Avrupa
Ürün yerleştirme olimpiyatları sona eriyor

Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez, Doğu Avrupa’da Yolculuk kitabında, savaşın ardından çıktığı bölge seyahatinde Sovyetler Birliği’ne de uğrar. Yıkıma uğramış ülkenin yurttaşları ile konuşurken, biraz da snobca, bu diyarda yaşayanların “reklam” diye bir şeyden haberdar olmadıklarını öğrenerek şaşırır. Işıltılı pazarlama teknikleri, Sovyet düzeninde bilinmemektedir.
Aynı Márquez’i ve “Homo Sovieticus”u bugüne getirip Paris Olimpiyatları’nın orta yerine bıraksaydık, acaba ne hissederlerdi?
Olimpiyat oyunları, 20. yüzyılda büyük oranda amatör sporcuların maharetlerini gösterdikleri bir platformdu. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), amatörlük kriterlerini 70’li yıllarda esnetirken, 1988 itibariyle profesyonel atletlerin de müsabakalarına katılmasına izin veriyordu.
IOC, profesyonel oyuncuların oyunlarda yarışmasına izin vermenin dünyanın en büyük yıldızlarını çekmeye yardımcı olduğunu ve olimpiyatların ticari beklentilerini geliştirdiğini söylüyordu.
Pazarlama şaheseri olarak “Rüya Takım”
Nitekim bunun en büyük meyvesi, 1992 Barselona Olimpiyatları’na damga vuran ABD basketbol takımı “Dream Team” (Rüya Takım) ile alındı. Ünlü NBA oyuncuları Michael Jordan, Magic Johnson, Larry Bird gibi efsanelerin yer aldığı kadro ile birlikte, Amerikan sporlarının “incilerinden” basketbol ve NBA, büyük bir küreselleşme hamlesi başlatıyor ve bunun için olimpiyatları kullanıyordu. 1972’de Sovyetler Birliği’ne tartışmalı bir finalde kaybeden ve o güne kadar kolej oyuncuları ile basketbol yarışına katılan ABD, lejyonerlerini parkeye sürüyordu.
Bugün, Paris Olimpiyatları’nda, on üç NBA oyuncusu Paris’te en çok kazanan 20 sporcu arasında yer alırken, golfçüler ve tenisçiler geri kalanı dolduruyor.
Bu oyuncuların ülkelerini temsil etmek için daha fazla para alıp almadığını merak ediyor olabilirsiniz. Hemen cevap verelim: Hayır, basketbolculara NBA, Uluslararası Olimpiyat Komitesi ya da ABD Olimpiyat ve Paralimpik Komitesi tarafından bazı masrafları karşılamak için verilen burs dışında herhangi bir ödeme yapılmıyor.
Bu oyuncular esas parayı Nike, Under Armour, Adidas ve diğerleriyle yaptıkları ayakkabı sözleşmelerinden elde ettikleri bonuslardan kazanıyorlar.
Spor ayakkabısı şirketlerinin basketbolcu anlaşmalarında “bonusları” var çünkü olimpiyatlara katılım markalarını küresel bir ölçeğe taşıyor.
Örneğin Nike gelirlerinin %58’ini Kuzey Amerika dışında elde ederken, Adidas %76’sını, Under Armour ise %39’unu elde ediyor.
İmzalı spor ayakkabılara sahip oyuncular da telif hakkına sahip oldukları için artan satışlardan faydalanabiliyorlar.
“Rüya Takım” markasının tanıtılmasına yardımcı olan eski NBA uluslararası yöneticisi Terry Lyons’a göre, 1992 ve 1996 olimpiyatlarındaki ABD basketbol takımı lisanslı ürünlerden para kazandı, fakat oyuncular gelirleri hayır kurumlarına bağışladı.
Aralarında Dwyane Wade ve Ray Allen’ın da bulunduğu birçok eski yıldız oyuncu, daha önce NBA oyuncularının olimpiyat basketbol takımına seçildiklerinde elde edilen paradan pay almaları gerektiğini dile getirmişti.
Yine de Olimpiyatlar nihayetinde daha fazla küresel görünürlük için bir platform sağlıyor ve bu da daha değerli ciro anlaşmaları yoluyla daha büyük saha dışı anlaşmalara yol açıyor.
Nike, ABD Olimpiyat takımının kıyafet tedarikçisi ve USA Basketball’un uzun süredir sponsoru olarak oyunlarda her yerde bulunuyor. Olimpiyatlardaki resmi rolü Nike’a Oyunlar sırasında yıldızlarını pazarlama konusunda daha fazla serbestlik sağlıyor ve şirketin yöneticileri USA Basketball ile birlikte seyahat ediyor.
ABD takımında dokuz Nike veya Jordan sporcusu yer alırken, Under Armour (Stephen Curry), Adidas (Anthony Edwards) ve Skechers (Joel Embiid) da ayakkabı listesinde yer alıyor.
Küresel pazarlama mekanı olarak olimpiyat oyunları
Curry Markası pazarlama müdürü Nana Dadzie bir röportajında, “[Olimpiyatlar] tüm dünyanın donup kaldığı bir fırsata sahip olduğunuz en büyük anlardan biridir ve ister yeni bir ayakkabı ister yeni bir renk olsun, dünyanın görmesi için bu fırsattan yararlanalım,” diyordu.
Üstelik Nike dışındaki markaların ABD basketbolcularını pazarlaması, olimpiyatların “en iyi olimpiyat ortaklarının haklarını korumak için” yürürlükte olan yönergeleri detaylandıran Kural 40 nedeniyle şu anda kısıtlanmış durumda.
Forbes’a göre Amerikan takımının kaptanı LeBron James’in tahmini serveti 1,2 milyar dolar. ABD basketbol takımının toplam değeri ise 2,5 milyar dolara yaklaşıyor.
“Kâr amacı gütmeyen” altın yumurtlayan tavuk olarak IOC
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), merkezi İsviçre’nin Lozan kentinde bulunan ve kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu.
Gelirinin %91’ini yayın hakları (%61) ve sponsorluk (%30) satışlarından elde ediyor. 2021’de Tokyo Olimpiyatları ile sona erecek olan son dört yıllık Kış ve Yaz Oyunları döngüsünün geliri 7,6 milyar dolardı.
IOC, gelirinin %90’ını spora geri döndürdüğünü, fakat sporcuların doğrudan sadece küçük bir dilim aldığını söylüyor. IOC 2019 yılında yaklaşık 190 milyon İsviçre Frangı (yaklaşık 200 milyon dolar )maliyetle yeni bir genel merkez açtı. Olimpiyatların düzenlenmesi için gereken faturanın büyük kısmını ev sahibi ülkeler üstleniyor.
Tokyo Oyunları’nın maliyeti resmi olarak 13 milyar dolar olarak açıklanmıştı. Yarısından fazlası Japon devlet kurumları tarafından karşılandı. Olimpiyat maliyetlerini takip etmek zor fakat Japon hükümetinin yaptığı bir denetim, gerçek maliyetlerin listelenenin iki katı olabileceğini öne sürmüştü.
Sporcuların fon sorunu
Amerikan basketbol takımı ve golfçüler bu paralara hükmederken, olimpiyatlara katılan birçok sporcu için esas mesele antrenman ve masrafların nasıl karşılanacağı.
El Cezire’de yer alan bir habere inanacak olursak, pek çok sporcu Olimpiyat yolculuklarını finanse edebilmek için GoFundMe gibi platformlara başvuruyor.
Bu yüksek seviyedeki sporcular için antrenman yapmak tam zamanlı bir iş. Fakat çoğu olimpiyat adayı tüm bu çabalar için kendi masraflarını karşılamak zorunda olduğundan, çalışmak ya da yarışmak arasında seçim yapmak neredeyse imkansız bir durum.(*)
Sadece seçkin birkaç kişi kazançlı bir kurumsal ortaklık kurabiliyor. Örneğin Allianz Life Insurance Company sadece beş Olimpiyat ve Paralimpik sporcuya (engelliler için düzenlenen oyunlar) sponsorluk yapıyor.
Olimpiyatlar için antrenman yapan sporculara ücret ödenmiyor. Fakat oyunlara katılmaya hak kazandıklarında sınırlı burs olanakları var ki bu da başlı başına uzun soluklu bir çaba. Ücretler değişkenlik gösterse de, bazıları ayda birkaç yüz dolara kadar düşüyor. Bu küçük miktarların ötesini sporcular “cepten yemek” durumunda.
El Cezire’nin aktardığına göre, tüm olimpiyat sporcularının yüzde 90’ından fazlası, oyunlardan önce yarışma ücretleri ve üyelik aidatları için 21.700 dolara kadar harcama yaptıklarını bildirdi. Bugünün kuruyla yaklaşık 730 milyon TL’ye tekabül ediyor bu miktar. Tüm ABD’li olimpiyatçıların dörtte birinden fazlası yıllık toplam gelirlerinin 15.000 dolardan az olduğunu bildirmişken, çok daha yoksul ülkelerin sporcuların ne halde olduğunu varın siz hesap edin!
2020’de ABD Kongresi tarafından atanan bağımsız komisyon ABD Olimpiyatları ve Paralimpiklerin Durumu Komisyonunun raporuna göre, Olimpiyat sporcuları yaralanmalar nedeniyle cepten 9.200 dolar harcadıklarını ve yalnızca yüzde 16’sının geri ödendiğini açıkladı.
Mali kısıtlamalar olimpiyat sporcularını, özellikle amatörleri etkiliyor fakat profesyonel atletizm liglerinde yarışanlar gibi diğer üst düzey sporcuları etkilemiyor. Amerikan futbolu gibi sporlarda, resmi bir maçta oynamayan oyuncular bile iyi para alıyor.
Ulusal Futbol Ligleri’nin en son toplu iş sözleşmesine göre, profesyonel Amerikan futbolunda bu yıl antrenman kadrosunda yer alan bir oyuncu için asgari ücret haftalık 16.800 dolar. Major League Baseball’da ise alt liglerdeki oyunculara 2024 sezonu için en az 60.300 dolar ödeniyor.
Kanada örneği: Summer McIntosh, Sarah Mitton’a karşı
Kanadalı 17 yaşındaki fenomen yüzücü Summer McIntosh, Paris Olimpiyatları’nda 3 altın 1 gümüş madalya ile adından söz ettirdi.
Çarşambanın gelişi perşembeden belliydi: Nisan ayındaki 800 metre serbest dünya şampiyonasında McIntosh, 13 yıldır yenilmeyen ABD’li büyük yüzücü Katie Ledecky’i geride bırakarak tüm dünyaya sürpriz yapmıştı.
McIntosh’un antrenörü Brent Arckey, Sarasota Sharks isimli ünlü yüzme okulunun baş antrenörü ve CEO’su (evet, o da CEO). McIntosh, Greg McIntosh ve eski Kanada Olimpiyat takımı yüzücüsü Jill Horstead’in kızı. Ablası Brooke ise bir çift patenci. Yani “ağzında gümüş kaşıkla” doğanlardan.
Bir başka Kanadalı atlet, Sarah Mitton ise 2023 Dünya Atletizm Şampiyonası’nda madalya kazanmadan üç ay önce YouTube’da yaşadığı mali zorlukları anlatıyordu.
27 yaşındaki sporcu Nova Scotia’nın küçük bir kasabasında büyümüştü ve gülle atma dalında yarışmak için dünyayı dolaşıyordu. “Seyahat masraflarımız çok çok yüksek,” diyordu Mitton: “Kadınlar gülle atma sponsorluk tarafında biraz az temsil ediliyor, bu yüzden aradaki farkı kapatmanın yollarını bulmak için başka şekillerde mücadele ediyorum.”
Mitton 2024 Olimpiyatları için Paris’te, maddi sıkıntı çeken onlarca Kanadalı sporcuyla birlikte yarışıyor ve bu yazı yazıldığı sırada finale kalmıştı.
Kanada’da bir sporcu, hükümetin Sporcu Yardım Programı (AAP) aracılığıyla bir kart aldığında, statüsüne bağlı olarak aylık 1.060 ila 1.765 dolar arasında bir ödenek almaya hak kazanıyor.
Sport Canada tarafından kartlandırılması onaylanan bazı sporcular için öğrenim ve ek mali destek de mevcut. En son Olimpiyat/Paralimpik Oyunlarında veya dünya şampiyonalarında madalya kazanan sporcular için ayda 500 dolara kadar ekstra yaşam ve eğitim ödeneği de mevcut.
Sport Canada’nın 2019-20 Yüksek Performanslı Sporcuların Durumu raporuna göre, sporcuların yüzde 75’i AAP’nin en yaygın mali destek kaynağı olduğunu söyledi. Rapora göre, 2014 ve 2009 yıllarında da durum böyleydi ve bunu aile ve/veya il programlarına güven takip ediyordu.
Bu yılın başlarında, CAN Fund’a yaptıkları fon başvurusunun bir parçası olarak 905 sporcu bir anket doldurdu. Sonuçlar ne oldu? Yaz sporu yapan 65 sporcunun yıllık ortalama net geliri -23.142 ila 5.260 dolar arasında değişiyordu!
Kanadalı dalgıç Margo Erlam ve engelli koşucu Mariam Abdul-Rashid gibi bazı sporcular GoFundMe gibi internet sitelerinde kitlesel fonlama kampanyalarına yöneldi. Abdul-Rashid, bağışların seyahatten ekipmana, giriş ücretlerinden yiyeceğe kadar her konuda yardımcı olacağını söyledi.
Madalya alanların durumu: İç güveysinden hallice
Pek çok olimpiyat sporcusu oyunlarda geçirdikleri zamanın karşılığını almazken, madalya kazananlar fena olmayan kazançlar elde ediyor.
Paris Olimpiyatları’nda altın madalya sahibi ABD’liler 37.500 dolar, gümüş madalya sahibi 22.500 dolar ve bronz madalya sahibi 15.000 dolar kazanıyor.
Öte yandan bu, üçüncü sırada yer alan sporcuların, bir kişi için mevcut ABD federal yoksulluk sınırından daha az kazandığı anlamına geliyor. ABD’de kira ödeyebilmek için, altın madalya kazanan bir kişinin en az kazandığının iki katından fazlasını kazanmanız gerekiyor.
ABD, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında olimpiyat para ödülleri için oldukça düşük ödeme yapıyor. Son olimpiyat oyunları sırasında İtalya altın madalya kazananlara 213.000 dolar teklif etmişti. Singapur ise birinciler için 737.000 dolara eşdeğer bir ödeme yaptı.
Singapur Paris Olimpiyatları’nda çıtayı yükseltti ve birincilik kazananlara 1 milyon dolar para ödülü vereceğini açıkladı.
Fakat önceki oyunlara bakıldığında, Singapur tarihinde sadece bir altın madalya sahibi çıkardığı için pek de zararda sayılmaz…
Tayland’da altın madalya kazanan sporcular ömür boyu aylık maaş alıyor ve bu da rekabetçi günleri sona erdikten çok sonra bile finansal güvence sağlıyor. Benzer şekilde Filipinler de nakit ikramiye ve gayrimenkul avantajlarının bir karışımını sunuyor. Ülkenin ilk Olimpiyat altın madalyalı sporcusu Hidilyn Diaz sadece 660.000 dolar nakit para değil, aynı zamanda bir ev ve birkaç apartman dairesi de aldı.
Bazı sporcular için Olimpiyat podyumu eğitim ve istihdam fırsatlarına kapı açıyor. İtalya gibi ülkelerde madalya kazanan sporcular, genellikle ordu veya polis teşkilatı bünyesinde iş garantisi alıyor. Bu, spor günleri sona erdikten sonra istikrarlı bir kariyer yolu sağlarken, spor sonrası hayata yumuşak bir geçiş sunuyor.
Macaristan biraz daha farklı bir yaklaşım benimseyerek madalya kazanan sporculara üniversite eğitimine ücretsiz erişim imkanı sunuyor. Bu avantaj, sporcuların harç yükü olmadan yüksek öğrenim görmelerine olanak tanıyarak onları sporun ötesinde bir geleceğe hazırlıyor.
Paraya para demeyenler de var: 1 – Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve ulusal komiteler
Öte yandan olimpiyat oyunları kimileri için büyük bir para kazanma aracı.
Her oyun sırasında, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) bilet satışlarından, reklam satışlarından ve diğer kalemlerden elde edilen gelirleri bir havuzda topluyor.
IOC kendi payını aldıktan sonra bunun bir kısmı ev sahibi şehirlere ve her ülkenin kendi komitesi de dahil olmak üzere ortak kuruluşlara geri dağıtıyor.
Bu, teoride ABD Olimpiyat ve Paralimpik Komitesi gibi kuruluşların geliri bölüp eğitim programlarına ve sporculara dağıttığı zaman.
Ama işler böyle yürümüyor. Bu ulusal olimpiyat komitelerindeki yöneticiler aslan payını kendilerine ayırıyor.
Örneğin ABD Olimpiyat ve Paralimpik Komitesi CEO’su (yanlış okumuyorsunuz, o bir CEO!) Sarah Hirshland, en son Kış Olimpiyat Oyunlarının düzenlendiği 2022 yılında 1,1 milyon dolardan fazla kazandı. Bu arada, ABD Olimpiyat komitesinin net geliri 61.6 milyon dolardı. Organizasyonun 2022 mali açıklamalarına göre, kayıtlardaki en yüksek ikinci gelir…
Bu rakam, 104,6 milyon dolar net gelir getiren Tokyo 2021 oyunlarının ardından ikinci sırada yer alıyor. Karşılaştırmak gerekirse, Rio De Janeiro oyunlarının yapıldığı 2016 yılında bu meblağ 78,5 milyon dolardı (enflasyondan arındırıldığında 88,9 milyon dolara denk geliyor).
Paraya para demeyenler de var: 2 – Yayıncılar
Etkinlikler yayıncılar için de çok para kazandırıyor.
ABD’de NBC, oyunların özel yayın haklarını elinde bulunduruyor. Medya şirketi oyunlardan önce en az 1,2 milyar dolarlık reklam satışı gerçekleştirdiğini açıkladı.
Olimpiyatların 2032 yılına kadar yayın haklarını elinde bulunduran yayıncı kuruluş rekor gelir bekliyor.
Şirket, oyunlar için dünyadaki en büyük anlaşma olan yayın hakları anlaşmasını 2032 yılına kadar yenilemek için 7,65 milyar dolar ödedi.
Bu rakam, diğer yayıncıların özel yayın haklarına sahip oldukları diğer yüksek profilli etkinlikler için elde ettikleri gelirden önemli ölçüde daha yüksek. Örneğin CBS, Amerikan futbolunun en önemli etkinliği olan Super Bowl için 635 milyon dolarlık rekor bir gelir elde etmişti.
Paraya para demeyenler de var: 3 – Sponsorlar
Reuters’in bildirdiğine göre NBCU Olimpiyat ve Paralimpik Satış Başkanı Dan Lovinger, IOC sponsorlarının reklam harcamalarının 2021’de Tokyo’da düzenlenen bir önceki yaz olimpiyatlarına kıyasla %18 arttığını söyledi.
Aralarında Bridgestone, Coca-Cola, Intel, Samsung, Visa, Toyota ve Procter & Gamble gibi büyük markaların da bulunduğu IOC sponsorları, ünlü olimpiyat halkalarını pazarlama materyallerinde kullanma hakkı için tahminen 100 milyon dolardan fazla ödeme yapıyor.
Mart 2020’de NBCU (NBCUniversal), Tokyo Yaz Olimpiyatları için 1,25 milyar dolarlık reklam sattığını açıkladı. Medya şirketi, pandemi nedeniyle oyunların bir sonraki yıla ertelenmesi üzerine satış sürecini yeniden başlattı.
NBCU’nun Olimpiyatlar sırasında ilk kez markaların reklamlarından 350 milyon dolar gelir elde ettiğini belirten Lovinger, oyunları destekleyen reklamverenlerin sayısındaki artışın olimpiyatlar için olumlu olduğunu sözlerine ekledi.
Oyunların ticarileşmesinde son aşama: Ürün yerleştirme
Financial Times’ta (FT) yer alan habere göre LVMH, Samsung ve Coca-Cola, ürünlerinin olimpiyatların daha önce reklamsız olan bölümlerine sponsorlu olarak yerleştirilmesini sağlayarak Paris Oyunları’nın organizatörleri tarafından benzeri görülmemiş bir ticarileştirmeye işaret etti.
Kazanan sporculara Louis Vuitton tepsilerinde taşınan madalyalarını aldıktan sonra selfie çekmeleri için Samsung akıllı telefonlar hediye edilirken, bazı ülkelerden yarışmacılar açılış töreni sırasında Coca-Cola su markasının altın renkli şişelerini taşıdı.
FT bile, sponsorların markalarının öne çıkarılmasının, daha önce etkinlik ve törenleri izleyenlerin çok az ticari marka görebildiği ya da hiç göremediği olimpiyatlar için bir ilk olduğunu yazma ihtiyacı duyuyor.
Aralarında Coca-Cola ve Samsung’un da bulunduğu 16 küresel şirketten oluşan bir grup, kış ve yaz etkinliklerini kapsayan bir dönem olan 2017-2021 aralığı için dünya çapında özel pazarlama hakları için 2,3 milyar dolar ödedi.
Bu rakam bir önceki aralık için ödenen miktarın iki katından fazla; mevcut döngü için ödenen rakam ise bilinmiyor.
FT’ye göre ürün yerleştirme hamlesi bazı spor yetkilileri arasında tartışma yarattı ve oyunların reklamsız geleneklerini koruyup korumayacağı ya da stadyumlardan formalara ve oyun alanına kadar her şeyin marka taşımak için adil bir oyun olarak görüldüğü diğer küresel spor etkinliklerini takip edip etmeyeceği konusunda tartışmaları tetikledi.
IOC eski pazarlama direktörü Michael Payne, olimpiyat markasını korumak ile ürün yerleştirme konusunda her zaman “sınırları zorlamak” isteyen sponsorlar için yeni fırsatlar yaratmak arasında “çok ince bir çizgi” olduğunu savunuyor.
Payne, LVMH’nin en büyük markası olan Louis Vuitton tarafından üretilen mayoların açılış töreni sırasında birkaç dakika süren bir sekansta öne çıkmasının bazı IOC üyelerini şaşırttığını söylüyor.
Fakat spor kuruluşu USA Fencing’in CEO’su (evet, yine…) Phil Andrews, Paris Oyunları organizatörlerinin mali nedenlerle daha fazla pazarlamaya izin vermeleri gerektiğini düşünüyor.
IOC ve Uluslararası Paralimpik Komitesi’nin “şehirlerin ve vergi mükelleflerinin Oyunlara ev sahipliği yaparken büyük mali sonuçlarla karşı karşıya kalmamaları için gereken erişimi ve finansmanı sağlamak üzere” sponsorlara ihtiyacı olduğunu ileri sürüyor.
Aralarında LVMH’nin de bulunduğu diğer sponsorlar, ev sahibi şehir için yerel ortak olarak imza attı. Fransız lüks mallar grubu, Paris Oyunları’nın son ve en önemli ulusal sponsoru olarak organizasyon komitesinin bütçesine 150 milyon avro destek sağladı.
“Zafer selfie’si”: Bu sevinç, Samsung sayesinde evinize girmektedir
Resmi zafer selfie’si Paris Oyunları’ndaki en yeni uygulama.
Kazanan ülkenin milli marşı çalındıktan sonra bir yetkili madalya kazananların fotoğraf çekmesi için üzerinde olimpiyat markası bulunan Samsung kapaklı bir telefon getiriyor.
Samsung FT’ye yaptığı açıklamada madalya töreni yerleştirmesi için ek bir ücret ödemediğini fakat şirketin geçen yıl IOC ve Paris 2024 ile bu konuyu görüşmeye başladığını söyledi.
Bir sözcü, Paris’ten sonra, “IOC’nin desteğiyle, gelecekteki oyunlar için yenilikçi aktivasyon fırsatlarını keşfetmeye devam edeceğiz,” dedi.
Louis Vuitton Oyunları
Süreç hakkında bilgi sahibi bir kişiye göre, anlaşmanın ana bölümleri LVMH’nin CEO’su ve hakim hissedarı Bernard Arnault, IOC başkanı Thomas Bach ve Paris 2024 organizasyon komitesi başkanı ve eski bir olimpiyat kano şampiyonu olan Tony Estanguet arasında Aralık 2022’de Paris’te yapılan bir toplantıda kararlaştırıldı.
Söz konusu kişi, Temmuz 2023’te açıklanan sözleşmenin, grubun daha sonra açılış töreninin yaratıcı ekibiyle birlikte üzerinde çalıştığı Louis Vuitton gövdeli açılış töreni sekansı da dahil olmak üzere ortaklığın tüm noktalarını kapsadığını söyledi.
Sözleşmede ayrıca madalyaların tasarlanması, taşınması için tepsilerin sağlanması ve madalya takdim edenlerin giydirilmesi de yer alıyordu.
Gerçekten de, Olimpiyatların açılış seremonisinde, meşale turu LVMH’ye ait birkaç otelde durdu, açılış törenindeki ana sanatçılar özel Dior giydi ve şirket diğer faaliyetlerin yanı sıra VIP mekanları için tüm alkolü sağladı.
Gruba yakın bir başka kişi, Arnault’nun açılış töreninden ve LVMH’nin bu törende öne çıkmasından “çok memnun” olduğunu söyledi.
Kano şampiyonu Estanguet bu ayın başlarında yaptığı açıklamada ev sahibi komitenin “yüzde 95’i özel parayla finanse edilen bir kuruluş olduğunu … ve Paris 2024’ün premium ortağı olarak LVMH grubunun ön saflarda yer aldığını” söylemişti.
Ürün yerleştirme nereye kadar gidecek?
Olimpiyatlarda ürün yerleştirmenin ne kadar ileri götürüleceğine ilişkin tartışmalar, organizatörlerin planının temel taşlarından birini ticari gelirin artırılmasının oluşturduğu Los Angeles’taki 2028 Yaz Oyunları öncesinde daha da artacak gibi görünüyor.
Konuya aşina üç kişiye göre, tartışmaya açılan fikirler arasında olimpiyat mekanlarına isim hakkı verilmesi de yer alıyor.
IOC, “[reklam] ortaklarının sporcu ve seyirci deneyiminin yanı sıra oyun operasyonlarını desteklemedeki rolünü tanımak ve Olimpiyat Oyunlarının sahnelenmesini ve Olimpiyat değerlerinin tanıtımını geliştirmek için özgün, organik yollar sağlamanın yollarını aramaya devam ettiğini” söylüyor.
Bunun yanı sıra, sporcuların formalarına reklam alınması da tartışılıyor. Futboldan fazlasıyla aşina olduğumuz formaya reklam meselesi, neyse ki şimdilik olimpiyat oyunlarında “kırmızı çizgiler” arasında yer alıyor. Ama zafer selfie’sinin Samsung “teknolojisi” ile evimize girdiği oyunların ardından buna direnmenin ne kadar mümkün olduğu tartışmalı.
(*) 19. yüzyılda sporun “amatör ruhtan” kurtularak “profesyonel” bir biçim almasını isteyenlerin işçi sınıfı siyasetini temsil edenlerden çıkması şaşırtıcı gelebilir. Öyle ya, bugün sosyalistler “endüstriyel futbol/spor” faaliyetlerinin en büyük muarızları arasında yer alıyor. Öte yandan buradaki mantık fazlasıyla net: Bir spor dalında uzmanlaşmak, başkalarıyla rekabet edebilir hale gelmek için zamana ve paraya ihtiyaç var. İşçilerin buna ne parası, ne de zamanı var; tersine, aristokratlar veya burjuvalar ise ikisine de sahip. Bu nedenle yapılan sporun karşılığında ücret alınması, erken dönem işçi sınıfı siyasetinde önemli bir talep olarak öne çıkar. İşçi sınıfının siyasi ve kültürel kurumlarının yaygınlaşması ile birlikte bu mesele kısmen çözüme kavuştu. Ama en önemli dönüm noktası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve sosyalizmin bir dünya sistemi haline gelerek sporu bir burjuva eğlencesi olmaktan çıkarmasıdır. (yazarın notu)
Avrupa
Fransa ve Norveç: İran’a saldırıların yasal dayanağı yok

Fransa ve Norveç, İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik askeri saldırılarının yasallığını sorgulayarak, saldırıları destekleyen müttefiklerinden ayrıldı.
Fransız lider Emmanuel Macron, pazartesi günü (23 Haziran) Norveç’i ziyareti sırasında gazetecilere verdiği demeçte, “Fransa, İran’ın nükleer silaha sahip olmaması hedefini paylaşsa da, bu saldırıların yasal dayanağı yoktur,” dedi.
Fransa Cumhurbaşkanı, başından beri İran ile olan çatışmadan uzak durmuş olsa da, bu sözleri şimdiye kadarki en sert açıklamaları oldu.
Macron ile birlikte açıklama yapan Norveç Başbakanı Jonas Gahr Store de, ABD’nin saldırılarının “uluslararası hukukun dışında” olduğunu söyleyerek Norveç medyasına daha önce yaptığı açıklamaları tekrar etti.
Bu tutum, bölgeyi daha güvenli hale getirmek için “kirli işi” yaptığını öven Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in tutumuyla çelişiyor. Merz, pazartesi günü Berlin’de düzenlenen bir iş dünyası etkinliğinde bu tutumunu yineledi.
Alman muhafazakâr siyasetçi, “İsrail’in bir hafta önce başlattığı şeyi eleştirmek için bizim ya da şahsen benim hiçbir nedenim yok, aynı şekilde Amerika’nın geçen hafta sonu yaptıklarını eleştirmek için de hiçbir neden yok,” dedi.
Saldırıların “elbette riskli” olduğunu ekleyen Merz, bununla birlikte “durumu olduğu gibi bırakmanın da bir seçenek olmadığını” savundu.
Merz, ABD’nin çatışmaya girmesini de savunarak, savaşın daha geniş bir kaosa dönüşmeyeceğinden “makul ölçüde emin” olduğunu, ama tahminlerde bulunmanın zor olduğunu da sözlerine ekledi.
Daha önce İsrail için “bizim kirli işlerimizi yapıyor” diyen Şansölye, benzer bir söz ederek, “Onlar bizim çıkarlarımıza da uygun bir şey yapıyorlar,” ifadelerini kullandı.
Bugün (24 Haziran) Lahey’de başlayacak NATO zirvesinde savunma harcamalarının artırılması için destek toplamaya çalışacak NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de saldırıları destekledi ve bunların uluslararası hukuku ihlal etmediğini söyledi.
İran’a yönelik saldırılar konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da, Macron ve Merz, Avrupa’yı savunmak için daha yakın işbirliği konusunda hemfikir. Pazartesi günü Financial Times’ta yayınlanan ortak makalelerinde, iki lider Rusya’yı bölgenin güvenliğine yönelik ana tehdit olarak belirttiler.
Macron ve Merz, “Bu zorlu zamanlarda, Almanya ve Fransa, Avrupa ve transatlantik dostlarımız ve müttefiklerimizle birlikte, ortak değerlerimizi ve vatandaşlarımızın özgürlüğünü ve güvenliğini savunmak için birleşik ve güçlü duruyoruz,” diye yazdı.
Avrupa
Avrupa Dörtlüsü, ABD’nin NATO rolünü devralabilir mi?

ABD’nin NATO ittifakında bıraktığı boşluğu Almanya, Britanya, Fransa ve Polonya’nın kapatabileceği öne sürülse de bu grup Amerika liderliğindeki ittifaktan çok daha savunmasız olacak.
Politico’da yer alan analize göre Donald Trump ilk kez başkan olduğunda NATO’dan neredeyse çıkıyordu; şimdi yeniden göreve geldi ve “her zamankinden daha öngörülemez.”
Bu hafta Lahey’de bir araya gelecek NATO liderleri, ABD ‘aşkanının Ukrayna’yı terk edeceğinden endişeli. Onu yatıştırmak ve Rusya karşısında Avrupa’yı yalnız bırakmamasını sağlamak için büyük bir savunma harcaması artışını kabul etmeleri bekleniyor.
Politico’ya göre Avrupa’nın sorunu, ABD’nin daha az müdahalesini gerçekten telafi edebilecek belirgin bir ülke veya Almanya, Britanya, Fransa ve Polonya gibi bir ülke grubu olmaması.
Ayrıca Avrupa ülkeleri, her biri büyük mali, askeri ve siyasi zorluklarla karşı karşıya.
‘ABD oyun alanına düzen getiriyordu’
Üst düzey bir Fransız askeri yetkili, “Amerikan liderliğinin avantajı, o kadar üstün, büyük ve iyilikseverdi ki kimse buna itiraz edemiyordu: Oyun alanına düzen getirdi, kararların kim tarafından alındığına dair hiçbir şüphe yoktu” diyor.
Washington’un NATO veya Avrupa güvenliğinin arkasındaki itici güç olmadığı bir durumda, “artık gerçek bir alfa erkek kalmaz” diye ekleyen Fransız yetkili, “Başka hiç kimse güç kullanarak üstünlüğünü iddia edemez,” ifadelerini kullanıyor.
Politico ve WELT, ondan fazla mevcut ve eski Avrupalı ve Amerikalı politika yapıcı, askeri yetkili ve akademisyenle, Amerika’nın rolünün azalması durumunda NATO ve Avrupa güvenliğinin nasıl olacağı konusunda konuştu.
Herkes ABD’nin NATO’dan gerçekten çekilmesinin olası olmadığını vurgularken, askeri ittifakın değişmesi gerektiği ve bunun diğer ülkeleri daha fazla liderlik rolü üstlenmeye itebileceği konusunda geniş bir mutabakat var.
Bu arada, müttefik liderler Trump’ın Lahey’den mutlu ayrılmasını sağlamak için ona karşı dikkatli davranacaklar.
Eski Litvanya Dışişleri Bakanı Gabrielius Landsbergis, “ABD’nin Avrupa’da kalacağını ve karşılıklı savunma taahhüdünü teyit edeceğini ummak yerine, bir nedenden ötürü ABD’nin orada olmaması veya beklediğimiz şekilde davranmaması durumunda bunun nasıl işleyeceğini düşünmeliyiz,” uyarısında bulundu.
Avrupa’da değişim kaçınılmaz
Avrupalılar on yıllardır ABD’ye güveniyordu. Washington’un konvansiyonel ve nükleer silahları, ortak askeri, iktisadi, siyasi ve kültürel bağlara dayanan transatlantik ittifakta temel “güvenlik” sağladı.
Politico’ya göre tüm bunlar şimdi değişiyor ve Avrupa’yı kendine bazı zor sorular sormaya zorluyor.
ABD yönetimi, Rusya’nın önümüzdeki beş yıl içinde NATO topraklarına saldırı düzenleyebileceği endişelerinin artmasına rağmen, Avrupa’da konuşlanmış bazı ABD askerlerinin başka yerlere yeniden konuşlandırılıp konuşlandırılmayacağını değerlendirmek için bir inceleme yürütüyor.
Washington, NATO’ya bağlı kalacağını ısrarla vurguluyor fakat değişiklikler kapıda. ABD’nin NATO Büyükelçisi Matthew Whitaker, NATO zirvesinden sonra müttefiklerle ABD askerlerinin azaltılması konusunda görüşmelere başlayacaklarını söyledi.
Ayrıca, müttefikler ordularına yeterli miktarda para yatırdığı sürece ABD’nin NATO’nun ortak savunma maddesi olan 5. maddeye bağlı olduğunu da belirtti.
Birçok Avrupa başkentinde, ABD’nin güvenilir bir müttefik olmayabileceği fikrine karşı isteksizlik var. Landsbergis, “Bu birçokları için rahatsız edici bir konu. Bunu konuşma fırsatına sahip olduğum için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum, çünkü bakan olduğum zamankinden daha özgürüm. Birçok kişi, bu konuyu açarsan NATO’yu zayıflatırsın diye düşünüyor,” diye konuşuyor.
Doğu Avrupa’da ABD’ye ihtiyaç sürüyor
Rusya’ya ne kadar yakın olunursa, Amerika ve onun askerleri, tankları, savaş uçakları, füzeleri, ağır yük taşıma kapasitesi ve nükleer silahlarının buradan ayrılmayacağına dair ısrar o kadar güçlü oluyor.
Polonya Savunma Bakan Yardımcısı Paweł Zalewski, “Amerikalıların NATO kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini teyit edebilirim. Aramızdaki iletişim ve işbirliği çok iyi. Trump’ın söylemleri, Avrupalıları kendi kıtalarının savunmasına daha fazla yatırım yapmaya ikna etmeyi amaçlıyor. Bu işe yarıyor ve Polonya olarak bundan memnunuz,” diyor.
Birçok Avrupalı da Trump’ın bu tavrının geçip transatlantik ilişkilerin geçmiş on yıllardaki alışılagelmiş düzene döneceğini umuyor.
SIPRI’den Kunz, “Avrupalılar arasında sorunun boyutu ve süresi konusunda anlaşmazlık var. Hâlâ, 2028’de Beyaz Saray’a iyi bir adamın dönmesiyle normale dönebileceğimiz veya Trump ile anlaşmalar yapabileceğimiz için hemen bir B planı düşünmenin anlamsız olduğunu düşünenler var,” iddiasında bulunuyor.
Başkentlerin, Avrupa’nın güvenliğinde ABD’nin daha az rol oynadığı bir geleceği düşünmek istememelerinin birçok nedeni var. Yetkililer, bu konuyu kamuoyunda tartışmanın bile “Putin’e karşı zayıflık” izlenimi verebileceğini savunuyor.
Bunun nedenlerinden biri, ABD’nin askeri teçhizatını ve desteğini ikame etmenin ne kadar zor olacağı. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün (IISS) geçen ay yayınlanan bir araştırmasına göre, ABD silahlarının ve 128.000 askerinin aynı özelliklere sahip muadilleriyle değiştirilmesinin maliyeti 25 yılda yaklaşık 1 trilyon dolara ulaşacak.
En acil bağımlılıklar, uydular, derin vuruş kabiliyetleri, havada yakıt ikmali ve taktik nakliye gibi kritik öneme sahip unsurlar.
Alman Hıristiyan Demokrat milletvekili Norbert Röttgen, “Amacımız NATO içinde ABD’nin yerini almak değil, onu daha fazla Avrupa kapasitesiyle tamamlamaktır. Güvenilir bir nükleer caydırıcılık gibi bazı ABD kapasiteleri, Avrupalılar tarafından uzun yıllar boyunca sağlanamazdı,” diyor.
Bu konudan kaçınmanın diğer bir nedeni de, Politico’ya göre, “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” korkusu: Avrupa öne çıkıp kıtanın savunma yükünün çoğunu üstlenirse, bu ABD’nin NATO’daki rolünü daha da azaltması için bir bahane olabilir, ki bu da çoğu Avrupalının istemediği bir durum.
Eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, “ABD’nin Avrupa’dan ayrılma olasılığı söz konusu olduğunda, bu gelişmeyi hızlandıracak hiçbir şey yapmamalıyız,” diyor.
Polonya ve Litvanya gibi ön saflarda yer alan ülkelerin yanı sıra, Birleşik Krallık da kendi stratejik çıkarları ile ABD’nin çıkarları arasındaki farklılıklar konusunda herhangi bir tartışmayı kesintiye uğratma konusunda özellikle katı bir tutum sergiliyor.
İngiliz bakanlar ve yetkililer, kamuoyunda ve özel görüşmelerde, ABD’nin NATO’ya bağlılığının tam olduğunu vurgularken, Avrupa ülkelerinin kendi savunmaları konusunda daha fazla sorumluluk alması gerektiğini kabul ediyor.
Örneğin savunma alanında deneyimli bir İngiliz milletvekili, Amerika’ya karşı “dikkatli” davranılması gerektiğini söylüyor.
Öte yandan birçok eski ve mevcut Avrupalı yetkili, Avrupalıların her türlü senaryoya hazırlıklı olması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor.
Fischer, “İki yol üzerinde düşünerek hazırlık yapmalıyız: biri Amerika ile, diğeri sadece Avrupa ile,” diye uyarıyor.
Avrupa koalisyonu mümkün mü?
NATO’nun geleceği hakkındaki tartışmaların çoğunda, Amerika’nın yerini almanın ortak bir çaba gerektireceği kabul ediliyor.
Geri çekilen Amerika’nın yerini almaya yönelik ilk örneklerden biri, Kiev’e askeri yardımı koordine etmek için ABD tarafından kurulan gayri resmi bir oluşum olan Ukrayna Savunma Temas Grubu. Washington, Trump döneminde grubun liderliğini bıraktı ve şu anda Almanya ve İngiltere ikilisi tarafından yönetiliyor.
Bir diğer örnek ise, ateşkes durumunda Ukrayna’ya güvenlik garantisi sağlamak için Londra ve Paris’in öncülüğünde kurulan “istekliler koalisyonu.”
Bu, hiçbir Avrupa ülkesinin, savaştan bu yana ABD’nin yaptığı gibi Avrupa güvenliği konusunda tek başına liderlik iddiasında bulunamayacağını gösteriyor.
Fischer, Politico ve WELT’in görüştüğü çoğu kişinin görüşünü yineleyerek, “Fransa, İngiltere, Almanya, Polonya; bunlar belirleyici faktörler olacak. Küçük Baltık ve İskandinav ülkeleri de önemli bir sese sahip olacak,” diyor.
Eski milletvekili ve eski Fransız savunma bakan yardımcısı Jean-Louis Thiériot’ya göre, ABD’nin liderlik rolündeki azalmayı telafi etmek için “genellikle bir koalisyon senaryosu içinde” bulunuyorlar.
Ne var ki eski milletvekiline göre Almanya, Fransa ve Polonya’dan oluşan Weimar Üçgeninin ötesine geçip bu koalisyonu İngiltere’yi de içerecek şekilde genişletmek çok önemli, dedi.
Milletvekili, dört ülkenin her birinin masaya kendi varlıklarını getireceğini açıkladı: Paris ve Londra nükleer güçler, Berlin iktisadi ağırlık merkezi, Varşova ise Rusya tehdidini çok iyi anlıyor ve Avrupa’nın en büyük ordusuna (Türkiye hariç) ve gayri safi yurtiçi hasılanın en yüksek savunma bütçesine sahip NATO ülkesi.
Ne var ki her ülke aynı zamanda zayıf halka da olabilir. Liderlik rolünü üstlenmeye en istekli iki ülke olan Fransa ve İngiltere’nin savunmaya harcayacak parası olup olmadığı belirsiz.
Fransa’nın kamu maliyesi çok kötü durumda ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin savunma harcamalarını nasıl artıracağını hâlâ açıklamadı. Ayrıca, Fransa’nın NATO’ya tam bağlılığı oldukça yeni ve ön saflardaki ülkelerle güven ilişkisi hala gelişme aşamasında.
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer de benzer bütçe baskıları altında ve aynı zamanda bir güvenilirlik sorunu ile karşı karşıya. İngiliz RUSI düşünce kuruluşunda araştırmacı Ed Arnold, 2025’te kurulacağı vaat edilen yeni kara kuvvetleri tümeninin 2030’a ertelendiğini hatırlatarak, “Sorun her zaman NATO’ya çok şey vaat etmemiz, ama vaatlerimizi yerine getirmememiz olmuştur,” diyor.
Geleneksel olarak Amerika yanlısı Polonya, Trump yönetimine bir köprü görevi görebilir, fakat milliyetçi-muhafazakâr Hukuk ve Adalet’in (PiS) desteklediği Karol Nawrocki’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki zaferi, Başbakan Donald Tusk’ı zayıflattı.
Tusk’ın hükümeti, 2027’deki parlamento seçimlerine kadar sürekli bir kriz içinde kalacak ve iç siyasi felç, dış politikada daha az ağırlık kazanmasına neden olacak.
Polonya, artan savunma harcamalarının yol açtığı hızlı büyüyen bütçe açığı nedeniyle de alarm zillerini çalıyor.
Almanya’ya gelince, Şansölye Friedrich Merz’in, seçim kampanyasında ABD’den daha fazla özerklik gerektiğine dair büyük açıklamalara rağmen, liderlik rolünü üstlenme konusundaki siyasi iradesine şüpheler var.
‘Popülist dalga’ Avrupa’yı sararsa işler sarpa sarabilir
Daha önce bahsedilen Fransız askeri yetkili, Fransa, İngiltere ve Almanya’daki popülist, sağ partilerin liderlerine atıfta bulunarak, “Bugün Macron, Starmer ve Merz ile işe yarayan şeyler, yarın Marine Le Pen, Nigel Farage ve Alice Weidel ile işe yaramayabilir. Bugün olduklarının tam tersi haline gelebilecek ülkelerle nasıl bir şey inşa edilebilir?” diye soruyor.
Alman Marshall Fonunda araştırma görevlisi Gesine Weber, “Herkes bunun [işbirliği için] bir fırsat penceresi olduğu konusunda hemfikir, ancak iki nükleer gücün iç siyasi gidişatı, diğer Avrupalıları onların gelecekteki güvenilirliği konusunda şüpheye düşürüyor,” diyor.
Fakat bu durumun mevcut Avrupalı liderlerin birlikte çalışmasını engellememesi gerektiğini de ekliyor.
Weber, “Avrupalılar için önemli olan, Fransa veya Birleşik Krallık’taki gelecekteki hükümetlerin savunma ittifaklarına daha az bağlı olacağından korkarak felce uğramamak. Ölümden korktukları için intihar etmemeleri çok önemli,” diye belirtiyor.
Avrupa
Asya Altyapı Yatırım Bankası, Londra’da şube açmak istiyor

Trump yönetimi Çin’e karşı sert bir tutum sergilerken, Çin liderliğindeki Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) bu yıl Londra’da ilk Avrupa ofisini açmayı planlıyor.
2013 yılında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) kapsamında kurulan ve merkezi Pekin’de bulunan AIIB, yeni Londra ofisini bankanın küresel kalkınma projelerini desteklemek için fon sağlamak amacıyla kullanmayı hedefliyor.
Bu hamle ABD-Birleşik Krallık ilişkileri düşünüldüğünde oldukça tartışmalı olabilir. Başbakan Keir Starmer, bir yıl önce iktidara geldiğinden beri Çin ile ilişkileri yeniden kurmak için çalışıyor.
Fakat geçen ay ABD ile imzalanan ticaret anlaşması, Donald Trump’ın küresel güçle sürdürdüğü ticaret savaşı nedeniyle Londra’yı Pekin ile ticaretini kısıtlamaya zorlayabilecek hükümler içeriyor.
Britanya-Çin finans bağlantısı ABD’nin hoşuna gitmeyecek
Chatham House’da Çin uzmanı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews POLITICO’ya yaptığı açıklamada, “Trump yönetiminin, ticaret konusunda Çin’e karşı ABD ile aynı çizgiye gelmesi için Birleşik Krallık’a uyguladığı baskı göz önüne alındığında, Londra’da bir AIIB merkezinin kurulmasını hoş karşılayacağını sanmıyorum,” dedi.
AIIB, KYG’nin bir aracı olduğu yönündeki iddiaları kesin bir dille reddediyor. KYG, Asya, Avrupa ve Afrika arasında ticaret yolları kurma çabasının bir parçası olarak eski “İpek Yolu”nu örnek alıyor, fakat eleştirmenler bunu Pekin’in dış politika hedeflerini yürüttüğü bir araç olarak görüyor.
Bir AIIB sözcüsü, “Projelerimizden bazılarının müşterilerimiz tarafından KYG ile ilgili projeler olarak tanımlanabileceğini kabul ediyoruz, fakat bu projeler öncelikle Çin hükümeti tarafından değil, müşterilerimiz tarafından finansman için bize sunuldu,” dedi.
Neden Londra?
AIIB’nin Londra merkezi, bankanın küresel kredi projelerini destekleyecek özel yatırımcılar ararken, yıl sonundan önce açılması ve 5 ila 10 çalışandan oluşması bekleniyor.
Londra’nın bankacılık ve varlık yönetimi referansları, derin sermaye havuzları ve Kuzey Amerika ile Asya arasındaki saat farkı, onu Batı ve Doğudaki yatırımcılar arasında bir köprü haline getiriyor.
Başka bir kaynak, Londra’nın Frankfurt, Lüksemburg ve Paris gibi Avrupa’daki diğer rakip şehirleri geride bırakmasının nedeninin “finansal piyasalara ve diğer önemli saat dilimlerine daha yakın olması” olduğunu söyledi.
AIIB sözcüsü, “Asya ve Avrupa dahil olmak üzere başka yerlerde de az sayıda ek merkez ofis açma olasılığını araştırıyoruz fakat henüz kesin bir karar vermedik,” dedi.
Ayrıca Singapur ve Hong Kong’da da yeni ofislerin açılması bekleniyor.
Brexit, Londra’nın küresel finans merkezi olma konumunu zayıflatmadı
Aralık ayında Londra’da düzenlenen Birleşik Krallık-Çin yatırımcı forumunda konuşan bankanın başkanı ve yönetim kurulu başkanı Jin Liqun, Brexit’in Londra’nın küresel finans merkezi konumunu zayıflattığına dair “hiçbir işaret” olmadığını savundu.
Jin, Londra’nın finansal hizmetler alanındaki “karşılaştırmalı üstünlüğünün” azalmadığını belirtirken, Avrupa ofisinin kurulmasının “rakip aday şehirlerle yapılacak müzakerelere bağlı” olduğunu söyledi.
Jin, birkaç hafta önce Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves ile bir araya gelerek planları görüştü. Reeves’in, Jin’in yanında, üst düzey Hazine yetkilileri ve AIIB çalışanları ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşıldı.
Maliye Bakanının Çinli yönetici ile görüşmesi hakkında kamuoyuna bilgi verilmiyor
Hazine Bakanlığı daha sonra, POLITICO’nun toplantının tutanaklarını talep eden bilgi edinme özgürlüğü talebini, “Birleşik Krallık’ın uluslararası ilişkilerine zarar verebileceğini” gerekçe göstererek reddetti.
Hazine Bakanlığı, “Hazine Bakanlığı ve Birleşik Krallık’ın AIIB ile olumlu ilişkilerini sürdürmesi son derece önemlidir ve toplantıyla ilgili bilgilerin açıklanması bu iyi ilişkilere zarar verebilir,” dedi.
Londra, Birleşik Krallıke-Çin ilişkilerinin “Altın Çağı”nda dönemin başbakanı David Cameron’ın liderliğinde çok taraflı bankanın kurucu üyelerinden biriydi.
Hazine Bakanlığı sözcüsü, “Birleşik Krallık, AIIB’nin kurucu üyesi olarak konumunu, güvenli iktisadi büyümeyi teşvik eden yüksek kaliteli altyapı yatırımlarını desteklemek için kullanıyor,” dedi.
AIIB sözcüsü, Birleşik Krallık’ın “bir merkez ofisi barındırmaya ilgi gösterdiğini” söyledi.
AIIB’nin başına ÇKP yöneticisi gelebilir
Boston Üniversitesinde ekonomi okumadan önce Shakespeare üzerine çalışan ve kızı şu anda Londra Ekonomi Okulunda (LSE) çalışan yapan “İngiliz hayranı” Jin, AIIB’deki ilk on yılını doldurmaya hazırlanırken, Londra’daki genişlemeyi denetliyor.
Bankanın üyeleri, 24 Haziran’da Pekin’de yapılacak yıllık konferansta yeni başkan için oy kullanacak.
Oy haklarının yüzde 27’sine sahip bankanın en büyük hissedarı olan Çin, Jin’in halefi olarak eski Maliye Bakan Yardımcısı Zou Jiayi’yi aday gösterdi.
Zou, son olarak Çin Komünist Partisi’nin en üst siyasi danışma organı olan ve önemli politika kararlarını alan kurumun genel sekreter yardımcılığını yapıyordu.
Birleşik Krallık’ın oy hakkı yaklaşık yüzde 3. Hindistan, Rusya, Almanya, Güney Kore ve Avustralya, uzmanların Washington’un hakimiyetindeki Dünya Bankası’na Çin’in cevabı olarak nitelendirdiği bankadaki 110 üye ülke arasında en büyük hissedarlar.
Pekin’den Londra’ya ‘nüfuz operasyonu’ iddiası
Zou’nun adaylığı, Pekin’in bankanın yönetimi üzerindeki etkisiyle ilgili uzun süredir devam eden endişeleri yeniden alevlendirdi.
AIIB’nin eski İletişim Direktörü Bob Pickard, POLITICO’ya verdiği demeçte, “AIIB’nin etkisi ve kredi verme uygulamaları açısından bu bankanın Çin’in bir nüfuz operasyonu olduğunu düşünüyorum,” dedi.
Pickard, bankada 15 ay görev yaptıktan sonra Haziran 2023’te ani bir şekilde istifa etmiş ve kurum içinde “ÇKP üyelerinin birçok önemli pozisyonda güç kullandığını” ileri sürmüştü.
Kanada, birkaç gün sonra AIIB’ye katılımını askıya aldı ve Pickard’ın iddialarına ilişkin soruşturması iki yıl sonra hâlâ devam ediyor.
AIIB, Pickard’ın iddialarını reddetti ve iç inceleme sonucunda “Yönetim Kurulu veya Yönetim’in kararları üzerinde haksız etki olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığını” açıkladı.
AIIB sözcüsü, “Başkan Jin, AIIB’nin bağımsız, çok taraflı bir kurum olduğunu, üyeler tarafından yönetildiğini ve Çin dahil hiçbir hissedara bağlı olmadığını sürekli ve kesin bir şekilde belirtmiştir,” dedi.
Sözcü, “Proje onaylarından liderlik atamalarına kadar her konuda bankanın karar alma süreci, kritik konularda %75’lik çoğunluk dahil olmak üzere geniş bir konsensüs gerektirir. Bu bazen Çin’in veto hakkı olarak görülür, fakat OECD ülkeleri de fiilen veto hakkına sahiptir,” diye ekledi.
Diğerleri ise ÇKP’nin kontrolünün giderek arttığına dair iddiaları reddediyor. Örneğin eski AB Çin Ticaret Odası Başkanı Joerg Wuttke, “Birkaç yıl öncesine kadar, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında onaylanan tek bir proje bile yoktu. Hiçbiri. Çinli şirketler bu durumdan çok öfkeliydi,” dedi.
ÇKP’nin müdahalesi iddialarının “tamamen abartıldığını” söyleyen Wuttke, AIIB Başkanı Jin’in “projeleri siyasallaştırmaktan uzak tutmayı” başardığını ve ayrıca “AIIB’yi [Çin’in] devlet şirketlerinin erişiminden uzak tuttuğunu” savundu.
Azerbaycan, Kazakistan ve Türkiye’ye AIIB kredileri
Fakat Pickard, AIIB’nin küresel altyapı projelerine sağladığı finansmanın, “Çin’in öncelikli ilgi alanındaki ülkelerdeki komşu kredilere çok taraflı saygınlık kazandırarak [Kuşak ve Yol Girişimi]’nin genel etkisini güçlendirdiğini” söyledi.
Pickard, bankanın Vietnam’daki altyapı projeleri için 5 milyar dolarlık taahhüdünü “neredeyse boş bir çek” olarak nitelendirdi ve “Vietnam’ın Washington’a mı yoksa Pekin’e mi yönelmesi gerektiğini belirlemeye çalıştığı kritik bir dönemde [bu oldu],” dedi.
AIIB’nin son kredi kayıtları da KYG ile bağlantılı projeleri gösteriyor. Geçen yıl Azerbaycan’da düzenlenen küresel iklim konferansında, banka 160 milyon dolarlık bir anlaşma imzalayarak iki güneş enerjisi santralinin finansmanını sağladı. Nisan ayında Azerbaycan ve Çin, KYG’nin faydalarını öven Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Stratejik Ortaklık Bildirisi imzaladı.
KYG’den yararlanan Türkiye, geçen yıl AIIB’den 150 milyon dolarlık kredi aldı, Kazakistan ise 2019’da büyük bir rüzgar santrali için 47 milyon dolarlık kredi aldı.
‘ABD ile sürtüşmeye neden olsa bile İngiltere kendi ulusal çıkarlarına öncelik vermeli’
AIIB başkanını tanıyan, finans alanında deneyimli üst düzey bir İngiliz iş temsilcisi, “Londra üzerinden oldukça fazla altyapı finansmanı geçiyor. AIIB için bunun faydası, muhtemelen daha fazla uluslararası anlaşma akışı görecek olmaları,” dedi.
Chatham House’un kıdemli Çin araştırma görevlisi Matthews, “Beyaz Saray’ın endişesi daha çok Birleşik Krallık’ın taraf seçmesi ve ÇKP’nin etkisine maruz kalması olacak,” dedi.
Çin’in gücü artmaya devam ederken, Birleşik Krallık “ABD ile sürtüşmeye neden olsa bile, kendi uzun vadeli ulusal çıkarlarına göre kararlar almalı” diye de ekledi.
Matthews, İngiltere’nin AIIB üyeliğinin devam etmesinin “en azından bankanın nasıl gelişeceği üzerinde bir miktar etki sahibi olmasını sağladığını” ileri sürdü.
Uzman, “Bunun önemli bir parçası, Çin Komünist Partisi’nin doğasını ve AIIB dahil olmak üzere nasıl etki yarattığını net bir şekilde anlamak ve gerektiğinde buna karşı çıkmak,” dedi.
Matthews, “Birleşik Krallık için asıl büyük resim, İşçi Partisi hükümetinin Çin politikasının Trump yönetimi ile ilişkilerine kısa vadeli siyasi etkisi değil, Çin’in giderek daha fazla nüfuz kazandığı bir dünyada iktisadi ve jeopolitik önemini korumak için uzun vadeli stratejik zorluktur,” diye açıkladı.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu6 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Avrupa6 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?
-
Görüş7 gün önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?