Dünya Basını
FP: ABD’nin Husileri caydırma misyonu işe yaramıyor

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD’nin Husilerin İsrail ve Kızıldeniz’deki ticari gemilere yönelik saldırılarını durdurmak için izlediği stratejinin başarısız olduğu ve artık bu strateji yerine liderliğini bölge ülkelerinin üstleneceği yeni bir strateji belirlemesi gerektiğini ileri sürüyor:
***
Askeri tırmanış örgütün terör saldırılarını sona erdirmeyecek.
Beth Sanner ve Jennifer Kavanagh
ABD’nin Husileri caydırma ve geriletme misyonu işe yaramıyor. Militan grup 2024’ün son haftasında İsrail’e ve Kızıldeniz’deki nakliye yollarına yeni bir füze ve İHA saldırı dalgası başlattı ve bu da ABD’nin Yemen kıyılarındaki askeri hedefleri vurmasına yol açtı. Husiler sadece aralık ayında çok sayıda ABD donanma ve ticari gemisini hedef aldı ve İsrail’e on İHA ve füze saldırısı düzenledi. İsrail ve ABD toplamda beş kez misilleme yaparak liman ve enerji altyapısı ile Husi askeri mevzilerini vurdu ancak Husiler karşılık vermeye devam etti. Bu süreçte dost ateşi bir ABD FA-18 savaş uçağını düşürdü, neyse ki mürettebatı kurtuldu. Bu fayda-maliyet oranı sürdürülebilir değildir. Husi operasyonları ve emelleri ciddi şekilde zarar görmedi ama ABD’nin askeri hazırlık seviyesi ve itibarı zarar gördü. Washington’ın, yalnızca Kızıldeniz’de sergilenen belirtilerine değil Husilerin artan gücünün kökenlerine odaklanan tamamen yeni bir stratejiye ihtiyacı var.
Bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce, Aralık 2023’te Washington, Husi saldırılarının tehdit ettiği ve dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12’sinin geçtiği Bab el-Mandeb Boğazı’ndaki gemileri korumak ve seyrüsefer özgürlüğünü yeniden sağlamak amacıyla çok uluslu bir operasyon başlattı. Husiler, amaçlarının İsrail’i Gazze’deki savaşını sonlandırmaya zorlamak olduğunu iddia ediyor, ancak uluslararası deniz taşımacılığını ayrım gözetmeksizin hedef alıyorlar.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçen ocak ayında kabul ettiği ancak Çin ve Rusya’nın çekimser kaldığı kararın Husilerin harekâtını durdurmakta başarısız olmasının ardından Washington ve Londra, Husilerin askeri kabiliyetlerini zayıflatmak için Poseidon Archer Operasyonu adlı bir saldırı başlattı. Ancak ABD öncülüğündeki bu operasyonlar bölge içindeki ve dışındaki ortaklardan -en çok zarar görenlerden bile- fazla destek görmedi. Bu arada Rus ve Çin bandıralı gemiler, bu ülkelere hizmet eden yasadışı tüccarlar ve İran, güvenli geçiş için ödeme ya da pazarlık yaptıktan sonra büyük ölçüde rahatsız edilmeden yelken açtılar.
Ağustos ayında, ABD’nin askeri harekatının dokuzuncu ayında, ABD’nin Orta Doğu’daki Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral George Wikoff, ABD’nin savunma ve saldırılarının Husileri caydırmayacağını açıkça ilan etti. “Çözüm silahla gelmeyecek” dedi. O günden bugüne pek bir şey değişmedi. Deniz taşımacılığına yönelik saldırılar büyük ölçüde azaldı çünkü hedefler azaldı -deniz taşımacılığı yaklaşık üçte iki oranında düştü- ancak seyrüsefer özgürlüğü geri kazanılmadı. Aralarında 27 Aralık’ta Umman Denizi’nde bir Maersk konteyner gemisine yapılan saldırı ve 31 Aralık ‘ta USS Harry S. Truman’a yapıldığı iddia edilen saldırının da bulunduğu tek tük saldırılar, Batı gemilerinin çoğunu Afrika’nın güney ucunda daha uzun, daha pahalı ama daha güvenli rotalar izlemeye zorlamaya devam ediyor.
Bu arada Husiler son haftalarda İsrail’e yönelik doğrudan füze ve İHA saldırılarını artırdı. Bunlar Kızıldeniz saldırılarından daha az dikkat çekti ancak Husiler Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısından bu yana İsrail’e 200’den fazla füze ve 170 İHA fırlattı. İsrail’e yönelik saldırıların neredeyse tamamı engellendi, ancak bir İsrailli hayatını kaybetti, çoğu düşen enkaz ve sığınaklara sık sık yapılan kaçışlar nedeniyle onlarca kişi yaralandı. Neredeyse her gün gerçekleşen saldırılar İsrail’in koordineli bir çokuluslu müdahale çağrısında bulunmasına ve Husileri Hamas ve Hizbullah’la aynı kaderi paylaşacakları konusunda uyarmasına neden oldu; her iki örgütün de operasyonel kapasitesi İsrail’in hava saldırılarıyla yok edildi.
Ancak bu tür korkunç tehditler ve askeri tırmanış Husilerin saldırılarını sona erdirmeyecek çünkü Husiler kazandıklarına inanıyor. Tahran’daki rejimin ya da Hizbullah’ın aksine Husilerin maddi ya da itibar olarak kaybedecek bir şey yok. Yemenliler Husilerden gıda, tıbbi bakım ya da eğitim gibi hizmetler almıyor ya da beklemiyor. Her halükârda, Suudi Arabistan’ın yaklaşık on yıldır süren bombardımanlarının ardından Husiler iyice mevzilenmiş durumda ve yoğun saldırıları göğüsleyebiliyorlar; bu arada önemleri ve popülariteleri de her darbede daha da artıyor.
Husiler, İran’ın Direniş Ekseni’nin 7 Ekim’den daha güçlü, daha zengin ve daha cesaretli çıkan tek üyesi. Artık sadece Yemen’e odaklanmakla yetinmeyen Husiler, İran’ın zayıflayan ekseninin bıraktığı boşluğu doldurma konusundaki büyüyen hırslarıyla göz ardı edilemeyecek bir tehdit oluşturuyor. Yeni askerler, dolup taşan kasalar ve Rusya’dan yardım da dahil artan bağlantılarla bu genişlemeci Husi direniş hareketi, ABD güçleri ve bölgedeki ortaklar ve muhtemelen daha da ötesi için riskler yaratan yeni çatışmaları körükleme potansiyeli bulunuyor.
Husiler halihazırda Somali merkezli El-Kaide’ye bağlı Eş-Şebab ile bağlantı kurmuş ve Doğu Afrika’daki ana mühimmat kaynağı haline gelerek zaten şiddet sarmalından mustarip bir bölgedeki istikrarsızlaştırıcı etkilerini derinleştirmiş durumda. Husiler ayrıca Suudi petrol ve liman altyapısına yönelik, küresel petrol piyasalarını altüst edebilecek saldırıları yeniden başlatma tehdidinde bulundular ve daha önce Birleşik Arap Emirlikleri’ne çok sayıda balistik füze ve insansız hava aracı saldırısı düzenlediler.
Husiler, nispeten ucuz insansız hava araçları ve füzelerle saldırılarını sürdürebilir ve karşı saldırılara süresiz olarak dayanabilirken, ABD, Pasifik’te bir savaş için gereken kıt mühimmatın üretimini ve milyarlarca dolarlık kaynaklarını tüketiyor. Washington, tehdidi ortadan kaldırmakta başarısız olan bir görev için ayda 570 milyon dolar kadar harcama yapıyor olabilir. Bu operasyonlar, ABD Donanma ve uçak gemilerinin görev sürelerini uzatarak, zaman alan onarımlara yol açarak, mevcut filoyu küçülterek ve gemi ömürlerini kısaltarak savaşa hazırlık durumunu olumsuz etkiliyor. Personelin tükenmişliği de hata riskini beraberinde getiriyor.
ABD’nin Husilere karşı yürüttüğü askeri faaliyetlerin faydaları belirsiz. ABD ticareti, Basra Körfezi güzergâhlarına büyük ölçüde bağımlı değil ve ABD bandralı gemiler, son üç istisna dışında Ocak 2024’ten bu yana bu bölgeden tamamen uzak durdu. Bir yıl boyunca ticaretin büyük kısmı başka yönlere kaydırılmış olsa da Kızıldeniz’deki kesintiler ABD petrol fiyatları veya enflasyon üzerinde kalıcı bir etki yaratmadı. Dahası, müttefik ve ortaklarının çoğundan destek alamayan ve seyrüsefer özgürlüğünü koruma hedefine ulaşamayan çok uluslu bir kampanyayı sürdürmek, Washington’ın en iyi ihtimalle etkisiz görünmesine neden oluyor.
ABD’nin göreve gelecek yeni yönetimi, mevcut askerî harekâtın yerine Husi gelir kaynaklarını boğan, grubun ana sponsoru İran’ı sorumlu tutan ve müttefik ve ortakların bu çabalarda ve bölgesel deniz taşımacılığının korunmasında daha büyük ve nihayetinde lider bir rol üstlenmelerini talep eden kalıcı bir çözüm bulmalı. Bu ne hızlı ne de kolay olacak, ancak yeniden odaklanmış bir strateji olmadan Husi sorunu daha da büyüyecektir.
En önemlisi, bir sonraki yönetimin Husilerin askeri ikmalini, yerel silah üretimini ve diğer girişimleri finanse etmek için kullandıkları gelirlerini hedef alması gerekecek. Bazılarının önerdiği gibi bir ABD deniz karantinası gerçekçi değil; 2015-2024 yılları arasında sadece 20 civarında kaçakçılık yapan İran gemisi yakalandı. ABD’nin daha fazla yaptırım uygulaması da işe yaramayacak çünkü Husilerin yasadışı ticaret ve acımasız vergilendirme gibi gelir kaynakları büyük ölçüde uluslararası finans sisteminin dışında kalmaya devam ediyor.
Daha uygulanabilir bir yaklaşım, Husi finansmanına, hizmet sağlayıcılarına (aracılar, bayrak devletleri, gemi sahipleri ve sınıflandırma kuruluşları) ve bölgesel, Avrupa ve Asya’daki transit noktalarına odaklanmalı. ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Umman, BAE, Suudi Arabistan ve Hindistan’ı Husilerin mali destekçilerine ve lojistik düğüm noktalarına baskı yapmaya zorlamak için bölgesel liderlerle olan güçlü kişisel bağlantılarını kullanabilir. Husileri çevreleme politikası, Avrupa ve diğer kıyı devletlerinin, deniz güvenliğini tehdit eden ve yaptırımlardan kaçan Rus ve İran petrol tankeri gölge filolarının büyüyen ağına ilişkin endişeleriyle de örtüşüyor. Bu yasadışı nakliyat kapsamının daraltılması Husilerin önemli bir gelir akışını keserken Moskova ile Tahran’ın bağımlı olduğu petrol gelirini de azaltacaktır.
Washington, Husi ikmal hatlarını kesmek ve seyir özgürlüğünü savunma yükünü paylaşmak için daha iyi tasarlanmış, gerçek anlamda çok uluslu bir deniz varlığı oluşturmalı. Bu, ABD liderliğindeki 46 ülkeden oluşan ve korsanlıkla ve kaçakçılıkla mücadeleye odaklanan Birleşik Deniz Kuvvetleri’ne dayandırılırsa ayrı bir Husi odaklı misyondan daha kabul edilebilir ve uygulanabilir olacaktır. Bölgesel ortaklarla müzakere ederek onların da katılımını ve katılım şartlarını sağlamak gerekecektir. Atılacak adımlardan biri, Riyad’ın korsanlık ve kaçakçılıkla mücadele için 2020’de kurulan ve işlevsiz kalan bölgesel konseyini yeniden canlandırmasına yardımcı olmak olabilir. Diğer adımlar arasında, Brüksel ve Yeni Delhi ile iş birliğini güçlendirmek, onların bölgedeki mevcut ve yakın zamanda gerçekleşen deniz güvenliği operasyonlarını desteklemek ve Afrika Boynuzu’ndaki artan etkisi göz önüne alındığında Türkiye’nin rolünü daha merkezi hale getirmek yer alabilir.
Bu çok taraflı çabaları hızlandırırken ABD kendi deniz varlığını doğru boyutlandırmalı, uçak gemisi saldırı gruplarını kaldırmalı, ancak daha küçük devriye gemileri ve bol miktarda deniz ve hava insansız hava aracı ile desteklenen birkaç güdümlü füze destroyeri gibi amaca uygun daha küçük bir gücü muhafaza etmeli.
Ayrıca, Husilere karşı olan, özellikle uluslararası tanınırlığa sahip Yemen hükümeti gibi Yemenli gruplar desteklenmelidir. Bölge devletleri Husilerin Yemen’in petrol ve gaz sahalarını ele geçirmesini engellemek için savunma sistemlerini geliştirmeye yardımcı olabilirler ki bu da grubun bölgesel hedeflerine kaynak sağlayacaktır. Washington, Yemen hükümetinin Husilerin uluslararası bankacılık sistemine erişimini kesme çabalarını desteklemek gibi bir katalizör bir rol üstlenebilir. Ancak nihayetinde liderliği bölge hükümetleri öncülük etmeli.
En önemlisi, ABD’nin rolü İran’ın bölgesel etkisini zayıflatmaya yönelik daha geniş bir stratejinin uzantısı olmalı. Bu da Husi eylemlerinin başlıca destekçisi olan İran’ın ekonomik ve diplomatik yaptırımlarla grubun saldırılarından sorumlu tutulması anlamına gelecek. ABD ve İsrail, Husi kabiliyetlerine yönelik yeni askeri saldırıları koordine etmeli ve askeri eylemler sivillere zarar vermeden Husi operasyonlarını azami ölçüde sekteye uğratacak şekilde hassas hedeflere yöneltilmeli. Örneğin İran istihbarat gemilerine ve kilit Husi liderleri ile finansörlerine yönelik gizli operasyonlar tercih edilebilir. Bu, Husileri, hava saldırılarına dayanarak elde ettikleri meşruiyetten mahrum bırakırken potansiyel olarak benzer etkiler yaratacaktır. ABD ve ortakları arasında bu tür operasyonları bilgilendirmek için istihbarat paylaşımı genişletilmeli ve yaygınlaştırılmalı. Bu tür bağlantılar Washington’un erişim alanını düşük maliyetle genişletebilir ve İsrail ile Arap ortakları arasındakiler de dahil, Husi saldırıları sona erdikten sonra da uzun süre dayanacak şekilde tasarlanmış bölgesel bağlar kurabilir.
ABD ordusunun Kızıldeniz harekâtını sona erdirmenin zamanı geldi ama Husi tehdidini tamamen görmezden gelmek stratejik açıdan aptallık olur. Husiler kontrolsüz bırakılırsa, Trump’ın İbrahim Anlaşması’nı genişletmek ve İran’ı kontrol altına almak gibi diğer Orta Doğu önceliklerini kolayca raydan çıkarabilir. Nihayetinde, Yemen’deki zorlukları ciddiye almak ve bunları yönetmek için bir rota çizmek Trump’ın çıkarına olacaktır.
Dünya Basını
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız, Steven D. Grumbine tarafından kaleme alınan metin, teknik terimlerin ve nötralize edilmiş kavramların egemenliğindeki iktisat yazınında, paranın sınıfsal doğasını ve politik işlevini görünür kılarak iktisadı “yeniden” siyasileştirme çağrısı yapıyor. Grumbine bu kısa makalesiyle, Modern Para Teorisi’nin devletin sınıfsal karakterinden soyutlanarak araçsallaştırılmasına karşı, parasal egemenliğin ancak ve ancak sınıf mücadeleleri içinden devrimci bir imkâna dönüşebileceğini anımsatarak, teknik iktisat jargonu ardına gizlenmiş sınıf savaşımını teşhir ediyor. Kemer sıkma politikalarının, işsizliğin ve enflasyon korkularının nesnel değil, ideolojik ve sınıfsal tercihlerle inşa edildiğini göstermesi bakımından, akademik nötralitenin ötesine geçen ve hâkim iktisat anlayışlarına doğrudan meydan okuyan bir nitelik taşıyor.
Sınıf Mücadelesinden Yoksun Modern Para Teorisi, Muhasebeden İbarettir
Steven D. Grumbine
Real Progressives
11 Haziran 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Solun iktisat eğitimi uzun süredir iki ölümcül eksiklikten mustarip: Anaakım iktisadın kemer sıkma mitleri ile ortodoks Marksizmin meta-para fetişizmi. Pavlina Tcherneva’nın The Case for a Job Guarantee [İş Garantisi Savunusu] (2020) adlı çalışmasında gösterdiği üzere, hâkim sınıflar işsizliği, işçi gücünü ve ücretleri baskılamak amacıyla bir disiplin aracı olarak kasıtlı biçimde sürdürür, ki bu da, “kıtlığın” iktisadi bir zorunluluktan ziyade siyasal bir inşa olduğunun somut kanıtıdır. Öte yandan, Marx’ın siyasal iktisat eleştirisi (Kapital, Cilt 1, 1867) temel metin olmayı sürdürdüğü için, birçok sosyalist onun emek-değer kuramını yanlış biçimde uygulayarak parayı meta değişimiyle özdeşleştirmekte ve devlet tarafından yaratılan itibari paranın modern gerçekliğini göz ardı etmektedir. Bu kuramsal kargaşa, devrimci potansiyeli felce uğratmıştır.
Kapitalist devletin parasal egemenliği, Stephanie Kelton tarafından Deficit Myth [Bütçe Açığı Efsanesi] (2020) eserinde etraflıca açıklandığı gibi, kemer sıkma politikalarının sınıf savaşımından başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Nitekim para basma yetkisine sahip hükümetler, mali değil, fiziksel kaynak kısıtlarıyla karşı karşıyadır (Mitchell, Wray & Watts, Makroekonomi, 2019). Wynne Godley’nin sektörel denge yaklaşımının (Seven Unsustainable Processes, 1999) matematiksel olarak kanıtladığı üzere, politikacılar trilyon dolarlık askeri bütçeleri onaylarken “evrensel sağlık hizmetini karşılayamayız” dediklerinde, muhasebe hatası yapmıyor, sınıf önceliklerini dayatıyorlar. “Ulusal borç” denilen şey ise, gerçekte egemen sınıfa aktarılan reel kaynakların finansal yansımasından ibaret.
Ne var ki, seçim illüzyonlarını doğru şekilde reddeden Marksistler arasında dahi tehlikeli iktisadi yanılgılar varlığını sürdürüyor. Soldaki enflasyon fobisi, sıklıkla Godley’nin temel öngörüsünü, yani fiyat istikrarının soyut para arzından değil, reel üretim ile talep arasındaki dengeden kaynaklandığı gerçeğini, göz ardı eder. Şili oligarşisi Allende’yi devirmek için kasıtlı olarak kıtlık yarattığında, Marx’ın veciz sözünü (“Modern devletin yürütme organı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”, Komünist Manifesto, 1848) teyit etmiş oldu. Randy Wray’ın Modern Money Theory [Modern Para Teorisi] (2015, 2024) eseri, itibari paranın değerini herhangi bir metaya bağlı olmaktan değil, devletin vergi toplama ve dayatma otoritesinden aldığını ortaya koyar, yine de bazı sosyalistler hâlâ altın standardını veya emek bonolarını savunmakta, mevcut parasal sistemi ele geçirmek yerine ütopyacılığa sığınmaktalar.
Tcherneva ile Mitchell & Muysken (Full Employment Abandoned, [Tam İstihdamın Terk Edilişi] 2008) tarafından geliştirilen İş Garantisi (JG) önerileri, kapitalizm altındaki reformun diyalektik doğasını açığa çıkarır: Mevcut sistem içinde uygulandığında, JG, basitçe ücret disiplinini dayatmanın bir aracına dönüşebilir [çünkü] ancak işçilerin denetimi altında, işsizler ordusu tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu çelişki, MMT’nin tüm içgörülerinin belirleyici özelliğidir – yani bu içgörüler, yalnız ve yalnız sermayenin yapısal gücünü kıracak denli güçlü hareketlerin elinde devrimci bir niteliğe kavuşabilirler. Gramsci’nin kültürel hegemonya kuramı (Hapishane Defterleri, 1935), burjuvazinin kapitalist ilişkileri doğal ve kaçınılmaz göstermek yoluyla denetimi nasıl kurduğunu ve sürdürdüğünü açıklar.
Tarihin dersi açıktır. Wray’in belgelediği gibi, 1930’ların işyeri grevleri, politika belgeleriyle değil, Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası imzalanana kadar fabrikaların fiziksel işgali yoluyla kazanılmıştır. Mitchell’in savaş sonrası tam istihdam üzerine yaptığı çalışmalar, tam istihdamın yalnızca militan ve mücadeleci sendikaların grev kapasitesini koruduğu sürece var olabileceğini kanıtlamıştır. Gramsci’nin kültürel hegemonya anlayışını ve Godley’nin sektörel denge analizini içselleştirmiş günümüzün finansallaşmış oligarşisi, artık çok daha rafine baskı biçimlerine başvuruyor: Algoritmik ücret gaspı, finans piyasasına endekslenmiş konut hakkı ve her yere sirayet eden borç köleliği. Kelton haklı, tüm toplumsal ihtiyaçlara yetecek para mevcut; Tcherneva ispatladı, işler derhal yaratılabilir; ve Marx haklıydı, sermaye ayrıcalığını asla gönüllü olarak terk etmeyecek.
Dolayısıyla görevimiz “MMT politikalarını uygulamak” değil, ürettiğimiz artık değeri denetleyebilecek işçi sınıfı gücünü inşa etmektir. Mitchell’in JG modelleri, ancak kendiliğinden grevlerle birleştiği bir durumda devrimci nitelik kazanır. Wray’ın parasal analizi yalnızca kredinin spekülasyondan toplumsal ihtiyaçlara yönlendirilmesi söz konusu olduğunda önem arz eder. Gramsci’nin öğrettiği gibi, hem anlık mücadelelerin “siperlerinde” (kira grevleri, borçların reddi) hem de ideolojinin “katedralinde” (paranın sınıfsal bir silah olarak teşhiri) eş zamanlı savaşmalıyız. Kelton’un bütçe açığı gerçekleri ile Marx’ın artık-değer kuramı tek bir talepte kesişiyor: Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek. Seçimlerle falan değil- 1917, 1936 ve 1968’de olduğu gibi sermayeyi tir tir titreten örgütlü bir güçle.
Para, işçilere karşı oynanan hileli bir oyunda burjuvazinin skor tablosudur. Tcherneva’nın JG planları, Godley’nin sektörel denge analizleri ve Wray’ın vergi temelli para teorisi, başka bir dünyanın teknik olarak mümkün olduğunu gösteriyor. Fakat Marx’ın dediği gibi, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele onu değiştirmektir.” Değiştireceğiz: Grev hatlarımız onların polislerini sayıca aştığında, direnişlerimiz onların rezervlerini tükettiğinde ve dayanışmamız yeni bir kültürel hegemonya haline geldiğinde. Fabrikalar âtıl halde, işçiler hazır bekliyor; bizi engelleyen tek şey sermayenin şiddet tehdidi. O şiddeti tarihin çöplüğüne yollayalım.
Dünya Basını
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor

Çin İran’ı destekliyor, İsrail’i kınıyor. Pekin’in tepkisi eskisinden daha güçlü ve daha doğrudan.
James Palmer, Foreign Policy dergisinin yardımcı editörü
17 Haziran 2025
Çin, devam eden İran-İsrail çatışmasında tavrını ortaya koydu. Cumartesi günü, Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrailli mevkidaşına yaptığı telefon görüşmesinde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının “kabul edilemez” ve “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu söyledi.
Wang, İranlı mevkidaşına “İran’ın ulusal egemenliğini korumak, meşru hak ve çıkarlarını savunmak ve halkının güvenliğini sağlamak” için destek teklif etti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping salı günü yaptığı açıklamada bu yorumları yineledi. Çin’in tepkisi, geçen sonbaharda İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmaya verdiği tepkiden daha sert ve doğrudan.
Çin, İran’ın da üyesi olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla İsrail’in son saldırılarını kınayan bir bildiri yayınlamak da dahil olmak üzere diplomatik kaynaklarını seferber etti. Bu, İsrail ile güçlü silah ticareti bağları olan ve bildirinin hazırlanmasında danışılmayan ŞİÖ üyesi Hindistan’ın tepkisini çekti.
İran, son yıllarda Çin’e yakınlaştı. İki ülke, askeri tatbikatlarda düzenli olarak işbirliği yapıyor ve 2021’de ekonomik, askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzaladı. İran’ın petrol ihracatının yüzde 90’ından fazlası Çin’e gidiyor. İran, yaptırımları tetiklememek için Batı bankalarını ve nakliye hizmetlerini atlatmak için bir dizi dolanma yöntemi kullanıyor ve yuan cinsinden işlemler yapıyor.
İsrail, İran’ın petrol endüstrisini bozmayı başarırsa, bu Çin için acı verici olabilir. Ancak İran, Çin’in altıncı en büyük tedarikçisi olduğu için Çin bu darbeyi absorbe edebilecektir.
Çin, güçlü açıklamasına rağmen İran’a retorik destekten öteye geçmesi olası değildir. Çin, Orta Doğu meselelerine daha fazla karışmak istememekte, bunun yerine ABD’nin dikkatinin dağılmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Washington’daki şahinler, Çin-İran ilişkilerini olduğundan daha güçlü göstermeye çalışmaktadır; ancak İran, Çin’in temel çıkarları açısından nihayetinde marjinal bir ülkedir.
Çin müdahale ederse, muhtemelen İran’a, Tahran’ın geçmişte tehdit ettiği gibi Hürmüz Boğazı’nı gemilere kapatmaması için baskı yapmak olacaktır. Çin’in ana petrol tedarikçisi Rusya olsa da, Çin’in petrol ithalatının yaklaşık yarısı Körfez ülkelerinden gelmektedir. Boğazın kapatılması ve bunun sonucunda enerji fiyatlarında yaşanacak artış, zaten zor durumda olan Çin ekonomisi için acı verici olacaktır.
Çin, 2023’te İran-Suudi Arabistan uzlaşmasında oynadığı arabuluculuk rolünü temel alarak barış elçisi olarak hareket etme umudunu taşıyor olabilir. Ancak İsrail’in Çin’i tarafsız bir arabulucu olarak kabul etmesi zor görünüyor. Çin-İsrail ilişkileri, hem Çin’in Filistin yanlısı tutumu hem de Çin internetinde antisemitizm patlamaları nedeniyle İsrail-Hamas savaşı sırasında bozuldu. Anlaşma için Çin’e başvurmak, huysuz bir ABD başkanını kendinden uzaklaştırma riskini de beraberinde getirecektir.
Çin için İran-İsrail çatışmasının bir avantajı, savunma teknolojisi için yeni pazarlar olabilir. Pakistan, Hindistan ile son çatışmasında beklentileri aştı. Bu başarı, büyük ölçüde Çin sistemlerinin kullanılmasına bağlanıyor: J-10C savaş uçağı, bu çatışmada ilk kez savaşta test edildi ve hava savunma sistemi de çoğunlukla Çin yapımı.
Şu ana kadar İsrail, İran’ın eski hava savunma sistemleri ve hava kuvvetleri üzerinde hakimiyet kurdu ve bu durumu düzeltmek, Tahran’ın biraz nefes alması halinde gündeminin üst sıralarında yer alacak. Orta Doğulu alıcılar önceden J-10’lara şüpheyle yaklaşıyordu, ancak İran mevcut çatışma öncesinde ilgi gösteriyor gibi görünüyordu.
Çin bir zamanlar İran’ın önemli silah ortağıydı, ancak iki ülke 2005’ten bu yana yeni bir anlaşma imzalamadı. Bu durum şimdi değişebilir.
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
Dünya Basını
INSS: İran dış tehdide karşı kenetlenmiş görünüyor

İsrail’in güvenlik bürokrasisine yakınlığıyla bilinen, Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren yarı resmî düşünce kuruluşu INSS (Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü), İsrail-İran savaşının gidişatına dair bir değerlendirme yayımladı. İsrail ordusunda 20 yıldan fazla İran uzmanı olarak görev alan, INSS İran ve Şii Ekseni Araştırma Programı Direktörü Dr. Raz Zimmt tarafından kaleme alınan analiz, Tahran’ın savaşta geldiği kritik eşik, İran’ın nükleer altyapısına ve komuta sistemine verilen zarar, İran yönetiminin dayanıklılığı ve önündeki seçeneklere odaklanıyor.
“İran’a Karşı Kampanya: Durum Değerlendirmesi, İkilemler ve Sonuçlar” başlıklı analizde Zimmt, savaşın nasıl sona erebileceğine dair üç olası senaryo üzerinde duruyor. Analiz, hem İran’ın kırılganlıklarını hem de İsrail’in askeri kazanımlarını sürdürme konusunda karşı karşıya olduğu stratejik riskleri ortaya koyarken, ABD’nin pozisyonunun belirleyici rolüne dikkat çekiyor. INSS, savaşın sona erme biçiminden bağımsız olarak İsrail’in uzun vadeli bir “İran tehdidine” karşı hazırlıklı olması gerektiğini vurguluyor.
Makaledeki değerlendirmelerin büyük ölçüde İsrail’in resmî güvenlik bakış açısını yansıttığı ve ülkede uygulanan askeri sansür nedeniyle, İran saldırılarının İsrail’e verdiği zararın kapsamının olduğundan düşük gösterilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalı.
***
İran’a karşı yürütülen savaş: Durum değerlendirmesi, ikilemler ve olası sonuçlar
Dr. Raz Zimmt
İsrail ile İran arasındaki çatışmaların başlamasından üç gün sonra, İran kritik bir dönüm noktasına yaklaşmış durumda. Bu durum, İsrail’in İran’ın stratejik varlık ve kabiliyetlerine ciddi zararlar veren yoğun ve sürekli saldırılarının ardından gelişti. Tahran açısından tablo karmaşık ve çok boyutlu. Bir yandan, İran’ın üst düzey askeri liderliğini hedef alan saldırılarla ciddi bir darbe aldığı görülüyor. Bu saldırı, sadece stratejik bir sürpriz ve ulusal bir aşağılanma olmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in İran rejiminin güç merkezlerine sızma yeteneğini de bir kez daha gözler önüne serdi. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) komutanı, istihbarat ve operasyon birimlerinin başkanları ile IRGC Hava-Uzay Kuvvetleri komutanının öldürülmesi, Tahran’ın bu askeri kampanyayı etkin biçimde yönetme kapasitesini geçici olarak sekteye uğrattı.
Son günlerde, İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın nükleer programına yönelik saldırılarla operasyonel başarılar elde etmeyi sürdürdü. Bu saldırılar Natanz zenginleştirme tesisine kısmi (tam değil) zarar verirken, nükleer silah geliştirme programıyla bağlantılı olduğu düşünülen ve bu programın gelişiminde kilit rol oynayan ondan fazla bilim insanının hedef alınıp öldürülmesini de kapsıyor. Ayrıca, İran’ın askeri ve güvenlik altyapısı da İsrail tarafından hedef alındı: komuta merkezleri, füze ve hava savunma sistemleri, IRGC’nin istihbarat ağı ve bazı stratejik enerji tesisleri. Saldırıların devam etmesi, İran’ın komuta-kontrol sistemini zayıflatabilir ve rejimin iç sorunları yönetme kabiliyetini giderek aşındırarak genel istikrarını tehdit edebilir.
Öte yandan, İranlı yetkililer sınırlı da olsa bazı kazanımlara işaret edebiliyor. Her ne kadar nükleer program zarar görse de bu zarar henüz kritik düzeyde değil, özellikle de Fordow zenginleştirme tesisinin hâlâ sağlam. Ayrıca rejimin iç istikrarı açısından şu an ciddi ve acil bir tehdit söz konusu değil. İran liderliği dış tehdide karşı birlik, kararlılık ve canlılık mesajı vererek kenetlenmiş görünüyor. Rejime yönelik halkın duyduğu memnuniyetsizlik inkâr edilemez ancak bu aşamada halktan rejime yönelik aktif bir direniş gözlenmiyor. İsrail saldırılarında zarar gören yerleşim bölgelerine ait yıkım görüntüleri ise paradoksal biçimde iç dayanışmayı artırarak milli birlik duygusunu pekiştirmiş görünüyor.
Ayrıca İran, İsrail’in iç cephesine de sınırlı düzeyde zarar vermeyi başardı. Her ne kadar bu zarar kapsam açısından büyük olmasa da İran hükümeti ve medyası bu saldırıların belgelerini kullanarak psikolojik direnç ve uzun vadeli stratejik denge anlatısını güçlendirmeye çalışıyor. Bu söylem, İslam Cumhuriyeti’nin hem direnme hem de zamanla İsrail’e zarar verebilme kapasitesine sahip olduğunu vurguluyor.
İran liderliğinin bu savaş sonrası dönemde bazı temel kazanımları korumayı hedeflediğini değerlendirmek makul olur:
-Rejimin hayatta kalması; iç ve dış tehditlere karşı en öncelikli mesele olarak görülüyor;
-Nükleer programın devamlılığı; rejimin varlığını sürdürmesi için bir tür “sigorta poliçesi” olarak algılanıyor;
-Gelecekteki güvenlik tehditleriyle mücadele edebilmek için gerekli olan füze sistemleri, istihbarat altyapısı ve komuta-kontrol ağları gibi stratejik varlıkların muhafazası.
Tahran’ın bu temel hedefleri sürdürebilme yetisi, önümüzdeki haftalarda savaşın nasıl yönetileceği, ne zaman sona erdirileceği ve savaş sonrası bir düzenlemeye gidilip gidilmeyeceği ya da nükleer stratejide bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı gibi kararları belirleyecek.
Şu an itibariyle İran, savaşın yürütülmesine odaklanmış durumda; İsrail saldırılarının etkisini en aza indirirken İsrail’e azami zarar vermeye çalışıyor. Ancak savaş devam edip kayıplar arttıkça, Tahran liderliği önünde birkaç önemli seçenek bulacak:
-Mevcut çatışma biçimini sürdürerek İsrail’i uzun bir yıpratma savaşına çekmek;
-Politik bir düzenlemeyle savaşı sonlandırmaya çalışmak;
-Gerilimi daha da tırmandırarak Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (NPT) çekilmek ya da gizli bir tesiste nükleer silah geliştirme hamlesine girişerek uluslararası müdahaleyi tetiklemek ve bu yolla savaşı durdurmak.
Savaşı sürdürmek İran’a İsrail’in iç cephesini hedef almaya devam etme fırsatı tanıyabilir, fakat aynı zamanda giderek ağırlaşan bir tahribatı da göğüslemesini gerektirir ki bu da stratejik varlıklar, kritik altyapı ve nükleer kabiliyetlerin başka unsurlarını tehlikeye atabilir. Zamanla bu tür kayıplar, İran’ın savaş sonrası korumak istediği başarıları güvence altına alma kapasitesini zayıflatabilir. Ayrıca İran’ın mevcut füze ateşleme temposunu sürdürebilme kapasitesi belirsizliğini koruyor. Eğer özellikle de İsrail’in operasyonları kabiliyetlerini daha da aşındırdıkça “savaş ekonomisine” geçmeye zorlanırsa İran’ın İsrail’in hava savunma sistemlerine anlamlı bir tehdit oluşturma gücü azalabilir ve bu da yalnızca zaman zaman yapılacak dağınık saldırılara indirgenebilir.
İran’ın savaşı sona erdirme ve müzakerelere dönme yönünde bir karar alması, İsrail’in ateşkese onay vermesine ve muhtemelen ABD’nin Tahran’ın belirli şartlarını kabul etmesine bağlı olacak. Ancak, İran’ın şu anda bu konuda esneklik ve hazırlık gösterme niyetinde olup olmadığı şüpheli. Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi her ne kadar genel bir ateşkes olasılığına açık olduklarını dile getirmiş olsa da İran Dışişleri Bakanlığı ABD ile görüşmelere yeniden başlamanın faydasız olduğunu belirtti; çünkü Tahran, İsrail’in bu saldırıları bağımsız olarak değil, ABD’nin işbirliğiyle ya da en azından Washington’un zımni onayıyla gerçekleştirdiğine inanıyor.
NPT’den çekilmek ki bu adım İran Meclisi’ndeki bazı üyeler tarafından halihazırda önerildi, ya da nükleer bir çıkış girişiminde bulunmak, uluslararası müdahaleyi tetiklemek için baskı taktikleri olarak kullanılabilir. Ancak İran’ın bunu gizlice gerçekleştirme kapasitesi oldukça kuşkulu; çünkü nükleer programına yönelik istihbarat sızıntıları ve İran hava sahasında süren yoğun İsrail saldırıları bu olasılığı sınırlandırıyor. Ayrıca böyle bir hamle büyük riskler taşır: Doğrudan ABD askeri müdahalesini kışkırtabilir ki bu, İran’ın kaçınmaya çalıştığı bir senaryo. Bu ayrıca İsrail’in önleyici saldırısı sonrasında elde ettiği uluslararası meşruiyeti de baltalayabilir.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu6 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Avrupa6 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?