Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

ABD saldırıya verilecek “yanıtı” tartışıyor

Yayınlanma

Suriye-Ürdün sınırındaki ABD üssüne düzenlenen saldırıda üç ABD askerinin ölmesinden sonra ABD Başkanı Joe Biden’a, “İran’la doğrudan yüzleşmesi” için baskı başladı. Bu durum, ABD’nin istemediğini söylediği Gazze savaşının yayılma riskini de artırıyor.

ABD’li yetkililer, İran destekli bir milis gücün gerçekleştirdiğini iddia ettiği saldırıda üç ABD’li askerin öldüğünü ve en az 34’ünün yaralandığını belirterek, bunun Gazze’deki Hamas-İsrail çatışmasının başlamasından bu yana ABD üslerine düzenlenen saldırılarda öldürülen ilk Amerikan askerleri olduğunu söyledi.

Saldırı, Ürdün-Suriye sınırındaki Kule 22 isimli lojistik destek üssünde meydana geldi. Hakkında çok az şey bilinen üs, 2016’da ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerince “IŞİD ile mücadele” adı altında kurulan el-Tanf Üssü’ne yakınlığıyla dikkati çekiyor. ABD, el-Tanf Üssü’nde İran’ın bölgedeki askeri faaliyetlerini sınırlamak amacıyla istihbarat faaliyetlerinde bulunuyor. Kule 22, karşısındaki Tanf üssünü Ürdün sınırları içinden korumayı amaçlıyor. Üste konuşlu yaklaşık 350 ABD Ordusu ve Hava Kuvvetleri personeli bulunuyor. ABD’li yetkili Wall Street Journal’a insansız hava aracının askerlerin yaşam alanlarını vurduğunu ve bunun da yüksek can kaybına yol açtığını söyledi.

İnsansız hava aracı saldırısıyla birlikte Biden yönetimi, 7 Ekim’den bu yana en zorlu sınavıyla karşı karşıya kalmış oldu. Beyaz Saray bir yandan savaşın yayılmasını istemediğini söylerken diğer yandan da İran destekli gruplara karşı askeri müdahalelerini kademeli olarak artırarak onları caydırmaya çalışıyordu. Şimdi Washington, Tahran’la büyük bir çatışmaya yol açmadan nasıl daha güçlü askeri ve potansiyel olarak çok daha sert ekonomik adımlar atacağı konusunda bir karar vermek durumunda.

WSJ’ye göre bu tepkinin ne olabileceği de bu yılki siyasi kampanyada önemli bir yer tutacak. Cumhuriyetçiler, Biden’dan İran’a ve desteklediği milislere karşı güçlü bir şekilde karşılık vermesini talep ederek, bunun dışındaki herhangi bir yanıtın sadece daha fazla saldırıya davetiye çıkaracağını söylediler.

Saldırının Suriye ve Irak’taki İran destekli militanlar tarafından gerçekleştirildiğini söyleyen Biden, kapsamının ne olabileceğini söylemeden askeri bir yanıtın planlandığının sinyalini verdi. Biden, “Dün gece Orta Doğu’da zor bir gün geçirdik. Üç cesur insanımızı kaybettik. Karşılık vereceğiz” dedi.

Irak’ta içerisinde milis yapıların yer aldığı “Irak’ta İslami Direniş” grubu saldırıyı kendilerinin düzenlediğini açıkladı.

İran ise saldırıyla herhangi bir bağlantısı olduğunu reddetti. İran’ın Birleşmiş Milletler (BM) Temsilciliği’nden yapılan açıklamada, “İran’ın bu saldırıyla hiçbir bağlantısı yoktur. Çatışma, ABD kuvvetleri ve bölgedeki direniş güçleri arasındaki karşılıklı misillemedir” ifadesi kullanıldı.

“Saldırı tüm kırmızı çizgileri aştı”

Yönetimin saldırıya vereceği tepkinin ne kadar geniş kapsamlı olacağı Washington’da tartışma konusu. WSJ’ye konuşan eski yetkililer, yönetimin İran’ı doğrudan vurmak yerine Suriye, Irak ve Yemen’deki paramiliter Kudüs Gücü personelini veya İran gemilerini vurmak ya da sorumlu olduğu düşünülen İran destekli milis grubuna büyük bir saldırı düzenlemek gibi bir dizi seçenek arasından seçim yapabileceğini söyledi.

Trump döneminde Suriye özel temsilcisi olarak görev yapan Joel Rayburn, saldırıyla ilgili “Tüm kırmızı çizgileri aştı” dedi ve ekledi: “Düşünmeleri gereken nokta İranlılara doğrudan nasıl bedel ödetecekleri. Bunu yapana kadar saldırılar devam edecek.”

Şu anda Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda çalışan eski bir ABD Orta Doğu barış müzakerecisi olan Aaron David Miller, yönetimin saldırıya İran topraklarına saldırmadan karşılık vermesinin birkaç yolu olduğunu söyledi. Bunlar arasında Suriye ya da Irak’taki İran personelinin ya da Basra Körfezi’ndeki İran donanma varlıklarının vurulması da yer alıyor. Miller, “Yönetimin şu anda yapması gereken şey, bu saldırıların devam etmesinin ABD’nin çok daha güçlü bir tepki vermesine neden olacağına dair yanlış anlaşılmayacak bir sinyal göndermektir. Bunu İran’ın kırmızı çizgisini, yani İran topraklarına doğrudan saldırıları aşmadan yapabiliriz” ifadelerini kullandı.

Ancak bazı Cumhuriyetçiler ABD’nin İran’daki hedefleri vurmaktan çekinmemesi gerektiğini söyledi. Senato Silahlı Hizmetler ve İstihbarat Komiteleri üyesi Senatör Tom Cotton, ABD’nin saldırılara “İran’ın terörist güçlerine karşı hem İran’da hem de Orta Doğu’da yıkıcı bir askeri misilleme” ile karşılık vermesi gerektiğini söyledi.

Ancak Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi’nde görev yapan Demokrat Temsilci Seth Moulton, İran’la büyük bir savaş riskine karşı uyarıda bulundu, “İran destekli milislerden Çin’e kadar, dünyanın dört bir yanında Amerika’nın Orta Doğu’da yeni bir savaşa girmesini isteyen düşmanlarımız var” diyen Moulton, “Kendi şartlarımıza ve zaman çizelgemize uygun, etkili ve stratejik bir yanıt vermeliyiz” ifadelerini kullandı.  Moulton, Reagan yönetiminin Tahran ile çatışmalarda İran gemilerine ve açık denizdeki petrol platformlarına saldırdığını ancak ABD ordusunun daha önce İran topraklarındaki hedeflere saldırmadığını hatırlattı.

“Amaç, ABD’yi Suriye’den çıkarmak”

Trump döneminde Suriye politikası konusunda Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilisi olarak görev yapan ve şu anda bir düşünce kuruluşu olan Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışan Andrew Tabler, Kule 22’ye yapılan saldırının Amerikalıları hazırlıksız yakalamak için hesaplanmış gibi göründüğünü söyledi. Tabler “Kule 22 muhtemelen el-Tanf’tan ve Suriye’deki diğer ABD mevzilerinden daha az savunuluyordu çünkü Ürdün sınırının ötesinde” dedi ve ekledi: “Saldırı büyük bir tırmanış ve muhtemelen ABD güçlerini Suriye’den çıkarmak üzere tasarlandı.”

Bloomberg’e konuşan Atlantik Konseyi’nin Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi Direktörü ve Ulusal İstihbarat Konseyi’nin eski ulusal istihbarat sorumlusu yardımcısı Jonathan Panikoff ise, “Biden yönetimi, bir yandan çatışmayı tırmandıracak bir karşılık vermezken, diğer yandan da bunun bir daha yaşanmaması için bir nebze olsun caydırıcılığı yeniden tesis edecek kadar güçlü bir karşılık vermeye çalışırken çok hassas bir çizgide ilerlemek zorunda kalacak” dedi.

Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’nin en üst düzey Cumhuriyetçi üyesi Senatör Roger Wicker yaptığı açıklamada, “Biden yönetiminin şu ana kadar verdiği yanıtlar sadece daha fazla saldırıya davetiye çıkardı. Tüm dünyanın görmesi için hızlı ve kararlı bir şekilde harekete geçmenin zamanı geldi” dedi.

“ABD çatışmanın içine çekilmenin eşiğinde”

Her iki durumda da analistler ABD’nin bölgesel çatışmanın daha da içine çekilmesinin eşiğinde olduğunu savunuyor. Irak ve Suriye’de İran’a yakın gruplara karşı onlarca saldırı düzenleyen ABD, Yemen’de de Husilere karşı bir saldırı dalgası başlattı.

Şimdiye kadar hiçbiri işe yaramadı. Hatta Wicker gibi Cumhuriyetçiler İran’ın daha da cesaretlendiğini savunuyor.

Bloomberg’e göre bu aşamada en az olası görünen şey, ABD’nin son yıllarda IŞİD’e karşı mücadele gerekçesiyle konuşlandığı Ürdün, Suriye ve Irak’tan askerlerini geri çekmeyi düşünmesi. IŞİD tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte bazı eleştirmenler, ABD’nin askerlerini sebepsiz yere tehditlere maruz bıraktığını savunuyor. Defense Priorities’de çalışan ve eski bir ABD Deniz Piyade subayı olan Gil Barndollar, “Ürdün uzun zamandır güvenlik ortağımız ama ABD’nin Irak ve Suriye’deki asker varlığının buna değip değmeyeceğini kendimize sormamız gerekecek” dedi.

Başkan Bill Clinton döneminde Beyaz Saray Ortadoğu temsilcisi olarak görev yapan ve şu anda Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmacı olan Dennis Ross, “İranlıların burada bir risk olduğunu ve bu riski almak istemediklerini anlamaları için ne yapmamız gerektiği konusunda daha fazla düşünmemiz gerekecek” dedi: “Eğer verdiğimiz yanıtın karakteri şimdiye kadar olduğu gibi devam ederse, onlara verilen mesaj bunu yapmaya devam edebilecekleri ve bunun onlara hiçbir maliyeti olmayacağıdır.”

 

ORTADOĞU

Lübnanlı Bakan Harici’ye konuştu: ‘HTŞ’den beklentimiz iç meselelerimize karışmaması’

Yayınlanma

Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary Harici’ye konuştu: “HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır.”

İki aylık yoğun ve yıkıcı bir çatışmanın ardından İsrail ve Lübnan arasında ateşkes gerçekleşti. Lübnan hükümeti, haftalar süren müzakereler sonucunda bir ateşkes anlaşmasına varmıştı. 60 gün içinde ateşkesin uygulanması öngörüldü. Anlaşmaya göre, İsrail birlikleri, belirlenen bölgelerden geri çekilecek, Lübnan Ordusu İsrail’in boşalttığı bölgelere konuşlanacak ve güvenliği sağlayacak. Bölgedeki mayınlar, patlamamış mühimmatlar ve altyapıdaki yıkımlar nedeniyle geniş çaplı bir yeniden inşa çalışması yapılacak. Birleşmiş Milletler UNIFIL güçleri, 1701 sayılı BM kararına uygun olarak güney Lübnan’da varlığını sürdürecek.

Ancak İsrail, ateşkesi şu ana kadar 100’den fazla kez ihlal etti ve bu durum Lübnan tarafından kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary, Lübnan’daki son duruma ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘İsrail ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti’

Lübnan’daki son durumla başlamak istiyorum. Geçici bir ateşkes olmasına rağmen İsrail vaat edilenleri uygulamıyor. Bize son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?

Bildiğiniz gibi, yaklaşık iki ay süren ölümcül bir savaş yaşadık. Hükümet olarak haftalarca ateşkes için müzakere ettik ve sonunda Amerikalıların yardımıyla bir ateşkes anlaşmasına vardık ve bu ateşkesi duyurudan 60 gün sonra uygulamaya koymayı kabul ettik. Bu arada bir askeri plan var: Lübnan Ordusu, İsrail’in geri çekileceği bölgelere konuşlanmaya başlayacak. Yapılacak çok iş var. Ordu bu görevi üstlenecek çünkü birçok mayın, patlamamış mühimmat, yıkım, kapalı yollar, yerinden edilmiş insanlar ve İsrail ile Lübnan arasında hassas bir askeri durum var. İsrail bu ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti ve bu, elbette, kabul edilemez. Lübnan ateşkese saygı duyuyor ve ateşkesin açıklandığı sırada kurulan komiteye güveniyoruz. Amerikalılardan, Fransızlardan, Lübnanlılardan, UNIFIL’den ve İsraillilerden bahsediyorum. İlk toplantıları bu hafta pazartesi günü yapıldı ve umuyoruz ki bu ateşkes en kısa sürede ciddi bir şekilde uygulanır çünkü İsrail’in neden olduğu yıkımın ardından yeniden inşa etmemiz gereken çok şey var.

Eğer İsrail ateşkesi tamamen iptal eder ve kısa bir süre önce olduğu gibi Lübnan’a saldırmaya devam ederse, Lübnan’ın mevcut tutumu ne olacak? Hizbullah’ın Suriye’den geri çekilip daha fazla birliğin Lübnan’a geri dönmesi sürece nasıl etki edecek? Lübnan ordusu saldırıların tekrarlanması karşısında ne yapacak?

Bu ateşkesin bozulacağını düşünmüyorum. Her gün olaylar yaşayacağız, ancak bunun ciddi bir ateşkes olacağına inanıyorum. Sanırım yaklaşık 40 gün içinde tüm Lübnan topraklarından tam bir çekilme gerçekleşecek. Lübnan Ordusu kuvvetlerini konuşlandıracak ve 1701 sayılı kararı gerektiği gibi, güney Lübnan dahil, uygulayacağız. Elbette, bu özellikle de güney Lübnan için geçerli çünkü 1701 sayılı karar, güney Lübnan’da silahların yasak olduğunu belirtiyor ve yalnızca Lübnan Ordusu ile UNIFIL’in silah taşımasına izin veriyor.

‘Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir Suriye’ye ihtiyacımız var’

Beşar Esad’ın devrilmesi ve Rusya’ya iltica etmesiyle Suriye’deki denklem tamamen değişti. Şam’ı ele eçiren Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Suriye için geçiş dönemi hazırlamaya çalışan geçici bir hükümetle çalışıyor. Lübnan’ın Suriye’deki mevcut konjonktüre ilişkin tutumu ne olacak?

Şu ana kadar HTŞ ile herhangi bir ilişkimiz yok. Söylemek istediğim şu: Suriye halkı, Suriye’yi kimin yöneteceğine kendisi karar vermelidir. Lübnan olarak bizim istediğimiz, Suriye’nin gelecekteki hükümetiyle iyi ilişkilere sahip olmak çünkü birçok çıkarımız var. Orada fanatik bir hükümete ihtiyacımız yok. Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir komşuya ihtiyacımız var. Bu, bizim ihtiyacımız olan tek şey. Komşu ülkeler olarak ilişkilerimizi sürdürmek için gerekli ilişkileri korumak adına elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ekonomi, ticaret, sosyal, siyasi ve hatta çözülmesi gereken sınır sorunları gibi birçok alanda çıkarlarımız var. Milyonlarca Suriyeli mülteci var ve kim yönetirse yönetsin, bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız ve aynı şekilde onların da bizim iç işlerimize karışmasına izin vermeyeceğiz. Umarız gelecekteki Suriye hükümetiyle onurlu ve verimli bir işbirliği sağlamak için çalışacağız.

‘HTŞ’den istediğimiz, iç işlerimize karışmaması’

HTŞ, Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer alıyor ve birkaç ülke bu grubu terörist olarak tanımladı. Ancak yakın gelecekte durum değişebilir. Türkiye, diplomatik ilişkilerini sürdürmek için büyükelçiliğine bir maslahatgüzar atadı. Peki Lübnan’ın HTŞ’ye yaklaşımı ne? Lübnan HTŞ’yi bir terör grubu olarak görüyor mu yoksa Suriye seçimlere doğru giderken yaklaşım değişiyor mu?

Terör gruplarını tanımlayan bir sistemimiz yok. Zaten belirtmiştim, Suriye’nin gelecekteki hükümetinin hedeflerini değerlendireceğiz. HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır. Şu ana kadar söylediğim gibi, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini öngöremeyen tek ülke biz değiliz. Sistem teorik olarak devam etmeli. Mevcut durumla ilgilenmeye devam ediyoruz—örneğin Lübnan’daki Suriye büyükelçiliği, sınırlar ve diğer konular. Yeni devletin, yeni yönetimin ve yeni hükümetin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve o zaman yolumuza devam edeceğiz. Şu anda yaşananlardan dolayı (büyükelçilik) aktif değil. Bekleyeceğiz, ancak ortaya çıkacak herhangi bir hükümetle iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz çünkü bu iki ülkenin de çıkarına olacaktır.

Esad’ın ayrılmasından sonra İsrail, Golan Tepeleri’nde daha fazla ilerledi. İsrail’in bölgedeki konumu ne? Uzmanlar İsrail’in Suriye’deki varlığının geçici olmayabileceğini düşünüyor. Lübnan, İsrail’in Suriye’de alan kazanmasını nasıl değerlendiriyor?

Lübnan için önemli olan İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail yalnızca Golan Tepeleri’nde veya güney Suriye’de değil, Suriye’nin ordusunu, hava ve deniz kuvvetlerini, her şeyini yok etti. Bu durum Suriye’yi zor bir konuma sokuyor. Yeni Suriye hükümetinin nasıl bir orduya ya da güvenlik gücüne sahip olacağını veya İsrail ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyoruz. Şu anda her şey belirsiz. Tüm bunların üzerinden sadece beş ya da altı gün geçti ve işlerin nasıl şekilleneceğini görmek için zamana ihtiyacımız var.

‘Yeni cumhurbaşkanı 9 Ocak’ta seçilecek’

Lübnan’ın İsrail’in saldırıları sırasında zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biri de iç siyaset. Beyrut limanı patlamasıyla sarsılan Lübnan, halen ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Bunun yanında ülke, iki yılı aşkın süredir halen cumhurbaşkanını seçemedi. Mevcut durum biraz da bu sorunun sonucu mu?

Lübnan’daki sistem, bu tür süreçleri kolaylaştırmak için tasarlanmış bir sistem değil. Karmaşık bir sistemimiz var; parlamento, din, siyasi gruplar ve daha fazlası işin içine giriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı seçmek kolay değil çünkü yasalarımız seçim sürecini geciktiriyor, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Ancak 9 Ocak’ta bir oturumumuz var ve yakında bir cumhurbaşkanımız olmasını umuyoruz.

Bir ülkeyi cumhurbaşkanı olmadan yönetemeyiz. Evet, idare edebiliriz; ülke devam eder, ölmez, yok olmaz, ortadan kaybolmaz. Ama aynı zamanda refah da getirmez. Ülkemizi geliştiremeyiz, inşa edemeyiz ve genç Lübnanlıların isteklerini yansıtan yeni, modern bir yönetim kuramayız. Onlar ki çok hırslı ve özgürlüğün korunduğu, güzel Lübnan kültürü ve Lübnan’ın takdire şayan imajı ile modern bir ülke yaratmak istiyorlar.

Cumhurbaşkanına, yeni bir hükümete, Suriye ile yenilenen ilişkilere ve İsrail ile bir ateşkese sahip olmayı umuyoruz. Uzun vadede, şahsen Lübnan’ın geleceği hakkında bir miktar iyimserim. Elbette bu durumun ciddi bir etkisi var. Geçici bir hükümet olarak büyük kararlar alamayız, yeni yetenekleri işe alamayız ya da yasaları geçiremeyiz. Sistem, cumhurbaşkanı olmadan işleyemez. En yetenekli gençlerimizi kaybediyoruz; Lübnan’ı terk ediyorlar ve bu, bizim çıkarımıza değil.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Irak’a sığınan iki bin Suriye askerinin iadesi bugün başlıyor

Yayınlanma

suriye ordusu

Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.

Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.

Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.

Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.

Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail tek kurşun sıkmadan Dera’ya ilerliyor: PYD, İsrail dahil herkesten yardım istiyor

Yayınlanma

Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.

PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.

Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.

Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.

Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.

HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.

Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.

“İsrail desteğine açığız”

İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.

Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.

İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.

İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor

Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.

SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.

SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.

İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English