Bizi Takip Edin

Amerika

Nvidia, ABD tedarik zinciri için yüz milyarlarca dolar harcayacak

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump’ın gümrük vergisi tehditleri karşısında tedarik zincirini Asya’dan geri çekmeye çalışan Nvidia’nın CEO’su, şirketin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’de üretilen çipler ve diğer elektronik ürünler için yüz milyarlarca dolar harcayacağını söyledi.

Dünyanın en değerli yarı iletken grubunun devasa harcama öngörüsü, Trump’ın “Önce Amerika” ticaret politikalarının etkisi küresel ekonomide dalga dalga yayılırken, Apple dahil diğer teknoloji şirketlerinin açıkladığı milyarlarca dolarlık ABD yatırım planlarını takip ediyor.

Nvidia’nın CEO’su ve kurucu ortağı Jensen Huang Financial Times’a (FT) verdiği demeçte, “Genel olarak, önümüzdeki dört yıl boyunca muhtemelen toplam yarım trilyon dolar değerinde elektronik ürün tedarik edeceğiz ve bence kendimizi bunun birkaç yüz milyarını burada, ABD’de üretirken rahatlıkla görebiliriz,” dedi.

Huang, önde gelen yapay zeka çip üreticisinin artık Taiwan Semiconductor Manufacturing Company (TSMC) ve Foxconn gibi tedarikçiler aracılığıyla ABD’de en son sistemlerini üretebildiğini ve Çin’deki Huawei’den artan bir rekabet tehdidi gördüğünü söyledi.

Bu hafta Nvidia’nın yıllık geliştiriciler konferansında Huang, yapay zeka çipinin yeni nesli Vera Rubin’i tanıttı ve dev veri merkezlerinde büyük bir güç kaynağı gerektirecek milyonlarca birbirine bağlı çipten oluşan kümeler oluşturma planının ana hatlarını çizdi.

Huang, Trump yönetiminin ABD’nin yapay zeka endüstrisinin gelişimini hızlandırabileceğine inandığını söyledi. CEO, “Bu endüstrinin başarısını önemseyen ve enerjinin bir engel olmasına izin vermeyen bir yönetimin desteğine sahip olmak, ABD’de yapay zeka için olağanüstü bir sonuçtur,” dedi.

Bu ay TSMC, Arizona’daki çip üretim tesislerine 100 milyar dolarlık bir yatırım yapacağını duyurdu ve bu yatırım Biden yönetimi altında kararlaştırılan 65 milyar dolarlık yatırıma ek olarak geldi.

Huang, Nvidia’nın en son Blackwell sistemlerinin artık ABD’de üretildiğini söyledi ve “TSMC’nin ABD’ye yatırım yapması tedarik zinciri esnekliğimizde önemli bir adım atmamızı sağlıyor,” diye konuştu.

Son yıllarda, Nvidia ve Apple da dahil olmak üzere Amerika’nın en büyük teknoloji şirketleri, TSMC’nin Tayvan’daki son teknoloji çip üretim tesislerine büyük ölçüde bağımlı hale geldi.

Huang, “En önemli şey hazırlıklı olmak. Bu noktada, ABD’de üretim yapabileceğimizi biliyoruz, yeterince çeşitlendirilmiş bir tedarik zincirimiz var,” dedi.

Nvidia yöneticisi, eğer herhangi bir felaket Tayvan’daki üretimi tehdit ederse, bunun “rahatsız edici olacağını ama sorun olmayacağını” savundu.

Nvidia hâlâ Çin’den milyarlarca dolar gelir elde ederken, Ascend AI çipleri son zamanlarda ilerleme kaydeden Huawei’nin yeniden canlanan rekabetiyle karşı karşıya.

Huang, “Huawei, Çin’deki en zorlu teknoloji şirketi. Girdikleri her pazarı fethettiler,” diye konuştu. Huang’a göre ABD’nin Çinli teknoloji şirketini kısıtlama çabaları, Huawei’nin süregelen başarısı göz önüne alındığında “kötü sonuçlandı.”

Huawei’nin yapay zeka alanındaki varlığının her geçen yıl arttığını söyleyen Huang, “Onların bir faktör olmayacağını varsayamayız,” dedi.

Teorik olarak Nvidia’nınkine benzer öncü çipler üretebilen tek ABD şirketi olan Intel, döküm işinde ciddi zorluklarla karşılaştı. Intel’deki liderlik boşluğu geçtiğimiz hafta Lip-Bu Tan’ın CEO olarak atanmasıyla giderildi.

Huang, Nvidia’nın Intel’e yatırım yapmak üzere TSMC gibi şirketlerle bir konsorsiyum oluşturmak için görüşmelerde bulunduğu haberlerini yalanladı ve ABD’deki çip üretim hizmetlerini bu ‘onshoring’in bir parçası olarak kullanmayı taahhüt etmekten kaçındı.

“Döküm teknolojilerini düzenli olarak değerlendiriyoruz ve bunu yapmaya devam ediyoruz,” diyen Nvidia CEO’su, Intel’in çip paketleme hizmetlerini de incelediğini sözlerine ekledi.

Huang, Intel’in gelişmiş çip teknolojilerinde rekabetçi olabilme yeteneğine atıfta bulunarak, “Intel’in bunu yapabilecek yeteneğe sahip olduğuna güvenim tam,” dedi.

Huang, “Intel’in başarısı ve refahının” önemli olduğunu da sözlerine ekledi ve “Fakat kendinizi ve birbirinizi yeni bir tedarik zinciri kurulması gerektiğine ikna etmeniz biraz zaman alıyor,” dedi.

Amerika

Rubio, Rusya’ya yeni yaptırımlar için bastırıyor, Trump direniyor

Yayınlanma

New Lines dergisinde yer alan haberde, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, Rusya’ya karşı Senatör Lindsey Graham’ın hazırladığı ve ağır gümrük vergileri içeren yasa tasarısının kabulü için yoğun çaba sarf ettiği, ancak Başkan Trump’ın yeni yaptırımlara karşı çıktığı bildirildi.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, Rusya’ya yönelik yeni ve kapsamlı yaptırımların hayata geçirilmesi için neredeyse her gün baskı yaptığı, ancak Başkan Donald Trump’ın bu adıma karşı çıktığı öğrenildi.

New Lines dergisinin Dışişleri Bakanı’na yakın bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, Rubio özellikle Senatör Lindsey Graham tarafından sunulan ve Rusya’dan petrol, doğalgaz ve uranyum ithal eden herhangi bir ülkenin ürünlerine yüzde 500’e varan gümrük vergileri getirilmesini öngören yasa tasarısının kabul edilmesini istiyor.

Kaynak, Rubio’nun bu yöndeki çabalarının “Moskova ile ilişkilerin yeniden başlatılmasına yönelik her türlü girişimi fiilen sona erdireceğini” belirtti.

Senatör Graham’ın tasarısı, Rusya’nın Ukrayna’daki çatışmalarda 30 günlük ateşkese yanaşmaması durumunda devreye girecekti. Ancak bu ültimatoma karşılık Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2022’den bu yana iki ülke arasında ilk doğrudan görüşmelerin yapılmasını önerdi.

Görüşmeler 16 Mayıs’ta İstanbul’da gerçekleşti. The New York Times gazetesi, bu görüşmeyi Rusya için “taktiksel bir zafer” olarak nitelendirdi.

Batı basını, İstanbul’daki Rusya-Ukrayna görüşmelerini nasıl yorumladı?

Ukrayna’nın derhal kabul ettiği İstanbul’daki konferansın, Rusya’nın Türkiye’ye B takımını göndermesi ve Kiev’de rejim değişikliği ile Ukrayna’nın teslimiyet şartları konusundaki üç yıl önceki pozisyonunu koruması nedeniyle somut bir sonuç vermediği ifade edildi.

Bu gelişmelerin ardından 19 Mayıs’ta Başkan Trump ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasında iki saatlik bir telefon görüşmesi yapıldı.

Görüşme sonrası Putin, ülkesinin “doğru yolda” olduğunu söylerken, Trump diyaloğu “çok iyi” olarak nitelendirdi ve Rusya ile Ukrayna’nın derhal ateşkes müzakerelerine başlayacağı sözünü verdi.

Hâlihazırda çatışmanın, her iki tarafın koşullarının karşılanması durumunda ülkeleri barış anlaşmasına götürebilecek bir memorandumun hazırlanması aşamasında olduğu belirtiliyor.

Avrupa ise Başkan Trump’ı Ukrayna konusunda güvenilir ve yapıcı bir çizgiye çekme çabalarının sonuçsuz kalması üzerine kendi adımlarını atmaya başladı.

10 Mayıs’ta Kiev’de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya’dan Friedrich Merz ve Polonya Başbakanı Donald Tusk, Putin’e 48 saat içinde 30 günlük ateşkese razı olması, aksi takdirde “ezici” yeni yaptırımlarla karşılaşacağı yönünde bir ültimatom vermişti. Trump’ın da bu tehdide tam destek verdiği bildirilmişti. Ancak ültimatom süresi dolmasına rağmen yeni yaptırımlar uygulanmadı.

The New York Times‘ın haberine göre, Avrupalı liderler gündemlerinin artık Washington’da belirlenemeyeceği gerçeğiyle yüzleşti.

Bunun üzerine Avrupa Birliği (AB), 20 Mayıs’ta 17. yaptırım paketini kabul etti. Bu paketin ana hedefi, Moskova’nın uluslararası petrol yaptırımlarını delmek ve zenginleşmek için kullandığı, yanıltıcı bayraklı gemilerden oluşan Rusya’nın “gölge filosuna” ait 200 gemi oldu.

İngiltere’nin de eş zamanlı olarak Rusya’nın İskender füzeleri de dâhil olmak üzere silah sistemleri tedarik zincirini vurduğu belirtildi.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 20 Mayıs’ta bir zamanlar başkanlığını yaptığı Senato Dış İlişkiler Komisyonunda verdiği ifadede, Trump yönetiminin Rusya’ya yönelik tavizleri hakkındaki sorular üzerine, ABD yaptırımlarının kaldırılmadığını ve ABD silah ve istihbarat akışının Ukrayna’ya devam ettiğini belirtti.

Rubio’ya yakın bir kaynak ise, “Rubio’nun neredeyse her gün yaptırımları gündeme getirdiğine dikkat edin. Kongre’nin Graham tasarısı üzerinde ilerlemesini istiyor çünkü tasarının Senato’da veto edilemeyecek bir çoğunluğu var ve bu, Moskova ile herhangi bir sıfırlamayı suya düşürür,” dedi.

Öte yandan The Wall Street Journal‘ın haberine göre Başkan Trump, Putin’in savaşı kazanmakta olduğuna inandığı için savaşı bitirmeye istekli olmadığını Avrupalılara sonunda itiraf etmesine rağmen, ek ABD yaptırımlarıyla ilerleme konusunda isteksiz davranıyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) tarafından yapılan bir araştırma, ABD’nin Ukrayna’ya vaat ettiği tüm askeri yardımı sözleşmeye uygun olarak yerine getirmesi için kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu ortaya koydu.

Araştırmada, “Kongre tarafından onaylanmış yardımın büyük bir kısmı hâlâ teslimat hattında ve yönetimin halihazırda taahhüt edilmiş desteği iptal etme kararı almaması durumunda önümüzdeki birkaç yıl boyunca Ukrayna’ya ulaşmaya devam edecek,” ifadeleri yer aldı.

Ekonomik verilere bakıldığında, ABD’nin Rusya ile 2021’deki ithalatı 30 milyar dolar iken, AB ile geçen yılki ticareti yaklaşık 1 trilyon dolar değerindeydi.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre, 2020’den 2024’e kadar Avrupa, ABD’den en büyük silah ithalatçısı (yüzde 35) konumundaydı.

Alman savunma devi Rheinmetall ve ABD’li ana yüklenici Lockheed Martin’in, Almanya topraklarında roketler için bir Avrupa “yetkinlik merkezi” oluşturmayı ve ATACMS, HIMARS tarafından kullanılan Güdümlü Çok Namlulu Roket Sistemleri (GMLRS), M270 rampaları, Hellfire füzeleri, Patriot PAC-3 füzeleri ve Müşterek Havadan Karaya Füzeler üretmeyi planladığı bildiriliyor.

Kremlin, Ukrayna ile görüşmelerin İstanbul’da yeniden başlamasını bekliyor

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD, Harvard’ın uluslararası öğrenci kaydetme yetkisini elinden aldı

Yayınlanma

ABD yönetimi, Harvard Üniversitesi’nin uluslararası öğrencileri okula kaydetmesini engelleyen bir karar aldı.

ABD, Harvard’ın Öğrenci ve Değişim Ziyaretçi Programı sertifikasını iptal etti, bu da yabancı öğrencilerin artık üniversiteye devam edemeyeceği anlamına geliyor.

İç Güvenlik Bakanlığı perşembe günü yaptığı açıklamada, mevcut uluslararası öğrencilerin transfer olmaları veya yasal statülerini kaybetmeleri gerektiğini söyledi.

Açıklamada, “Harvard yönetimi, anti-Amerikan ve terör yanlısı provokatörlerin, aralarında birçok Yahudi öğrencinin de bulunduğu kişilere taciz ve fiziksel saldırıda bulunmasına izin vererek ve bir zamanlar saygın olan öğrenim ortamını başka şekillerde de bozarak, kampüste güvenli olmayan bir ortam yaratmıştır,” denildi.

Bakanlık, Harvard’ı ‘ÇKP ile işbirliği yapmak’la suçladı

Bakanlık açıklamasında, “kışkırtıcıların” çoğunun yabancı öğrenciler olduğunu ve Harvard yönetiminin Çin Komünist Partisi ile işbirliği yaptığını iddia etti.

Bu hafta başında, Kongre üyeleri Harvard Üniversitesi Rektörü Alan Garber’a bir mektup göndererek, üniversitenin Çin hükümeti ve ordusu ile olan bağlantıları hakkında bilgi talep etmişti.

Kongre üyeleri, üniversitenin Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu (XPCC) üyelerini ağırlayıp eğittiğini iddia etti. XPCC, ülkenin etnik Uygur Müslüman azınlık üyelerinin gözaltına alınması da dahil olmak üzere insan hakları ihlalleri iddiasıyla 2020 yılında ABD tarafından yaptırım uygulanan devlet bağlantılı bir örgüt.

İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem perşembe günü yaptığı açıklamada, “Bu yönetim, Harvard’ı kampüsünde şiddeti ve antisemitizmi teşvik etmek ve Çin Komünist Partisi ile koordinasyon sağlamakla suçluyor. Üniversitelerin yabancı öğrencileri kaydetmesi ve onların yüksek öğrenim ücretlerinden yararlanarak milyarlarca dolarlık bağışlarını artırması bir hak değil, bir ayrıcalıktır,” dedi.

Noem, Harvard’a gönderdiği mektupta, üniversitenin disiplin kayıtları, protesto faaliyetlerinin video görüntüleri ve son beş yılda öğrencilerin yasadışı faaliyetlerine ilişkin kayıtlar dahil olmak üzere bilgileri sağlarsa, önümüzdeki akademik yıl öncesinde Öğrenci ve Değişim Ziyaretçi Programı sertifikasını geri alabileceğini belirtti.

Bakan, okulun bu bilgileri 72 saat içinde sağlaması gerektiğini söyledi. Fox News’e konuşan Noem, yönetimin diğer üniversitelerde de uluslararası öğrenci kayıtlarını engellemeyi düşündüğünü söyledi. Noem, “Bu, diğer tüm üniversitelere kendilerini toparlamaları için bir uyarı olmalı,” dedi.

Trump yönetimi ‘kampüs antisemitizmine” karşı vidaları sıkıyor

Bu kapsamda Amerikan yönetiminin adımlarını sıklaştırması bekleniyor.

Adalet Bakanlığı Sivil Haklar Başsavcı Yardımcısı Üst Düzey Danışmanı Leo Terrell, yönetimin kampüslerdeki kolluk kuvvetlerinin varlığını artırmayı, antisemitik faaliyetlere katılan uluslararası öğrencilerin sınır dışı edilmesini hızlandırmayı ve yoğunlaştırmayı ve üniversitelere yönelik iktisadi yaptırımları sıkılaştırmayı planladığını söyledi.

“Antisemitizmle mücadele” kapsamında, Yahudi öğrencileri ve personelini korumayan üniversitelere karşı ilk kez dava açılması da gündemde. Terrell, “Bu büyük bir adım. Yahudilere karşı Medeni Haklar Yasası’nı ihlal ettikleri gerekçesiyle üniversitelere karşı dava açma sürecindeyiz,” dedi.

Örneğin Columbia Üniversitesi’ne işaret eden Terrell, okulun “Yahudi karşıtı” nefreti önlemede başarısız olduğu sonucuna varıldığını paylaştı.

Harvard’ın mali kaynaklarını kesme girişimi

Uluslararası öğrenci kayıtlarının engellenmesi, Harvard’a yönelik mali baskıları daha da artıracak.

Trump yönetimi, kampüste olduğunu öne sürdüğü antisemitizm ve hükümetin daha fazla denetim talebi konusunda giderek daha tartışmalı hale gelen bir çatışmada, Harvard’ın 2,6 milyar dolardan fazla fonunu dondurmuş ve gelecekteki hibeleri kesmişti.

Trump ayrıca, kurumun vergi muafiyetinin kaldırılmasını talep etti. Massachusetts’in Cambridge kentinde bulunan okul, bu adımın “Amerika’da yükseköğretimin geleceği için ciddi sonuçlar doğuracağı” uyarısında bulundu.

Üniversite, Amerikan kurumlarını dava etti

Harvard, hükümetin son adımını hukuka aykırı olarak nitelendirdi.

Bir sözcü yaptığı açıklamada, “140’tan fazla ülkeden gelen ve üniversitemizi ve ülkemizi ölçülemez şekilde zenginleştiren uluslararası öğrencileri ve akademisyenleri ağırlama kapasitemizi korumaya kararlıyız. Topluluğumuzun üyelerine rehberlik ve destek sağlamak için hızlı bir şekilde çalışıyoruz,” dedi.

Okul, hükümetin yönetimini yeniden düzenlemesini, öğrenci kabul ve öğretim kadrosu işe alım süreçlerini değiştirmesini, ABD değerlerine düşman uluslararası öğrencileri kabul etmeyi durdurmasını ve görüş çeşitliliğini uygulamayı talep etmesinin ardından federal fonları engellediği gerekçesiyle birkaç ABD kurumunu dava etti.

Nisan ayında İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, Harvard’dan 30 Nisan’a kadar yabancı öğrencilerin şiddet içeren veya yasadışı faaliyetlerine ilişkin kayıtları sunmasını, aksi takdirde federal hükümetin öğrenci vize programı kapsamındaki sertifikasını derhal kaybedeceğini söylemişti.

Üniversitenin verilerine göre, Harvard’da 2006 yılında %19,6 olan yabancı öğrenci oranı, bugün %27’ye yükseldi.

Okumaya Devam Et

Amerika

İki İsrail elçiliği çalışanını öldüren Elias Rodriguez manifesto yazmış

Yayınlanma

Washington’daki Capital Jewish Museum’da 2 İsrail Büyükelçiliği çalışanını öldüren Elias Rodriguez’in yazdığı manifesto ortaya çıktı.

Gazeteci Ken Klippenstein’ın Substack hesabından yayınladığı manifesto, Rodriguez’in Gazze’de devam eden İsrail işgaline karşı, Filistinliler ve Filistin için kendini feda eden ABD’li Aaron Bushnell gibi isimler için silahlı eylem kararı aldığına işaret ediyor.

Klippenstein, “Bu belgenin gerçek olduğuna inanıyorum, çünkü Rodriguez tarafından imzalanmış ve kolluk kuvvetleri veya herhangi bir medya tarafından adı açıklanmadan çok önce tarih atılmış,” diye yazıyor.

Belgeyi yayınlama amacının “şiddeti övmek” olmadığını, bilakis şiddeti “iğrenç bulup kınadığını” söyleyen gazeteci, “halkın olan bitenin gerçeğini daha iyi anlayabilmesi için” bunu yaptığını belirtti ve “Bu metinlerin içeriğiyle yüzleşmeyi reddetmek, genellikle bilgi boşluğu yaratır ve bu boşluk, gerçekleri çarpıtabilecek sahte belgeler, komplo teorileri veya yetkililer tarafından seçici bir şekilde sızdırılan bilgilerle hızla doldurulur. Özellikle siyasetin söz konusu olduğu durumlarda, güneş ışığının en iyi dezenfektan olduğuna inanıyorum, ki bu belge de bunun bir örneğidir,” diye yazdı.

Klippenstein, manifestonun, Gazze’deki savaşı temel meselesi olarak gösteri  cinayetleri de siyasi protesto eylemi olarak nitelendirdiğine işaret ediyor.

Elias Rodriguez’in manifestosu şöyle:

“20 Mayıs 2025

Halintar, gök gürültüsü veya şimşek gibi bir anlamı olan bir kelimedir. Bir olayın ardından insanlar onun anlamını açıklayan bir metin ararlar, işte bu da bir deneme. İsraillilerin Filistin’e karşı işlediği zulümler tarif edilemez ve sayılamaz. Çoğunlukla açıklamaları okumak yerine, bazen canlı olarak videolarda izliyoruz. Birkaç ay içinde hızla artan ölü sayısı, İsrail’in ölü saymayı sürdürme kapasitesini bile ortadan kaldırdı, bu da soykırımına çok yaradı. Bu yazının yazıldığı sırada Gazze Sağlık Bakanlığı, travmatik güç kullanımı sonucu 53.000 kişinin öldüğünü, en az on bin kişinin enkaz altında yattığını ve önlenebilir hastalıklar ve açlıktan kaç bin kişinin daha öldüğünü, on binlerce kişinin ise İsrail ablukası nedeniyle açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bildiriyor. Tüm bunlar Batı ve Arap hükümetlerinin suç ortaklığıyla mümkün oldu. Gazze Enformasyon Bürosu, enkaz altında yatan on bin kişiyi de kendi sayısına dahil ediyor. Haberlerde, aylarca enkaz altında kalan “on bin” kişiye yer veriliyor, ama enkazlar sürekli olarak daha da büyütülüyor, defalarca bombalanıyor ve enkazların arasında çadırlar bombalanıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Krallık ve ABD’nin bombardımanı altında yıllarca birkaç bin olarak sabit kalan Yemen’deki ölü sayısı, geç de olsa 500 bin olarak açıklandı. Tüm bu rakamlar neredeyse kesin olarak suç teşkil eden eksik sayımlardır. Ölü sayısının 100.000 veya daha fazla olduğu tahminlerine inanmakta hiçbir zorluk çekmiyorum. Bu yılın mart ayından bu yana, “Protective Edge” [Koruyucu Hat] ve “Cast lead” [Dökme Kurşun] operasyonlarında ölenlerin toplamından daha fazla insan öldürüldü. Bu noktada, parçalanmış, yanmış ve havaya uçmuş insanlardan kaçının çocuk olduğu hakkında daha ne söylenebilir? Bunun olmasına izin veren bizler, Filistinlilerin bağışlamasını asla hak etmeyeceğiz. Onlar da bunu bize açıkça belirttiler.

Silahlı eylem her zaman askeri eylem değildir. Genellikle değildir. Genellikle tiyatro ve gösteri gibidir, bu özelliği birçok silahsız eylemle ortaktır. Soykırımın ilk haftalarında gerçekleşen şiddet içermeyen protestolar bir tür dönüm noktası gibi görünüyordu. Daha önce hiç bu kadar çok insan Batının sokaklarında Filistinlilere katılmıştı. Daha önce hiç bu kadar çok Amerikalı politikacı, en azından retorik olarak, Filistinlilerin de insan olduğunu kabul etmek zorunda kalmamıştı. Ama şu ana kadar retorik pek bir işe yaramadı. İsrailliler, Amerikalıların Filistinlileri yok etmek için kendilerine verdikleri serbestlikten duydukları şoku övünerek anlatıyorlar. Kamuoyu soykırımcı apartheid devletine karşı tavır aldı ama Amerikan hükümeti omuz silkti; kamuoyu ne derse desin, protestoları suç sayabilecekleri yerlerde suç sayacak, suç sayamayacakları yerlerde ise İsrail’i kısıtlamak için ellerinden geleni yaptıkları yönünde sönük güvencelere boğacak. Aaron Bushnell ve diğerleri katliamı durdurmak umuduyla kendilerini feda ettiler ve devlet, onların fedakarlıklarının boşuna olduğunu, Gazze için umut olmadığını ve savaşı ülkemize taşımaya gerek olmadığını hissettirmeye çalışıyor. Onların başarılı olmasına izin veremeyiz. Onların fedakarlıkları boşuna değildi.

O halde, hükümetimizin temsilcilerinin bu katliama yardım ve yataklık etmelerinden duydukları cezasızlık, bir yanılsama olarak ifşa edilmelidir. Gördüğümüz cezasızlık, soykırımcıların hemen yakınında bulunanlar için en kötüsüdür. Guatemala devleti tarafından Maya soykırımının kurbanlarını tedavi eden bir cerrah, katliam sırasında ağır yaralanan bir hastayı ameliyat ederken, aniden silahlı adamların odaya girip hastayı ameliyat masasında vurarak öldürdüklerini ve onu öldürürken güldüklerini anlatıyor. Hekim, en kötüsünün, iyi tanıdığı katillerin, olaydan yıllar sonra yerel sokaklarda alenen dolaşmalarını görmek olduğunu söylemişti.

Başka bir yerde, vicdanlı bir adam, Vietnam’ın katili Robert McNamara’yı, feribotun salonunda arkadaşlarıyla gülerek otururken gördüğü aynı cezasızlık ve kibirden öfkelenerek, Martha’s Vineyard’a giden feribottan denize atmaya çalıştı. Adam, McNamara’nın “tavrına” itiraz etmiş ve o tavrın “Geçmişim gayet iyi, burada iyi dostum Ralph ile birlikte bir bar taburesinin üstüne çöküp takılabilirim, sen de buna katlanmak zorundasın” dediğini söylemişti. Adam McNamara’yı iskeleden suya atmayı başaramadı, eski dışişleri bakanı korkuluğa tutunup ayağa kalkmayı başardı, ama saldırgan girişiminin değerini şöyle açıkladı: “Onu dışarı çıkardım, ikimiz başbaşa kaldık ve birdenbire geçmişi o kadar da iyi olmadı, değil mi?”

Silahlı gösterilerin ahlakı hakkında birkaç söz. Soykırıma karşı olan bizler, faillerin ve suç ortaklarının insanlıklarını yitirdiklerini savunmaktan memnuniyet duyarız. Bu görüşe sempati duyuyorum ve ekran aracılığıyla bile olsa tanık olduğu zulmü kabul edemeyen ruhu yatıştırmadaki değerini anlıyorum. Fakat insanlık dışı davranışlar, uzun zamandır şok edici derecede yaygın, sıradan ve yavan bir insani olduğunu göstermiştir. Bir fail, sevgi dolu bir ebeveyn, saygılı bir çocuk, cömert ve yardımsever bir arkadaş, cana yakın bir yabancı, kendisine uygun olduğunda ve bazen uygun olmadığında bile ahlaki güce sahip olabilir, ama yine de bir canavar olabilir. İnsanlık, kimseyi sorumluluktan muaf tutmaz. Bu eylem, 11 yıl önce, benim kişisel olarak Filistin’deki acımasız davranışlarımızın farkına vardığım Protective Edge operasyonu sırasında da ahlaki olarak haklı olurdu. Ama çoğu Amerikalı için böyle bir eylem anlaşılmaz, delice görünebilirdi. Bugün en azından birçok Amerikalının bu eylemi son derece anlaşılır ve garip bir şekilde, yapılacak tek mantıklı şey olduğunu düşünecek olması beni mutlu ediyor.

Seni seviyorum anne, baba, küçük kardeşim, sen O***** da dahil olmak üzere tüm ailem, 

Özgür Filistin

-Elias Rodriguez”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English