Mazlum Kobani bu kez Washinton Post’tan Batı kamuoyuna Türkiye’nin olası harekatını engellemeleri için somut adım atma çağrısı yaptı. Türkiye’nin yeniden PKK ile masaya oturması için Ankara’ya baskı yapılmasını talep etti.
“Mustafa Abdi bin Halil” “Ferhat Abdi Şahin”, “Şahin Cilo”, “Mazlum Abdi” veya “Mazlum Kobani”… 1990’lardan beri her dönem farklı isim kullanan, önce PKK’nın şimdi YPG’nin önde gelen isimlerinden. Abdullah Öcalan, Suriye’de bulunduğu dönemde yanından ayrılmayan Mazlum Abdi’den “Ferhat Abdi Şahin” olarak bahsettiği için olsa gerek Türk devletinin kayıtlarına bu isimle girmiş. İçişleri Bakanlığı’nın ‘kırmızı liste’sinde.
Gençliğinde Avrupa’da kendi deyimiyle “siyasi faaliyet” için bulunduktan sonra Irak’ın kuzeyine geçmiş ve PKK’da aktif görev almış. Örgütün KCK Yürütme Konseyi üyeliğine kadar yükselmiş. Bu dönemini, “Bir zaman diliminde PKK’de görevde bulundum” diye geçiştirse de Türk yetkililere göre Türkiye’ye yönelik bazı saldırıların emirlerini bizzat verdi.
2011’de Suriye’de başlayan krizi “fırsata” çevirmek için hareketlenen PKK, önemli kadrolarını Suriye’nın kuzeyine yönlendirmeye başladı. Mazlum Kobani de 2013’te henüz PKK’nın Irak’taki kamplarında bulunurken, bu kez “Şahin Cilo” ismiyle “Rojava mücadelesinin” liderliğine hazırlandı. Suriye’nin kuzeyine 2013’ün sonu ya da 2014’ün başında geçtiği tahmin ediliyor. ABD’nin ve Batı’nın IŞİD’le savaştıkları gerekçesiyle YPG’ye “kahraman” payesi verdiği 2014 yılında bu kez “Mazlum Kobani” oluverdi. 2015 yılına gelindiğinde ABD’nin meşrulaştırma girişimiyle PKK/YPG içine bazı Arap unsurları da katarak “Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG)” dönüştürüldü. Ancak SDG adına ABD’nin muhatap aldığı, bir çok Batı başkentinde boy gösteren ve ödüller verilen kişi değişmedi: PKK’nın üst düzey yöneticisi Mazlum Kobani.
“Amerika’nın Suriye’deki en sadık müttefikiyiz. Bizi unutmayın.”
Mazlum Kobani’nin iki gün önce Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinin başlığı böyle. Makale esas olarak, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik olası harekatını engellemeleri için Batı kamuoyuna çağrı yapıyor.
Kobani, Batı kamuoyunu harekete geçirmenin en iyi yolunun “IŞİD tehlikesi” hatırlatmasından geçtiğini çok iyi biliyor: “Bugün Kobani yine tehdit altında ve bu ortaklıkların tüm kazanımları da tehlikede. Bu sefer tehdit İslam Devleti (IŞİD) teröründen değil, bir ABD müttefiki ve NATO üyesinden geliyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti bir haftadan uzun süredir şehirlerimize bombalar yağdırarak sivilleri öldürüyor, kritik sivil altyapıyı yok ediyor ve IŞİD’i bastırmaya çalışan Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) hedef alıyor.”
Çoğulculuk, eşitlik ve kadın vurgusu da es geçmiyor tabi: “Bölgemizin insanları için İslam Devleti’nin askeri yenilgisi hiçbir zaman tek hedefimiz olmadı. Terör örgütüne karşı savaş alanında yürüttüğümüz mücadelenin her safhasında kapsayıcılığı, çoğulculuğu ve eşitliği temel alan bir sistem kurarak IŞİD’in arkasındaki ideolojiyi ezecek adımlar attık. Örneğin, bir zamanlar Ebu Bekir el-Bağdadi’nin IŞİD bölgesini yönettiği Rakka’da önde gelen liderler artık Suriyeli kadınlar.”
“2015’te IŞİD’i yenmeye kararlı Kürtler, Araplar ve Süryanilerden oluşan bir koalisyon olan SDG’yi kurduk. Kurtardığımız her şehirde halkımız, Suriye’de ilk kez tüm etnik kökenlerin ve dinlerin temsil edildiği ve kadınlara eşit güç veren yerel yönetimler inşa etti.”
Hâlbuki, Kobani’nin çizmeye çalıştığı “etnik mozaik tablosu” ve çoğulculuk palavrası bizzat bu makalenin yer aldığı Washington Post tarafından yalanlamıştı: “Bu kuzeydoğu Suriye kasabasındaki (Tel Abyad) eski bir lisenin sınıfında, İslam Devleti’ne karşı ABD destekli savaş için askere alınan yaklaşık 250 Arap, Amerikan birliklerinden askeri eğitim almak üzere Kürt eğitmenler tarafından hazırlanıyordu. Askere alınanların çoğu IŞİD’in kuşattığı köylerdendi. (…) şu anda ABD’nin Suriye’deki askeri çabalarının ana hedefi olan ağırlıklı olarak Arapların yaşadığı şehirlerde konuşlandırılacaklar. Ama eğitmenler, askerlerin önce Türkiye’de hapis yatan hem Washington hem de Ankara tarafından terör örgütü olarak damgalanmış Kürt lider Abdullah Öcalan’ın ideolojisini öğrenmeli ve benimsemeleri gerektiğini söylüyor. (…) ABD’li yetkililer, Kürtlerin SDG koalisyonunun dörtte üçünden fazlasını oluşturduğunu ve ön saflardaki mücadeleye öncülük ederek ABD askeri yardımından en çok yararlanan taraf olduklarını kabul ediyor.”
Kaos, istikrarsızlık ve IŞİD tehdidi
Sayısız kez Birlemiş Milletler raporuna “çocuk savaşçı” ve “zorla silah altına alma” ihlalleriyle girmiş olmalarından olsa gerek küçük bir özeleştiri de yok değil: “Zaman zaman Batı’nın demokratik standartlarının gerisinde kaldığımız için eleştirildik. Sistemimiz mükemmel değil: Varlığımız için savaş halindeyken ve ezici bir ekonomik abluka altındayken onu inşa etmek zorunda kaldık.”
Kobani, tüm ihlallere rağmen kendilerinin Batı için en iyi seçenek olduğunu söylüyor: “Ancak sağlayabildiğimiz yönetim ve güvenlik kalitesi açısından Suriye’deki diğer tüm otoriteleri geride bıraktık, ve Kobani zaferi ve direnişimize verilen uluslararası destek olmasaydı bunların hiçbiri mümkün olmazdı. Şimdi Türkiye’nin bölgemize yönelik taarruzu tüm bunları yeni bir tehdit altına sokuyor.”
Şimdi Batı’nın “en iyi seçeneği”nin tehlikede olduğu, kendileri olmazsa IŞİD’in geleceğini tehdidinde bulunan Kobani, Türkiye’nin “işgal” ettiği bölgelerde farklı etnik gruplara ve kadınlara “tarifsiz ihlaller” yapıldığı iddiasında: “Kürtlere, Yezidilere ve Hıristiyanlara ev sahipliği yapan sınır kenti Derik’teki bir saldırıda 10’dan fazla sivil hayatını kaybetti. Bir diğeri, IŞİD’e karşı operasyonlar planlamak için ABD ile birlikte çalıştığım ve ABD güçlerinden sadece yüzlerce metre uzağında bulunan, Haseke yakınlarındaki bir üssü hedef aldı. Bunun benim hayatıma yönelik bir girişim olduğuna inanıyorum: Türkiye bu yıl SDG’de ve yönetimimizdeki birkaç meslektaşıma suikast düzenledi.”
“Bombalama kampanyasının terörüne ve kaosuna ek olarak, Erdoğan topraklarımızı karadan işgal tehdidinde bulunmaya devam ediyor. Böyle bir saldırının sonuçlarının ne olacağını biliyoruz çünkü Türkiye bunu daha önce iki kez yaptı.”
“2018’de Afrin’e, 2019’da Rasulayn ve Tel Abyad’a yönelik Türk işgalleri yüzbinlerce insanı yerinden etti ve İslam Devleti’ne karşı küresel mücadeleyi sekteye uğrattı. Yıllarca süren Türk yönetiminden sonra, bu bölgeler artık kaos, istikrarsızlık, iç çatışmalar ve aşırılık yanlılarının varlığıyla öne çıkıyor.”
“Yönetimimizin bir zamanlar etnik birlikteliği, din özgürlüğünü ve kadın haklarını koruduğu yerlerde şimdi Türk güçleri ve Türkiye destekli milisler, etnik ve dini azınlıklara, suçsuz kadınlara karşı, kelimelerle anlatılamayacak suistimallerde bulunuyor.”
“Bizim yönetimimiz altında Afrin, kuzeybatı Suriye’nin radikal İslamcıların giremediği tek parçasıydı. Bölge Türkiye’nin kontrolüne geçtiği için El Kaide bağlantılı gruplar bölgede serbestçe faaliyet gösteriyor. Bu yaz, ABD’nin İHA saldırısında IŞİD’in üst düzey liderlerinden Mahir el Agal orada öldürüldü.”
Kobani, İstiklal saldırısıyla ilgileri olduğunu bir kez daha yalanlıyor ve bu iddianın Türkiye tarafından yeni bir saldırıya bahane olarak kullandığını söylüyor: “Türkiye, yapmadığımız bir şey yüzünden, uğruna onca fedakarlık yaptığımız halkımızı, güvenlik ve istikrarı tehdit ediyor. Erdoğan savaş bahanesi olarak güçlerimizi İstanbul’daki ölümcül bombalı saldırıya karışmakla suçladı. Açıkça ifade edeyim: Bu terör eylemini esefle karşılıyor ve kınıyor, ilgili olduğumuza yönelik tüm suçlamaları reddediyor ve kurbanlarına bir kez daha başsağlığı diliyoruz. Soruşturma çağrımızı yineliyoruz ve tahkikat yapılırsa yardıma hazırız.”
Türkiye’nin daha önceki harekatlarından çıkardıkları dersler ışığında kendileri için hiç bir ülkenin hele hele ABD’nin Türkiye’yi doğrudan hedef almayacağının farkında. Dolayısıyla Ankara’ya baskının yeniden bir “çözüm süreci” için yapılmasını talep ediyor. Ne de olsa daha önce yapılmıştı şimdi neden olmasın!:
‘Çözüm süreci’ hatırlatması
“Kimseden bizim için savaşmasını istemiyoruz. Halkım hâlâ burada, çünkü daha önce sayısız kez tek başımıza direndik. Gerekirse yine direniriz. İstediğimiz şey, dünyanın daha zor bir görevde bizimle birlikte olması: barış.”
“Bölgemize bu kadar acı ve ıstırap getiren çatışmaların köklerinin siyasi olduğuna inanıyoruz. Kürtler ve Türkler arasında doğuştan gelen bir nefret yok: Türk liderler, Kürtleri bir güvenlik tehdidi olarak görmek ve temel demokratik haklarımızı yoksaymak için siyasi bir tercih yaptılar. Geçmişte Erdoğan, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile Türk devleti arasındaki çatışmayı sona erdirmek ve Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek için müzakere etti.
O görüşmeler yapılırken Türk komşularımızla barış içinde yaşadık. Yeniden başlatacak olsalardı, bunu tekrar yapabilirdik. Ve 2019’da bölgemiz tehdit altındayken PKK bu gazeteden, masaya oturup siyasi çözüm aramayı teklif etti. Çağrı cevapsız kaldı ve Türkiye aylar sonra iki şehrimizi ele geçirip işgal etti.”
“Uluslararası toplum Türk işgaline kararlı bir şekilde karşı durmuş ve barıştan yana sesini yükseltmiş olsaydı, işler çok farklı gidebilirdi. Kimse zamanı geri getiremese de geçmişin trajedilerinden ders alabiliriz. Bu müzakerelerin yeniden başlaması ve peşinde koştuğumuz barışa ulaşılması için yardımcı bir rol oynamaya hazır olduğumuzu beyan ederiz. Uluslararası toplumu, bir Türk işgalini önlemek için derhal somut adımlar atmaya ve Kürt sorununa demokrasi, bir arada yaşama ve eşit haklara dayalı siyasi bir çözümü teşvik etmeye çağırıyoruz. Halkımızın varlığı ve bölgenin güvenliği buna bağlıdır.”