Bizi Takip Edin

AVRUPA

Yeni Kaledonya’da ‘kâr getirmeyen’ nikel ve sömürgecilik etkisi

Yayınlanma

Güney Pasifik’teki Fransız “denizaşırı toprağı” Yeni Kaledonya’nın başkenti Nouméa’da beş kişinin ölümüne yol açan şiddetli protestolar Fransız hükümetini alarma geçirdi.

Paris, bölgede olağanüstü hal ilan edip ‘dış güçleri’ karışıklıktan sorumlu tutarken, adanın yerli halkı Fransa Ulusal Meclisi’ndeki yeni yasanın yerlilerin temsil gücünü azaltacağını savunuyor.

Fransa Senatosu üyesi Yeni Kaledonyalı Kanak senatör Robert Xowie, mart ayında İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’e, “Seçim kurumunun yeniden açılması önerisi yerleşimci-sömürgecilik stratejisine geri dönüşten başka bir şey değildir,” demişti.

Kısa sömürgecilik tarihi

Yeni Kaledonya 1853 yılında II. İmparatorluk’un bir parçası olarak kabul edildiğinde, yerli topraklar üzerinde hak iddia etmek ve bağımsız sığır çiftlikleri kurmak için Avrupalı yerleşimciler akın etti.

Bu düşük teknolojili tarım ekonomisi, sonunda Yeni Kaledonya’yı Karayipler ve Mauritius’taki plantasyonlara benzer bir şeker adasına dönüştürmeye yönelik sömürgeci hırslarla desteklendi.

Varlıklı ekiciler, ürün kıtlığı nedeniyle Hint Okyanusundaki bir başka Fransız ‘denizaşırı’ toprağı Reunion Adası’ndan taşındı ve Yeni Kaledonya’nın başkenti Noumea’nın güneyindeki şeker kamışı tarlalarına büyük yatırımlar yaptı.

Bu toprak sahipleri yanlarında Hindistan, Vietnam ve Çin kökenli binlerce “sözleşmeli işçi” getirmişti. Bu göçmenler, yerli Pasifik Adalıları olan Kanaklarla birlikte Yeni Kaledonya sömürge toplumunun en alt sınıfını oluşturuyordu. Fransa’da faaliyet gösteren toprak ağaları ve bürokratlar olarak takımada toplumuna dahil olmayan zengin Fransız mülk sahiplerini zenginleştirmek için çalışacaklardı.

Fransız beyaz yerleşimci toprak sahiplerinin amacı ise, Avrupa’da “ekonomik hareketlilik” umuduyla kârlarını Avustralya’daki yerleşimci kolonisine göndermekti. Yani bir sömürge olarak Yeni Kaledonya, beyaz yerleşimciler için yalnızca doğal kaynak sömürüsü doğrultusunda işlev görüyordu. 

Kendi kaderini tayin süreci nasıl işledi?

1980’lerde Yeni Kaledonya, düzinelerce kişinin ölümüne yol açan suikastlar ve adam kaçırmalar da dahil olmak üzere şiddet olaylarıyla sarsılırken, en sonunda bağımsızlık yanlıları, Fransa yanlıları ve Fransız hükümeti arasında varılan üç yönlü anlaşmalar sonunda Kanaklar Yeni Kaledonya’nın yerli nüfusu olarak tanındı ve kendi kaderlerini tayin etme süreci başlatıldı.

1998’deki Nouméa Anlaşması, Fransa Cumhuriyeti’nin Yeni Kaledonya’ya ve asıl nüfusu olan Kanaklara yirmi yıllık bir geçiş dönemi boyunca daha fazla siyasi güç devretme sözü veriyor ve bağımsızlık referandumları öngörüyordu.

Referandumlar sırasıyla 2018, 2020 ve 2021’de yapıldı. Bu oylamalardan “Fransa’da kalma” yönünde oy çıksa da, bağımsızlık yanlısı partilerin koalisyonu Kanak Sosyalist Milli Kurtuluş Cephesi (FLNKS) pandemi dönemindeki ‘kapanma’ önlemlerinin ve geleneksel yas törenlerinin düzgün bir kampanya yürütülmesini engellediğini savunarak oylamanın ertelenmesi ve Kanakların oylamaya katılmaması çağrısında bulunmuştu. 2021 yılındaki referanduma katılım oranı da %43,8’de kaldı.

Bağımsızlıkçıların yerli Kanak nüfusunun temsilini zayıflatacağını söylediği bölgenin seçim organında yapılması önerilen reforma karşı protestolar, bölgede yaşanan derin ekonomik çalkantılarla da körükleniyor.

Yeni Kaledonya’nın zenginliği büyük ölçüde zor durumdaki madencilik sektöründen geliyor. Paslanmaz çelik ve elektrikli araçlarda kullanılan bataryaların yapımında önemli bir malzeme olan nikelin dünyadaki rezervlerinin neredeyse %30’una sahip olan Yeni Kaledonya’nın, Avrupa’nın kritik hammaddeleri elde etme yarışında Çin’i yakalamak istemesi nedeniyle önemli bir rol oynaması bekleniyordu.

Bununla birlikte bölgede nikel üretimi çakılırken ve yabancı yatırımcılar takımadaları terk etmeye başladı. Sektör, Yeni Kaledonya yetkililerinin ihracat kısıtlamalarının yanı sıra yüksek enerji maliyetlerinden de muzdarip; bu da nikel üretimini Endonezya ve diğer Asyalı rakiplerine kıyasla çok daha pahalı ve daha az kârlı hale getiriyor.

Kanaklarla Avrupalılar arasında büyük eşitsizlik

2019 nüfus sayımına göre, Yeni Kaledonya nüfusunun %41,2’si Kanak, %24,1’i ise Avrupalı olarak tanımlanırken, ilk gruptakiler daha düşük ücretler ve daha yüksek yoksulluk oranları da dahil olmak üzere önemli sosyo-ekonomik zorluklarla karşı karşıya.

Örneğin, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 2009 yılında Kanak olmayan bir gencin yüksek öğrenim diploması alma olasılığı genç bir Kanak’a göre yedi kat daha fazlaydı.

Örneğin 2012 yılındaki bir istatistik, nüfusun geri kalanındaki %23’lük orana kıyasla Kanakların sadece %3’ünün yükseköğrenimden mezun olduğunu, genç yerli Kanaklar arasındaki işsizlik oranı %38 ile nüfusun geri kalanından dört kat daha fazla olduğunu gösteriyordu.

2010 yılında, her beş işten biri Fransız anakarasındaki asgari ücretin üçte ikisinden daha az ücret alıyordu ve bu oran yarı zamanlı işlerin yaygın olduğu tarım, ev işleri, otel ve yiyecek içecek sektörlerinde çok daha yüksekti. 

Bu düşük ücretler Yeni Kaledonya’daki çok yüksek fiyatlarla birlikte düşünülmeli. Fransa seviyesinin %78,5’ine eşit bir asgari ücret ve %34 daha yüksek fiyatlarla, asgari ücretle çalışanların satın alma gücü metropol seviyesinin %59’u civarındaydı; hatta bu oran tarım işçileri için %50 idi.

Daha çarpıcı bir veri ise şu: Yeni Kaledonya’yı oluşturan bölgeler arasında, yoksulluk oranı Loyauté Adalarında %52’ye ulaşırken, Güney eyaletinde bu oran %9. 2014 yılı itibariyle istihdam oranı Güney eyaletinde %65, Kuzey Eyaletinde %52 ve Loyauté Adalarında %40’tı. Loyauté’taki Kanak nüfus oranının %94,6 olduğunu da akılda tutmak gerekiyor.

Nikelin çöküşü

Fransa’nın sektöre verdiği yüz milyonlarca avroluk sübvansiyonlara rağmen nikel endüstrisi çökmeye devam ediyor ve üretim ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre %32 düştü.

Fransız yetkililer 2023 yılında Yeni Kaledonya’nın üç ana nikel işleme fabrikasının yakında kapanabileceği ve adadaki işsiz sayısının %50 artacağı uyarısında bulunmuştu.

Protestolar arttıkça, İsviçre’nin Glencore ve Fransa’nın Euramet gibi büyük yatırımcıları ya çekiliyor ya da daha fazla yatırım yapmayı reddediyor.

Hükümet geçen yıl enerji fiyatlarını düşürmek için 200 milyon avroya varan sübvansiyonlarla sektörü kurtarmak için yeni bir plan yapmıştı. Fakat bu yeni “nikel paktı” gerilimi yatıştırmak yerine, Yeni Kaledonya bağımsızlık hareketinin eleştirilerine maruz kaldı ve yerel otoriteler aleyhine çok fazla güç verecek bir “sömürge paktı” olarak değerlendirildi.

Aylar süren müzakerelerin ardından Yeni Kaledonya temsilcileri anlaşmanın onaylanmasını engelledikleri için anlaşma hâlâ buzdolabında. 

Pakt, Fransız Maliye Bakanı Bruno Le Maire’in (Kasım 2023’te bir inceleme gezisi için Yeni Kaledonya’yı ziyaret etmişti), Yeni Kaledonya nikel endüstrisinin üretim maliyetlerini düşürmek ve muhtemelen Avrupa’da yeni pazarlar bulmak için derinlemesine reformlar yapmayı taahhüt etmesi koşuluyla, yaklaşık 200 milyon avro acil yardım sağlama girişimiydi.

Kanaklar, paktın mevcut haliyle nikel endüstrisi şirketlerinden yeterince taahhüt istemediğini ve ayrıca Yeni Kaledonya’nın kasasına girip maliyet düşürücü bir elektrik uygulamasını finanse etmek için 65 milyon doların üzerinde para bulmasını gerektirdiğini, bunun da yeni vergiler getirilmesini ve dolayısıyla yerel halkın yükünün artmasına neden olacağını savunuyorlar.

Sömürge madenciliği yetmemeye başladı

Yeni Kaledonya’daki madencilik sektörü de sömürgeci yaklaşımın tüm izlerini taşıyor. En ucuz ve en saldırgan çıkarma yöntemi olarak görülen “açık kazı madenciliği”, madencilik şirketleri tarafından basitliği nedeniyle tercih edilmiş ve çevreye verdiği ani zarar göz ardı edilmişti. Öyle ki, kömür madenciliği patlamasının zirvede olduğu dönemde sadece 256 madenin açık olduğu Fransa’dan 30 kat daha küçük bir adada, bir dönem 330 maden açılmıştı.

1930’larda yerli Kanaklar, çiftlik endüstrisine zarar vermeden maden haklarının kullanılabilirliğini artırmak amacıyla atalarından kalma topraklarının yalnızca %10’unu kaplayan rezervasyonlara taşınmıştı.

Şu anda adadaki madencilik sektörü üç büyük şirket tarafından kontrol ediliyor. Bunların en büyüğü, Fransız metalurji şirketi Eramet’in bir yan kuruluşu olan SLN. Koniambo nikel tesisi Glencore tarafından işletiliyor ve çoğunluk hissesi (%51) tesisin bulunduğu Kuzey Eyaleti’ne ait. Brezilyalı madencilik konsorsiyumu Vale ise, Güney Eyaletinde büyük bir hidrometalurjik tesis işletiyor.

AVRUPA

Meloni: Trump düşman değil, ‘pragmatik’ bir AB yaklaşımı gerek

Yayınlanma

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, 19-20 Aralık’ta yapılacak Avrupa Konseyi toplantısı öncesinde, AB’nin Donald Trump yönetimine karşı pragmatik bir yaklaşım sergilemesi ve NATO’da AB’nin rolünün Amerika’nınkine denk olacak şekilde güçlendirilmesi çağrısında bulundu.

Meloni 17 Aralık Salı günü İtalyan parlamentosunda yaptığı konuşmada ABD’ye karşı “pragmatik, yapıcı ve açık bir yaklaşımın” önemine dikkat çekti. Meloni, AB-ABD işbirliği alanlarından yararlanılmasını ve “her iki tarafa da zarar verecek” ticari anlaşmazlıkların önlenmesi için çalışılmasını önerdi.

“Merkez sol” Demokratik Parti’den (PD) bir milletvekilinin sorusunu yanıtlayan Meloni, ABD’nin seçilmiş başkanının “düşman” olarak nitelendirilmesini reddetti.

Meloni, “Korumacı iktisadi politikalar konusunda endişeler varsa, ki bundan kaçınmak için kesinlikle çalışmalıyız, birini düşman olarak tanımlayarak bir diyalog başlatmanın bunu başarmaya yardımcı olacağına inanmıyorum,” dedi.

Avrupa’nın savunması konusunda ise Meloni, NATO çerçevesinde daha güçlü ve daha özerk bir Avrupa’ya ihtiyaç olduğunu belirtti. Meloni, Avrupa’nın NATO içinde “ağırlık ve saygınlık bakımından” Amerika’nınkine denk bir Avrupa ayağı oluşturmayı hedeflemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

İtalyan lider, “Atlantik İttifakına olan bağlılığımız güvenliğimizin temel taşı olmaya devam etmektedir, fakat Avrupa bu ittifak içerisinde daha büyük bir rol üstlenmeyi hedeflemelidir,” ifadelerini kullandı.

İtalyan başbakanı çarşamba günü Fransız, Alman, Polonyalı, İngiliz ve Ukraynalı liderler ve NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile birlikte “Weimar Plus” zirvesi için Brüksel’de olacak.

Meloni ayrıca muhalefetin İtalya’nın AB içinde yalnızlaştığı yönündeki iddialarını da reddederek “gerçeklerin bunun tam tersini gösterdiğini” söyledi.

Örneğin Meloni, Raffaele Fitto’nun Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı olarak atanmasının, daha önce AB içinde muhafazakârları bir kenara iten cordon sanitaire’i kırdığını söyledi.

Mercosur anlaşmasıyla ilgili olarak Meloni, İtalya’nın uygun bir denge olmadan bu anlaşmayı desteklemeyeceğini vurguladı. Meloni, “İtalya, Batılı olmayan küresel aktörlerin etkisi altına girme riski taşıyan bizimkine benzer bir kıta olan Latin Amerika’ya yatırım yapma fırsatları görüyor,” dedi.

Bununla birlikte, anlaşmanın “diğer ülkeler bizim üreticilerimize uyguladığımız gıda standartlarına uymadıkları için genellikle en yüksek maliyetlere katlanan” tarım sektörünü ele alması gerektiği konusunda uyardı.

Suriye konusuna da değinen Meloni, Beşar Esad yönetiminin düşmesini “iyi haber” olarak nitelendirdi fakat ülkenin geleceğine ilişkin endişelerini de dile getirdi.

Meloni, “Şam’da açık bir büyükelçiliği bulunan tek G7 ülkesi olan İtalya, Suriye’nin yeni liderliğiyle ilişki kurmaya hazır,” dedi.

Yeni Suriye hükümetinden gelen “cesaret verici ilk sinyalleri” kabul etmekle birlikte Meloni ihtiyatlı olunması çağrısında bulundu. İtalyan lideri, “Sözleri eylemler takip etmeli; yeni yetkilileri eylemlerine göre yargılayacağız,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AB’den Rusya’nın Baltık Denizi’ndeki tankerlerini alıkoyma tehdidi

Yayınlanma

12 İskandinav ve Baltık ülkesi, Baltık Denizi üzerinden Rus petrolü taşıyan tankerlerin operasyonlarını yakından izlemeye başlayacak.

Birçoğu hurdaya ayrılmaya hazır olan bu “şaibeli” gemiler, sigorta geçerliliği ve uygunluğu açısından denetime tabi tutulacak.

Yaptırımları ve sigorta koşullarını ihlal eden gemiler ciddi cezalarla karşı karşıya kalacak.

Estonya Başbakanı Kristen Michal, Reuters ajansına yaptığı açıklamada, “Gemiler iş birliği yapmazsa şu adımlar atılacak: Yasaklı gemiler listesine alınacaklar ya da belirli bölgelerde alıkonulacaklar,” dedi.

Tallinn’deki toplantıda konuşan Michal, “Önemli olan, Rusya’nın gölge filosunu engellemek adına bu süreci sistematik bir şekilde yürütmektir,” ifadelerini kullandı.

Toplantıya, Baltık ve Manş Denizi’ndeki Rus gemilerini izleme programına katılmayı kabul eden 12 ülkeden 10’unun askeri ittifakı olan Ortak Seferi Birlik başkanları katıldı.

Birleşik Krallık, Almanya, Polonya, Hollanda, beş İskandinav ülkesi ve üç Baltık ülkesinden oluşan 12 ülke, gölge filonun operasyonlarını “bozmak ve caydırmak” amacıyla bir dizi tedbir üzerinde anlaştı.

Bu ülkelerden altısı -Birleşik Krallık, Danimarka, İsveç, Polonya, Finlandiya ve Estonya- Manş Denizi, Danimarka Boğazı, Finlandiya Körfezi ve İsveç ile Danimarka arasındaki boğazlarda gemilerin sigorta belgelerini kontrol etmeye başlayacak.

Danimarkalı yetkililer, geçtiğimiz yıl dar ve dolambaçlı Danimarka Boğazlarında yerel pilot hizmetlerini kullanmayı bırakan eski tankerlerin artan varlığından duydukları endişeyi dile getirdi. Bu arada, Bloomberg tarafından derlenen ve Argus Media‘dan alınan gemi takip ve fiyatlandırma verilerine göre, bu yıl içinde bu güzergâhtan yaklaşık 33 milyar dolar değerinde Rus petrolü taşındı.

Bu rakam, Rusya’nın toplam açık deniz petrol ihracatının yaklaşık yüzde 42’sine denk geliyor.

Salı günü Birleşik Krallık, Rus petrolünün taşınmasında kullanılan 20 gemiye yaptırım uygulayarak, bu gemileri daha önceki kısıtlayıcı tedbirleri ihlal etmekle suçladı. AB ise gölge filo kapsamındaki 52 gemiye yaptırım uygulayarak toplam yaptırım listesini 79’a çıkardı.

10 milyar dolarlık plan: Rusya’nın ‘gölge filosu’ yaptırımları nasıl atlatıyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English