Dünya Basını
ABD basınındaki İsrailli casuslar!

Aşağıda çevirisini okuyacağınız Alan Macleod imzalı MintPress çalışması, Amerika’nın önemli yayın kuruluşlarındaki İsrail ajanlarının rollerine odaklanıyor. Özellikle Beyaz Saray Basın Muhabirleri Ödülü’nü Barak Ravid’in son dönemdeki haberlerinin sadece ABD değil dünya basınını da şekillendirdiği dikkate alındığında bu isimlerin ABD basınında neden istihdam edildiği daha iyi anlaşılıyor:
***
Açıklıyoruz: Amerika’da haberleri yazan İsrailli casuslar
Alan Macleod
“Netanyahu 7 Ekim saldırılarından bir yıl sonra galibiyet serisine devam ediyor.” Axios’ta yayınlanan ve İsrail başbakanının yenilmez zafer dalgası üzerinde ilerlediğini anlatan makalenin başlığı böyle. Yazar Barak Ravid’e göre bu çarpıcı askeri “başarılar” arasında Yemen’in bombalanması, Hamas lideri İsmail Heniyye ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah suikastları ve Lübnan’a yönelik çağrı cihazı saldırıları yer alıyor.
Aynı yazar kısa bir süre önce İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarının “savaşa yol açmayı amaçlamadığını, ancak ‘tırmandırma yoluyla gerilimi azaltma’ girişimi olduğunu” iddia eden bir makaleyle viral oldu. Sosyal medya kullanıcıları Ravid’i bu tuhaf, Orwellvari çıkarımı nedeniyle alaya aldı. Ancak neredeyse herkesin gözden kaçırdığı şey, Barak Ravid’in bir İsrail ajanı olduğuydu ya da en azından yakın zamana kadar öyleydi. Ravid, İsrail casusluk ajansı Birim 8200’de eski bir analist ve geçen yıla kadar hala İsrail Savunma Kuvvetleri grubunda yedek subay olarak görev yapıyordu.
Birim 8200 İsrail’in en büyük ve belki de en tartışmalı casusluk örgütü. Binlerce Lübnanlı sivilin yaralanmasına neden olan son çağrı cihazı saldırısı da dahil birçok yüksek profilli casusluk ve terör operasyonundan sorumlu. Bu araştırmanın da ortaya koyacağı üzere Ravid, ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarında, ülkesinin eylemlerine Batı’dan destek sağlamak için canla başla çalışan tek İsrailli eski ajan değil.
Beyaz Saray kaynakları
Ravid kısa sürede Capitol Hill’deki basın mensupları arasında en etkili kişilerden biri haline geldi. Nisan ayında, “Beyaz Saray haberciliğindeki üstün başarısından” dolayı Amerikan gazeteciliğinin en yüksek ödüllerinden biri olan prestijli Beyaz Saray Basın Muhabirleri Ödülü’nü kazandı. Jüri üyeleri, “ABD’de ve yurtdışında derin, neredeyse mahrem düzeyde kaynak bulmasından” etkilendiler ve altı makaleyi gazetecilik örneği olarak seçtiler.
Bu hikayelerin çoğu, anonim Beyaz Saray veya İsrail hükümetinden gelen “bilgileri” doğrudan aktarmaktan ibaretti; bu bilgilerin kaynaklarını iyi göstermek ve Başkan Biden’ı İsrail’in Filistin’e yönelik dehşet verici saldırılarından aklamak üzerine kuruluydu. Dolayısıyla, bu haberlerle Beyaz Saray’ın basın açıklamaları arasında işlevsel olarak hiçbir fark yoktu.
Örneğin, jürinin seçtiği haberlerden biri “Özel haber: Biden, Bibi’ye 3 günlük savaş molasının bazı rehinelerin serbest bırakılmasına yardımcı olabileceğini söyledi” başlığını taşıyor ve ABD’nin 46. Başkanı’nı acıları azaltmaya kararlı, kendini adamış bir yardımsever olarak sunuyordu. Bir diğeri ise Biden’ın Netanyahu ve İsrail hükümetine karşısında ne kadar “hayal kırıklığı” yaşadığını anlatıyordu.
Protestocular, gazetecilere o sırada en az 128 gazetecinin hayatını kaybettiği Gazze’deki meslektaşlarıyla dayanışma için etkinliği boykot etmeleri çağrısında bulunmuştu. Ancak etkinlikte bir boykot gerçekleşmediği gibi, organizatörler en yüksek ödülü bir zamanlar İsrail istihbarat yetkilisi olan ve Washington’da iktidarın en sadık stenograflarından biri olarak ün kazanmış birine verdiler.
Protestocular, gazetecilere Gazze’de hayatını kaybeden meslektaşlarıyla dayanışmak için (bu satırların yazıldığı sırada en az 128 gazeteci hayatını kaybetmişti) etkinliği kaçırmaları çağrısında bulundu. Etkinlik boykot edilmemekle kalmadı, organizatörler en büyük ödüllerini, Washington’daki iktidarın belki de en sadık kâtibi olarak ün kazanan İsrailli istihbarat yetkilisi bir muhabire verdiler.
Ravid’e ödülü, kendisini bir kardeş gibi kucaklayan Başkan Biden tarafından bizzat takdim edildi. Tanınmış (eski) bir İsrail casusunun Biden’ı bu şekilde kucaklayabilmesi, yalnızca ABD ile İsrail arasındaki yakın ilişki hakkında değil, aynı zamanda müesses nizam medyasının iktidardan ne ölçüde hesap sorduğu hakkında da çok şey anlatıyor.
Ravid, ABD ya da İsrail hükümeti tarafından kendisine verilen övgü dolu bilgileri eleştirmeden yayınlayarak ve bunları özel haber olarak aktararak isim yaptı. Nisan ayında “Başkan Biden perşembe günü yaptıkları görüşmede İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya ültimatom verdi: Eğer Gazze’deki rotasını değiştirmezse İsrail’i destekleyemeyeceğiz” diye bir haber yapmıştı. Haberde, Biden’ın ‘altı aydır süren savaşta Gazze’deki çatışmaların sona ermesi için şimdiye kadarki en güçlü baskısını yaptığını ve ABD’nin savaşla ilgili politikasının İsrail’in ABD’nin ateşkes de dahil taleplerine uymasına bağlı olacağı konusunda ilk kez uyarıda bulunduğu’ ifadeleri yer aldı.
Temmuz ayında Ravid, Netanyahu ve İsrail’in “diplomatik bir çözüm” için çabaladığını söyleyen isimsiz kaynakları tekrarladı ki bu da son derece şüpheli bir iddiaydı.
Ravid’in aynı tarzdaki diğer makaleleri şunlar:
- Özel haber: Biden Bibi’ye Gazze’de bir yıl sürecek bir savaşta yer almayacağını söyledi
- Özel haber: Beyaz Saray toplantıyı iptal etti, Netanyahu’yu video nedeniyle protesto ederek azarladı
- Gazze savaşı 100. gününe girerken Biden’ın Bibi’ye karşı sabrı “tükeniyor”
- ABD İsrail hükümetinin altını oymakla suçlanırken Biden-Bibi çatışması tırmanıyor
- Biden ve Bibi’nin Refah için “kırmızı çizgileri” onları çarpışma rotasına soktu
- Biden mikrofona yakalandı: Bibi’ye Gazze konusunda “açıkça” konuşmaya ihtiyacımız olduğunu söyledim
- Özel haber: Beyaz Saray, Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler nedeniyle İsrail hükümetine olan güvenini kaybetti
- İsrailli bakan Beyaz Saray’da Gazze ve savaş stratejisi konusunda eleştirildi
- Haber: Biden, Bibi’ye ABD’nin İsrail’in İran’a karşı saldırısını desteklemeyeceğini söyledi
Biden yönetiminin bu şekilde sürekli aklanması internette yaygın bir alay konusu oldu.
X kullanıcısı David Grossman, “AXIOS ÖZEL: Netanyahu’ya milyonlarca dolarlık silah sattıktan sonra Biden -yüksek sesle- Taylor Swift’in ‘Aramız Kötü’ şarkısını çaldı. Biden’a yakın bir kaynak ‘Herkes bunu duyabilirdi’ diyor” diye tweet attı. Komedyen Hüseyin Kesvani, Ravid’in Biden’ın İsrail hükümetine karşı “giderek daha az güvendiğini” öne süren son makalesine yanıt olarak, “Büyük miktarda para ve silah vermeye devam ediyorum ama buna katılmadığımı herkes görsün diye kaşlarımı çatıyorum” dedi.
ABD ile İsrail arasındaki bu sözde bölünme boyunca Biden yönetimi İsrail saldırılarına coşkulu destek vermeye, BM’de ateşkes kararlarını ve Filistin devletini engellemeye devam etti ve son 12 ayda İsrail’e 18 milyar dolar değerinde silah gönderdi. Dolayısıyla, Axios’un haberleri ne kadar şüpheli olursa olsun, Washington için hayati rol oynuyor ve Biden yönetiminin uluslararası organların soykırım olarak nitelendirdiği eylemlerle arasına mesafe koymasını sağlıyor. Ravid’in işlevi ise, Axios okuyan elit liberal kitleler arasında hükümete destek bulmak ve ABD’nin İsrail’in kilit bir destekçisi olmaktan ziyade Batı Asya’da barış için çabalayan dürüst bir aracı olduğuna inanmaya devam etmelerini sağlamak.
Ravid Filistinlilere yönelik tepeden bakan tavrını gizlemiyor. Eylül ayında şu ifadelerin yer aldığı bir paylaşımı retweetledi:
“PaliNazi yöntemi budur… tavizleri hiçbir karşılık vermeden ceplerine indirirler ve ardından bu tavizleri bir sonraki müzakere turunun temelini oluşturmak için kullanırlar. PaliNaziler doğruyu nasıl söyleyeceklerini bilmezler.”
Bundan bir hafta bile geçmeden, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın oldukça şüpheli bir iddiasını destekledi. Gallant, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpan uçakların büyük bir resmi önünde kutlama yapan El Kassam Tugayları lideri Yahya Sinvar’ın çocuklarının fotoğrafını bulduğunu iddia etmişti. Gallant, açıkça Filistinlileri 11 Eylül ile ilişkilendirmeye çalışan bu fotoğrafı “Sinvar kardeşlerin fareler gibi saklandıkları” bir tünelde bulduklarını ileri sürmüştü.
Kötü şöhretli gizli servisi
1952’de kurulan Birim 8200, İsrail ordusunun en büyük ve en tartışmalı birimi.
Gizli operasyonlar, casusluk, gözetleme ve siber savaştan sorumlu olan grup, 7 Ekim 2023’ten beri dünyanın dikkatini üzerine çekti. Lübnan’da en az dokuz kişinin ölümüne ve yaklaşık 3 bin kişinin yaralanmasına neden olan meşhur çağrı cihazı saldırısının arkasındaki örgüt olarak tanınıyor. İsrail’de pek çok kişi (ve Ravid’in kendisi) operasyonu bir başarı olarak selamlarken eski CIA Direktörü Leon Panetta da dahil dünya çapında korkunç bir terör eylemi olarak kınandı.
Birim 8200 ayrıca Gazze için yapay zekâ destekli bir ölüm listesi oluşturdu ve on binlerce kişiyi (kadınlar ve çocuklar dahil) suikast hedefi olarak belirledi. Bu yazılım, İsrail ordusunun (IDF) yoğun nüfuslu Gazze’ye yönelik saldırısının ilk aylarında kullandığı birincil hedefleme mekanizmasıydı.
İsrail’in Harvard’ı olarak tanımlanan Birim 8200, ülkedeki en prestijli kurumlardan biri. Seçim süreci son derece rekabetçi; aileler çocuklarının burada hizmet vermesini ve İsrail’in gelişen yüksek teknoloji sektöründe kazançlı bir kariyer yapmasını umarak bilim ve matematik dersleri için servet harcıyorlar.
Aynı zamanda İsrail’in fütüristtik baskıcı devlet aygıtının merkezini oluşturuyor. Yüz tanıma kameraları aracılığıyla her hareketini izleyerek aramalarını, mesajlarını, e-postalarını ve kişisel verilerini takip ederek Filistinliler hakkında devasa miktarda veri toplayan Birim 8200, Filistinlileri gözetlemek, taciz etmek ve bastırmak için distopik bir ağ oluşturdu.
Birim 8200 her Filistinlinin tıbbi geçmişleri, cinsel yaşamları ve arama geçmişleri de dahil dosyalar derliyor, böylece bu bilgiler daha sonra baskı veya şantaj için kullanılabiliyor. Örneğin bir kişi eşini aldatıyorsa, umutsuzca tıbbi bir operasyona ihtiyacı varsa ya da gizli eşcinselse, bu durum sivilleri İsrail adına muhbir ve casus yapmak için koz olarak kullanılabilir. Eski bir Birim 8200 ajanı, eğitiminin bir parçası olarak konuşmalarda tespit edebilmek için kendisine “eşcinsel” anlamına gelen farklı Arapça kelimeleri ezberleme görevi verildiğini söylüyor.
Birim 8200 ajanları dünyanın en çok indirilen uygulamalarından bazılarını ve Pegasus da dahil en kötü şöhretli casusluk programlarından birçoğunun yaratıcısı. Pegasus, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa ve Pakistan Başbakanı Imran Khan da dahil dünya çapında düzinelerce siyasi lideri izlemek için kullanıldı.
İsrail hükümeti Pegasus’un Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) yanı sıra gezegendeki en otoriter hükümetlerden bazılarına satışına izin verdi. Bu devletler arasında, Türkiye’de Suudi ajanlar tarafından öldürülmeden önce Washington Post muhabiri Cemal Kaşıkçı’yı izlemek için bu yazılımı kullanan Suudi Arabistan da vardı.
Yakın zamanda yapılan bir MintPress News araştırması, dünya çapındaki VPN pazarının büyük bir kısmının, Birim 8200 mezunu biri tarafından yönetilen ve kurulan bir İsrail şirketine ait olduğunu ortaya çıkardı.
2014 yılında, Birim 8200’de görevli 43 yedek subay bir mektup yazarak birimin etik dışı uygulamaları nedeniyle artık burada hizmet vermek istemediklerini açıkladı. Bu uygulamalar arasında, sıradan Filistinli vatandaşlarla teröristler arasında bir ayrım yapılmaması da bulunuyordu. Mektupta ayrıca topladıkları istihbaratın güçlü politikacılara aktarıldığı ve onların bu bilgileri istedikleri gibi kullandıkları da belirtildi.
Kamuoyuna yapılan bu açıklama Ravid’in, çalışma arkadaşlarına öfke duymasına neden oldu. Skandalın ardından Ravid, İsrail Ordu radyosuna çıkarak muhbirlere saldırdı. Ravid, Filistin’in işgaline karşı çıkmanın İsrail’in kendisine karşı çıkmak anlamına geldiğini, zira işgalin İsrail’in temel bir “parçası” olduğunu söyledi. “Eğer sorun gerçekten işgalse…” dedi: “…o zaman vergileriniz de bir sorundur- kontrol noktasındaki askere, eğitim sistemine fon sağlıyorlar … ve 8200 harika bir taktik.”
Ravid’in yorumlarını bir kenara bırakırsak, şu soru ortaya çıkıyor: yabancı halklara sızmak, onları izlemek ve hedef almak üzere tasarlanmış, gezegenin en tehlikeli ve istilacı casusluk teknolojilerinin çoğunu üretmiş ve sofistike uluslararası terör saldırılarının arkasında olduğu düşünülen bir grubun üyelerinin, Amerika’da İsrail ve Filistin hakkındaki haberleri yazması gerçekten kabul edilebilir mi? ABD medyasındaki üst düzey isimlerin Hizbullah, Hamas ya da Rusya’nın FSB’sinde istihbarat görevlileri olduğu ortaya çıksa ne tepki verilirdi?
İsrail hakkında haberler, İsrail tarafından sunuluyor
Ancak Ravid, Amerika’da İsrail devletiyle derin bağları olan tek etkili gazeteci değil. Shachar Peled, Birim 8200’de subay olarak üç yıl çalıştı ve gözetleme, istihbarat ve siber savaş konularında analistlerden oluşan bir ekibe liderlik etti. Ayrıca İsrail istihbarat servisi Şin Bet’te teknoloji analisti olarak görev yaptı. 2017 yılında CNN tarafından yapımcı ve yazar olarak işe alındı ve üç yıl boyunca Fareed Zakaria ve Christiane Amanpour’un programları için bölümler hazırladı. Daha sonra Google onu Kıdemli Medya Uzmanı olarak işe aldı.
CNN için çalışmaya devam eden bir başka Birim 8200 ajanı da Tal Heinrich. Heinrich üç yılını Birim 8200 ajanı olarak geçirdi. 2014-2017 yılları arasında CNN’nin İsrail yanlısı olarak bilinen Kudüs Bürosu’nda saha ve haber masası yapımcısı olarak görev yapan Heinrich, İsrail’in Gazze’yi bombalayarak 2 binden fazla kişinin ölümüne ve yüz binlerce kişinin yerinden edilmesine neden olan Koruyucu Hat Operasyonu’na ilişkin Amerika’nın anlayışını şekillendiren başlıca gazetecilerden biriydi. Heinrich daha sonra CNN’den ayrıldı ve şu anda Başbakan Binyamin Netanyahu’nun resmi sözcülüğünü yapıyor.
CNN’in İsrailli devlet yetkililerini işe alma tutkusu bugün de devam ediyor. Örneğin Tamar Michaelis şu anda kanal için çalışıyor ve İsrail/Filistin içeriğinin çoğunu o üretiyor. Bu, daha önce İsrail ordusunun resmi sözcüsü olarak görev yapmış olmasına rağmen böyle.
Bu arada New York Times, gazetecilik tecrübesi olmayan eski bir İsrail Hava Kuvvetleri istihbarat subayı olan Anat Schwartz’ı işe aldı. Schwartz, 7 Ekim’de Hamas savaşçılarının İsraillilere sistematik olarak cinsel saldırıda bulunduğunu iddia eden, kötü şöhretli ve artık itibarını yitirmiş olan “Screams Without Words” (Sözsüz Çığlıklar) adlı ifşaatın yazarlarından biriydi. Times çalışanları, haberdeki kanıt ve doğruluk kontrolü eksikliğine bizzat isyan etmişti.
Aralarında yıldız köşe yazarı David Brooks’un da bulunduğu çok sayıda New York Times çalışanının çocukları İsrail ordusunda görev yaptı; Times bölge hakkında haber yaparken ya da görüş bildirirken bile bu bariz çıkar çatışmalarını okuyucularına hiç açıklamadı. Times, 1948 yılında Filistinli entelektüel Ghada Karmi’nin ailesinden çalınan Kudüs’teki bir evi büro şefi için satın aldığını da açıklamadı.
MintPress News geçen yıl Karmi ile son kitabı ve İsrail’in onu susturma girişimleri hakkında bir röportaj yapmıştı. New York Times’ın eski yazarı ve The Atlantic’in şu anki genel yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg (Amerikalı), ilk Filistin İntifadası sırasında gönüllü olarak İsrail ordusuna ait hapishanelerde gardiyanlık yapmak için Pennsylvania Üniversitesi’nden ayrıldı. Goldberg anılarında, İsrail ordusunda görev yaptığı sırada Filistinli mahkumlara yönelik kötü muamelenin örtbas edilmesine yardımcı olduğunu açıkladı.
Sosyal medya şirketleri de eski Birim 8200 ajanlarıyla dolu. MintPress’in 2022 yılında yaptığı bir araştırmada Google için çalışan en az 99 eski Birim 8200 ajanı tespit edilmişti.
Facebook da tartışmalı birimden düzinelerce eski ajanı istihdam ediyor. Bunlar arasında Meta’nın denetim kurulunda yer alan Emi Palmor da bulunuyor. Bu 21 kişilik kurul, Facebook, Instagram ve Meta’nın diğer hizmetlerinin yönüne nihai olarak karar veriyor ve hangi içeriğe izin verileceğine, teşvik edileceğine ve neyin baskılanacağına karar veriyor.
Meta, platformlarında Filistinli sesleri sistematik olarak bastırdığı için İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından resmen kınandı ve sadece Ekim ve Kasım 2023’te binden fazla açık Filistin karşıtı sansür vakası belgelendi. Bu önyargının boyutunu Instagram’ın, kendini Filistinli olarak tanımlayan kullanıcıların profillerine otomatik olarak “terörist” kelimesini eklemesi gösteriyor.
ABD’li politikacıların İsrail ve Yahudi karşıtı ırkçılığın yuvası olduğuna dair yaygın iddialarına rağmen TikTok, organizasyonundaki kilit pozisyonlarda birçok eski Birim 8200 ajanını istihdam ediyor. Örneğin, 2021 yılında Asaf Hochman’ı küresel ürün stratejisi ve operasyonları başkanı olarak işe aldı. Hochman, TikTok’a katılmadan önce beş yıldan fazla bir süre İsrailli bir ajan olarak çalıştı. Şimdi Meta için çalışıyor.
Yukarıdan aşağıya İsrail yanlısı sansür
İsrail’in komşularına yönelik saldırıları söz konusu olduğunda, şirket medyası sürekli olarak İsrail yanlısı bir tutum sergiliyor. Örneğin New York Times, İsrail ordusu söz konusu olduğunda şiddetin failini tanımlamaktan düzenli olarak kaçınıyor ve 1948 yılında yaklaşık 750 bin Filistinlinin öldürüldüğü soykırımı sadece bir “göç” olarak nitelendiriyor.
Gazetenin haberleri üzerinde yapılan bir araştırma, her iki tarafta da öldürülen insan sayısı arasındaki devasa farka rağmen, İsraillilerin ölümlerinden bahsederken “katliam”, “kırım” ve “dehşet verici” gibi kelimelerin Filistinlilere kıyasla 22 kat daha sık kullanıldığını ortaya koyuyor.
Bu arada, bir Filistinli çocuğun içinde bulunduğu bir araca 335 kurşun İsrail askerleriyle ilgili bir haberi, CNN “Ölü akrabalarıyla birlikte araçta mahsur kalan beş yaşındaki Filistinli kız ölü bulundu” başlığını yayımladı ki bu başlığa göre kızın ölümü trajik bir kaza olarak yorumlanabilir.
Bu tür haberler tesadüfen ortaya çıkmıyor. Aslında, doğrudan tepeden geliyor. Kasım ayında sızdırılan bir New York Times notu, şirket yönetiminin muhabirlerine İsrail’in eylemlerini tartışırken “soykırım”, “katliam” ve “etnik temizlik” gibi kelimeleri kullanmamaları yönünde açıkça talimat verdiğini ortaya koydu. Times çalışanlarının haberlerinde “mülteci kampı”, “işgal altındaki bölge” ve hatta “Filistin” gibi kelimeleri kullanmaktan kaçınmaları, en temel gerçekleri izleyicilerine aktarmalarını neredeyse imkânsız hale getiriyor.
CNN çalışanları da benzer bir baskı altında. Geçen Ekim ayında, yeni CEO Mark Thompson tüm personele, şiddetin sorumlusu olarak Hamas’ın (İsrail değil) gösterilmesini sağlamaları ve Gazze Sağlık Bakanlığı ve onların sivil ölümleri hakkında konuşurken her zaman “Hamas kontrolündeki” lakabını kullanmaları talimatını veren bir not gönderdi ve Hamas’ın bakış açısına ilişkin herhangi bir haber yapmalarını yasakladı. Haber standartları ve uygulamalardan sorumlu üst düzey yöneticisi personele bunların “haber değeri olmadığını” ve “kışkırtıcı söylem ve propaganda” anlamına geldiğini söyledi.
Hem Times hem de CNN, İsrail’in eylemlerine karşı çıktıkları ya da Filistinlilerin özgürlüğüne destek verdikleri için çok sayıda gazeteciyi işten çıkardı. Kasım ayında Times’tan Jazmine Hughes, Filistin’deki soykırıma karşı çıkan bir açık mektubu imzaladıktan sonra işten çıkarılmıştı. Gazete bir önceki yıl da İsrail yanlısı Honest Reporting grubunun baskısının ardından Hosam Salem’in sözleşmesini feshetmişti. CNN sunucusu Marc Lamont Hill ise 2018 yılında Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmada Filistin’in özgürleştirilmesi çağrısında bulunduğu için aniden kovuldu.
Axios, CNN ve New York Times gibi büyük kuruluşlar belli ki kimi işe alacaklarını biliyorlar. Bunlar gazetecilikte en çok aranan işlerden bazıları ve muhtemelen her bir pozisyon için yüzlerce aday başvuruyor. Bu kuruluşların herkesten önce İsrailli casusları seçmesi, basının güvenirliği ve amacı konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor.
Birim 8200’den ajanların Amerikan haberleri üretmek üzere işe alınması, Hamas ya da Hizbullah savaşçılarının muhabir olarak istihdam edilmesi kadar düşünülemez olmalı. Ancak eski İsrailli ajanlar, ülkelerinin Filistin, Lübnan, Yemen, İran ve Suriye’ye yönelik devam eden saldırıları hakkında Amerikan kamuoyunu bilgilendirmekle görevlendirildi. Bu durum medyamızın güvenilirliği ve önyargıları hakkında ne söylüyor?
İsrail, Amerikan yardımı olmadan bu savaşı sürdüremeyeceğine göre Amerikan zihniyeti için verilen mücadelede, sahadaki savaş kadar önemli. Propaganda savaşı sürdükçe de gazeteci ve savaşçı arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor. Bize İsrail/Filistin hakkında haber sağlayan en iyi gazetecilerin birçoğunun eski İsrail istihbarat ajanları olması bunun altını çiziyor.
Dünya Basını
Beyaz Saray’da “İran” çekişmesi

ABD bu hafta sonu İran’la anlaşmaya varacak mı?
“Mayıs sonuna kadar ya İran’la ciddi müzakerelere başlarız ya da askeri bir müdahale olasılığı ortaya çıkar.”
Jay Solomon / The Free Press
Donald Trump geçen ay Oval Ofis’teki masasına oturdu ve geçen yıl Trump’ı öldürmeyi planladığı iddia edilen İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’e yazdığı mektubun son taslağını bizzat düzenledi.
Trump, İran’ın ilerleyen nükleer programı konusunda doğrudan müzakere isteğini dile getiren mektup üzerinde yardımcılarıyla fikir alışverişi yaptı, bazı satırları ve ifadeleri bizzat çizip çıkardı. Ardından mektup, Birleşik Arap Emirlikleri’nden diplomatik aracılarla Tahran’a gönderildi.
The Free Press‘e konuşan üst düzey yönetim yetkilileri, Trump’ın 85 yaşındaki Şii din adamı Hamaney’e mektubunda bir de uyarıda bulunduğunu söyledi.
Mektupta, Trump, mart ayında başlayan iki aylık ciddi bir müzakere süreci için fırsat sundu. Aksi takdirde, ABD’nin İsrail’in İran’daki nükleer tesislerine saldırısını destekleyebileceği veya bu saldırıyı tek başına gerçekleştirebileceği belirtildi. Bir yetkili, “Mayıs sonuna kadar ya İran’la ciddi görüşmeler yaparız ya da askeri bir müdahale gündeme gelebilir” dedi.
Trump’ın mektuptaki doğrudan rolü, ilk dönemindeki İran politikasına göre büyük bir değişim anlamına geliyor. İlk döneminde, Obama döneminde imzalanan ve İran’ın nükleer programını sınırlandırmayı ve ekonomisini iyileştirmeyi hedefleyen anlaşmadan çekildi.
O dönemde Trump’ın ekibi, İran konusunda şahin olan eski generallerden oluşuyordu. Bu ekip, İslam Cumhuriyeti’ne karşı şimdiye kadar atılmış en cesur adımlardan birini destekledi: 2020 ‘de üst düzey general Kasım Süleymani’yi Bağdat’taki bir havaalanında öldüren insansız hava aracı saldırısı.
Trump’ın yeni Beyaz Saray’ı ise daha güvercin bir tonda konuşuyor. Başkan ve üst düzey yardımcıları son haftalarda, özellikle de finansal piyasalar dalgalanırken, İran’la doğrudan bir askeri çatışmadan kaçınma isteklerini defalarca vurguladılar. İran’a yönelik bir saldırının, küresel petrol fiyatlarını ciddi şekilde artırabileceği vurgulanıyor.
Ancak The Free Press‘e konuşan yetkililer, Trump’ın ikinci yönetimi içinde ulusal güvenlik ve dış politika konularında giderek gerginleşen bir bölünme olduğunu söyledi.
Bir yanda, ABD’nin askeri müdahalelerine karşı temkinli olanlar var. Bunların arasında Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff yer alıyor. Tucker Carlson gibi dışarıdan MAGA’nın önde gelen isimleri de olası bir İran saldırısına karşı çıkıyorlar.
Carlson bu hafta X platformunda, “Binlerce Amerikalı ölür. Peşinden gelecek savaşı kaybederiz. Ülkemiz için daha yıkıcı bir şey olamaz” diye yazdı.
Diğer tarafta ise, İran’a karşı daha sert tutum takınan isimler var: Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio. Waltz son haftalarda, İran’ın kapsamlı şekilde silahsızlandırılması gerektiğini açıkça savunuyor.
Yetkililere göre Trump’ın mektubu, bu iki yaklaşımı da yansıtıyor: uzlaşı ve savaş. Başkanın şahsi katılımı, İran politikasını doğrudan yönetmek istediğini gösteriyor.
Bu hafta sonu Umman’da yapılması planlanan görüşme, hangi yaklaşımın ağır basacağının ilk göstergesi olacak. ABD’yi temsil eden Witkoff ile İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi’nin yapacağı görüşme, Trump’ın iki aylık mühletini fiilen başlatmış olacak.
Görüşmenin detayları hâlâ netleşmemiş olsa da Beyaz Saray diplomasinin tıkanması durumunda Tahran’ı askeri güçle tehdit ediyor. Beyaz Saray sözcüsü Karoline Leavitt salı günü yaptığı açıklamada, İran’ın “Başkan’la bir anlaşma yapabileceğini” ya da “bunun bedelini cehennemde ödeyeceğini” söyledi.
Trump’ın İran politikası üzerindeki iç mücadele, tekrar seçilmesinden hemen sonra başladı. Eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve eski İran özel temsilcisi Brian Hook gibi ilk dönem ulusal güvenlik stratejistlerinin geri dönmesi bekleniyordu. Ancak Trump, sosyal medya üzerinden bu isimleri alenen aşağıladı ve görev almayacaklarını duyurdu.
The Free Press’e konuşan yetkililere göre, Carlson ve Trump’ın oğlu Donald Trump Jr., Pompeo ve Hook’un geri dönmesine karşı çıktı. Bu iki isim, 2020’de Süleymani suikastını desteklemişti ve bu olayın ardından İran, ABD üslerine misilleme saldırıları düzenlemişti. Bu yıl Trump, Pompeo ve Hook’un güvenlik izinlerini iptal etti. İran devlet medyası bu kararı memnuniyetle karşıladı.
Geçen hafta, Trump, görünüşe göre komplo teorisyeni ve MAGA fenomeni Laura Loomer’ın tavsiyesi üzerine Ulusal Güvenlik Konseyi’nden dört personeli görevden aldı. Bu kişilerden üçü Waltz, Rubio ve Pompeo ile çalışmıştı. Bir Cumhuriyetçi yetkiliye göre, “Bunu Waltz’ı zayıflatmak için yaptılar.”
İran konusundaki anlaşmazlıklar İsrail’e de sıçradı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun uluslararası ilişkiler danışmanı Caroline Glick, Tucker Carlson’ın İsrail’in ABD’yi savaşa sürüklemeye çalıştığı yönündeki iddialarına sosyal medyadan tepki gösterdi. Glick, “İsrail’in hiçbir zaman Amerikan askerinin sahaya inmesini istemediğini hatırlatmak isterim” dedi.
ABD adına müzakereleri yürütecek olan Witkoff, şimdiye kadar somut bir çözüm önerisi sunmadı. Ancak önceliği, İran’ın nükleer tesislerine daha fazla denetim getirmek gibi görünüyor. Bu tutum, Obama’nın 2015’te imzaladığı Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na (KOEP) benziyor.
Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, İran’a yönelik olası bir askeri saldırıya açıkça karşı çıkmasalar da endişelerini özel olarak dile getirdiler. Bunun nedeni, İran’ın saldırıyı destekleyen ülkelere tehditlerde bulunması ve bu üç ülkenin yatırım çekebilmek için bölgesel istikrara ihtiyaç duyması.
Bu direnişe karşılık olarak, ABD Savunma Bakanlığı geçen ay içinde Britanya’ya ait Diego Garcia adasındaki ortak üsse en az altı B-2 bombardıman uçağı konuşlandırdı. Bu uçaklar, İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırıda gerekli olan devasa sığınak delici bombaları taşıyabilecek kapasitede. ABD ve İsrailli yetkililere göre, İran’ın nükleer tesisleri, geçen yıl İsrail tarafından düzenlenen saldırılar sonrası daha savunmasız hale geldi.
ABD’li bir yetkili The Free Press’e, bu bombardıman uçaklarının İran’a, diplomasinin başarısız olması durumunda karşılaşabileceği askeri tehdit konusunda açık bir uyarı olduğunu söyledi.
ABD’li yetkililere göre Trump yönetimi İsrail ya da ABD için İran içindeki potansiyel hedefleri tartışmaya başladı bile. Mevcut ve eski ABD yönetimi yetkililerine göre potansiyel hedefler arasında İran’ın ana nükleer tesisleri ve uranyum zenginleştirme tesisleri, balistik füze ve insansız hava aracı üretim tesisleri de yer alıyor.
Ancak asıl stratejik soru şu: Trump yönetimi, İran rejiminin istikrarını tehdit edebilecek hedefleri vurmayı göze alacak mı? Eğer böyle bir yol izlenirse, hedeflerden biri Basra Körfezi’ndeki Hark Adası’nda yer alan İran’ın petrol ihracat tesisi olabilir. Diğer hedef ise İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) karargâh ve komuta merkezleri olabilir.
İran son yıllarda ekonomik sorunlardan kadınlara yönelik muameleye kadar her konuda protesto gösterileriyle çalkalanıyor. Mevcut ve eski yetkililere göre ABD’nin DMO’yu hedef alması halinde, halkın rejime karşı öfkesi daha da artabilir.
Bu hafta sonu Umman’daki görüşme öncesinde, İranlı yetkililer Trump yönetiminin ılımlı kanadıyla iletişim kurmaya ve başkanın iş yapma arzusunu kullanmaya kararlı görünüyor. İran Dışişleri Bakanı Irakçi, ABD ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın sadece nükleer değil, ekonomik boyutunun da olacağını belirtti.
Irakçi, The Washington Post’a yazdığı yazıda şunları söyledi: “Gerçek şu ki, dünyanın dört bir yanından gelen şirketlere kapılarımızı açmaya hazırız. Bunun önündeki engel İran değil, Amerikan yönetimleri ve Kongre’dir. ABDli şirketler trilyon dolarlık fırsatı kaçırıyor.”
Dünya Basını
Mearsheimer: Trump Ukrayna konusunda haklı

Chicago Üniversitesi’nden siyaset bilimci Profesör John Mearsheimer, The New Yorker‘a verdiği mülakatta, Ukrayna savaşının sorumluluğunun büyük ölçüde ABD ve Batı’nın NATO’yu genişletme politikasında yattığını savundu. Mearsheimer, Donald Trump’ın savaşı bitirme yaklaşımını desteklediğini belirterek, Ukrayna’nın tarafsız kalması ve toprak tavizleri vermesi gerektiğini, ancak güvenlik garantisi alamayacağını ifade etti.
Chicago Üniversitesi’nden siyaset bilimci ve “saldırgan realizm” teziyle tanınan Profesör John Mearsheimer, Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinin başlamasından bu yana, savaşın sorumluluğunun büyük ölçüde ABD’de yattığını savunuyor.
Mearsheimer, The New Yorker dergisine verdiği mülakatta bu görüşlerini yineledi ve Batı’nın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i yanlış anladığını belirtti.
Mearsheimer, 2014’te Kırım’ın Rusya Federasyonu’na bağlanmasından ve Donbass’da savaşın başlamasından bu yana, ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) büyük kısmının, özellikle NATO’nun doğuya doğru genişleme ısrarı nedeniyle Moskova’nın tepkisinin ana gerekçesi olduğunu savunuyor.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ittifaka 16 yeni ülke katıldı.
The New Yorker ile yakın zamanda telefonla yeniden görüşen Mearsheimer, Ukrayna’nın neden bir barış anlaşması kapsamında güvenlik garantisi almaması gerektiğini, Rusya’nın 2022 öncesi niyetleri konusunda yanılıp yanılmadığını ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in neden hâlâ yanlış anlaşıldığına inandığını ele aldı.
‘Trump doğru yolda’
Mearsheimer, Trump’ın Rusya-Ukrayna meselesini ele alış biçimiyle ilgili olarak, “Temelde yaptıklarına katılıyorum. Savaşı derhal sona erdirmenin stratejik olarak mantıklı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bunun ahlaki açıdan doğru karar olduğuna inanıyorum. Trump bunu en zarif şekilde ele almamış olsa da, doğru yolda olduğuna ve umarım hedefe ulaşacağına inanıyorum,” dedi.
Doğru yolun ne olduğu sorusuna Mearsheimer, “Trump’ın Ruslarla bir anlaşmaya varması gerekiyor. Bu, Rusya’nın masaya koyduğu temel şartları kabul etmek anlamına geliyor. Birincisi, Ukrayna gerçekten tarafsız bir ülke olmalı; NATO’ya katılmamalı ve Batı’dan güvenlik garantisi beklememeli. İkincisi, ülkenin doğusundaki topraklarının azımsanmayacak bir kısmını Rusya’ya devretmeli. Üçüncüsü, Ukrayna ordusunu Rusya için artık bir saldırı tehdidi oluşturamayacak ölçüde küçültmesi gerekiyor. Trump bu koşulları kabul etmeli ve bu temelde Rusya ile bir anlaşma yapmalı. Ancak zor kısmı —Avrupalıları ve özellikle Ukraynalıların kendilerini tüm bunlara razı etmek— bundan sonra başlıyor,” yanıtını verdi.
Kremlin: Bir sonraki Rusya-ABD görüşmeleri 10 Nisan’da İstanbul’da
‘Mümkün olan en kısa sürede bir çözüme ulaşmak hayati önem taşıyor’
Anlaşma sonrası geriye kalacak Ukrayna’nın nasıl olacağı konusunda Mearsheimer, bunun Ukrayna’nın ne kadar toprak kaybedeceğine bağlı olduğunu belirtti. Mearsheimer, “Ruslar için mümkün olduğunca fazla toprak ele geçirme yönünde stratejik teşvikler var. Bu nedenle, Ukrayna açısından, Ruslar daha fazla toprak ele geçirmeden ve onları oradan çıkarmak imkansız hâle gelmeden önce, mümkün olan en kısa sürede bir çözüme ulaşmanın hayati önem taşıdığını düşünüyorum,” değerlendirmesinde bulundu.
Barış anlaşması durumunda Ukrayna’ya ne gibi garantiler verilmesi gerektiği sorulduğunda Mearsheimer, “Güvenlik garantisi bekleyemezler. Sadece gerçekleri kabullenmek zorundalar,” dedi ve ekledi:
“Bir güvenlik garantisi fiilen NATO üyeliği anlamına gelir ve Rusya bunu kabul etmeyecektir. Bu Ukrayna için trajik bir durum mu? Cevap evet. Ama alternatif nedir?”
Avrupalıların veya farklı bir ABD yönetiminin Ukrayna’ya güvenlik garantisi vermesinin kendi çıkarlarına olduğunu fark etmeleri durumunda neden bunu yapmamaları gerektiği sorusuna Mearsheimer, “Elbette bir garanti sunabilirler, ancak Ruslar bunu reddedecektir. Bu savaşın tamamen NATO’nun genişlemesiyle ilgili olduğuna inanıyorum. Dediğim gibi: Ukrayna’ya güvenlik garantisi vermek, NATO üyeliği anlamına gelir,” yanıtını verdi.
‘Putin yanlış anlaşıldı’
Bununla beraber Mearsheimer, güvenlik garantisi olmayan bir barış anlaşmasından sonra Putin’in Ukrayna’ya tekrar saldırması durumunda bunun bir trajedi olacağını ancak bunun nasıl önleneceğinin asıl soru olduğunu belirtti.
Mearsheimer, “Putin gelecekte Ukrayna’ya saldırır mı? Sanmıyorum. Bence bu savaş bittikten sonra Putin’in yapacağı son şey yeni bir savaş başlatmak olur,” diye konuştu.
2014’te Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasından sonra Putin’in Ukrayna’nın ana karasına saldırmayacağını söylediği hatırlatıldığında Mearsheimer, yanılıp yanılmadığı sorusuna “Hayır” yanıtını verdi.
Mearsheimer, “2014’te Putin’in Ukrayna’nın ana karasına saldırmayacağını söyledim. Fakat durum 2014’ten sonra, özellikle Joe Biden Beyaz Saray’a geldikten sonra temelden değişti. Biden, Ukrayna konusunda her zaman açık sözlü bir şahindi. Ukrayna’yı selefinden çok daha büyük ölçekte silahlandırmaya başlayan oydu. Sonuçta pek de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Biden’ın göreve başlamasından 13 ay sonra savaş patlak verdi,” ifadelerini kullandı.
Putin’in bu askeri müdahaleye bir nevi zorlanıp zorlanmadığı sorusuna Mearsheimer, “Evet, benim görüşüm bu. Batı, Putin’i Ukrayna’nın NATO üyesi olmasını engellemek için önleyici bir savaş başlatmaya zorladı,” yanıtını verdi.
Ukrayna’nın NATO üyesi olsaydı bile bunun illa ki Rusya için bir tehdit oluşturmayacağı, belki sadece Putin’in zihninde böyle olduğu yorumuna Mearsheimer, “Ama tam da bu nokta çok önemli. Sizin ve benim ne düşündüğümüzün bir önemi yok. Ruslar 2008’den beri Ukrayna’nın NATO üyeliğini varoluşsal bir tehdit olarak algılayacaklarını ve buna izin veremeyeceklerini açıkça belirttiler. Hatırlayın: 2008’de NATO, Ukrayna’nın ittifaka üye olacağını duyurdu. Ancak Putin ve ekibi o zaman bile bunun kırmızı çizgiyi aşacağını açıkça belirttiler. Putin o zaman, bu durumda Ukrayna’yı yok edeceğini net bir şekilde ifade etti. Ve bu daha 2008’deydi,” diye kaydetti.
Ayrıca Mearsheimer, Putin’in Ukrayna’nın NATO üyeliğini varoluşsal bir tehdit olarak gördüğünü ve bunun ülkesine karşı bir savaş ilanıyla eşdeğer olduğuna inandığını vurguladı.
Ukrayna’nın hiçbir zaman NATO üyesi olmadığı ve Joe Biden yönetimi altında bile olacağının kesin olmadığı hatırlatıldığında Mearsheimer, “Hayır, bu hiç doğru değil. Joe Biden göreve geldikten sonra olanlara bakarsanız, Biden’ın Ukrayna’nın NATO üyeliğini açıkça desteklediği görülür. Hatta bu konuda stratejik bir planlama belgesi bile vardı,” diyerek bu görüşe katılmadığını belirtti.
Rusya ile ABD arasındaki Ukrayna müzakerelerinde hangi gündemler masada?
Putin’in 2021’deki ve Dugin faktörü
Geçen yılki bir yazısında, “Putin’in Ukrayna’yı ele geçirip Rusya’ya katmak istediğine dair 24 Şubat 2022 öncesine ait hiçbir kanıt bulunmadığını” yazdığı hatırlatılan Mearsheimer, “Bunu o zaman söyledim ve bugün de söylerim,” dedi.
2014’te Putin’in “er ya da geç Ukrayna’nın ana karasına saldıracağını” iddia edenleri küçümsediği, ancak bu kişilerin haklı çıktığı belirtildiğinde Mearsheimer, “Bu kişilerin haklı çıktığına şüphe yok. Fakat, daha önce de belirttiğim gibi, 2014’te Putin’in Ukrayna’ya saldıracağına dair hiçbir kanıt yoktu. Ancak durum o zamandan beri değişti. 2014’ten sonra ABD ve Avrupalı müttefikleri Ukrayna’yı kitlesel olarak silahlandırmaya ve silahlı kuvvetlerini eğitmeye başladı. 2021’e gelindiğinde Ukrayna, 2014’te olduğundan çok daha etkili bir orduya sahipti. Dolayısıyla Rusya için daha önemli bir tehdit oluşturuyordu,” açıklamasını yaptı.
Mearsheimer, Putin’in 12 Temmuz 2021’de Ukraynalılara hitaben yazdığı ve “Kendi devletinizi kurmak mı istiyorsunuz: Buyurun!” ifadesinin yer aldığı makaleye sıkça atıfta bulunuyor.
Bu makalenin neden önemli olduğu sorulduğunda Mearsheimer, “Bu makale, yaygın görüşün çoğu temsilcisi tarafından Putin’in 24 Şubat 2022’den önce Ukrayna’yı ele geçirmek istediğinin kanıtı olarak gösteriliyor. Bu makalenin, Putin’in emperyalist olduğunun kanıtı olduğu iddia ediliyor,” dedi.
Ancak aynı makalede Putin’in, “Bugünkü Ukrayna tamamen Sovyet döneminin bir ürünüdür. Önemli ölçüde tarihi Rusya toprakları üzerinde kurulduğunu biliyor ve iyi hatırlıyoruz,” ve “Rusya ile Ukrayna arasında, esas itibarıyla ortak bir tarihi ve manevi alan olan parçalar arasında son yıllarda oluşan duvar, benim gözümde büyük ortak talihsizliğimiz ve trajedimizdir,” yazdığı hatırlatıldığında Mearsheimer, bu pasajların Putin’in Ukrayna’yı fethetme niyetinde olduğunun, bunun gerçekçi olduğuna inandığının veya bunu gerçekten yapacağının kanıtı olmadığını savundu. Mearsheimer, “Sadece tarihe bakış açısını aktarıyor; ne eksik ne fazla,” dedi.
Mearsheimer, savaşın ve Rus milliyetçiliğinin ateşli destekçisi olan sağcı muhafazakar Rus filozof Aleksandr Dugin ile yaptığı bir sohbeti de değerlendirdi.
Mearsheimer, Dugin ile dünyanın işleyişi konusunda bazı temel görüşleri paylaştığını, ancak liberalizm konusundaki görüşlerinin tamamen zıt olduğunu belirtti.
Mearsheimer, “Ben fanatik bir faşist değilim. Aslında, liberal bir Amerika’da doğduğum için çok mutlu olduğumu ve liberalizme tamamen bağlı olduğumu defalarca açıkça belirttim. Dugin ise değil. Gerçek şu ki, Ukrayna savaşının ana nedeni konusunda hemfikiriz: Batı’nın Ukrayna’yı NATO’ya entegre etme niyeti,” yorumunu yaptı.
Dugin’in Mart 2022’de Rus basınına verdiği mülakatta, “Kiev kuşatması, Doğu Slav halklarının birliği ve Batı’ya karşı yönelen Rus dünyasının egemen bir medeniyetinin yaratılması için bir mücadeledir,” ve Rusya’nın “Batı medeniyeti tarafından somutlaştırılan mutlak kötülüğe karşı savaştığını” söylediği hatırlatıldığında Mearsheimer, Dugin’in görüşlerinin Putin’in düşüncelerini yansıttığı iddialarını reddetti.
Mearsheimer, “Dugin’in sıkça iddia edildiği gibi ‘Putin’in beyni’ olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Benim değerlendirmeme göre, Putin dünyayı kendi başına algılayabilen ve bağımsız siyasi kararlar alabilen biridir. Bu yüzden Dugin’in görüşlerinin Putin üzerinde mutlaka bir etkisi olduğuna inanmıyorum,” ifadelerini kullandı.
‘ABD ve Avrupa’nın SWIFT konusundaki anlaşmazlığı Ukrayna müzakerelerini raydan çıkarabilir’
Dünya Basını
‘Almanya’yı pervasız bir militarizm sardı’

Rus düşünce kuruluşu Valday Tartışma Kulübü Program Direktörü Timofey Bordaçev, Almanya’nın Litvanya’da daimi tugay konuşlandırmasını ‘pervasız militarizm’ ve provokasyon olarak nitelendirdi. Vzglyad gazetesindeki makalesinde Bordaçev, bu adımın Almanya’nın zayıflığından, gelecek vizyonu eksikliğinden ve politikacıların harcama yapma ve halkı kemer sıkmaya ikna etme ihtiyacından kaynaklandığını ifade etti.
Rusya’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Valday Tartışma Kulübü Program Direktörü Timofey Bordaçev, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yurt dışında daimi tugay konuşlandırmasını “pervasız militarizm” olarak nitelendirdi.
Bordaçev, Vzglyad gazetesinde yayımlanan makalesinde, Almanya Savunma Bakanlığı’nın Vilnius yakınlarında Bundeswehr’e (Alman ordusu) ait 45’inci Zırhlı Tugay’ın resmi olarak hizmete girdiğini duyurmasına atıfta bulunarak, “Bu birliğin gerçek potansiyelini elbette bilmiyoruz, ancak en mütevazı ölçekler bile, arkasında taktiksel sorumsuzluk ve stratejik düşüncesizliğin birleşiminin yattığı bir provokasyonun tüm işaretlerini taşıyor,” değerlendirmesinde bulundu.
Bordaçev, bu durumun “ustaca bir planlamanın sonucu olarak değil, sadece ‘aptallıktan’ kaynaklanan” bir tehlike yarattığını belirtti.
Program Direktörü, “İkincisi, Almanya’yı teorik olarak bile başa çıkamayacağı sonuçları olan bir duruma sokuyor. Almanya’nın gerçek anlamda militarizasyonuna kimse izin vermeyecektir. Ancak şu anda olduğu gibi sahte bir militarizasyon, kelimenin tam anlamıyla yoktan yere tehlikeli sonuçlara yol açabilir,” diye yazdı.
‘Avrupa gücüyle değil, zayıflığıyla tehlikeli’
Timofey Bordaçev, Almanya’nın ve tüm Avrupa’nın gücünden değil, zayıflığından tehlikeli olduğunu vurgulayarak, “Bu tür olgular uluslararası politika tarihinde nadiren yaşanmıştır. Ancak yaşanmıştır. Avrupalıların ve devlet adamlarının temel sorunu, bir gelecek tasavvuruna sahip olmamalarıdır. Eğer yarının nasıl görünmesini istediğinize dair bir anlayış yoksa, tüm azalan güçler dünü sonsuza dek uzatmaya yönlendirilir,” ifadelerini kullandı.
Bordaçev, Almanya’nın bu açıdan “Avrupa’nın küpü” olduğunu, geçmişin düzeninden en fazla keyif alan ve çevresinde olup bitenleri oldukça kayıp bir şekilde gözlemleyen bir ülke konumunda bulunduğunu belirtti.
Bordaçev, Almanya’nın bu duruma verdiği tepkinin “çoğunlukla histerik” olduğunu ve Soğuk Savaş sonrası 30 yıldır alışılagelen kendine güven maskesi altında rahatsızlığını artık pek gizleyemediğini savundu.
Bordaçev, “Modern militarizasyon modası, bu histerik tepkinin bir tezahürüdür,” dedi.
Ancak Bordaçev’e göre bu durumun bir başka güçlü kaynağı daha var: Vatandaşların gelecekte kazanabilecekleri de dahil olmak üzere mali kaynaklarının yönetimi. Bordaçev, Almanya ve Avrupa’daki politikacıların bu konuda birkaç şeye ihtiyacı olduğunu öne sürdü.
Militarizasyonun nedenleri: Harcama bahanesi ve hayali Rusya tehdidi
Bordaçev, ilk olarak politikacıların “büyük paraların kontrolsüz harcanması için yeni bir bahane elde etmek” istediklerini belirtti ve “Bu alışkanlığı koronavirüs pandemisi döneminde edindiler. Almanya, ne olursa olsun Avrupa’nın en zengin ülkesi olduğu için, devlet bütçesinden para harcanmasına yönelik bu yeni ‘moda’ alanda yolsuzluk için çok daha fazla fırsat var,” diye ekledi.
İkinci olarak, Bordaçev, Avrupalı yeni nesillerin ebeveynlerinden daha kötü yaşayacağının yaklaşık on beş yıldır herkes için aşikâr olduğunu ifade etti.
Bordaçev, bunun nesnel nedenleri arasında dünyanın geri kalanında tüketimin artması, Avrupa sosyal ve ekonomik modelinin durgunluğu ve Batı’da kabul gören kapitalizm modelinin krizi olduğunu sıraladı.
Bordaçev, politikacıların iktidarda kalmak için seçmenlere gelecekte onları iyi bir şeyin beklemediğini açıklamaları gerektiğini, fakat bunu “insanların her zaman yoksunluklara uysalca katlandığı Britanya’daki gibi” yapmanın mümkün olmadığını belirtti.
Bordaçev, “Politikacıların veya tüm sistemin başarısız olduğunu seçmenlere söylemek de mümkün değil, zira o zaman ne yapılacağını bulmak gerekir. Ancak taze fikirler hiç yok,” dedi.
Bordaçev, “Rusya’dan gelen tehdit, insanlara neden daha az yemeleri gerektiğini açıklamanın ideal bir yolu hâline geliyor,” değerlendirmesinde bulundu.
Rus uzman, Avrupa’nın kendi güvenliği için ödeme yapması gerektiği yönündeki söylemleri “klasik bir örnek” olarak gösterdi.
Bordaçev, Amerikalı ekonomist Jeffrey Sachs’ın yakın tarihli bir röportajda “Rusya’nın Avrupa’ya olası saldırısından bahseden politikacıların psikiyatriste gönderilmesi gerektiğini” söylediğini hatırlatarak, bu tehdit söyleminin temelsizliğine işaret etti.
Bordaçev, Alman medyasının doğudan gelen askeri tehdit konusunu giderek daha aktif bir şekilde “pompaladığını” belirterek, “Zira Avrupa’dan ‘güvenlik için ödeme yapmasını’ ciddi bir şekilde talep etmek için başka bir neden yok: Dünyada kimse onlara saldırmayı düşünmüyorsa, Avrupalıların bunu neden yapması gerekiyor? Ancak ödemek zorundalar: Kendi ve Amerikalı sanayicilerine ve politikacılarına, medyadaki ve sivil toplum kuruluşlarındaki tüm hizmetkârlarıyla birlikte,” diye yazdı.
Dış faktörler ve riskler
Bordaçev, uzun süren Avrupa durgunluğunun sonuçlarının Almanya’da bile hissedilmeye başlandığını kaydetti.
Bordaçev’e göre, Almanya her zaman birleşik Avrupa’dan en çok payı alan ülke oldu, ancak örneğin Fransa’dan daha fazlasını vermek zorundaydı.
Bordaçev, “Şimdi Berlin, Avrupa Birliği’ne katılımından eskisi gibi fayda sağlamak istiyor, ancak artık Yunanistan, Portekiz veya İspanya’daki soyulmuş komşularıyla paylaşmak istemiyor. Bunun en iyi yolu, bazı olağanüstü durumlar nedeniyle parayı Alman ekonomisi içinde tutmak için bir bahane uydurmaktır,” değerlendirmesini yaptı.
Bordaçev, kampanyanın şu anda o kadar enerjik yürütüldüğünü belirtti ve “Duyarlı gözlemciler gerçekten de Alman politikacıların halklarını Rusya ile büyük bir savaşa hazırladığını düşünüyor,” ifadelerini kullandı.
Bordaçev, tüm bunlar için “en pervasız siyasi kararların” alındığını, zira Alman politikacılarının Avrupa’da en çok ABD’nin sıkı vesayeti altında yaşamaya alıştığını savundu.
Bordaçev, Washington’un yıllarca sadece yerel politikacıların ne düşündüğünü değil, aynı zamanda transatlantik ittifaka bağlılığın en basit formüllerinin ötesinde düşünüp düşünemeyeceklerini de izlediğini belirtti.
Ancak Bordaçev’e göre, Berlin’in eylemlerinin ne kadar hatalı olduğunu kimse açıklamak için acele etmiyor.
Dahası, diğer Avrupalıların Almanya’yı hep birlikte militarizasyon yönünde daha da ittiğini ifade eden Bordaçev, bunun nedeninin “avro bölgesinin kurulmasından bu yana geçen 20 yıldan fazla sürede, Berlin’in başrolü oynadığı yerde, Almanların herkesi çoktan ‘bezdirmiş’ olması” olduğunu öne sürdü.
Bordaçev, Polonyalılar dışında kimsenin bunu doğrudan söyleyemediğini, aksi takdirde zaten sınırlı olan ödeneklerinden mahrum kalacaklarını belirtti.
Bordaçev, “Sonuç olarak, Fransa, İtalya veya İspanya, diğerlerinden bahsetmiyorum bile, Almanya’yı hep birlikte Rusya ile ilişkilerin daha da kötüleşeceği otobüsün altına itiyor,” dedi.
Bordaçev, Avrupa’nın aynı zamanda “dostluk pozu veren ancak ilk fırsatta komşusunu zayıflatmaya hazır rakipler topluluğu” olduğunu ve bu nedenle en güçlüyü, gelecekte zayıflamasına yol açacak konularda her şekilde teşvik etmeye hazır olduklarını yazdı.
Bunun yanı sıra Bordaçev, İngilizlerin de aniden Avrupa olduklarını hatırlayarak bu işe dahil olduklarını ve tatlı dillerle Berlin’i vatandaşlarından askeri harcamalar için daha fazla para almaya teşvik ettiklerini belirtti.
Uzman, “Onlar için ideal olan, Rusya’ya karşı yeni bir soğuk savaşın yangınında Almanya’yı tamamen mahvetmek olur,” dedi.
Bordaçev, Amerikalıların da bu durumdan memnun olduğunu, zira Almanlar silahlanmaya ne kadar çok harcamaya karar verirse, o kadar çok ABD’den satın almak zorunda kalacaklarını ifade etti. Bordaçev, NATO’da silah standardizasyonunun da bu amaca hizmet ettiğini de sözlerine ekledi.
Aynı zamanda Bordaçev, Paris’in de bu duruma onay verdiğini, çünkü kendilerinin savunmaya özellikle harcama yapma niyetinde olmadığını, hatta Fransızların Kiev rejimine Batı’nın büyük ülkeleri arasında en az yardım eden ülke olduğunu belirtti.
‘Pervasız militarizm’ ve yan etkileri
Bordaçev, Almanya’nın sürünen militarizasyonunun veya bununla ilgili konuşmaların hiçbir nedeninin 20. yüzyılın ilk yarısındakilerle kıyaslanamayacağını vurguladı.
O dönemde tüm iktidar sisteminin çöktüğünü, ülkede kaosun hüküm sürdüğünü ve sokaklarda inanılmaz sayıda işsiz ve savaş gazisinin dolaştığını hatırlattı.
Ancak Bordaçev, Alman askeri faaliyetlerinin “iğne ucu kadar” tezahürlerinin bile sıkıntılara yol açabileceği uyarısında bulundu.
Bordaçev, Amerikalıların ilgisi azaldıkça Baltık devletlerinin ne gibi maceralara kalkışabileceğini söylemenin zor olduğunu belirtti.
Bordaçev, “Oradaki Alman askerleri, Almanya’nın gelişimini kontrol edemediği bir durumun rehineleri hâline geldi. Berlin’deki yetkililer olası tehditleri kendileri değerlendiremiyorlar; son on yıllarda düşünmeyi unuttular,” dedi.
Bordaçev, makalesini şu sözlerle sonlandırdı:
“İşte böyle pervasız bir militarizm ortaya çıkıyor. Ciddi niyetleri ve herkese zarar verecek gerçek yetenekleri olmayan, ancak yan etkileri açısından bir yığın risk taşıyan bir militarizm. Her pervasız ve aptalca davranışlarda olduğu gibi.”
-
Ortadoğu2 hafta önce
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi
-
Dünya Basını2 hafta önce
Signal bir Amerikan hükümeti operasyonudur
-
Diplomasi2 hafta önce
ABD, Ukrayna’ya ‘sömürge’ anlaşması teklif etti
-
Rusya2 hafta önce
Güney Koreli şirketler Rusya’ya dönmek istiyor
-
Rusya2 hafta önce
Putin: Arktik’te işbirliğine hazırız
-
Avrupa1 hafta önce
Almanya’daki Porsche fabrikaları tank üretmeye başlayacak
-
Avrupa2 hafta önce
Fransa, savunma sanayisi için 450 milyon avroluk fon kuruyor
-
Rusya2 hafta önce
Rus siyaset bilimci Makarkin’den Türkiye analizi