrayna’daki savaş da Kazakistan’ın Rusya ekonomisi karşısındaki kırılganlıklarını ortaya çıkardı. Çatışmanın ilk iki haftasında Kazakistan’ın para birimi tenge, dolar karşısında yüzde 20 değer kaybetti. Ukrayna’nın işgal edilmesi, Kazakistan’da hem Rusya hem de Ukrayna’yı ticaret ortağı olarak gören tedarik zincirlerini ciddi biçimde etkiledi. Kesintiye uğrayan tedarik zincirleri ülkenin imalat sektöründe gecikmelere ve Mart 2022’de keskin bir düşüşe neden oldu. Fakat bu tür zorluklara rağmen sektör, Ağustos 2022’de toparlanarak şirketlerin tedarik zincirlerini yeniden ayarlayabildiğini gösterdi. Ulusal para birimi de aynı şekilde toparlandı.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi Kazakistan’ın ihracat değeri üzerinde olumlu bir etki yarattı. Ocak-Eylül 2022 döneminde Kazakistan’dan yapılan ihracat, 2021’in aynı dönemine kıyasla yüzde 47,5 artışla 65,8 milyar dolar olarak kaydedildi. Bu durum büyük ölçüde emtia fiyatlarındaki artışla açıklandı. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, şirketlerin komşu ülkelere taşınmasına neden olarak ithalat-ihracat işlerini korumalarına ve döviz cinsinden ödeme almalarına olanak sağladı. Kazakistan’da bu durum, 2022’nin ilk aylarında yüzde 18 artan doğrudan yabancı yatırıma yansıdı. Rus göçmenler bölgenin hava taşımacılığı, konaklama-ikram ve bankacılık gibi hizmet ticaretini artırdı. Kazakistan’ın Rusya’ya hizmet ihracatı, 2022’nin ilk dokuz ayında bir önceki yıla göre yüzde 75 arttı.

Deneyimli bir diplomat olan ve akıcı bir şekilde Çince, İngilizce ve biraz da Fransızca konuşan Kazakistan Devlet Başkanı Kasım Cömert Tokayev, çay yapraklarını okuyabiliyor. Avrasya Ekonomik Birliği ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü aracılığıyla uzun süredir Rusya’ya bağlı olan ülkesi artık Batı teknolojisine, uzmanlığına ve know-how’ına yöneliyor. Yeni Astana borsası (AIX) temel olarak Nasdaq bileşenlerinden oluşuyor ve hukuki yapısı İngiliz hukukuna ve Londra’daki finans piyasası kurallarına dayanıyor. Daha fazla uluslararası iş ve yatırım çekmek amacıyla önemli adımlar attı, doğrudan yabancı yatırımı kolaylaştırmak ve artırmak amacıyla ülkede iş yapmanın hemen her yönünü elden geçidi, petrol dışı sektörleri canlandırmak için çeşitli reformlar ve politikalar uyguladı, yabancı yatırımı ve özel girişimciliği —Özel Ekonomik Bölgeler ve sanayi bölgeleri gibi— teşvik etti, işletmelerin faaliyete geçmesi için cazip teşvikler sundu, yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeleri teşvik etti.

Kazakistan, geçen yıl yüzde 6 artışla 20 milyar dolara ulaşan net doğrudan yabancı yatırım bakımından denize kıyısı olmayan otuz iki gelişmekte olan ülke arasında ilk sırada yer alırken, onu Etiyopya, Özbekistan, Moğolistan ve Uganda takip etti. Ayrıca son beş yılda eski Sovyet ülkeleri arasında kaydedilen en yüksek gösterge ile ilk sırada yer aldı. Ülkenin brüt doğrudan yabancı yatırımı 2022’de 28 milyar dolara ulaşarak son on yılın rekor seviyesine ulaşırken, en çok yatırım yapan ülkeler 8,3 milyar dolarla Hollanda, 5,1 milyar dolarla ABD, 2,8 milyar dolarla İsviçre, 1,6 milyar dolarla Belçika, 1,4 milyar dolarla Çin ve 1,5’er milyar dolarla Rusya ve Güney Kore oldu.

Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’in Ekim 2022’deki ziyareti ve AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borell’in Kasım 2022’deki ziyareti de dahil olmak üzere, Avrupa Birliği yetkililerinin Kazakistan’a ziyaretleri de Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık rotası etrafında dönen tartışmalarla hız kazandı. AB’nin Kazakistan’a yeniden odaklanması, birliğin devam eden enerji krizi ve enerji tedarikçilerini çeşitlendirme teşebbüsleriyle aynı döneme denk geliyor.

Bazı Orta Asya ülkeleri açısından Ukrayna’daki savaş, bölgesel güç dengesinde belirleyici bir dönüm noktasını temsil ediyor. Kazakistan’ın dış politikası ip üstünde yürümeye devam etse de bunun, ülkenin Rusya’ya olan bağımlılığını azaltırken Batı, Türkiye ve Körfez ülkeleriyle olan bağlarını güçlendirmeye dönük somut bir vurgu olduğuna kuşku yok.

Bariz olan bir şey var: Rusya, Orta Asya’daki cazibesini kaybediyor ve Avrasya Ekonomi Birliği ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü gibi Moskova liderliğindeki örgütler, Orta Asya liderleri arasında müzelik eserler değilse bile daha da itici hale gelecek gibi görünüyor. Hem dış güçlerle ilişkiler hem de bölge içi işbirliği dinamikleri açısından bölgesel siyasi düzenlemeler halihazırda görünür durumda. Bölge ve Kazakistan’ın geleceği için aynı derecede derin olan bir diğer husus ise Çin ile Batı arasında süregelen “ayrışma” ve Astana’nın yeni bir denge arayışı.

Rusya ile Orta Asya arasında geçtiğimiz yüzyıl boyunca geliştirilen çok sayıda askeri, siyasi, iktisadi ve kültürel bağ bir gecede ortadan kalkmayacaktır.

Fakat yine de Moskova’nın Ukrayna’daki eylemlerinin açıktan onaylanmaması, Orta Asya ülkelerinin artık Moskova’nın uyduları olmadığını gösteriyor.

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English