GÖRÜŞ
2023 değerlendirmesi: Batı merkezli neoliberal paradigmanın kırılma alametleri
Yayınlanma
Yazar
Ceyda Karan2023; Batı merkezli neoliberal paradigmanın kırılma alametlerinin, belki de en güçlü biçimde belirdiği yıl oldu. Batı’nın siyasi, ekonomik ve askeri hegemonyasını sürdürmek yolunda üretmiş olduğu ‘kabul ve rıza mekanizmaları’ ile dengelerin dünya çapında görülmemiş düzeyde sarsıldığını söylemek abartı olmaz.
Yıl boyunca Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Afrika’ya ve Latin Amerika’ya pek çok bölgede bu durumun tezahürleri görüldü. Rusya Federasyonu ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin gelişmekte olan ülkeleri giderek daha fazla yanlarında görerek Batı hegemonyasını zorladıkları, BRICS ve Yeni Kalkınma Bankası’nın şimdilik heyecan yarattığı ‘çok kutuplu dünya düzenine yönelim’ ana temayı teşkil etti. Batı’nın buna karşılık koyduğu ‘demokrasi-otoriterlik’ dikatomisi ağır darbeler aldı. 2023’ün; neoliberal ekonomik model ile bu modelin liberal siyasi anlatısı ve ‘değerler’ illüzyonu açısından hayli talihsiz geçtiği söylenebilir.
2023’ün uluslararası ilişkilerde öne çıkan temaları ve kriz başlıklarına bakmak yeterli…
UKRAYNA ÇATIŞMASI VE LİBERALLERİN BÜYÜK YANILGISI
2022; ABD’nin Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası tesis ettiği ve Sovyetler Birliği’ni ekarte ettikten sonra giriştiği yayılmacılığın en ciddi meydan okumasıyla karşılaştığı yıl olmuştu. BM Güvenlik Konseyi’nin 2202 sayılı kararını ihlalle geçen 8 yılın ardından Rusya Federasyonu’nun Aralık 2021’de ABD ve NATO’ya sunduğu anlaşma önerilerinin de reddiyle, Ukrayna çatışmasının ateşi yakılmıştı. Batı; çatışmanın daha başında Mart 2022’de İstanbul’da beliren anlaşma fırsatını da bloke etmişti. Ne ki, 2023; NATO’nun vekil güce çevirdiği Ukrayna’yı kullanarak Rusya Federasyonu’nu mağlup etme girişiminin hüsrana uğradığı yıl oldu. Rusya’nın kısa sürede çökeceğine inanan liberal cephenin yanılgısı büyük oldu.
ABD öncülüğündeki Batı, 2023’ü Kiev’in taarruz seferberliğiyle açtı. Ukrayna Temas Grubu’nda önce ‘tank krizi’ çıktı. Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht istifa ederken, yerini bir zamanların Almanya-Rusya Dostluk grubu üyesi Boris Pistorius alıyordu. Ancak Olaf Scholz yönetimi ABD’nin kendi Abrams tanklarını vereceğini sadece duyurması karşılığında yelkenleri indirerek kendi savunma sanayisinin gözbebeği Leopard tanklarını cepheye sürmeye ikna oldu. Art arda askeri yardım paketleri, Batı’nın gelişmiş silah sistemleri ve mühimmatları ile Kiev’in taarruzu planlandı. AB’nin neocon’ları ‘Avrupa Barış Fonu’ aracılığıyla ölüm saçan silahlar sundular. Beklenen bahar taarruzu bir türlü gelmezken, Kiev için darbe 20 Mayıs’ta Donbass’taki Bakhmut/Artyomovsk cephesi düşüverdi. Bu kayıp Batı kamuoyundan saklanmaya çalışıldı. Kiev’in taarruzu 4 Haziran’da başladı. Kısa sürede Rusya ordusunun Donbass’ın güneyinde tesis ettiği çok katmanlı savunma hatlarına tosladı. Ve sonrasında yoğunlaştırılan yıpratma savaşı Ukrayna ordusuna pahalıya mal oldu. Cephede ABD’nin Abrams’ları yoktu ama Alman Leopard’ları cayır cayır yanıyordu. İngilizler sessizce Challenger’larını geri cepheye çekiyordu. Batı medyası taarruz fiyaskosunu ancak yıl sonuna doğru teslim etmek zorunda kaldı.
Mağlubiyet, Batı blokunun savaşın finansmanı tartışmalarını kızıştırdı, siyasi bölünmüşlüğe yol açtı. 2023 sonu itibarıyla ABD Kongresi, Biden yönetiminin 61 milyar dolarlık ek paketine onay vermezken, AB de başta Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerin itirazlarıyla 50 milyar euro’luk yardımı çıkaramadı.
Bu arada Rusya Federasyonu’na karşı 12 yaptırım paketi büyük ölçüde etkisiz kaldı, petrole konan 60 dolarlık tavan fiyat çöktü. 2023 sonunda ucuz Rusya enerjisinden olmuş Avrupa’da başta Almanya olmak üzere öne çıkan gündem, ekonomik kriz oldu. Almanya’nın 2023 büyüme beklentisi yüzde 0.4, Rusya’nın ise onca yaptırıma rağmen yüzde 3.5 ile ifade ediliyor. Rusya’nın Çin ve Hindistan’la ticareti katlanırken, Batı’nın tecrit iddiasının altı boşaldı. Yeni yılda BRICS’in dönem başkanlığını devralacak olan Rusya Federasyonu, ulusal para birimleriyle ticareti artırmak, ortak para birimi mekanizmaları için hazırlık ve verili uluslararası mali kurumlarda dengeleme için kolları sıvayacak.
2023’de Batı’nın Ukrayna anlatısının ‘değerler’ ayağı da sarsıldı. Kiev’de 2014’deki darbeyi, dünyaya ‘Avrupa demokrasisi arzusu’ diye sunanlar, bu süreçte İkinci Dünya Savaşı’nın nazi işbirlikçisi Banderacılığı devletin resmi ideolojisi kılmış siyasi yapıyı ‘aklamaya’ çalışmıştı. 21’inci yüzyılda ‘azınlık hakları’ şampiyonluğunu kimselere bırakmayan, dünyaya ‘özerklik’ ve ‘ana dil hakkı’ pazarlayan Batı, Ukrayna’nın Rusları ve Rusça konuşan nüfusunu ‘silivermiş’, bir anda ‘egemenlik’ alanına çekilivermişti. Liberal Batı’da etkili ve yetkili şahsiyetler dahil ‘Rusya ve kültürüne’ yönelik aleni ırkçılık sıradanlaştırılmaya çalışılmıştı.
Anlatı 2023 Eylül sonlarında Kanada’da patladı. 22 Eylül’de Banderacılığı maskelemekte işlevsel kılınmış Yahudi asıllı Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin Kanada parlamentosunu ziyaretinde… Tarihe kanlı katliamlarıyla mal olmuş Galiçya Tümeni’nde (14. SS Waffen) görev yapmış 98 yaşındaki Yaroslav Hunka özel davetli olarak boy gösterdi. Hatta bu nazi, ‘Ruslara karşı Ukrayna’nın bağımsızlığı için savaştığı’ iddiasıyla övüldü! Yahudi Zelensky, Hunka’yı selamladı. Olay büyük yankı yaratınca Kanada Parlamento Başkanı Anthony Rota özür dileyerek istifa etmek zorunda kaldı. Liberal Başbakan Justin Trudeau tarih cehaletine sığınarak “Bilmiyorduk” diyordu. Bu vesileyle ABD ile birlikte Kanada’nın eski Nazi savaş suçlularına vaktiyle nasıl kucak açtığı, haklarındaki davaları nasıl sümen altı ettiği bir süre yazılıp çizildi. Tüm nazi sembolleriyle liberal kanatlar altına alınmış Kiev’in resmi devlet ideolojisi deşifre oldu.
2023 sonu itibarıyla Ukrayna; büyük asker kaybına karşın ABD Başkanı Joe Biden ve neocon’larının Rusya’yı ezme saplantısına dönüşmüş durumda. Sıradaki ‘mucize silah’ F-16’lar. Banderacı yönetim engelliler ve kadınlar dahil tüm nüfusu cepheye sürecekleri bir seferberliğe soyundu. Gündem bir yandan ‘savunmaya geçme’ diğer yandan ‘krizi dondurma’ arayışı. Son 30 seneyi Rusya Federasyonu sınırına yığılarak çevrelemekle geçirenler “Rusya Avrupa’ya saldıracak” paniği yaymaya çalışıyor.
Diğer yandan Biden yönetimi geri tepmiş ekonomik yaptırım savaşı karşısında Rusya’nın dondurulmuş 300 milyar dolar civarındaki varlığını çalarak Kiev’i finanse etme derdine düştü. Ancak bu varlığın yaklaşık yüzde 3’ünün ABD kontrolünde olduğu belirtilirken, büyük kısmının bulunduğu Avrupa kanadının bu hırsızlık için seferber edilmesi gerekiyor. Nobel ödüllü ekonomistler ve finans çevrelerinin Amerikan küresel mali hegemonyasının yüzü suyu hürmetine bundan vazgeçilmesi ikazları eşliğinde hangi adımların atılacağını 2024’te göreceğiz.
ÇİN DIŞ POLİTİKASI; ABD, RUSYA VE ORTADOĞU
2023’te Batılı elitlerin Rusya obsesyonu mütemadiyen Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlandı. ‘Rusya yenerse asıl hasım Çin cesaretlenecek’ teması işlendi. Çin’i Rusya karşıtı tavır alması için baskılama çabaları sonuçsuz kalmış, Pekin yönetimi Ukrayna çatışmasının ‘karmaşık siyasi ve tarihsel koşullarını’ sürekli vurgulamıştı. Zaten eski ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Ağustos 2022’deki ‘korsan Tayvan ziyareti’ Çin’in gardını yükseltmesine yol açmıştı. Çin, bu eylem sonrasında ABD ile askeri iletişimi tümden kesmişti. 14 Kasım 2022’de Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in ABD Başkanı Joe Biden ile görüştüğü Bali zirvesini izleyen temkinli yumuşama havası çok kısa sürdü.
2023 yılı, Amerikan semalarındaki ‘casus balon’ kriziyle açıldı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Pekin’de ağırlanması beklenirken, 28 Ocak-4 Şubat tarihlerinde Çin’in ısrarla sürüklendiğini belirttiği bir meteoroloji balonu üzerinden koparılan fırtınaya aklı başında herkes şaşırdı! ABD Hava Kuvvetleri, sonunda Biden’ın ‘vurun’ talimatıyla meteoroloji balonunu Atlantik kıyılarında pahalı füzelerle imha etti. Amerikan kamuoyunda ‘Çinliler tepemizde’ paniği estirilirken, Blinken Pekin ziyaretini iptal etti. ABD, bunun gerçekten meteoroloji balonu olduğunu ancak yaz başında sessiz sedasız teslim etti. Ancak ‘balondan yalanlar’ Çin’e Trump sonrası Biden yönetimiyle sıkıntıların bitemeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Şi Jinping, Mart sonunda Moskova’daki tarihi zirvede bambaşka bir portre çiziyordu. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 21 Mart’taki iki ortak bildiriyle dünyanın önüne siyasi, ekonomik, askeri ve ideolojik planda ittifak ilişkilerini somutlayan bir alternatif koydular. Şi’nin, Putin’e veda ederken, “Yüzyıldır gerçekleşmeyen bir değişim geliyor. Ve bu değişimi birlikte yönlendiriyoruz” sözleri yankılanıyordu. Öyle ki ABD yönetimi sözcülerinin dilinden bir süre ‘Dünyanın lideri biziz’ söylemi eksik olmadı.
Bu arada Çin-Rusya ilişkileri 2023’te ekonomik, siyasi ve askeri açıdan görülmemiş düzeyde bir yoğunluk kazandı. Şi, 17 Ekim’de Kuşak ve Yol Forumu’nda bu kez Putin’i ağırladı. Rusya lideri Çin’i Avrupa pazarına en kısa yoldan bağlayan Kuzey Denizi rotasını vurguluyordu. Yıl sonunda Pekin’de Rusya Başbakanı Mişustin ağırlanırken, Rusya Çin’in bir numaralı petrol tedarikçisi haline gelmiş, iki ülke ticaret hacmi hedeflenen 200 milyar doları aşarak 218 milyar dolara çıkmıştı. 2023 aynı zamanda Rusya ile Çin arasında askeri stratejik ilişkilerin, ortak tatbikatlar ve devriyelerle derinleştiği yıl oldu.
Yine 2023; Çin diplomasinin küresel çapta ağırlığını koymaya başladığı ve dinamizm kazandığı yıl oldu. İran ile Suudi Arabistan 10 Mart’ta yedi yıl sonra ilk kez diplomatik ilişkileri tesis eden anlaşmaya vardıklarında arabulucuları Çin’di. Pekin, iki ülke temsilcilerini gizli görüşmelerde buluşturmuş, ve bu iş sızmamıştı! Çin yönetimi Körfez bölgesiyle enerji ilişkilerinin ötesinde Ortadoğu diplomasisinde adeta ABD’ye ‘nanik yapıyordu’.
Ulusal paralarla ticaret ve dolara alternatif arayışında Rusya ile birlikte Çin odak haline gelirken, Ağustos sonunda Güney Afrika’da toplanan BRICS zirvesinde de grubun genişlemesi ilan edildi. Yeni üyeler arasında Ortadoğu’dan İran ile birlikte Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile Etiyopya da vardı.
Amerikan diplomasisi balon olayının ardından yeniden Çin’le daha yakın iştigale girişirken Blinken’ın Pekin ziyareti 18 Haziran’da yapılabildi. Bunu temmuz başında Hazine Bakanı Jenet Yellen izledi. Onun derdi Amerikan devlet tahvilleriydi. Bu arada Amerikan teknoloji şirketlerinin yöneticileri, Henry Kissinger gibi ilişkilerin mimarı olmuş isimlerin ziyaretlerinin katkısıyla bir yıl sonra yeni bir zirve mümkün oldu. Şi, Biden ile APEC zirvesi marjında 15 Kasım’da San Francisco’da görüştü. Tarafların açıklamalarında yeni bir şey yoktu, Tayvan başta olmak üzere pek çok konuda makas kapanmış değildi. Biden görüşme sonrası bir soru üzerine dayanamayıp Şi’ye yeniden ‘diktatör’ dedi. Şi ise Amerikan işadamlarının yemeğinde ayakta alkışlanarak ‘şovunu’ yaptı. San Francisco zirvesinin tek somut sonucu, askeri iletişimin yeniden tesisi oldu. ABD Genelkurmay Başkanı General Charles Brown 21 Aralık’ta Çin Halk Kurtuluş Ordusu’ndan mevkidaşı General Liu Zhenli’yle görüştü. Çin Dışişleri Sözcüsü Wu Qian, ‘samimi ve derinlemesine görüş alışverişinden’ söz etse de, ilişkilerin gelişmesi için ‘eşitlik temelinde somut adım atılması beklentisinin’ altını çiziyordu.
Biden yönetiminin son dönemde Filipinler’i odağına alan askeri hamlelerinin Çin’i tetikte tuttuğu aşikar. Tıpkı geçen yıl gibi 2024’ün ilk ayları riskli. Zira Tayvan’da 13 Ocak’ta seçimler var ve ABD yanlısı Demokratik İlerleme Partisi (DPP) ile Çin anakarasıyla yakın ilişkilere sahip Kuomintang arasındaki kapışmanın sonuçları ‘balondan yalanlardan’ daha önemli kırılmalara yol açabilir.
2023’te teknoloji cephesi de doğrusu Biden yönetimi için pek iç açıcı geçmedi. Biden yönetimi Çin’i özellikle gelişmiş çip teknolojisinden men etmek için uğraşıp didinmişti. Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin bir teması da adadaki gelişmiş çip teknolojisini ABD’ye kanalize etmekti. Biden Tayvan çip üreticisi TSMC’yi Arizona’ya davet edip teşvik sunmayı vaad etmişti. Ancak bu proje işgücü ile ilgili sorunlarla sıkıntıya düşmüş görünüyor. Büyük sürprizi ise yaptırımlarla kolu kanadı kırıldı diye düşünülürken, eylülde 7 nanometrelik çiplerin yer aldığı akıllı telefonla sahneye çıkan Çin’in Huawei şirketi yaptı. Batı medyası hararetle dikkatten kaçırılan Çin’in yerli çip üreticisi Semiconductor Manufacturing International Corp’u (SMIC) tartışmaya başladı. Yine yıl sonunda Batılılar Çin’in elektrikli otomobil piyasasındaki yükselişine bakıp hayıflanmaktaydılar.
‘ŞAPKADAN ÇIKAN KRİZ: ORTADOĞU’
Bu yıl Biden yönetimi belki de en büyük darbeyi ‘en çalışmadığı yerden’ aldı: Ortadoğu. Rusya ve Çin ile mücadele için çarşaf çarşaf stratejim planlamaları bulunan Biden yönetimi açısından Hamas’ın 7 Ekim’deki İsrail baskınının tetiklediği savaş, 2023’ü daha da zorlu hale getirdi. İsrail bir günde 1200 insanını yitirerek tarihinin en ölümcül saldırısını yaşadı. Daha sonra 100 kadarı 24 Kasım-1 Aralık’taki insani mola ile bırakılan 240 kişi de rehin alındı. İsrail’in Hamas’ı yok etmek hedefli ağır misillemesi büyük bir insani dram yarattı.
Oysa 7 Ekim’den sadece 8 gün önce Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan The Atlantic etkinliğinde konuşmuş ve “Orta Doğu bölgesi bugün son 20 yılda olduğundan daha sakin” diyerek iyimserliğini dile getirmişti. Dünyada yılın son çeyreğine damgasını vururken, ABD’nin askeri gücüne yönelik meydan okumalara eşlik eden diplomatik tecrit hali ve değerler sunumunu altüst eden bir krizle baş başa kaldılar.
Ortadoğu’da liberal müdahaleciliğin gözde aygıtı siyasal İslam, İhvancılığın Filistin kolu üzerinden dönüp dolaşıp ABD’nin vazgeçilmez müttefiki İsrail’i vurmuş durumda. Kriz büyük. Ve Biden yönetimi 2023 boyunca İsrail’de çıkan ‘yargı reformu’ krizinde ters düştüğü Başbakan Benyamin Netanyahu ile aşırı sağcı ve dincilerden oluşan koalisyonuna siper olmak durumunda. İsrail, Gazze Şeridi’ne ekim ortalarında başlattığı kara harekatı ve ağır bombardımanlarla üç ayda 22 binden fazla insanın ölümüne, 55 binden fazlasının yaralanmasına yol açtı. Okullar, hastaneler, BM tesisleri göstere göstere vuruldu. Kent savaşının koşullarında İsrail ordusu da ağır kayıplar verdi. İsrail önce sivil nüfusu Gazze’nin güneyine sürmeye çalıştı. Ardından Gazze’nin güneyine de operasyonları yoğunlaştırdı. İsrail hükümeti ve kamuoyu yılı açık açık Filistin nüfusunun Mısır’a tehcirini konuşarak kapattı.
Bu koşullarda Biden yönetiminin ‘insan hakları ve özgürlüklerin savunucusu’ görüntüsü büyük bir darbe yedi. İsrail yönetimi Hamas’ı ‘sivilleri canlı kalkan’ olarak kullanmakla suçluyor. Ancak Netanyahu’nun bakanları Gazze’ye nükleer bomba atmaktan söz eder, İsrail askerleri ‘öldürecek bebek aradıklarını’ söyledikleri videoları tiktok’a yüklerken, dünyayı ikna edemiyorlar. ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde ateşkesi veto ederken, kısmen ‘insani yardım’ temalı tasarılarla denge kurmaya çalıştı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamalar ise dünyadaki eğilimi yansıtıyor. Ve Güvenlik Konseyi’nin eğilimi de aleyhte değişiyor. Biden yönetimi diplomatik açıdan dünya örgütünde tecrit oldu. ABD medyasına, Biden’ın Netanyahu’dan Gazze’deki ‘işini bir an önce bitirmesini istediği’ iddiaları yansıdı.
Ancak çatışmanın 2024 başında durdurulması bir tarafa, Lübnan ile ABD’nin askeri varlıklarının da hedef olduğu Irak ve Suriye sahalarında alevlenmesi riski yabana atılır gibi değil. Nitekim ABD yönetimi 7 Ekim’in hemen ardından Ortadoğu’ya iki uçak gemisi grubu konuşlandırdı. Kasım ayı ortasında ise asıl sürprizi Yemen’deki Ensarullah hareketi yaptı. Şiiliğin Zeydi kolundan Husiler, Gazze’ye destek için İsrail gemilerini ve İsrail limanlarına uğrayacak gemileri Bab-ül Mendeb boğazında hedef alarak kriz başka bir boyuta taşıdı. Uluslararası deniz nakliye şirketlerini Kızıldeniz rotasından eden bu gelişme küresel ticareti etkiler hale geldi. Bu koşullar altında Biden yönetimi 18 Aralık’ta ‘Refah Muhafızı Operasyonu’nu duyurdu. Ancak katılımı açıklanan 20 ülkenin yarısı bilinmezken, Avrupa kanadında İspanya, İtalya ve Fransa ‘gönülsüz’. Husiler Rusya gemilerine geçit verirken, bölgede Cibuti’de donanma güçleri bulunan Çin İsrail gemilerinin yardım çağrılarını yanıtsız bıraktı. Biden yönetimi ise doğrudan Yemen’i hedef almaktan kaçınarak ticari gemilere eskortluk yaparak Husilerin fırlattığı İHA ve roketleri pahalı füzelerle avlıyor. ABD’de Husilerin arkasındaki aktör olarak gösterilen İran’a saldırı çağrıları yükseliyor.
‘YÜRÜRKEN SAKIZ ÇİĞNEYEBİLEN ABD’
2023; ‘Amerikan liderliği’ iddiasının, NATO’nun askeri üstünlüğünün, ABD ve Avrupa’nın ‘Batılı değerler’ başlığının giderek daha tartışmalı hale geldiği bir yıl oldu. BM hukukunun yerine ikame edilen ‘kurallara dayalı dünya düzeni’ argümanının iyice sırıttığı manzara netleşti. Buna karşılık Çin ve Rusya; uluslararası ilişkiler sistemini ‘demokratikleştirmek’ hedefiyle, ‘egemen ulusların çatışmadan kaçınarak ticaret yapması, eşit ve saygılı işbirliği tesis etmesi ve kültürel etkileşim kurması’ çerçevesi konmuş durumda.
2023’te öne çıkan başka başlıkları da var elbette. En başta Batı dünyasında yine yükselen ‘sığınmacı’ teması. ABD’nin güney sınırı sığınmacı akınına uğrarken, bu sorun iç siyasette belirleyici hale geldi. Britanya sığınmacıları Ruanda’ya sürme planlarını verili sığınmacı hukukunu alt üst edecek biçimde tartışırken, AB yeni göç yasasıyla sığınmacı akınına set çekmeyi hedefliyor. Kültürel uyumsuzluk ve ekonomik sorunlar karşısında yükselen göçmen düşmanlığı ve aşırı sağ en büyük kaygı. Ne ki liberal anlatının eski temaları realiteye tozluyor.
2023’te Afrika kıtasındaki en çarpıcı gelişme ise Fransız sömürgeciliğine veda oldu. Resmen sömürgecilik bitmiş görünse de yeni vasıtalarla altın, değerli madenler ve enerji kaynakları sömürülen Batı Afrika’da Fransa’ya dur diyen Burkina Faso, Nijer ve Mali oldu. Batı bağlantılı yolsuz siyaset sınıfını ekarte eden askeri yönetimler kendi kaynaklarını kontrol ederek aralarında dayanışmaya yöneldi. Bölgede altyapı yatırımları bilinen Çin’in yanı sıra Afrika zirvesine ev sahipliği yapan ve en yoksul Afrika ülkelerine bedava tahıl ile gübre gönderen Rusya Federasyonu’nun da etkisini artırma çabası öne çıktı.
Kafkasya’da ise Azerbaycan 30 yıl sonra Ermenistan’la toprak anlaşmazlığında 2020 savaşında sağladığı kazanımları Eylül 2023’teki kısa süreli askeri hamlesiyle pekiştirdi. Dağlık Karabağ meselesine Ermenistan’ın ‘gönüllü feragati’ eşliğinde nokta kondu. Azerbaycan uluslararası planda tanınmış topraklarına kavuştu. 2024’e nihai barış umuduyla giriliyor.
2024 yılı; Rusya, Avrupa ve ABD’deki kritik seçimlerin gidişatı etkileyeceği bir yıl olacak. Batı’nın hegemonya yitimine bu kez ayna tutan kriz alanlarında kolay çözümler görünmüyor. Biden yönetimi yetkililerinin son dönemde ‘ortak ve müttefiklerine’ atfen sıkça tekrarladığı ‘yürürken sakız çiğneyebilen ABD’ asıl 2024’te görülecek. Gelen yılın gideni aratmaması umuduyla tüm okurlara iyi seneler…
İlginizi Çekebilir
-
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
-
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
-
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
-
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
-
ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da
-
Çin’in en büyük bankalarından biri, Rusya’ya yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı
HASAN BÖGÜN
Cumhuriyetçi Parti’nin ve adayı Donald Trump’ın ezici üstünlüğüyle sonuçlanan 5 Kasım ABD seçimlerinin sonrasında ortaya çıkan tabloyu maddeler halinde analiz edelim.
1. Yürütme, yasama, yargı bütün erklerin Cumhuriyetçi Parti’nin eline geçtiği ender görülen bir sonuç ortaya çıktı. Denetim mekanizmaları işlemeyecek ve Amerikan toplumu çatışmalara varacak denli bölünmüş durumda. Hem dikey (federal hükümet ile eyaletler arasında), hem yatay (iki tarafın dayandığı sokak güçleri arasında) keskin bölünme…
ABD tarihinin belki de 1865 iç savaşından sonraki en zor dönemi…
2. Trump, çok iddialı bir yargı gibi görünse de, gerçekte kendisinden başka hiç kimseyi temsil etmiyor. Bir programı, onu bırakın bir program zihniyeti bile yok.
Emlak spekülasyonlarından ve yasal boşlukları değerlendirerek vergi kaçırmaktan milyarlar kazanan bir işadamı. New York Times gazetesine göre, 2016 ve 2017 yıllarında sadece 750’şer dolar gelir vergisi ödemiş. Manhattan Ceza Mahkemesi 2023 Ocak’ında Trump’ın emlak şirketine, vergi dolandırıcılığı yaptığı suçlamasını sabit görerek 1 milyon 61 bin dolar para cezası verdi.
Amerika’yı nasıl “yeniden büyük” yapacağının resmi…
HERKESİN MAGASI KENDİNE
3. Sözü açılmışken “Amerika’yı yeniden büyük yap!” (MAGA) sloganını açalım: O slogan, otomotiv fabrikaları kapandığı için nüfusu 2 milyondan 700 bine düşen Detroit halkının yüreğinde başka telleri titreştirir; 290 bin dolar hastane faturası alan yaşlı kadının yüreğinde başka; 314 milyar dolarlık servetini büyük ölçüde mali sektörden kazanmış olan dünyanın en zengini Elon Musk’ın yüreğinde başka; bizzat Trump’ın yüreğinde başka; Cumhuriyetçi Parti kodamanlarının yüreğinde başka…
Bu kadar farklı titreşimler nasıl akord oldu? Onu yapan da Trump değil; sloganın, eğer bir mucit atanacaksa, mucidi Cumhuriyetçi Ronald Reagan idi. Garantisi, Vietnam yenilgisinin moral bozukluğunu terapiden geçirerek Reagan’a seçim kazandırdı.
Ama Reagan Amerika’yı büyük yapmadı, tersine küçülttü. Bir örnek verelim: 1975 yılında ABD gemi inşa sanayisi küresel çapta birinciydi, şimdi 19. sırada. ABD Donanma Enstitüsü’ne göre ABD’nin ticari gemi inşa kapasitesi küresel toplamın yalnızca yüzde 0,13’ünü oluşturuyor.
Reagan 1981’de başkan olunca, savaş gemileri üretimini artırmak için ticari gemi inşasını destekleme programını iptal etti. Ticari gemi inşa sanayisi çöktü. Sanayide çalışan 40 bin dolayında nitelikli işçi işten çıkarıldı.
Amerika Gemi İnşaatçıları Konseyi Başkanı Matthew Paxton, gerilemenin gemi inşasını destekleyen sanayileri de etkilediğini söylüyor. Gemi inşası çelik, motor, elektronik, boya, kablo ve başka birçok ürün gerektiriyor.
ABD çelik fabrikalarının halen ülke çapında yaklaşık yüzde 70 kapasiteyle çalıştığını belirten Çelik İşçileri Sendikası (USW) Başkanı David McCall’a göre, gemi inşa sanayisini yeniden canlandırmak için, çelik imalatı altyapısına kapsamlı yatırımlarla genişletilmesi gerekli. Böylesi yatırımların sonuçlarını almak, 10 yıl değilse bile beş yıldan fazla sürer.
Sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücü de yok. ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu verilerine göre, 2022 ile 2023 yıllarında Amerikan gemi mühendislerinin ve tasarımcılarının sayısında artış olmadı.
ABD işgücü sorununu çözmek için Güney Kore ve Japonya gibi müttefiklerine yöneliyor. Deniz Kuvvetleri Bakanı Carlos Del Toro, bir araya geldiği bu iki ülke gemicilik sektörü yetkililerini ABD’de daha fazla üretim yapmaya teşvik etti.
Dememiz o ki, Trump ve Cumhuriyetçi kodamanlar için MAGA, amigonun bağırttırdığı “Ole ole ole cimbom” her maç günü nasıl bir iş görüyorsa o işi gördü, yeni seçime kadar bir köşede bekleyebilir.
PARA VE DÜDÜK
4. OpenSecrets adlı kuruluşun raporuna göre, Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin başkan ve Kongre adaylarına toplam 15,9 milyar dolar bağış yapılmış. Bağışların neredeyse üçte ikisi milyarderlerden. Forbes’un verilerine göre, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i 83, Trump’ı 52 milyarder desteklemiş.
Harris’i destekleyenler arasında Michael Bloomberg, Bill Gates, Melinda French Gates, Laurene Powell Jobs, Reed Hastings, Dustin Moskovitz ve diğerleri var. Trump’a ise, Musk dışında bankacı Timothy Mellon, Miriam Adelson gibi isimler para akıtmış.
Harris 1,6 milyar dolar, Trump 1,1 milyar dolar toplamış.
Şimdi gelin de “Seçimde 10 milyon harcadım, karşılığını almayacak mıyım” diyen rahmetli siyasetçimizi hatırlamayın! “Ama orası Amerika. Hem Musk’ın ihtiyacı mı var” diyenler çıkarsa, tek bir yanıt alırlar: Nasreddin Hoca evrenseldir!
Bu manzara aslında MAGA’nın anlamını da açıklıyor. Seçim, Amerikan demokrasisi denilen durumun, daha da ötesi bütün sistemin tamamen çürümüş olduğunu gösterdi. Musk, açıkça medyada ilan ederek, her seçimde başka partiye oy veren eyaletlerde, 1 milyon dolar karşılığında Trump’a oy satın aldı.
ABD’de seçimlerde paranın konuşması yeni bir şey değil. ABD’nin nasıl yönetileceğine ilişkin programlar tartışılmaz ve oylanmaz. Seçmenler, reklam şirketlerinin tıpkı ayakkabı, cep telefonu, otomobil vs pazarlar gibi pazarladığı sloganlardan (MAGA) birini ve sermaye gruplarının parayla desteklediği siyasetçilerden birini tercih eder.
Demokrasinin temel ölçütlerinden biri olan seçme ve seçilme hakkı, düpedüz milyonlarca doların döndüğü ticari bir faaliyete dönüşmüş durumda. Her ticari faaliyette olduğu gibi, seçimlerde de varlıkların aslan payını elinde tutan çok küçük bir azınlığın (yüzde 1) üstün çıkacağı açık. Musk’un “piyangosu” tüy dikti!
Bizde belediyelerin kömür, yağ vs dağıtmasına ağız dolusu laf edenler (ki o tepkiler doğru ve haklıydı) sus pus!
TRUMP NE YAPACAK?
5. Başta Cumhuriyetçi Parti Trump’ın adaylığına soğuk baktı. Partinin Bush ailesi gibi ağırlıklı grupları Trump’ın aday yapılmasına karşı çıktılar. Karşı çıkanlar arasında ilk dönem yardımcısı Mike Pence bile vardı. Bu yüzden parti bölünmeler yaşadı.
Trump, 6 Ocak 2021’deki Kongre Binası baskınıyla çevresinde giderek genişleyen militan bir çember oluşturdu. Bu çemberi Cumhuriyetçi Parti’ye kendisini kabul ettirmek için pazarlık kozu olarak kullandı. Suikast girişimi olayı militan çemberi daha da büyüttü.
Parti, zamanla militan havanın yarattığı ivmeyi saptadı ve Trump’ın adaylığına yeşil ışık yaktı. Fakat hükümeti kurma yetkisini elinden alıp çevresini kuşatarak… Tek tabanca Trump’ın buna ne itirazı olabilirdi?
Partinin hükümete yerleştirdiği en kritik isim, Başkan Yardımcısı seçilen Ohio Senatörü James David Vance’dır. İkinci kritik isim Dışişleri Bakanı olacağı belirtilen Florida Senatörü Marco Rubio…
Doğuştaki adı James Donald Bowman olan Vance’nın yaşamı, bir tür sıfırdan doruğa tırmanma öyküsü. Ohio’nun yoksul köyünden çıkıp mali sermaye kodamanlığına yükselmiş. Risk sermayesi (tefeciliğin nazikçesi) şirketi var. Hillbilly Elegy (Köylü Ağıdı) adlı romanı, bir bakıma çocukluğunu anlatıyor.
Vance’ı kritik yapan bu durum: Bir yandan seçimde Trump’a oy veren en alt sınıfların desteğini sağlam tutmak, bir yandan da seçimde daha çok Demokratları destekleyen mali sermaye gruplarıyla bağları güçlendirmek… Trump yönetimi, şu karışık dönemde bu iki desteğe çok ihtiyaç duyacak.
Ayrıca Trump’ın yaşı oldukça ileri; ne olur ne olmaz! Vance hem beklenmedik durumlara karşı hazırda dursun, hem gelecek seçimlerde lazım olur.
Rubio’nun Dışişleri Bakanlığı, dünya açısından pek hayırlı olmaz. Ukrayna’daki savaş ABD açısından kaybedilmiştir, tırmanma beklenmez. Ortadoğu’da ve Pasifik’te o denli iyimser olmamalı.
Trump’ın savaş istemediğinden söz edilir. Ama Çin’le tedarik sistemini yok edecek, dünya ekonomisini çökertecek, özellikle en alttaki ülkeleri daha da aşağıya bastıracak, yoksulluğu ve açlığı şiddetlendirecek ticaret savaşını tırmandırmanın, insani ölümler dışında silahların kullanıldığı savaştan ne farkı var? Çin düşmanlığıyla bilinen Rubio, bu bakımdan Trump’ı dizginlemek yerine kamçılayabilir.
Yine de bu cihette esasen yeni bir şey yok; Çin ile ticaret savaşı ABD’nin devlet politikası. İç çatışmayı yatıştırma aracı aynı zamanda…
Ekonomisi bitme noktasına gelen, halkı ülkeden kaçan, Binyamin Netanyahu’nun deyişiyle sekiz cephede savaşan ve hiçbirisini kazanamayan, soykırımcı damgası yiyen İsrail’in geri dönüşü yok. Çıkış yolu da… Tek kurtuluşu ABD’yi İran’a saldırtmak.
Rubio da Trump gibi İran düşmanı ve İsrail yanlısı. Ve bakan yapılmak istenmesi, Cumhuriyetçi Parti’nin politikasını açıklıyor. Bu durum her türlü senaryoya kapıyı açık bırakıyor.
Vance, Rubio ve öteki isimlere bakarak şu sonucu çıkarabiliriz: Ocak’ta başlayacak yönetim ilk dönemindeki gibi Trump iktidarı olmayacak, ABD’nin en kurumlaşmış örgütü Cumhuriyetçi Parti’nin iktidarı olacak. Neo-conlar Cumhuriyetçi fidelikte yetişmişti; asıllarına rücu etmeleri, haysiyetsizliğin pek dert edilmediği ABD’de zor değil.
Peki Trump’ın öngörülemezliği ve patavatsızlıkları? Onları laf kalabalığına getirmek de Trump ile kimyası uyuşan X’in (eski twitter) sahibi Musk’ın kendisine biçtiği misyon olsa gerek.
GÖRÜŞ
Filistinlilerin Arap-İslam zirvesine mesajları
Yayınlanma
5 gün önce12/11/2024
Yazar
Sadeq Abu AmerHalkımız, haklarının neredeyse yok edildiği ve unutulmaya çalışıldığı onlarca yıllık baskıya katlandı. Oslo sonrası dönemde Filistin liderliği müzakere yolunu tercih ettiğinde, yerleşim yerlerinin genişlemesi hız kazandı, ulusal bağımsızlığın temelleri ise bölünme, izolasyon ve uzun süren ablukaların altında aşındı. Bugün işgal, tırmanan Siyonist aşırıcılığa, Yahudileştirme girişimlerine ve Filistin varlığını marjinalleştirme ve ortadan kaldırma çabalarına bir yanıt olarak 7 Ekim’de başlayan Filistin ayaklanmasını istismar ederek tarihi Nakba’yı tamamlamaya çalışıyor. Halkımızın çıkarlarına hizmet etmeyen bölgesel ve uluslararası boyutları olan geniş bir koalisyon tarafından desteklenen bu varoluşsal sorun bize çabalarımızı ortak ilkeler etrafında birleştirme görevi yüklüyor. Bu barbarca saldırılara, sınırlı kaynaklara ve düşmanla olan güç dengesizliğine rağmen, Filistin halkının direniş ve kararlılığına yaslanarak dayanışma içindeyiz. Eğer bu çabalar koordine edilirse, işgale karşı siyasi ve hukuki izolasyonunu derinleştirecek, ekonomik krizlerini ağırlaştıracak bir karşı baskı uygulayabiliriz. Bu da işgali ve müttefiklerini saldırganlığı durdurmaya zorlamak için bir fırsat sağlar ve halkımızın devam eden mücadelesini güçlendirir.
Bugün Filistin halkı, Gazze Şeridi’ne yönelik soykırım ve etnik temizlik boyutlarına ulaşan en şiddetli Siyonist saldırılardan biriyle karşı karşıya. Resmi olmayan istatistikler, savaşın başlangıcından bu yana şehit olan Filistinlilerin sayısının 186.000’i aştığını, saldırıların çevre ve sağlık üzerinki yıkımının bu sayıya doğrudan katkıda bulunduğunu gösteriyor. Bu senaryo, Allah korusun, işgal ordusu aracılığıyla ya da işgal hükümetinin resmi desteğiyle Filistin şehir ve köylerine saldıran radikal yerleşimciler aracılığıyla Batı Şeria’da tekrarlanabilir.
Tarihsel olarak, Filistinliler Batı’nın Doğu Sorunu’na yaklaşımının bedelini en ağır şekilde ödedi. Bu yaklaşımın sonuçları bizim için felaket oldu: Bu süreç, topraklarımızın Siyonist hareket tarafından ele geçirilmesine yol açmakla kalmadı aynı zamanda bir yerleşimci devletin kurulmasının da önünü açtı. Bu savaşta Arap ve İslam ülkeleri, büyük bir sorumlulukla hareket ederek direnişi terörizm olarak nitelendiren uluslararası sınıflandırmaları reddederek onu bir ulusal kurtuluş hareketi olarak sunmakta ısrarcı oldular.
Arap ve İslam ülkeleri, bölgesel düzeyde ortak kader ve ortak düşmana karşı ortak güvenlik ihtiyacı konusunda artan bir farkındalıkla, uluslararası forumlarda davamızı desteklemede güçlü rol oynadılar. Bu dayanışma, Riyad’da toplanan ve Filistin meselesine Filistin halkının meşru hak ve arzularıyla uyumlu bir çözüm şekillendirmede uluslararası bir çerçeve olması beklenen Arap-İslam Zirvesi’nin Bakanlar Komitesi’nin çalışmaları yoluyla davamıza destek açısından çok önemli bir adımdır.
Uluslararası alanda, daha önceki krizlerden farklı olarak, halkımıza karşı işlenen soykırım ve insanlığa karşı suçları kınayan ve Birleşmiş Milletler’deki sağlam pozisyonlara yansıyan net uluslararası duruşlar gördük. Dünya uluslarının ve halklarının bu tutumlarını takdir ediyoruz ve Filistin devletinin uluslararası meşruiyet temelinde kurulmasına giden yolu, Filistinlilerin yüzyılı aşkın mücadelesinin bir sonucu ve tarihi ve siyasi kökleri olan haklarının yeniden canlandırılması olarak görüyoruz. 1922’den bu yana Filistin devletinin temelleri atılmıştır ve İngiliz ve Siyonist komplolarına rağmen Filistin, dünya haritasındaki siyasi önceliğini korumaktadır.
Bugün, 150’den fazla ülke, Genel Kurul’un Taksim Planı (181 sayılı Karar), 1988’de Filistin devletinin ilan edildiği Cezayir Deklarasyonu ve 1967 sınırları dışındaki yerleşimlerin yasadışı sayılmasına ilişkin Güvenlik Konseyi kararları gibi uluslararası kararlara dayanarak Filistin devletini tanıyor. En son karar, İsrail’in Filistin’deki politika ve uygulamalarının hukuki sonuçlarına ilişkin olarak Genel Kurul tarafından Uluslararası Adalet Divanı’ndan talep edilen istişari görüşün ardından, İsrail’in “işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasadışı varlığına” 12 ay içinde son vermesini talep ediyor. Bu karar, Filistin davasının elde ettiği kazanımları gösteren ve işgal devletinin giderek artan siyasi izolasyonunu vurgulayan ezici bir destekle -24 lehte, 14 aleyhte ve 43 çekimser oyla- kabul edildi.
İşgalden kaynaklanan egemenliğin önündeki engellere rağmen, Filistin devleti yasal bir gerçeklik olmaya devam ediyor. Günümüzdeki uluslararası çabaların, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası güçlerin bizim aleyhimize Siyonist bir siyasi yapı kurulmasını destekleyen gidişata karşı, bu tarihsel ve kökleşmiş hakları yeniden canlandırmaya yönelik olduğunu görüyoruz.
“İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi için Uluslararası İttifak” adıyla ileriye dönük olarak başlatılan bu girişimler, Filistin devletinin sadece var olma hakkını müzakere etmek yerine, kuruluşunu organize etmeye yönelik doğrudan adımları kapsıyor. Bu, bölgesel güvenlik ve uluslararası barış için önemli bir adım; küresel sistemi dengelemek ve bazen dini veya kültür boyutu taşıyan jeopolitik çatışmaların yayılmasını önlemek için gerekli bir yoldur.
Filistin devletinin kurulmasına yönelik diplomatik ve siyasi çabalar, savaşın sona erdirilmesi, sivillerin korunması, insani yardımın kolaylaştırılması ve saldırının etkilerinin tazminat ve yeniden inşa yoluyla giderilmesine yönelik çabalarla uyumlu olmalı. Eş zamanlı olarak, Filistinlilerin bölgesel güvenlik ve küresel barış ilkeleriyle uyumlu egemen bir devlet için gerekli önkoşulları tamamlama çabaları da yoğunlaştırılmalı.
Bu çabaların ortasında, Filistinli güçlerin bu girişimlere içtenlikle yanıt vereceği ve yönetim, seçimler ve “ertesi gün” olarak adlandırılan meseleler üzerindeki anlaşmazlıkları aşmaya hazır olduğu açıktır. Filistinlilerin tutumları, bu anlaşmazlıkların artık geçmişte kaldığını ve geleceğe odaklanmanın, ulusal ruh ve dayanışma zemininde Filistin devletini kurma ve yönetme yeteneğini artırdığını göstermektedir.
GÖRÜŞ
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler
Yayınlanma
6 gün önce11/11/2024
Yazar
Ma Xiaolin6 Kasım’da, 2024 ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday ve eski Başkan Donald Trump, ezici bir farkla zafer kazanarak Beyaz Saray’a dört yıl aradan sonra geri döndü ve ABD’nin 47. Başkanı oldu. Aynı zamanda, Cumhuriyetçi Parti Senato ve Temsilciler Meclisi’nde de çoğunluğu elde etti. Trump’ın tartışmalı bir şekilde devletin başına dönmesi ve Cumhuriyetçi Parti’nin yasama, yürütme ve yargı organlarında mutlak bir hakimiyet kurma potansiyeli, dünya genelindeki gözlemcilerin “Amerika değişti!” ve dolayısıyla “dünya da değişecek!” yorumlarına yol açtı.
2024 ABD başkanlık seçimleri, dramatik ve sürprizlerle dolu bir süreç olarak dikkat çekti. Demokratların mevcut başkanı Joe Biden, sağlık sorunları nedeniyle kampanyanın ortasında yarıştan çekildi. Trump, yoğun bir muhalefetle karşılaşmasına ve bir suikast girişiminden sağ kurtulmasına rağmen başarılı bir geri dönüş yapmayı başardı. Demokrat adaylığı üstlenen Başkan Yardımcısı Kamala Harris, başlarda anketlerde önde gitse de seçim günü ağır bir yenilgi aldı. Bu dramatik iktidar değişimi, Demokrat Parti’nin yerleşik iç ve dış politikalarının köklü bir şekilde tersine çevrileceği beklentisini doğurdu ve ABD’de ve dünyada sevinçten hayal kırıklığına kadar uzanan tepkilere yol açtı.
Muhakkak ki ABD’deki Cumhuriyetçiler coşkulu; ilk kampanyasında şüpheyle bakmalarına rağmen Trump’ı desteklemeyi seçtiler ve bu strateji 312’den fazla (ön tahminler) seçici kurul oyu ile tarihi bir zafer getirdi. Trump, görevden ayrıldıktan sonra seçimle Beyaz Saray’a dönen ikinci ABD Başkanı oldu. Cumhuriyetçi Parti, ayrıca Kongre’nin her iki kanadında ve pek çok eyalet hükümetinde de kontrolü sağlamaya hazırlanıyor; halihazırda muhafazakâr yargıçların çoğunlukta olduğu Yüksek Mahkeme ise Cumhuriyetçi ideallere yakın bir duruş sergiliyor.
Trump’ın zaferi, mali destekçileri, tabanındaki destekçileri, sanayi işçileri ve çiftçiler arasında büyük bir sevinç yarattı. Bu gruplar, Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin “Önce Amerika” doktrinini benimsiyor ve Demokratların başlattığı girişimlerin tersine çevrilerek önümüzdeki dört yıl boyunca somut faydalar sağlanmasını bekliyor.
Öte yandan, Demokratlar derin bir hayal kırıklığı içinde. Beyaz Saray’daki dönemleri, Cumhuriyetçi yükselişle ani bir şekilde sona erdi ve bu, onların üç devlet erkinde de etkilerini kaybetmeleriyle sonuçlanacak tarihi ve utanç verici bir yenilgi olarak görülüyor.
Azınlık grupları, göçmenler, sol eğilimli ilericiler, yenilenebilir enerji sektörü ve mevcut düzenin temsilcileri de Trump ve muhafazakâr güçlerin geri dönüşüyle hüsrana uğramış durumda. Trump’ın geri dönüşünün, azınlık ve göçmen haklarını kısıtlaması ve ABD siyasetinde Trump’ın etkisinin derinleşmesine yol açması bekleniyor. Cinsel özgürlük ve genişleyen trans hakları hareketleri gibi ilerici sosyal hareketlerin sert baskılarla karşılaşacağı öngörülüyor, ayrıca yeşil ve temiz enerji girişimlerinin ivmesi de durabilir. Mevcut düzenin temsilcileri, Trump yönetiminin Amerikan hukuk sistemini daha da zorlayarak süper-yürütme yetkileri oluşturma peşinde olmasından endişe ediyor.
ABD’deki izolasyonist gruplar ise bu seçim sonucunu Biden’ın küreselci yaklaşımının reddi ve Trump ile Cumhuriyetçilerin dünya görüşünün yeniden zaferi olarak kutluyor. “Yeniden Büyük Amerika” ve “Önce Amerika” söylemleriyle, ABD’nin değerler temelli ittifaklardan ve uluslararası sorumluluklardan uzaklaşarak ticaret ve kendi çıkarlarını ön planda tutan bir rotaya gireceği tahmin ediliyor. Bu da, dünyanın önde gelen gücünün geleneksel sorumluluklarını azaltarak Amerikan hegemonyasının gerileme sinyallerini verebilir.
Buna karşılık, küreselciliğin savunucuları derin bir endişe içinde. Trump’ın ilk dönemi, küreselleşmeyi, ittifak ağlarını ve Amerika’nın Batı dünyasındaki liderliğini sarsmıştı. Biden yönetimi tarafından bu unsurları yeniden tesis etmek için kaydedilen mütevazı ilerlemenin de şimdi tersine dönmesi muhtemel, bu da Pax Americana (Amerikan Barışı) fikrinin savunucularını büyük hayal kırıklığına uğratıyor.
Amerika’nın uluslararası müttefikleri de Trump’ın siyasi yönelimleri ve geçmişteki eylemlerini bildiklerinden, tepkilerinde bölünmüş durumda. Birçok kişi, “Trump 2.0” döneminde ABD politikalarının daha da radikal ve kutuplaştırıcı bir yöne kayacağından endişe ediyor. Demokrat yönetimlere özgü uzlaşı ve ılımlılık yaklaşımının artık yerini daha sert bir çizgiye bırakması ihtimali, bu endişeleri artırıyor.
Özellikle, Trump ile benzer ideoloji ve liderlik özelliklerine sahip bazı ABD müttefikleri ve ortakları ise onun dönüşünü memnuniyetle karşılıyor. Avrupa’da, aşırı sağ hareketler ve AB karşıtı görüşler (Euroskeptikler) bu durumdan özellikle hoşnut. Beyaz üstünlüğü, azınlık karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı ve çevreye dönük girişimlere direnç gibi ortak görüşleri, Trump’ın politikalarıyla büyük ölçüde örtüşüyor. Trump’ın Brexit’i desteklemesi ve ilk zaferi, Avrupa’daki aşırı sağ güçleri cesaretlendirmişti; şimdi ise zaferle Beyaz Saray’a dönüşü, bu grupları daha da canlandırarak, neo-faşist hareketlere yeni bir enerji ve ivme kazandıracak gibi görünüyor.
Trump’ın iktidara dönüşü, onun ideolojik tarzını yansıtan Güney Amerikalı liderler tarafından büyük ihtimalle coşkuyla karşılanacak. Bu liderlerin başında, bir yıl önce göreve gelen ve sık sık “Arjantin’in Trump’ı” olarak anılan Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei ile, iki yıl önce görevden ayrılan ancak siyasi geri dönüş planlarını kararlılıkla sürdüren Brezilya’nın eski devlet başkanı Jair Bolsonaro geliyor. Her iki lider de Trumpizmin yeniden yükselişinin, Latin Amerika genelinde kendi siyasi etkilerini ve yönetim modellerini güçlendireceğine inanıyor.
Buna karşılık, geleneksel Avrupa düzeninin temsilcileri, küreselciler, AB entegrasyonunu savunanlar ve transatlantik ilişkilerin destekçileri, Trump’ın dönüşünü endişeyle izliyor. Trump’ın önceki başkanlık döneminde Avrupa Birliği’ni zayıflatması, aşırı sağ hareketleri cesaretlendirmesi, NATO üyelerine savunma harcamalarını artırmamaları durumunda ittifaktan çekilme tehdidiyle baskı yapması ve pek çok çok taraflı anlaşma ile uluslararası sözleşmeden tek taraflı olarak ayrılması hâlâ hafızalarda. Özellikle Kovid-19 pandemisi sırasında Trump’ın Avrupa ile hava ve deniz bağlantılarını keserek geleneksel müttefiklerini adeta yüzüstü bırakması, Avrupa’da unutulmuş değil. Günümüzde Avrupa liderleri, Trump’ın dönüşüyle iki yeni endişeyle karşı karşıya: Trump, Avrupa ile bir ticaret savaşı başlatmak için gümrük vergileri uygulayabilir ve Avrupa ülkelerini ABD’den yüksek fiyatlarla petrol ve doğalgaz almaya zorlayabilir.
Avrupa’daki Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili tepkiler de benzer şekilde karmaşık. İkinci bir Trump yönetimi, ABD-Rusya, ABD-Avrupa ve Rusya-Avrupa ilişkilerinin dinamiklerini değiştirebilir; bu da NATO’nun çatışmaya müdahil olma derecesini azaltarak Avrupa’nın askeri yükümlülükleri daha bağımsız bir şekilde üstlenmesini gerektirebilir.
Rusya ise Trump’ın dönüşünü büyük ihtimalle memnuniyetle karşılayacaktır. Trump, daha önce Başkan Vladimir Putin’in güçlü liderlik tarzına hayranlığını dile getirmiş ve Rusya-Ukrayna savaşına hızlı bir çözüm bulmayı savunarak ABD-Rusya ve Avrupa-Rusya ilişkilerinin normalleşmesini amaçladığını ifade etmişti. Eğer Trump, Ukrayna’ya yapılan askeri yardımı azaltır veya Avrupa ülkelerini Ukrayna’nın çıkarlarını feda etmeye zorlarsa, şu anda savaş alanında avantaj sahibi olan Rusya, zafer yolunda daha hızlı ilerleyebilir. Bu ihtimali gören Avrupa ülkeleri, ABD’nin desteğinin azalması durumunda ortak savunma sağlamak amacıyla Ukrayna ile güvenlik anlaşmaları imzalamaya başladı bile.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, kendisini bir kez daha “en karanlık saatlerinde” bulabilir. Trump’ın kısa süre önce ortaya çıkan “barış planı”, askeri yardımı sürdüreceğini vaat etse de Rusya ile Ukrayna arasında 1280 kilometre uzunluğunda bir askerden arındırılmış bölge oluşturulmasını ve Ukrayna’nın önümüzdeki 20 yıl boyunca NATO’ya katılmasının yasaklanmasını öngörüyor. Kore Ateşkes Anlaşması’na benzer bir ateşkes modeli çerçevesinde, iki tarafın mevcut cephe hatlarında çatışmaları durdurması ve uzun süreli bir çıkmaza girilmesi söz konusu olabilir.
ABD’nin Orta Doğu’daki ortakları da Trump’ın dönüşüne ilişkin bölünmüş durumda, fakat bu bölgede net bir kazanan ve memnuniyetsiz birkaç taraf bulunuyor. Bugünkü Orta Doğu, dört yıl öncesinden oldukça farklı; bölge ülkeleri giderek daha fazla özerklik arayışında ve artık yalnızca ABD’nin müdahalesine bel bağlamak yerine, İslam içi diyalog ve uzlaşmayı ön planda tutuyorlar; İsrail bu durumun istisnası olarak öne çıkıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve güçlü İsrail aşırı sağı, Trump’ın yeniden seçilmesini kuşkusuz büyük bir memnuniyetle karşılıyor. Trump’ın İsrail’e olan güçlü desteği ve İran ile Filistin’e karşı beslediği düşmanlık, İsrail’in Washington’da güvenilir bir müttefik bulacağına işaret ediyor. Bu destek, bölgede Demokrat yönetimin sabrının azaldığı bir dönemde İsrail açısından kritik bir önem taşıyor. Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle İsrail’in, ABD desteğini maksimum düzeyde kullanarak pek çok stratejik cephede hedeflerine daha güvenle ulaşması bekleniyor. Trump, ABD’yi Orta Doğu çatışmalarına doğrudan dâhil etmeye istekli olmasa da İsrail’in karşıtlarını taviz vermeye zorlamak için baskı taktikleri uygulayabilir.
Filistinliler için ise Trump’ın dönüşü, sıkıntılarının daha da derinleşmesi anlamına geliyor. Filistinliler, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasını, “Yüzyılın Anlaşması” ile onları dışlamasını, Filistin Kurtuluş Örgütü ile diplomatik ilişkileri düşürmesini, iktisadi ve insani yardımı askıya almasını ve UNRWA’dan, örgütün Filistin yanlısı duruşu nedeniyle çekilmesini hâlâ hatırlıyor.
İran da Trump’ın dönüşüyle artan askeri, diplomatik ve iktisadi baskılarla karşı karşıya kalacak ve İsrail ile doğrudan bir çatışma ihtimali yükselecek. İran halkı, Trump’ın ilk döneminde Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) çekilmesini ve sonrasında uygulanan sıkı yaptırımları unutmuş değil. 2020’de Trump’ın talimatıyla İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanı General Kasım Süleymani’nin hedef alınarak öldürülmesi ve buna misilleme olarak ABD’nin Orta Doğu’daki üslerine yapılan füze saldırıları, İran’ın kolektif hafızasında derin izler bıraktı.
Suudi Arabistan ise Trump’la görece sıcak ilişkisine rağmen, dönüşü konusunda sevinçten ziyade endişe taşıyabilir. Riyad, Filistin davası konusunda pragmatizm ile ahlaki sorumluluklar arasında karmaşık bir ikilem yaşıyor. Krallık, İsrail’den uzak durmayı ve İran’la yakınlaşmayı seçmiş durumda. Ayrıca Suudi Arabistan, ABD’nin baskısıyla “nakit kaynağı” gibi muamele görmekten ve Amerikan silahlarını satın almaya zorlanmaktan endişe ediyor ki bu, Trump’ın ilk döneminde sık sık karşılaşılan bir durumdu. Trump’ın ABD’nin enerji ihracatını artırarak piyasayı petrol ve doğalgazla doldurma planları da yeni bir Amerikan-Suudi enerji rekabeti potansiyelini artırabilir ve ilişkilerde daha fazla gerginliğe yol açabilir.
Asya-Pasifik bölgesinde de tepkiler karmaşık, hatta ABD’nin bazı müttefikleri arasında bile bölünme söz konusu. Trump, Biden’a kıyasla ortaklık yerine kazancı önceleyen bir yaklaşım sergiliyor; ABD’nin iktisadi ve ticari çıkarlarına daha fazla odaklanarak, askeri ittifakları ve jeostratejik taahhütleri ikinci planda tutuyor.
Kuzey Kore, Trump’ın dönüşüyle Biden yönetiminin “stratejik ihmal” politikasından uzaklaşılarak üç zirveyle yakalanan diyaloğun yeniden canlanmasını umabilir. Kim Jong-un ile Trump arasında gerçekleşen bu zirveler, ABD-Kuzey Kore ilişkilerinin normalleşmesi adına umut verici adımlar olarak görülmüştü, ancak Kovid-19 pandemisi, karşılıklı güvensizlik ve siyasi değişimler nedeniyle bu süreç tıkanmıştı. Yeni Trump yönetimi, bugüne kadar tamamlanamayan bu diplomatik girişimi yeniden alevlendirebilir.
Güney Kore ve Japonya ise Trump’ın muhtemel politikalarından tedirgin. Trump’ın, müttefiklerinden savunma harcamalarını artırmalarını talep etmesi ve ithal mallara gümrük vergisi uygulaması gibi geçmişteki baskıları, bu ülkeleri ABD-Çin rekabeti karşısında stratejik pozisyonlarını yeniden gözden geçirmeye itebilir ve hassas bir diplomatik denge riskini beraberinde getirebilir.
Avustralya, Yeni Zelanda, Filipinler, Vietnam, Singapur ve Hindistan gibi ülkeler de Trump’ın, transaksiyonel yaklaşımıyla stratejik ortaklıklarını geri plana itmesinden endişe duyuyor. Bu durum, Hint-Pasifik bölgesinde iktisadi çıkarların güvenlik ittifaklarının önüne geçtiği bir dinamik yaratabilir.
Çin ise, her iki büyük Amerikan partisince “birincil rakip” olarak görülüyor ve Trump’ın önceki döneminde uyguladığı agresif stratejilere aşina. Pekin, Trump’ın dönüşüne ne sevinçle ne de endişeyle yaklaşıyor; yeni yönetim değişikliğine sakin bir tutum sergiliyor. Trump’ın askeri angajmanlarda temkinli ama ticaret, teknoloji ve finans alanlarında agresif bir rekabet başlatma eğiliminde olduğu biliniyor. İkinci bir Trump döneminde askeri çatışmalara yol açma ihtimali düşük görünse de iktisadi savaşın tırmanması ve ticari çekişmeler ile Çin yatırımlarına yönelik kısıtlamaların artması beklenebilir.
7 Kasım’da Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Başkan Yardımcısı Han Zheng, başkan seçilen Trump ve yardımcısı J.D. Vance’e tebrik mesajları göndererek Çin’in ikili ilişkilerde tutarlı prensiplerini vurguladı ve diyalog beklentilerini dile getirdi. Trump liderliğinde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl şekilleneceği, dünya barışı ve güvenliğinin belirleyici unsurlarından biri olacak ve küresel ilginin odak noktası haline gelecektir.
ABD’deki liderlik değişimiyle en büyük kayıplardan biri, Tayvan bağımsızlık hareketi savunucuları olabilir. Cumhuriyetçi Parti’nin platformunda Tayvan’a dair savunma taahhütlerinin olmaması dikkat çekiyor. Trump, daha önce Tayvan’dan güvenlik sağlamak için GSYİH’nın yüzde 10’unu “koruma bedeli” olarak talep etmişti; bu, Tayvan’ın güvenliği konusunda da pragmatik ve ticari bir yaklaşımın sinyalini veriyor.
Biden yönetiminin, Tayvan Yarı İletken Üretim Şirketi’ni (TSMC) “Made in America” modeline geçirme çabası, Tayvan’ın temel endüstrilerine zarar verirken, daha fazla zorluğu da beraberinde getiriyor. Trump’la yakın ilişkileri olan ve “Tek Çin” ilkesini destekleyen Elon Musk, kısa süre önce uzay-havacılık tedarikçilerini Tayvan’dan parça alımını durdurmaya teşvik etmişti. Bu adım, Musk’ın Çin pazarına olan bağlılığını yansıtırken, Trump’ın Tayvan politikasının da Musk’ın stratejik çıkarlarına paralel olabileceğine işaret ediyor. Bu durumda, Tayvan bağımsızlık hareketinin önde gelen isimlerinden William Lai gibi liderler, siyasi ve iktisadi olarak büyük bir belirsizlikle karşı karşıya kalacak.
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
AMERİKA2 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
RUSYA5 gün önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA1 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA1 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İsrail’in ‘sekiz cepheli çatışmada’ tuzağa düşürülmesine dair bir inceleme
-
DÜNYA BASINI5 gün önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi