Bizi Takip Edin

Amerika

‘City of London, Trump’ın başkan olmasını istiyor’

Yayınlanma

ABD kasım ayında oldukça çekişmeli bir başkanlık seçimine giderken, küresel finansın kalbi olarak görülen City of London’da Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönme ihtimaline karşı belirgin bir coşku var.

POLITICO’da yer alan habere göre, elbette The City için Trump’ın başkanlığı, “küresel ticarete yönelik hoş karşılanmayan korumacı tutumlar” ve “Ukrayna’daki savaşa ilişkin potansiyel olarak kışkırtıcı görüşler” getirebilir.

Bununla birlikte Trump’ın finans konusundaki daha laissez-faire (bırakınız yapsınlar) tutumu, Brexit’in ardından AB’deki işlerinin bir kısmını kaybeden City’nin büyümeye çalıştığı bir dönemde ABD pazarına erişimi teoride daha kolay hale getirebilir.

Daha az finansal düzenleme vaadi ibreyi Trump’a çevirdi

Özgürce konuşabilmek için isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Birleşik Krallık finans lobicisi, “Beyaz Saray’da iyi niyetli bir tutum sergilenebilir. Finansal hizmetler için daha az kısıtlayıcı bir düzenleyici çerçeveye sahip olmak isteyebilecek bir Beyaz Saray’a sahip olabilirsiniz, bu da dolaylı olarak Atlantik boyunca daha fazla finansal akışa neden olabilir,” dedi.

Trump’ın ilk döneminde “öngörülemez” olması, işlerin aynı şekilde devam edeceği anlamına gelmeyebilir. POLITICO’ya göre City of London’daki bazı yetkililer yeni bir görev süresinin potansiyel kaosunu “omuz silkerek karşılıyor.”

Örneğin adının açıklanmasını istemeyen kıdemli bir City avukatı, “Trump daha önce bir kez başkan oldu ve bazı politikaları tartışmalı olsa da dolarda bir yükselişe ya da finans piyasalarında büyük sorunlara yol açmadı,” dedi.

Dahası, bazı City of London sakinleri, Demokratların başkan adayı Kamala Harris’in başkanlığının şu anda büyük bir bilinmez ve “büyük şirketlere saldırıyı” içerdiğini düşünüyor.

Avukat, “Kendisi [Trump] genel olarak iş dünyası yanlısı olarak görülüyor ve bu açıdan bakıldığında City, politikaları muhtemelen iş dünyasına daha az yardımcı olacak olan Kamala Harris’e göre daha olumlu olacaktır,” dedi.

Trump’ın ilk döneminde yaptığı atamalar İngiliz bankerlere güven veriyor

Trump’taki “korku faktörünü” azaltan faktörlerden biri de onun üst düzey düzenleyici rollere yaptığı atamalar. City of London, bunlarda birçoğunun sektörde geçmişi olması nedeniyle atamaları memnuniyetle karşılamıştı.

Birleşik Krallık bankalarını temsil eden UK Finance’in uluslararası ilişkiler direktörü Angus Canvin, “Trump 2016’da kazandığında SEC [Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu], CFTC [Vadeli Emtia İşlemleri Komisyonu] ve FDIC’ye [Federal Mevduat Sigorta Kurumu] sektörümüzden çok yetkin kişileri atadı,” dedi.

Trump’ın 2017-2021 yılları arasındaki başkanlığı döneminde, eski Goldman Sachs yöneticisi Steven Mnuchin ABD Hazine Bakanı olarak atanmıştı. Takas komisyoncusu GFI Group’un eski bir yöneticisi olan Christopher Giancarlo da CFTC’nin başkanıydı.

Özel sermaye yatırımcısı ve Hazine Bakanlığı’nda görev yapmış olan Randal Quarles ise Trump’ın Federal Rezerv’deki en üst düzey bankacılık düzenleyicisi olmuştu.

City yetkilileri, ikinci döneminde de Trump’ın bu tutumunu devam ettirmesini bekliyor. Canvin, “Siyasi atamalar, finansal hizmetler ve daha fazlası için ticaret açısından siyasi gündemi belirliyor,” diye ekledi.

City, Trump’tan finansal hizmetleri serbest ticaret anlaşmasına eklemesini istiyor

City için yeni bir ABD başkandan en büyük beklenti, ABD-Birleşik Krallık serbest ticaret anlaşmasına finansal hizmetlere ilişkin hükümler ekleyebilmek olacak.

Bu fikir Başkan Joe Biden döneminde rafa kaldırılmıştı ve Harris başkanlığında yeniden canlanması pek olası görünmüyor.

Fakat POLITICO’ya göre yeni bir Trump döneminde, belki de ABD’ye finansal hizmet satmak daha kolay hale gelebilir ya da sınırların ötesinde daha iyi işbirliği yapılabilir.

City of London için daha iyi koşullar sağlamak söz konusu olduğunda, ABD’nin istekliliği İngiliz siyasetinin tepesinde kimin olduğundan daha büyük bir faktör olacak, çünkü en azından finansal hizmetler için ABD pazarına, özellikle de New York gibi eyaletlere erişim büyük bir ödül olarak görülüyor.

Britanya’nın yeni “merkez sol” İşçi Partisi hükümeti “popülist” bir Trump başkanlığı ile doğal ideolojik dostlar olmayabilir, fakat eski Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair ve eski ABD Başkanı George W. Bush da öyle olmalarına rağmen yakın müttefiklerdi.

Yeni Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves de Atlantik ötesinde çalışma niyetinin sinyallerini verdi. Görevdeki ilk ayında New York ve Washington’a giderek ABD’nin önde gelen finansör ve yatırımcılarını Birleşik Krallık’taki projeleri desteklemeye çağırdı. Bir numaralı önceliği büyüme olan Reeves, Trump’ın kazanması halinde iki ülke arasındaki ticaret görüşmelerini canlandırmaya çalışabileceğini belirtti.

Kripto piyasasına yönelik iştah da rol oynuyor

Donald Trump’ın son zamanlarda kripto paralara ve borsalara yönelik ilgisi, bir zamanlar bitcoin’i “aldatmaca” olarak tanımlamasına rağmen, Atlantik’in her iki tarafındaki kripto firmaları tarafından memnuniyetle karşılanıyor.

Bir dijital varlık yatırım firması olan KR1’in Londra merkezli genel müdürü George McDonagh, “[İngiltere’de] geçimleri kripto endüstrisine bağlı olan insanların Trump yanlısı olması beni şaşırtmaz,” dedi ve kripto endüstrisinde yer alan pek çok kişinin “tek meseleye odaklanan seçmenler” olduğunu da sözlerine ekledi.

McDonagh, “Birinin mali durumu ile siyaset arasında bu kadar doğrudan bir bağlantı nerede var?” diye sordu.

Yine de bu, şehrin Trump’ın ve onun fevri ve kişisel kararlar alma eğiliminin getirebileceği potansiyel risklere karşı kör olduğu anlamına gelmiyor.

Tek engel Bank of England olabilir

POLITICO’ya göre yine de bu, City of London’ın “Trump ve onun fevri ve kişisel kararlar alma eğiliminin” getirebileceği potansiyel risklere karşı kör olduğu anlamına gelmiyor.

Britanya’da mali sistemin üç sac ayağı bulunuyor: City of London, Maliye Bakanlığı ve merkez bankası Bank of England (BoE).

Merkez Bankası’nın gözü, finansal piyasalarda dalgalanma yaratabilecek ya da herhangi bir ekonomik toparlanmayı rayından çıkarabilecek jeopolitik risklerde.

BoE’nin denetleyici kolu, haziran ayı finansal istikrar raporunda küresel seçimlerle bağlantılı “siyasi belirsizliğin” arttığı uyarısında bulundu.

Raporda, “jeopolitik risklerin birbirleriyle etkileşime girebileceği ve diğer kırılganlıkların kristalleşerek küresel ve Birleşik Krallık finansal istikrarı üzerindeki etkiyi artırabileceği” yönündeki endişeler vurgulandı.

Amerika

Politico: Beyaz Saray İran’ın misillemesinden endişeli

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump, cumartesi gecesi Oval Ofis’te yaptığı konuşmada zafer kazanmış gibi görünse de Beyaz Saray içinde yetkililer İran’ın olası bir karşı saldırısına hazırlandıkları için hava o kadar iyimser değildi.

Trump’ın başkanlığı dönemindeki en önemli askeri harekat olan İran’a Amerikan B-2 bombardıman uçakları gönderme kararı, ABD’yi Trump ve Başkan Yardımcısı JD Vance’in uzun süredir kaçınmaya söz verdikleri türden bir başka Orta Doğu çatışmalarının içine sürükleme tehdidi oluşturuyor.

Politico’ya konuşan bir Beyaz Saray yetkilisi, “Bunun bizi ne kadar uzun süreli bir sürece sürükleyeceğini bilmiyoruz. Şu anda mesajımız, nükleer kapasiteden kurtulmak ve müzakerelere odaklanmak,” dedi.

Beyaz Saray’dan üst düzey bir yetkiliye göre, Trump son birkaç gün içinde, ABD personelini minimum riskle Tahran’ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırmak için nadir bir fırsat yakaladığına dair ikna olmaya başladı.

İkinci bir yönetim yetkilisi ve Beyaz Saray’a yakın bir kaynağa göre, Trump’ın tamamlanmasının ardından “çok başarılı” olarak nitelendirdiği saldırı planları, başkanın İran’ın nükleer tesislerini yok etme çabalarına İsrail’in katılıp katılmayacağına “iki hafta içinde” karar vereceğini açıkladığı sırada zaten hazırdı.

İlk Beyaz Saray yetkilisi, bununla birlikte, başkan gerginliğin azaltılması için umut verirken, askeri seçenekleri de değerlendirdiğini söyledi.

Aynı yetkili, “Çeşitli saldırı paketlerini inceledi ve dar kapsamlı ve özel olarak hazırlanmış bir paketi seçti,” dedi.

Beyaz Saray’ın üst düzey yetkilisi hafta başında, asker göndermeyen ve Amerikan vatandaşlarının hayatını doğrudan tehlikeye atmayan “cerrahi” bir saldırının, önceki yönetimleri uğraştıran uzun ve maliyetli savaşlardan kaçınma yönündeki başkanın taahhüdüne aykırı olmayacağını belirtti. Bu tür savaşlar, zira “Amerikalıların çoğunluğunun orta ve uzun vadede karşı çıkacağı şeylerin ana eksenini oluşturuyor.”

Cumartesi günü yaptığı kısa konuşmada Trump, ABD’nin İran’a yönelik saldırılarının şimdilik sona erdiğini ima etti. Saldırıları gerçekleştiren ABD askerlerine teşekkür eden Trump, onların hizmetlerine artık ihtiyaç duyulmamasını umduğunu vurguladı.

Aynı zamanda, başkan Tahran’ı barış yapmaya çağırdı ve bunu yapmazlarsa İran’ın son sekiz gün içinde gördüğünden “çok daha büyük” bir trajedi ile karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu. İsrail, ülke genelinde askeri ve nükleer tesisleri vurmuştu.

Şimdi çok şey İran’ın saldırıya nasıl tepki vereceğine bağlı. Orta Doğu’da 40.000’den fazla ABD askeri ve savunma bakanlığı sivil personeli bulunuyor ve Tahran misilleme yapmaya karar verirse bu kişiler hedef alınabilir.

Yönetim, İran ve bölgedeki vekil ağının son haftalarda İsrail’in askeri harekatıyla yeterince zayıflatıldığına ve Tahran’ın misilleme yapma ve daha geniş çaplı bir savaşı tetikleme kabiliyetinin sınırlı olacağına dair güvenini artırıyor.

Bir ABD’li yetkili, İran’ın ABD saldırıları sonrasında ya pes edeceği ya da kısa süreli bir diplomatik çıkış yolu bırakacak sınırlı bir misilleme yapacağı ihtimalinin “gerçekçi” olduğunu söyledi.

Yetkili, “Bu, İran için gerçekten bilinmeyen bir alan. Rejim, kurulduğu günden bu yana ABD’nin saldırısını önlemeye çalışıyor,” diye konuştu.

Fakat Politico’ya göre “Trump dünyasında” endişe devam ediyor. Beyaz Saray’daki tartışmalara aşina bir kişi, “Burada tırmanma riski çok yüksek,” dedi.

İran’ın misillemesi sonucu Amerikalıların da dahil olduğu çok sayıda zayiatın olduğu bir olay olursa, “ABD’nin müdahale etmesi için baskının artacağı” düşünülüyor.

Savunma Bakanı Pete Hegseth için, “Baskı hissedecek ve bir şekilde saldırıların Trump’ın iddia ettiği kadar başarılı olduğunu kanıtlamak zorunda kalacak,” diyen bu kişi, Pentagon’un bu yıl, İran’ın nükleer tesislerinin yeraltındaki derinliği ve yaygınlığı nedeniyle, ABD ordusunun bu tesisleri yok etmek için 30 gün süren sürekli saldırılar düzenlemesi gerektiğini değerlendirdiğini söyledi.

Beyaz Saray, İran’a yönelik bombardımanlar hakkında hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat kongre liderlerine önceden bilgi verdiğini söyledi.

Fakat Temsilciler Meclisi ve Senato istihbarat komitelerinin üst düzey üyeleri de dahil olmak üzere Demokratlar, saldırılardan önce bilgilendirilmediklerini söyleyerek tepki gösterdi.

Demokrat Temsilci Jim Himes, “Anayasa’ya göre, ikimiz de savunmaya yemin ettik, bu konuyla ilgilenmem bombalar düşmeden ÖNCE olmalıdır,” diye yazdı.

Duyurudan kısa bir süre önce, Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer, ayrıntılar olmadan “yüzeysel” bir bildirim aldı.

Cumartesi günü, her iki ülkenin diplomatlarına göre, yönetim NATO müttefikleri İngiltere ve Fransa’yı da planlanan saldırılar hakkında bilgilendirdi.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’

Yayınlanma

ABD’nin İran’a yönelik askeri saldırısı, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Partili çok sayıda senatör ve temsilcinin sert tepkisini çekti. Siyasiler, Kongre’den resmi yetki alınmadan gerçekleştirilen saldırının anayasayı açıkça ihlal ettiğini ve ABD’yi Orta Doğu’da felaketle sonuçlanabilecek bir savaşa sürükleme riski taşıdığını belirtti.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İran’a yönelik saldırısı, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Partili çok sayıda Kongre üyesinin sert eleştirilerine neden oldu.

Siyasiler, saldırının Kongre’den resmi bir yetki alınmadan yapılmasının anayasayı açıkça ihlal ettiğini ve ABD’yi Orta Doğu’da felaketle sonuçlanabilecek bir savaşa sürükleme riski taşıdığını vurguladı.

Temsilciler Meclisi’ndeki Demokrat Azınlık Lideri Hakeem Jeffries, İran’a yönelik “darbeye” onay verdiği için ABD Başkanı’nı eleştirerek, “Trump, askeri güç kullanımı için Kongre’den izin almayı başaramadı ve Amerika’yı Orta Doğu’da feci bir savaşa sokma riski taşıyor,” ifadelerini kullandı.

‘Anayasaya aykırı ve yasa dışı bir eylem’

Eleştiriler parti ayrımı gözetmeksizin dile getirildi. Demokrat temsilci Ro Khanna, Trump’ın “Kongre’den hiçbir yetki almadan İran’a saldırdığını” belirtirken, Cumhuriyetçi temsilci Thomas Massie yaşananları “her yönüyle anayasaya aykırı” olarak nitelendirdi.

Demokrat Senatör Bernie Sanders da “Trump’ın yaptığı anayasaya aykırıdır,” diyerek savaş ilan etme yetkisinin anayasal olarak yalnızca Kongre’ye ait olduğunu hatırlattı.

Temsilci Ralph Nader ise kararı “bariz bir anayasa ihlali” olarak tanımlayarak, bu adımın “çok sayıda Amerikan askerinin ölümüne yol açacağı” uyarısında bulundu ve en sert şekilde kınanması gerektiğini söyledi.

Demokrat temsilci Yasmin Ansari, Trump’ın adımını “ABD’yi yasal bir dayanak veya siyasi hesap verebilirlik olmaksızın başka bir savaşa sürükleyebilecek yasa dışı bir askeri eylem” olarak gördüğünü belirtti.

Ansari, “Trump bizi sonu gelmeyen bir savaşa daha sürükleme riski taşıyor,” diyerek Kongre’yi savaş yetkileri kararını oylamak üzere acil toplantıya çağırdı.

İran: Nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin vermeyeceğiz

‘Bizi barışa değil, savaşa yaklaştırıyor’

Saldırının bölgedeki istikrarı daha da bozacağına dikkat çeken temsilciler, barış yerine şiddeti körükleyeceği endişesini dile getirdi.

Demokrat temsilci Summer Lee, İran’ı bombalamanın “bizi barışa değil, savaşa yaklaştırdığını ve milyonlarca insanın hayatını tehlikeye attığını” ifade ederek, Trump’ın “bir kez daha anayasayı çiğnediğini ve yetkisi dışında hareket ettiğini” ekledi.

Temsilci İlhan Omar da askeri “darbelerin” barış getirmeyeceğini, “aksine daha fazla şiddeti körükleyip bölgeyi istikrarsızlaştıracağını” vurguladı.

Bir diğer Demokrat temsilci Bonnie Watson Coleman ise ABD’nin bu son tırmandırıcı adımıyla “halkımıza yönelik yakın bir tehdit oluşturmayan” bir ülkeye savaş açtığını belirtti.

Cumhuriyetçi temsilci Marjorie Taylor Greene ise “Eğer Netanyahu önce İran halkının üzerine bomba atmasaydı, İsrail’e de bomba düşmezdi,” diyerek ABD’nin başka bir dış savaşa dahil olmaması gerektiğini savundu.

Beyaz Saray ve istihbarat kulisleri

Saldırı kararına yönelik tartışmalar yönetim içinde de yaşandı. New York Times gazetesinin Beyaz Saray kaynaklarına dayandırdığı haberine göre, yönetim içinden ve dışından çok sayıda danışman, Trump’ı saldırıdan vazgeçirmeye çalıştı.

Danışmanlar, askeri müdahale yerine İsrail’e istihbarat desteği verilmesini önerse de Trump’ın askeri seçenekte ısrar ettiği bildirildi.

Öte yandan CNN televizyonu, istihbarat komitelerindeki üst düzey Demokratların saldırı hakkında önceden bilgilendirilmediğini, ancak bazı Cumhuriyetçilerin plandan haberdar olduğunu aktardı.

Bu durumun Kongre koridorlarında geniş çaplı bir öfkeye yol açtığı belirtildi. Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi de “Trump’ın İran’a saldırısı ABD’yi bölgesel bir savaşa sürükleyebilir,” açıklamasında bulundu.

Okumaya Devam Et

Amerika

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden Steinbach, İsrail’in gizli nükleer gücünün perde arkasını anlattı

Yayınlanma

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden John Steinbach, Schiller Enstitüsü panelinde İsrail’in gizli nükleer programının perde arkasını anlattı. Steinbach, İsrail’in nükleer cephaneliğinin sadece bir savunma aracı olmadığını, aynı zamanda başta ABD olmak üzere diğer ülkeleri kendi istediği politikalara zorlamak için kullanılan bir şantaj mekanizması olduğunu belirtti.

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden (Hiroshima Nagasaki Peace Committee of the National Capital Area) John Steinbach, Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “True Citizens of Every Nation Demand Peace” (Her Ulustan Gerçek Yurttaşlar Barış İstiyor) başlıklı online panelde, İsrail’in gizli nükleer silah programının tarihini ve mevcut durumunu detaylarıyla anlattı.

Steinbach, İsrail’in nükleer cephaneliğinin, varlığı tehdit edildiğinde tüm dünyayı yok etmeyi amaçlayan “Samson Seçeneği” doktrininin ötesinde, başta ABD olmak üzere diğer ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlamak için aktif bir şantaj aracı olarak kullanıldığını vurguladı.

Steinbach, İsrail’in bugün 100 ila 500 arasında gelişmiş termonükleer bomba ve nötron bombasına sahip olduğunu belirtti. Ayrıca, ABD’nin doğu kıyılarına ve Moskova’nın ötesine ulaşabilen Jericho 1, 2 ve 3 balistik füzeleri ile Almanya tarafından sağlanan ve nükleer kapasiteye sahip en az altı adet Dolphin sınıfı denizaltıdan oluşan sofistike bir fırlatma sistemine sahip olduğunu ifade etti.

‘Asıl amaç ABD’yi zorlamak’

İsrail’in nükleer programının temel amacının, yazar Israel Shahak’ın ifadesiyle “statükoyu İsrail’in lehine dondurmak” olduğunu belirten Steinbach, bu politikanın özellikle ABD’yi hedef aldığını söyledi.

Steinbach, Fransa’nın nükleer programının eski direktörü Francis Perrin’in, “İsrail programının aslında ABD’yi istediklerini yapmaya zorlamak amacıyla tasarlandığını düşündüklerini” söylediğini aktardı.

Bu zorlama politikasının ilk kez 1973 savaşında bariz bir şekilde uygulandığını belirten Steinbach, “İsrailliler, ABD’nin devasa bir hava ikmali yapmaması durumunda nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu. Kissinger ve Nixon istemeyerek de olsa boyun eğdi, hava ikmali gerçekleşti ve dünya nükleer alarma geçti,” dedi.

Nükleer programın kökenleri ve Fransa işbirliği

Steinbach, İsrail’in nükleer programının temellerinin, Holokost’un bir daha asla tekrarlanmaması vizyonuyla David Ben-Gurion tarafından atıldığını ve genç bir bakan yardımcısı olan Şimon Peres’in programın başına getirildiğini söyledi. Programın bilimsel liderliğini ise Ernst Bergmann’ın üstlendiğini ekledi.

Programın 1950’lerin ortalarında ABD’den alınan bir araştırma reaktörüyle büyük bir ivme kazandığını belirten Steinbach, aynı dönemde Fransa ile başlayan işbirliğine dikkat çekti.

Steinbach, “İsrail, Fransız programında tam bir ortaktı. 1950’ler ve 60’ların başındaki Cezayir testlerinin aslında ortak İsrail-Fransız testleri olduğunu anlamalıyız,” değerlendirmesinde bulundu.

Fransa’nın ayrıca Dimona reaktörünün inşasına yardım ettiğini ve tesisin sivil amaçlı bir araştırma reaktörü olarak tanıtılmasına rağmen, bunun bir plütonyum üretim reaktörü olduğunu bildiğini ifade etti.

Kennedy’yi kandıran maket tesis

Dönemin ABD başkanları Eisenhower ve Kennedy’nin İsrail’in nükleer silah edinmesine şiddetle karşı çıktığını ve programdan büyük şüphe duyduğunu belirten Steinbach, Kennedy’nin denetim talebi üzerine İsrail’in başvurduğu aldatmacayı şöyle anlattı:

“İsrail aşırı önlemler aldı. Denetçiler geldiğinde gördükleri her şey tam bir sahtekarlıktı. Onlara hiçbir zaman Dimona kompleksinin gerçek kısımları gösterilmedi, bir maket gösterildi. Denetçiler geri dönüp tesisin sivil amaçlı olduğunu söylediler.”

Steinbach, Kennedy’nin programı durdurmaya kararlı olduğunu ancak kısa bir süre sonra öldürüldüğünü de sözlerine ekledi.

Eski CIA analisti McGovern: İstihbarat ‘İran nükleer silah yapmıyor’ diyor, başkan dinlemiyor

Vanunu’nun ifşaatları oyunu değiştirdi

İsrail’in yıllarca “nükleer belirsizlik” politikası izlediğini ancak Dimona’da teknisyen olarak çalışan Mordecai Vanunu’nun Sunday London Times‘a sızdırdığı fotoğraf ve belgelerin her şeyi değiştirdiğini vurgulayan Steinbach, bu belgeleri inceleyen Manhattan Projesi’nin bomba tasarımcıları Frank Barnaby ve Ted Taylor’ın vardığı sonuçların şok edici olduğunu belirtti.

Steinbach, “O dönemde İsrail’in 200’e yakın nükleer silaha sahip olduğu tahmininde bulundular. Daha da önemlisi, İsrail’in sadece atom bombasına değil, aynı zamanda hidrojen bombasına ve savaş başlıklarıyla kolayca eşleştirilebilecek minyatürleştirilmiş nükleer silahlara da sahip olduğunu belirlediler. Bu, istihbarat camiası için devasa bir başarısızlıktı,” dedi.

Steinbach ayrıca, Güney Afrika ile ortak nükleer testler yapıldığını, program için uranyumun büyük kısmının Güney Afrika’dan, sarı kek uranyumun Almanya’dan sağlandığını ve ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Numec tesisinden de zenginleştirilmiş uranyum kaçırıldığına dair güçlü kanıtlar olduğunu söyledi.

‘UAEA casus yuvasına dönüştü’

Konuşmasının sonunda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı (UAEA) sert bir dille eleştiren Steinbach, kurumun “içinin kof ve bir casus yuvası” haline geldiğini savundu.

Steinbach, “Bu durum, UAEA’nın, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) ve Birleşmiş Milletler’in güvenilirliğini ölümcül bir şekilde zayıflatmıştır,” ifadelerini kullandı.

Steinbach, Mısırlı diplomat Mohamed el-Baradei’nin dürüst bir UAEA direktörü olduğunu ancak ABD’nin onu kasıtlı olarak görevden alarak kurumu bugünkü haline getirdiğini iddia etti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English