Avrupa
Yeni Kaledonya’da ‘kâr getirmeyen’ nikel ve sömürgecilik etkisi

Güney Pasifik’teki Fransız “denizaşırı toprağı” Yeni Kaledonya’nın başkenti Nouméa’da beş kişinin ölümüne yol açan şiddetli protestolar Fransız hükümetini alarma geçirdi.
Paris, bölgede olağanüstü hal ilan edip ‘dış güçleri’ karışıklıktan sorumlu tutarken, adanın yerli halkı Fransa Ulusal Meclisi’ndeki yeni yasanın yerlilerin temsil gücünü azaltacağını savunuyor.
Fransa Senatosu üyesi Yeni Kaledonyalı Kanak senatör Robert Xowie, mart ayında İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’e, “Seçim kurumunun yeniden açılması önerisi yerleşimci-sömürgecilik stratejisine geri dönüşten başka bir şey değildir,” demişti.
Kısa sömürgecilik tarihi
Yeni Kaledonya 1853 yılında II. İmparatorluk’un bir parçası olarak kabul edildiğinde, yerli topraklar üzerinde hak iddia etmek ve bağımsız sığır çiftlikleri kurmak için Avrupalı yerleşimciler akın etti.
Bu düşük teknolojili tarım ekonomisi, sonunda Yeni Kaledonya’yı Karayipler ve Mauritius’taki plantasyonlara benzer bir şeker adasına dönüştürmeye yönelik sömürgeci hırslarla desteklendi.
Varlıklı ekiciler, ürün kıtlığı nedeniyle Hint Okyanusundaki bir başka Fransız ‘denizaşırı’ toprağı Reunion Adası’ndan taşındı ve Yeni Kaledonya’nın başkenti Noumea’nın güneyindeki şeker kamışı tarlalarına büyük yatırımlar yaptı.
Bu toprak sahipleri yanlarında Hindistan, Vietnam ve Çin kökenli binlerce “sözleşmeli işçi” getirmişti. Bu göçmenler, yerli Pasifik Adalıları olan Kanaklarla birlikte Yeni Kaledonya sömürge toplumunun en alt sınıfını oluşturuyordu. Fransa’da faaliyet gösteren toprak ağaları ve bürokratlar olarak takımada toplumuna dahil olmayan zengin Fransız mülk sahiplerini zenginleştirmek için çalışacaklardı.
Fransız beyaz yerleşimci toprak sahiplerinin amacı ise, Avrupa’da “ekonomik hareketlilik” umuduyla kârlarını Avustralya’daki yerleşimci kolonisine göndermekti. Yani bir sömürge olarak Yeni Kaledonya, beyaz yerleşimciler için yalnızca doğal kaynak sömürüsü doğrultusunda işlev görüyordu.
Kendi kaderini tayin süreci nasıl işledi?
1980’lerde Yeni Kaledonya, düzinelerce kişinin ölümüne yol açan suikastlar ve adam kaçırmalar da dahil olmak üzere şiddet olaylarıyla sarsılırken, en sonunda bağımsızlık yanlıları, Fransa yanlıları ve Fransız hükümeti arasında varılan üç yönlü anlaşmalar sonunda Kanaklar Yeni Kaledonya’nın yerli nüfusu olarak tanındı ve kendi kaderlerini tayin etme süreci başlatıldı.
1998’deki Nouméa Anlaşması, Fransa Cumhuriyeti’nin Yeni Kaledonya’ya ve asıl nüfusu olan Kanaklara yirmi yıllık bir geçiş dönemi boyunca daha fazla siyasi güç devretme sözü veriyor ve bağımsızlık referandumları öngörüyordu.
Referandumlar sırasıyla 2018, 2020 ve 2021’de yapıldı. Bu oylamalardan “Fransa’da kalma” yönünde oy çıksa da, bağımsızlık yanlısı partilerin koalisyonu Kanak Sosyalist Milli Kurtuluş Cephesi (FLNKS) pandemi dönemindeki ‘kapanma’ önlemlerinin ve geleneksel yas törenlerinin düzgün bir kampanya yürütülmesini engellediğini savunarak oylamanın ertelenmesi ve Kanakların oylamaya katılmaması çağrısında bulunmuştu. 2021 yılındaki referanduma katılım oranı da %43,8’de kaldı.
Bağımsızlıkçıların yerli Kanak nüfusunun temsilini zayıflatacağını söylediği bölgenin seçim organında yapılması önerilen reforma karşı protestolar, bölgede yaşanan derin ekonomik çalkantılarla da körükleniyor.
Yeni Kaledonya’nın zenginliği büyük ölçüde zor durumdaki madencilik sektöründen geliyor. Paslanmaz çelik ve elektrikli araçlarda kullanılan bataryaların yapımında önemli bir malzeme olan nikelin dünyadaki rezervlerinin neredeyse %30’una sahip olan Yeni Kaledonya’nın, Avrupa’nın kritik hammaddeleri elde etme yarışında Çin’i yakalamak istemesi nedeniyle önemli bir rol oynaması bekleniyordu.
Bununla birlikte bölgede nikel üretimi çakılırken ve yabancı yatırımcılar takımadaları terk etmeye başladı. Sektör, Yeni Kaledonya yetkililerinin ihracat kısıtlamalarının yanı sıra yüksek enerji maliyetlerinden de muzdarip; bu da nikel üretimini Endonezya ve diğer Asyalı rakiplerine kıyasla çok daha pahalı ve daha az kârlı hale getiriyor.
Kanaklarla Avrupalılar arasında büyük eşitsizlik
2019 nüfus sayımına göre, Yeni Kaledonya nüfusunun %41,2’si Kanak, %24,1’i ise Avrupalı olarak tanımlanırken, ilk gruptakiler daha düşük ücretler ve daha yüksek yoksulluk oranları da dahil olmak üzere önemli sosyo-ekonomik zorluklarla karşı karşıya.
Örneğin, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 2009 yılında Kanak olmayan bir gencin yüksek öğrenim diploması alma olasılığı genç bir Kanak’a göre yedi kat daha fazlaydı.
Örneğin 2012 yılındaki bir istatistik, nüfusun geri kalanındaki %23’lük orana kıyasla Kanakların sadece %3’ünün yükseköğrenimden mezun olduğunu, genç yerli Kanaklar arasındaki işsizlik oranı %38 ile nüfusun geri kalanından dört kat daha fazla olduğunu gösteriyordu.
2010 yılında, her beş işten biri Fransız anakarasındaki asgari ücretin üçte ikisinden daha az ücret alıyordu ve bu oran yarı zamanlı işlerin yaygın olduğu tarım, ev işleri, otel ve yiyecek içecek sektörlerinde çok daha yüksekti.
Bu düşük ücretler Yeni Kaledonya’daki çok yüksek fiyatlarla birlikte düşünülmeli. Fransa seviyesinin %78,5’ine eşit bir asgari ücret ve %34 daha yüksek fiyatlarla, asgari ücretle çalışanların satın alma gücü metropol seviyesinin %59’u civarındaydı; hatta bu oran tarım işçileri için %50 idi.
Daha çarpıcı bir veri ise şu: Yeni Kaledonya’yı oluşturan bölgeler arasında, yoksulluk oranı Loyauté Adalarında %52’ye ulaşırken, Güney eyaletinde bu oran %9. 2014 yılı itibariyle istihdam oranı Güney eyaletinde %65, Kuzey Eyaletinde %52 ve Loyauté Adalarında %40’tı. Loyauté’taki Kanak nüfus oranının %94,6 olduğunu da akılda tutmak gerekiyor.
Nikelin çöküşü
Fransa’nın sektöre verdiği yüz milyonlarca avroluk sübvansiyonlara rağmen nikel endüstrisi çökmeye devam ediyor ve üretim ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre %32 düştü.
Fransız yetkililer 2023 yılında Yeni Kaledonya’nın üç ana nikel işleme fabrikasının yakında kapanabileceği ve adadaki işsiz sayısının %50 artacağı uyarısında bulunmuştu.
Protestolar arttıkça, İsviçre’nin Glencore ve Fransa’nın Euramet gibi büyük yatırımcıları ya çekiliyor ya da daha fazla yatırım yapmayı reddediyor.
Hükümet geçen yıl enerji fiyatlarını düşürmek için 200 milyon avroya varan sübvansiyonlarla sektörü kurtarmak için yeni bir plan yapmıştı. Fakat bu yeni “nikel paktı” gerilimi yatıştırmak yerine, Yeni Kaledonya bağımsızlık hareketinin eleştirilerine maruz kaldı ve yerel otoriteler aleyhine çok fazla güç verecek bir “sömürge paktı” olarak değerlendirildi.
Aylar süren müzakerelerin ardından Yeni Kaledonya temsilcileri anlaşmanın onaylanmasını engelledikleri için anlaşma hâlâ buzdolabında.
Pakt, Fransız Maliye Bakanı Bruno Le Maire’in (Kasım 2023’te bir inceleme gezisi için Yeni Kaledonya’yı ziyaret etmişti), Yeni Kaledonya nikel endüstrisinin üretim maliyetlerini düşürmek ve muhtemelen Avrupa’da yeni pazarlar bulmak için derinlemesine reformlar yapmayı taahhüt etmesi koşuluyla, yaklaşık 200 milyon avro acil yardım sağlama girişimiydi.
Kanaklar, paktın mevcut haliyle nikel endüstrisi şirketlerinden yeterince taahhüt istemediğini ve ayrıca Yeni Kaledonya’nın kasasına girip maliyet düşürücü bir elektrik uygulamasını finanse etmek için 65 milyon doların üzerinde para bulmasını gerektirdiğini, bunun da yeni vergiler getirilmesini ve dolayısıyla yerel halkın yükünün artmasına neden olacağını savunuyorlar.
Sömürge madenciliği yetmemeye başladı
Yeni Kaledonya’daki madencilik sektörü de sömürgeci yaklaşımın tüm izlerini taşıyor. En ucuz ve en saldırgan çıkarma yöntemi olarak görülen “açık kazı madenciliği”, madencilik şirketleri tarafından basitliği nedeniyle tercih edilmiş ve çevreye verdiği ani zarar göz ardı edilmişti. Öyle ki, kömür madenciliği patlamasının zirvede olduğu dönemde sadece 256 madenin açık olduğu Fransa’dan 30 kat daha küçük bir adada, bir dönem 330 maden açılmıştı.
1930’larda yerli Kanaklar, çiftlik endüstrisine zarar vermeden maden haklarının kullanılabilirliğini artırmak amacıyla atalarından kalma topraklarının yalnızca %10’unu kaplayan rezervasyonlara taşınmıştı.
Şu anda adadaki madencilik sektörü üç büyük şirket tarafından kontrol ediliyor. Bunların en büyüğü, Fransız metalurji şirketi Eramet’in bir yan kuruluşu olan SLN. Koniambo nikel tesisi Glencore tarafından işletiliyor ve çoğunluk hissesi (%51) tesisin bulunduğu Kuzey Eyaleti’ne ait. Brezilyalı madencilik konsorsiyumu Vale ise, Güney Eyaletinde büyük bir hidrometalurjik tesis işletiyor.
Avrupa
Orbán: Ruslar NATO’ya saldırmak için çok zayıf

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Rusya’nın Ukrayna’daki hedeflerine ulaşamadığı için NATO ülkelerine yönelik gerçek bir askeri tehdit görmediğini fakat Ukrayna’nın savaşı kaybettiğini söyledi.
Fransız kanalı LCI’ya konuşan Orbán, Rusya-Ukrayna savaşının küresel bir çatışmaya dönüşmesinden korkmadığını belirtti. “Rusların bunun için çok zayıf olduğunu, Ukrayna’yı bile yenemediklerini” ileri süren Macar lider, Rusya’nın dolayısıyla NATO’ya gerçekten saldıramayacaklarını savundu.
Bu arada, başka bir soruya yanıt olarak, Ukrayna’nın savaşı kaybettiğini ve savaşın sona erdirilmesine ilişkin gerçek müzakerelerin Rusya ile ABD arasında yapılacağını söyledi.
Macaristan lideri, “Ne Avrupa ne de Ukrayna, Rusya ile bir anlaşmaya varabilecek. Ukrayna savaşı kaybettiği için, Avrupa ise savaşa çok fazla dahil olduğu için. Ruslar ile Amerikalılar arasında bir anlaşma yapılması gerekiyor,” dedi.
Macaristan başbakanı ayrıca “Ukrayna’nın NATO veya Avrupa Birliği üyeliğine uygun olmadığını” da sözlerine ekledi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile ilişkisine ve Ulusal Birlik (RN) lideri Marine Le Pen’e verdiği desteğe de değinen Orbán, 2027’de Le Pen cumhurbaşkanı seçilirse, “şampanya patlatacağını” söyledi. Macaristan Başbakanı, Le Pen’i Fransa’daki “tek mücadele arkadaşı” olarak gördüğünün de altını çizdi.
Avrupa’nın geleceği konusunda Emmanuel Macron ile aynı fikirde olmadıklarını kaydeden Macar lider, Hristiyan geleneklerini terk ettikleri için hayıflandı ve Fransız cumhurbaşkanının AB’yi “ilerici ve liberal” bir projeye yönlendirmek istediğini savundu.
“Avrupa Birliği durgunluk içinde,” diyen Viktor Orban, Çin, Rusya ve Türkiye ile işbirliği yapmak istediğini belirtti ve “Her ülkeyi kendi kültürü ve ideolojisi üzerinden anlamak gerekir,” dedi.
“Brüksel bürokrasisine fren konulmalı,” diyen Orbán, Brüksel’in Avrupa politikasını dikte edemeyeceğini, ulusal hakları geri kazanmak gerektiğini söyledi ama “Avrupa fikrinin harika bir fikir” olduğunda ısrar etti.
Macar lider, “demografik soruna” göçmenlerin çözüm olmadığını savunarak, Avrupa’nın geleceğini “kendi kültürlerimizin, geleneklerimizin, tarihimizin” belirlemesini istedi.
Rusya’ya yönelik yaptırımların Macaristan’ı ve tüm Avrupa’yı yok ettiğini savunan Macar lider, Ukrayna’da “öncelikle ateşkes, ardından barış” gerektiğini belirtti.
“Rusların anladığı tek dilin güç dili olduğunu düşünüyorum. (…) Avrupa’nın uzun vadede güçlenmesi ve Rusya ile stratejik bir anlaşma yapılması gerekiyor,” diye devam eden Orbán, Vladimir Putin’in Macaristan’a gelmek istemesi durumunda, “gerekli tüm ağırlamanın yapılacağını” kaydetti.
Macar lider, “Ukrayna’nın tarihini Fransızlardan biraz daha iyi anladığımızı düşünüyorum. (…) Bizim düşüncemiz, Rusları sevmemiz gerekmediği, ama onlarla anlaşmalar yapmamız gerektiği yönündedir,” dedi.
Orbán, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) uluslararası tutuklama emri verdiği İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu da ağırlamıştı. Orbán’a göre, UCM “çok siyasi” hale geldi.
Avrupa
Avrupa Komisyonu, Almanya’ya karşı dava açmaları için STK’lara gizlice para ödemiş

Alman medyasında yer alan haberlere göre, Avrupa Komisyonu çevreci sivil toplum kuruluşlarını (STK), Almanya’nın sanayisini ve enerji politikasını hedef alan davalar açmaları için gizlice finanse etti. Welt am Sonntag gazetesinin ulaştığı belgeler, Brüksel’in ‘yeşil gündemi’ bağımsız aktivizm görünümü altında ilerletmek için STK’lara milyonlarca avro aktardığını ortaya koydu. Komisyon iddiaları reddederken, belgelerin daha önce ortaya atılan şüpheleri doğruladığı belirtiliyor.
Alman Welt am Sonntag gazetesinin ulaştığı Avrupa Komisyonu iç belgeleri, Brüksel’in yeşil gündemi bağımsız aktivizm adı altında ilerletmek için çevreci sivil toplum kuruluşlarını (STK) gizlice finanse ettiğini ortaya koydu.
2022 yılında imzalanan bir dizi gizli sözleşmeyle, AB bütçesinden milyonlarca avro, özellikle Almanya’daki kömürle çalışan termik santrallere, kimya endüstrisine ve Berlin’in desteklediği bazı dış ekonomik girişimlere karşı dava açılması ve kampanya yürütülmesi için STK’lere yönlendirildi.
Komisyon iddiaları reddetse de, belgelerin daha önce 2024 yılı sonlarında ortaya çıkan şüpheleri doğrular nitelikte olduğu belirtildi.
Brüksel’den STK’lara özel talimatlar
Gazetenin haberine göre, Avrupa Komisyonu ve aktivistler arasındaki çalışma sadece bir anlaşmadan ibaret değildi; Brüksel’deki yetkililer ve STK çalışanları eylemleri yakın bir şekilde koordine ediyordu.
Sözleşmelerde, kimlere kaç lobi mektubu gönderileceği, sosyal medyada hangi gönderilerin paylaşılacağı ve hangi Avrupa Parlamentosu üyeleriyle görüşmeler yapılması gerektiği gibi ayrıntılara bile yer verildiği iddia edildi.
Aktivistlerin görevleri arasında, belirli projelerin yanı sıra Avrupa Parlamentosu içinde lobi faaliyetleri yürütmek de bulunuyordu.
Gazete, AB topraklarında pestisit ve kimyasal madde kullanımının düzenlenmesine ilişkin oylamayı örnek gösterdi. STK’lerin proje başına 700 bin avroya kadar ödenek alabildiği kaydedildi.
Hedefteki Alman sanayisi
Almanya’da Avrupa fonlarından doğrudan yararlananlar arasında, ülkenin sanayi ve enerji politikalarını agresif bir şekilde eleştirmeleriyle bilinen kuruluşlar yer aldı.
Örneğin, 2018’den beri çok sayıda dava yoluyla Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı projesini durdurmaya çalışan hukuk grubu ClientEarth, 2023 yılında Alman kömür santrallerine karşı dava hazırlaması için Brüksel’den 350 bin avro aldı. Belirtilen amaç, işletmeciler üzerindeki “mali ve hukuki baskıyı” artırmaktı.
Bir diğer örnek ise, Avrupa Komisyonu’nun talebi üzerine AB ile MERCOSUR ülkeleri arasında yapılacak serbest ticaret anlaşmasına karşı aktif bir kampanya başlatması istenen Friends of the Earth örgütü oldu.
Almanya bu anlaşmanın en büyük destekçilerinden biriyken, Fransa karşı çıkıyordu. Bu durum, bir Avrupa Komisyonu yapısının bir anlaşmayı engellemeye çalışırken, diğerinin Latin Amerika ülkeleriyle müzakerelerde ilerlemek için her türlü çabayı göstermesi gibi paradoksal bir tablo ortaya çıkardı.
Komisyon suçlamaları reddediyor
Haberin yayınlanmasının ardından Avrupa Komisyonu, suçlamaları reddetmekte gecikmedi. Cumartesi günü Welt am Sonntag‘ın haberine yanıt olarak yapılan açıklamada, STK’lerle herhangi bir “gizli sözleşme” olmadığı belirtildi.
Bir Komisyon sözcüsü Euronews‘e yaptığı açıklamada, “Medyadaki iddiaların aksine, Avrupa Komisyonu ile sivil toplum kuruluşları arasında gizli sözleşmeler bulunmamaktadır. Komisyon, STK’lerin finansmanı söz konusu olduğunda yüksek düzeyde şeffaflık göstermektedir,” dedi.
STK’ler de siyasi güdümlü müdahale suçlamalarından uzak durmaya çalışıyor. ClientEarth’ün Almanya ofisi başkanı Christiane Gerstetter, tahsis edilen fonların “Almanya ofisindeki personel ve işletme giderlerinin kısmen finansmanı” için kullanıldığını ve “LIFE programı hibesinden tek bir avronun bile dış mahkeme masraflarını karşılamak için kullanılmadığını” belirtti.
2024 yılında kuruluş, Alman hükümetine karşı hava kirliliği kontrol politikalarına uymadığı gerekçesiyle açtığı bir davayı ilk kez kazanmıştı.
Milyarlarca avroluk LIFE programı mercek altında
Çevreci STK’lerin finansmanı, 2021-2027 dönemi için 5,4 milyar avro bütçe ayrılan LIFE programı aracılığıyla gerçekleştiriliyordu.
Bu paranın, sürdürülebilir kalkınma alanındaki projeleri hayata geçirmeleri için STK’lere ve çevre enstitülerine rekabetçi bir temelde hibe olarak dağıtılması gerekiyordu.
Ancak bu sistemin etkinliği ve şeffaflığına dair şüpheler ilk olarak 2024’ün sonlarında ortaya çıktı. O dönemde Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük gruba sahip olan Avrupa Halk Partisi (EVP), Brüksel’in LIFE programını kendi gündemini, özellikle de çevre yasalarını ilerletmek için kullandığından şüphelenmişti.
AB bütçesinin yıllık parlamento denetimi çerçevesinde grup milletvekilleri, 2022 ve 2023 yıllarına ait bazı STK sözleşmelerini inceleyerek, hangi Avrupa Parlamentosu milletvekilleriyle ne konuşulması gerektiğine dair doğrudan talimatlar içerdiğini tespit etti.
Patlak veren skandal sonucunda Avrupa Komisyonu, fon tahsis etme yaklaşımını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı.
Politico‘nun haberine göre, Kasım 2024’te bir dizi STK’ye e-posta yoluyla artık Avrupa paralarını propaganda ve lobi faaliyetleri için harcayamayacakları bildirildi.
Bu yılın ocak ayında ise Avrupa Komisyonu’nun Bütçeden Sorumlu Üyesi Petr Sefarin, LIFE fonlarının bir kısmının amacına uygun harcanmadığını kabul etti.
Nisan ayında Avrupa Sayıştayı, yürüttüğü soruşturma sonucunda Avrupa Birliği değerlerinin ihlal edilmediğini ancak STK’lere sağlanan finansmanın şeffaf olmadığını kabul etti.
Şubat ayında Avrupa Parlamentosu’ndaki birkaç grup, LIFE programı finansmanının 2025 yılı için bir kısmını dondurmaya çalıştı.
Bu girişim, lobi faaliyeti yürüten 30 çevreci STK’ye ayrılan toplam tutarın yaklaşık yüzde 70’ine denk gelen 15,6 milyon avroluk ödemenin askıya alınmasını içeriyordu.
Programın 776 milyon avroluk genel bütçesi düşünüldüğünde bu hamle, programın tamamına yönelik bir tehditten çok siyasi bir sinyal niteliğindeydi.
Fakat bu durum, LIFE programına olan desteğin Avrupa Parlamentosu içinde bile ne kadar kırılgan hale geldiğini gösterdi. İlgili komitede dondurma teklifi 40’a karşı 41 oyla reddedilirken, genel kurul oylamasında da çoğunluk sağlanamadı.
Ortaya çıkan yeni belgelerin bu konuyu yeniden gündeme getirebileceği ve LIFE programı için daha kötü beklentilere yol açabileceği düşünülüyor.
Avrupa
AB, Rus petrolüne tavan fiyatı düşürüyor ve Kuzey Akım’ı yasaklıyor

Avrupa Birliği, Rusya’ya karşı 18. yaptırım paketini hazırlıyor. Bu paketle Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatın 60 dolardan 45 dolara düşürülmesi ve Kuzey Akım boru hatları dahil Rus enerji altyapısının işletilmesinin yasaklanması planlanıyor.
Avrupa Birliği (AB), Rusya’ya karşı hazırladığı 18. yaptırım paketinin ana maddeleri olarak, ülkenin petrol gelirlerini sınırlamayı ve Kuzey Akım boru hatlarının yeniden faaliyete geçmesini engellemeyi hedefliyor.
Avrupa Komisyonu ayrıca, 190 milyar avro Rus döviz rezervinin dondurulduğu Belçika’yı Moskova’dan gelebilecek olası davalara karşı korumaya çalışacak.
Ukrayna’daki barış sürecinin duraksaması zemininde hazırlanan yeni yaptırım önerilerini Avrupa Komisyonu’nun Salı günü sunmayı planladığı belirtildi.
Financial Times gazetesine konuşan ve konuya yakın üç kişinin aktardığına göre, pakette Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatın mevcut 60 dolardan 45 dolara düşürülmesi yer alıyor.
Ayrıca, Kuzey Akım boru hatları da dahil olmak üzere Rus enerji altyapısının işletilmesine yasak getirilmesi öngörülüyor.
Almanya’dan Kuzey Akım’a tam yasak
Kuzey Akım boru hatlarının yasaklanması konusunda Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Almanya’nın yeni Şansölyesi Friedrich Merz daha önce anlaşmaya varmıştı.
Şansölye Merz, Rus ve Amerikalı iş insanlarının Kuzey Akım-2’nin kalan hattını faaliyete geçirme olasılığını görüştüğü ve Almanya’nın doğu eyaletlerindeki bazı siyasetçi ve sanayicilerin Ukrayna’da barış sağlanması halinde Gazprom’dan alımlara geri dönmekten bahsettiği yönündeki haberler üzerine, Moskova ile potansiyel gaz işbirliğinin faydalarına ilişkin her türlü tartışmayı bastırmayı amaçlıyor.
ABD’nin çelişkili tutumu
AB ve ABD, Rusya’yı barış müzakerelerine zorlamak amacıyla ek ekonomik baskı uygulamak istiyor. Ancak Washington’ın bu konuda çelişkili bir tutum sergilediği görülüyor.
Başkan Donald Trump geçen hafta Merz ile yaptığı görüşmede Rusya ve Ukrayna’yı, ayrılmadan önce kavga etmelerine izin verilmesi gereken çocuklara benzetmişti.
Öte yandan, Senato’da Rus enerji kaynaklarını satın alan ülkelere karşı yüzde 500’lük gümrük vergisi getirilmesini öngören yasa tasarısı hazırlandı.
Ancak yönetimin yaptırımları sıkılaştırma konusundaki isteksizliği nedeniyle senatörler, yasa tasarısının onay sürecini başlatma çabalarını son günlerde zayıflattı.
Financial Times’ın haberine göre, yeni yaptırım paketi kapsamında ek Rus bankaları ve tankerlerinin kara listeye alınması ile Belçika’ya ikili yatırım anlaşması çerçevesinde koruma garantisi verilmesi de öngörülüyor.
İsviçre, Rusya’nın ‘gölge filosuna’ yönelik AB yaptırımlarına resmen katıldı
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1
-
Avrupa1 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş1 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Rusya1 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Dünya Basını2 hafta önce
FP: ABD anlaşma değil teslimiyet istiyor
-
Görüş1 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2