Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD’de ‘göçmen dostları’ ile ‘göçmen düşmanları’nın ortak sektörü: Özel göçmen hapishaneleri

Yayınlanma

ABD’nin Teksas eyaletinde Vali Greg Abbott ile federal mahkemeler ve Joe Biden yönetimi arasında patlak veren göçmen krizi, bir kez daha gözleri ülkenin güney sınırına çevirdi.

ABD’de hem federal düzeyde, hem de eyalet bazında hapishane sistemi kâr amacı güden özel kuruluşların büyük ‘yatırımlarına’ sahne oluyor. Hapishane sisteminin en önemli parçalarından biri de göçmenlerin tutulduğu özel gözaltı merkezleri.

Başkan Joe Biden, iktidardaki 100. gününde Georgia’da yaptığı bir mitingde, bir grup protestocu kendisinden özel göçmen gözaltı merkezlerinin kapatılmasını istediğinde, onlara katıldığını söylemiş ve ‘özel hapishanelerin ve özel gözaltı merkezlerinin olmaması gerektiğini’ vurgulayarak hepsini kapatmak için çalıştıklarını ilan etmişti.

Buna rağmen, iktidardaki üçüncü yılını tamamlayan Biden, göçmen gözaltı merkezlerinin idaresinde hâlâ büyük oranda kâr amacı güden kuruluşlara dayanıyor. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU) tarafından yapılan bir analize göre, gözaltında tutulan kişilerin göçmenlerin yaklaşık %90’ı özel şirketler tarafından işletilen tesislerde bulunuyor.

Syracuse Üniversitesinde federal göçmenlik verilerini toplayan ve analiz eden bir araştırma kurumu olan Transactional Records Access Clearinghouse’a (TRAC) göre, Biden’ın Ocak 2021’de göreve gelmesinden bu yana, göçmenlik gözetiminde tutulanların sayısı iki kattan fazla arttı: 22 Ocak 2021’de 14.195’ten 3 Aralık 2023’te 36.755’e.

Biden’ın başkanlık emri göçmen merkezlerine işlemiyor

Bu rakamlar, 2019’da Trump yönetimi altında kaydedilen en yüksek göçmen gözaltı rakamlarından (55.000) daha az olsa da, gidişat, COVID-19 salgını sırasında yavaşladıktan sonra, Biden döneminde göç oranlarındaki artışı ve yönetimin sığınma davaları devam ederken daha fazla göçmeni gözaltında tuttuğunu gösteriyor.

Biden görevdeki ilk haftasında, Adalet Bakanlığına, özel olarak işletilen gözaltı tesisleriyle sözleşmeleri yenilememesi talimatını veren bir başkanlık emri yayınlamıştı. Adalet Bakanlığı sözcüsü Dena Iverson, bakanlığın emri uygulamak için çalışmaya devam ettiğini söyledi ve Hapishaneler Bürosu ve ABD Polis Teşkilatının bir düzineden fazla özel sektöre ait sağlayıcıyla sözleşmeleri feshettiğini belirtmişti.

Yine de bu emir, federal gözaltında kâr amacı gütmeyen şirketlerin kullanımında bir azalmaya yol açmış olsa da, özellikle göçmen gözaltı ‘sektörü’ için geçerli olmadı ve Göçmenlik ve Gümrük Muhafazanın (ICE) kâr amacı güden şirketlere büyük ölçüde dayanmaya devam etmesine izin verdi.

Göçmenlik sisteminin kâr amacı güden gözaltı merkezleri ile bağı onlarca yıl öncesine gidiyor. ICE, olası sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanları tutmak için gözaltı merkezleri şebekesini kurarken, federal hükümetse tersine, kendi tesisini inşa etmek yerine bunu özel şirketlere yaptırıyor.

Ödüllü gazeteci ve The Marshall Project’in kurucu genel yayın yönetmeni Bill Keller, 2022’de The Guardian’a verdiği demeçte, özel olarak işletilen ve kâr amacı güden hapishaneler fikrini ilk ortaya atan kişinin Ronald Reagan olduğunu hatırlatıyor. Keller, hapishane sahiplerine, ‘otel sahipleriyle aynı şekilde’, mevcut doluluk yoluyla ödeme yapıldığından, mahkumları serbest bırakmaya hazırlamak için hiçbir motivasyonlarının olmadığına dikkat çekiyordu.

‘Esneklik’ nedeniyle hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar özel hapishane sisteminden yana

Time’a konuşan ICE İcra ve Kaldırma Operasyonlarından sorumlu genel müdür yardımcısı Corey A. Price’a göre, mevcut finansman ve ihtiyaç duyulan yataklar yıldan yıla değiştiğinden, göçmen konutlarının lojistiği karmaşık. Özel şirketlerle sözleşme yapmak, Kongre daha fazla fon tahsis ettiğinde ICE’nin hızlı bir şekilde yeni gözaltı yatakları getirmesine izin veriyor.

ICE ile sözleşme imzalayan ve göçmen gözaltı merkezleri şebekesinin en önemli unsurlarından biri olan CoreCivic şirketinin halkla ilişkiler direktörü Ryan Gustin, şirketin ‘Amerika’nın göçmenlik sisteminde değerli ancak sınırlı bir rol oynadığını, bunu yaklaşık 40 yıldır her yönetim için, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi, yaptıklarını’ söylüyor.

Gustin, federal hükümet kurumlarının, şirketlerin sağlayabileceği ‘esneklik’ nedeniyle genellikle CoreCivic ile çalışmayı tercih ettiğini, bunun da ihtiyaçların ve önceliklerin yıldan yıla önemli ölçüde değişebildiği bir sektörde ‘özellikle önemli olduğunu’ belirtiyor.

CoreCivic ve GEO Group’un kirli geçmişi

İlk kez 1983 yılında Amerika Islah Şirketi (CCA) adıyla sözleşme imzalayarak dünyanın ilk özel hapishanesini inşa eden CoreCivic’in gelirinin yüzde 25’i ICE ile yapılan sözleşmelerden geliyor.

Tüm göçmen tutukluların üçte ikisinden fazlası CoreCivic ve GEO Group gibi özel hapishane şirketleri tarafından hapsediliyor ve ABD’deki en büyük 10 göçmen gözaltı merkezinden 9’u özel olarak işletiliyor.

Anlaşmaların büyüklüğü ise şaşırtıcı: 2014 yılında federal hükümet, CoreCivic’e Dilley, Teksas’ta bir aile gözaltı merkezi işletmek için dört yıllığına 1 milyar dolarlık bir sözleşme verdi. Yaz başında yaklaşık 2.000 kişiyi ‘ağırlayan’ şirket, 2.400 kişilik kapasitesine rağmen sözleşme gereği tam ödeme almıştı.

Trump’ın göçmen çocukları ailelerinden ayırma kararının yol açtığı krizin zirvesinde, şirketin hisse senedi fiyatı iki haftadan kısa bir süre içinde yüzde 14 artmıştı.

CoreCivic’in mahpus plantasyonlarından ‘süzülen’ tecrübesi

CCA’nın kurucuları T. Don Hutto and Thomas Beasley. Mother Jones’taki uzun bir araştırmaya göre Beasley, Tennessee Cumhuriyetçi Partinin lideriydi. İlk kez 80’li yıllarda özel hapishane açma fikrini Cumhuriyetçilerle konuşmuştu ama bunun için cezaevlerine bilen birisine ihtiyaç duyuyordu.

Hutto, 1967’de Rosharon, Teksas’taki Ramsey plantasyonunun müdürü olduğunda hapishaneleri yönetme kariyerine başlamıştı. Ramsey, Manhattan büyüklüğündeydi ve pamuk tarlalarında çalışan 1.500 mahkum vardı. 

Tıpkı Güney’deki diğer hapishane sistemleri gibi, Teksas’taki cezaevi ağı da doğrudan kölelik ile büyümüştü. İç Savaş’tan sonra, pamuk ve şeker yetiştiricileri çalışmaya zorlayabilecekleri kölelerinden ‘yoksun’ kalmışlardı. Ama bir avantajları vardı: Anayasanın 13. Maddesi köleliği kaldırıyor ama kapıdan kovulan köleliğin bacadan girmesine izin veren bir boşluk bırakıyordu. Kölelik ‘gönüllü ya da gönülsüz’ kaldırılmıştı, ama ‘bir suçun cezası dışında’…

Dolayısıyla ‘kölesizliğe alışamayan’ Güneyli toprak ve mülk sahipleri, mahkumlarını özel çiftliklerde, kereste kamplarında ve kömür madenlerinde çalışmak ve demiryolu raylarının döşenmesine yardımcı olmak için kiralayabilirdi.

Eyalet sonunda şirketlerin ve yetiştiricilerin ucuz mahkum emeğinden kazandıkları kolay parayı tatlı buldu ve bu yüzden 1899 ile 1918 arasında 13 plantasyon satın alıp aracıları ortadan kaldırarak onları hapishaneye dönüştürdü.

Kölelik derken, hakiki kölelikten bahsediyoruz: Teksas’ta, 1941 yılına dek hapishanelerinde kırbaç cezası yasak değildi ve mahkumlar de öncelikle ‘yeterince üretken’ olmadıkları için kırbaçlanıyordu. Arkansas’ta kırbaç cezası ancak 1968’de ortadan kaldırıldı. Mahkûmlar, ‘tembellik’ veya tarlalarda çalışma kotalarını karşılamadıkları için rutin olarak hücre hapsine alınıyordu.

Teksas hapishaneleri ayrıca özel himayeye sahip bazı mahkumlara, diğer mahkumları yöneten ve cezalandıran kişiler (Nazi toplama kamplarında bunlara ‘Kapo’ denirdi) olarak hareket etme yetkisi verdi. Bu mahkum gardiyanlar, hapishaneleri acımasız bir güçle yönetti; öyle ki, bir eyalet müfettişi, gardiyanların ve Amerikan Kapoların mahkumları ‘yumruklar, balta sapları, coplar, kurşunlu lastik hortum, at dizginleri, silah dipçikleri, siyah krikolar ve beyzbol sopaları’ ile dövdüğünü tespit etmişti.

Eyalet, Kapoları kullanarak aksi takdirde gardiyanların maaşlarına harcanacak paradan tasarruf ediyordu. 1974 tarihli bir devlet raporu, bu uygulamaların 1970’lere kadar devam ettiğini ortaya koydu.

1965’te Arkansas’ın hapishane çiftlikleri eyalet hazinesine 250.000 dolar koyuyordu. Bir eyalet polis soruşturmasının özetinde, “Bu kârları elde etmek için mahkumlar, özellikle hasat zamanında, tarlalarda şafaktan alacakaranlığa kadar acımasızca sürüldü,” yazıyordu.

CoreCivic’in kurucusu, vahşi eğilimlerini ‘sektöre’ aktardı

İşte Hutto, bir hapishaneyi nasıl yöneteceğini böyle öğrenmişti. 1971’de Arkansas hapishane sistemini yönetmeye başlayan Hutto, mahkumları ‘küçük ödüller’ karşılığında yarıştırmaya başlamıştı. Ağustos 1972’de yüzlerce kişi, mahkumların yarışmasını izlemek için bilet satın almıştı.

Siyah ve beyaz çizgili üniformalar giyen mahkumlar vahşi atlara bindiriliyordu. Bir mahkum ata binmeye çalışırken karnına tekme yedi ve sedyeyle taşınmak zorunda kaldı.

‘Eğlencede’ mahkumlar, yağlanmış bir domuzun üzerine atlıyor ve 10 dolar kazanmak için onu yakalamaya çalışıyordu.

Bir makaleye göre, kalabalığın favorisi, mahkumların öfkeli bir boğanın boynuzları arasına bağlanmış 75 dolar içeren bir tütün kesesini almaya çalıştıkları ‘Hard Money’ adlı bir oyundu. Eğlenceyi bir muhabire anlatan Hutto, “Buradaki amacımız, her mahkûmu sorumluluklarını yerine getirecek daha donanımlı bir topluma geri döndürmek ve bu, bu yönde bir başlangıç olabilir,” diyordu.

Hutto, Arkansas hapishane sistemini ihya eden çiftçilik operasyonunu da yenilemiş ve onu ‘verimsiz, marjinal bir operasyondan son derece verimli mekanize bir operasyona’ dönüştürmüştü. Artık besin ürünlerinin yerine pamuk, pirinç ve soya fasulyesi gibi yüksek gelir getiren mahsuller yetiştiriliyordu. Hutto’nun Arkansas’taki ilk yılında, çiftlik operasyonları yaklaşık 1,7 milyon dolar gelir getirmişti.

Ceza sistemi de değişti

Habere göre, Cummins ve Arkansas’ın diğer hapishane çiftliğindeki üst düzey pozisyonların neredeyse yarısı, mahkumları çalışmaya zorlamak için ‘kendi yöntemlerine’ sahip olan Teksaslılar tarafından dolduruldu.

Arkansas’taki hapishane koşullarıyla ilgili federal bir duruşmada mahkumlar, birinin pamuk kotasını dolduramamasının ‘Texas TV’ adlı bir cezanın gerekçesi olduğunu ifade ediyordu. Bu cezada bir mahkum, alnını duvara dayayarak ve elleri arkada durmaya zorlanırdı. Orada altı saate kadar, genellikle yiyeceksiz, bazen çıplak olarak bırakılırdı.

Bir mahkum, “Sabahları sizi kaldırıyorlar ve size şerbetli iki parça ekmek veriyorlar ve bütün gün pamuk toplamanızı söylüyorlar ve yeterince toplamadığınızda sizi o duvara yapıştırıyorlar, böylece akşam yemeği ya da temiz kıyafet alamıyorsunuz. Sonra ertesi sabah, aynı şey. Hiçbir işe yaramadığında nasıl iyi bir tavır sergileyeceksin?” diye soruyordu.

Bütün bunlar, Shane Bauer’in 2018 tarihli American Prison: A Reporter’s Undercover Journey Into the Business of Punishment [Amerikan Hapishanesi: Bir Muhabirin Ceza İşine Gizli Yolculuğu] isimli kitabında ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bauer, tebdil-i kıyafet bir şekilde CoreCivic tarafından işletilen hapishanelerde çalışarak bu kitap yazmıştı.

Özel şirketlere kölelik suçlaması

Elbette hapishane ve göçmen merkezlerinin işletmelerinin özel şirketlere verilmesi, güvenlik ve personel endişelerini beraberinde getiriyor. Kâr amacıyla hareket eden şirketler, maliyetleri azaltmak için personel sayısını azaltma gibi adımlar atıyorlar.

Biden’ın 2021’deki başkanlık emrinden aylar sonra, Pennsylvania, Philipsburg’da özel olarak işletilen bir hapishane, Federal Cezaevleri Bürosu’nun sözleşmesini yenilememesi üzerine kapatılmıştı. Fakat bir yıl içinde hapishane, Moshannon Vadisi İşlem Merkezi adlı yeni bir isim altında ve ICE ile göçmen gözaltıları için yeni bir sözleşme kapsamında yeniden açıldı.

ICE’ye göre, 6 Aralık’ta Frankline Okpu adlı Kamerunlu bir adam Moshannon Vadisi gözaltı merkezinde öldü.

Yakın zamanda Brezilya’dan sığınma talebinde bulunan Kesley Vial, geçen hafta New Mexico’daki bir gözaltı merkezinde intihar ederek öldü. Yerel savunucular ve sivil haklar avukatları, intihar nedeniyle, ‘ICE ve gözaltı merkezini işleten özel şirket CoreCivic’in koşullarını ve muamelesini’ suçladı.

Georgia’daki ayrı bir CoreCivic gözaltı tesisine geçen hafta, şirketin insanları hücre hapsi de dahil olmak üzere ceza tehdidiyle çalışmaya zorlayarak federal kölelik karşıtı yasaları ihlal ettiği iddiasıyla dava açıldı. CoreCivic yaptığı açıklamada iddiaları yalanladı.

CoreCivic’in göçmen gözaltı sözleşmeleri söz konusu olduğunda ‘en büyük rakibi’ Geo Group, California’daki bir gözaltı merkezindeki personelin, tesisteki bir işçi grevini destekledikleri için ceza olarak dört kişiyi hücre hapsine koyduğu iddialarıyla karşı karşıya.

GeoGroup da iddiaları reddetti. İddia, eyalet senatosunun California’yı gözaltı merkezlerinde hücre hapsinin kullanımını kısıtlayan ilk eyalet yapacak bir yasa tasarısı sunmasından hemen önce geldi.

Özel gözaltı merkezlerini işleten şirketlerin Cumhuriyetçi sevgisi

‘Göçmen istilasına’ neden olduğu iddia edilen Biden yönetiminin, göçmenlerin kapatılması için dayandığı özel şirketlerin Cumhuriyetçilerle olan ilişkisi ise ‘sektörün’ ironilerinden biri.

2022 yılında Jacobin’de yer alan bir makaleye göre, federal ve eyaletler düzeyindeki özel hapishane işletmelerinin en büyük ikisi, CoreCivic ile GEO Group, 2020-2022 arasında Cumhuriyetçi Valiler Birliği’ne 1,7 milyon doların üzerinde para verdi.

Örneğin özel hapishane bağışlarının büyük bir kısmı, GEO Group’un bulunduğu ve eyalet ihalelerinin verildiği Florida’daki Cumhuriyetçilere akıyor. Sektör, Florida Cumhuriyetçi Parti komitelerine 1 milyon dolardan fazla ve Florida Valisi Ron DeSantis’e 269.000 dolar bağış yapmıştı.

Yakın zamanda Cumhuriyetçi adaylık yarışından çekilen DeSantis, Donald Trump’a destek çağrısı yapmıştı. Son göçmen krizinin odağındaki Vali Abbott da özel hapishane endüstrisinin en önemli bağış sahiplerinden. Tennessee Valisi Bill Lee ve Arkansas Valisi Asa Hutchinson da özel hapishane sektörünün bağışlarından faydalanıyor.

Ülkenin en büyük hapishane işletmecilerinden biri olan GEO Group, 2017’de Trump’ın yemin töreni kutlamalarını desteklemek için 250.000 dolar bağışlamıştı. CoreCivic de aynı törenin hazırlıkları için 250.000 dolar vermişti.

Küresel sermaye göçmen kamplarına yatırım yapıyor

Fakat işler burada kalmıyor. Dünyanın en büyük finansal yatırım şirketleri arasında yer alan Fidelity, BlackRock, State Street ve Vanguard gibi devler de büyük özel hapishane yatırımcıları. BlackRock, %15,38 hisseyle CoreCivic’in en büyük yatırımcısı. State Street’in hem CoreCivic’te hem de GEO Group’ta hisseleri var.

BlackRock, özel hapishaneleri içeren ESG (çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim) fonları da satıyor. The Intercept’te yer alan bir araştırmaya göre, BlackRock’ın ‘sosyal sorumluluk’ fonlarından biri olan iShares ESG Screened S&P Small-Cap ETF’si (borsa yatırım fonu) CoreCivic’i içeriyor. DWS Group’un Xtrackers S&P SmallCap 600 ESG’sinden hisse satın alan yatırımcılar da CoreCivic’ten bir miktar satın alıyor.

CoreCivic’in, George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından, ‘proaktif’ olarak ‘ırksal eşitlik denetimi’ yürüten ilk şirket olduğunu duyurarak bunun sonuçlarını açıklaması da göçmen hapsetme sektörünün nasıl işlediğine ilişkin küçük bir örnek olarak tarihe geçmişti.

Şirketin DEI (çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık) raporuna göre CoreCivic, beyaz olmayan hapishane gardiyanları, yönetim kurulundaki çeşitlilik ve çeşitli gardiyan rütbelerinin yanı sıra siyahların öncülüğünde kurulan bir ticaret grubuyla ortaklığını öne çıkarıyor.

CoreCivic, kendi ESG raporunda, Newsweek/Statista tarafından Amerika’nın ‘en sorumlu şirketlerinden biri ‘olduğunu iddia eden 2021 ödülünü hatırlatıyor. Newsweek/Statista ESG sıralaması, kısmen hapishane şirketinin ‘iyi amaçlara’ olan bağlılığına ve yönetim kurulundaki kadın ve ırksal azınlıkların sayısına dayanarak CoreCivic’e yüksek bir sosyal derecelendirme veriyor.

Sınır hattında ‘büyük veri işleme’ Palantir’de

ICE ile birlikte iş yapan önemli isimlerden biri de, ilk Trump döneminde eski başkanın en büyük destekçilerinden, eski PayPal CEO’su ve Cumhuriyetçi Peter Thiel.

Thiel’in kurduğu gizemli veri madenciliği şirketi Palantir, ICE’nin ‘pis işlerini’ yaptığı gerekçesiyle eleştiriliyordu. 2020 yılında, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu (WEF) esnasında CNBC’ye bir mülakat veren Palantir CEO’su Alex Karp, şirketinin ABD’deki ‘belgesiz insanları bulduğunu’ söylemişti.

Palantir, yıllar boyunca, ICE’nin göçmenleri sınır dışı etme operasyonlardaki rolünü inkar etmişti. Şirket, ICE’nin yanı sıra Pentagon, Adalet Bakanlığı ve İç Güvenlik Bakanlığı ile de çalışıyor ve yüklü sözleşmeler elde ediyor.

AMERİKA

ABD Kongresi, donanmayı güçlendirmek için Japonya’nın denizaltı üretim programını inceliyor

Yayınlanma

ABD, Çin’in artan denizcilik gücüne ayak uydurmakta zorlanırken, Washington’daki kanun yapıcılar, Japonya’nın her yıl belirli sayıda denizaltı üretme yöntemini benimsemek de dahil olmak üzere, ülkenin gemi inşa kısıtlamalarını ele almanın yollarını araştırıyor.

Salı günü Kongre’de yapılan bir oturumda Japonya’nın yaklaşımının benimsenmesi önerildi.

Kongre Araştırma Servisi’nde (CRS) deniz kuvvetleri uzmanı olan Ronald O’Rourke, Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi’nin deniz gücü ve projeksiyon kuvvetleri alt komitesine verdiği demeçte “Japonya’dan, kuvvet büyüklüğü değişse bile tedarik oranını sabit tutma modelini öğrenebilirsiniz” dedi.

Donanma gemilerinin ve denizaltılarının sayısının her yıl bütçe görüşmeleri yoluyla belirlendiği ABD’nin aksine, Japonya üretim sayısını yılda bir tekne olarak sabit tutmaktadır. Mitsubishi Heavy Industries ve Kawasaki Heavy Industries gemileri dönüşümlü olarak teslim etmektedir.

CRS’nin 41 yıllık emektarı ve ülkenin en etkili deniz analistlerinden biri olan O’Rourke, Tokyo’nun denizaltı filosunun büyüklüğünü “önceden tedarik oranı ile oynayarak değil, ‘kullanım ömrü sonu’ kararlarıyla” yönettiğini söyledi.

O’Rourke hazırladığı konuşmada Japonya’nın yılda bir kez yaklaşımının “denizaltı inşa sanayi tabanı için istikrar sağlamak ve denizaltı üretiminde verimliliği en üst düzeye çıkarmak” için tasarlandığını söyledi.

“Japonya 18 denizaltıdan oluşan bir gücü muhafaza etmeyi planladığında, bunu denizaltılarını yaklaşık 18 yaşına kadar hizmette tutarak yılda bir inşa oranıyla yaptı” dedi. “Japonya denizaltı kuvveti seviyesindeki hedefini 22 tekneye çıkardığında, yılda bir inşa oranını korudu ve denizaltılarını yaklaşık 22 yaşına kadar hizmette tutmaya başladı” diye ekledi.

Japonya yıllarca 16 denizaltı ve iki eğitim botundan oluşan bir filo büyüklüğünü korudu. Amaç Rus gemilerinin sıklıkla geçtiği üç boğazı – Soya, Tsugaru ve Tsushima – savunmaktı. Her boğaza iki denizaltı tahsis edilecek, geri kalanlar ise eğitimde ya da bakımda olacaktı.

2010 yılında, Japonya’nın Tayvan’a yakın güneybatı adalarının etrafındaki sularda Çin denizaltılarına karşı savunma yapmak üzere filonun 22 denizaltı ve iki eğitim botuna çıkarılmasına karar verildi.

Bunu yapmak için Japonya’nın denizaltı üretimini artırması gerekmedi. Sadece denizaltılarının ömrünü 16 yıldan 22 yıla uzattı.

O’Rourke alt komiteye, Japonya’nın denizaltı filosunu 30 gemiye çıkarmaya karar vermesi halinde, “yine yılda bir inşa oranını koruyabileceğini ve gemilerini 30 yaşına kadar hizmette tutmaya başlayabileceğini” söyledi. O’Rourke genişletilmiş bir Japon denizaltı filosunu ABD Donanması için en iyi tamamlayıcı olarak görüyor, zira ABD Donanmasının önümüzdeki yıllarda saldırı denizaltılarının sayısında bir düşüş yaşayacağı düşünülüyor.

Geçtiğimiz perşembe günü Kawasaki, Taigei sınıfı denizaltı Raigei’yi Kobe Tersanesi’nde Japonya Savunma Bakanlığı’na teslim etti. Taigei sınıfının dördüncü teknesi olan Raigei, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tersanede inşa edilen 31. denizaltı oldu.

Mitsubishi neredeyse tam bir yıl önce Taigei sınıfının üçüncü teknesi olan Jingei’yi bakanlığa teslim etmişti.

Bu arada ABD Donanması da maliyet aşımları, işgücü sıkıntısı ve gemi inşasındaki gecikmelerle boğuşuyor. “Donanma şu anda gemilerin tasarımı, inşası, mürettebatı ve bakımı konusunda zorluklarla karşı karşıya” diyen O’Rourke, zorlukların birleşiminin ”41 yıllık CRS kariyerimde gördüğüm en önemli zorluk” olarak tanımladı.

Kongre Bütçe Ofisi’nden Eric Labs salı günkü oturumda yaptığı açıklamada, ABD Donanması’nın inşa halindeki 46 gemisi için maliyet aşımlarının geçtiğimiz bütçe yılında üç kat artarak 3.4 milyar dolardan 10.4 milyar dolara çıktığını söyledi.

Deniz kuvvetleri ve silahlar konusunda kıdemli bir analist olan Labs, gemiler için gerekli olan daha uzun inşa sürelerine de işaret etti. “Uçak gemilerinin yapımı eskiden sekiz yıl sürerdi. Şimdi 11 yıl sürüyor. 2000’li yıllarda saldırı denizaltılarının yapımı altı yıl sürüyordu. Şimdi ise dokuz yıl sürüyor” dedi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Blackstone ve Goldman Sachs’tan Trump yönetimine övgüler

Yayınlanma

Wall Street’in en önde gelen iki yöneticisi, ABD Başkanı Donald Trump dünyanın en büyük ekonomisinde yavaşlama korkularını körükleyen ithalat tarifelerini de içeren korumacı önlemlere devam ederken Başkanın politikalarının “olumlu yanları” olduğunu söyledi.

Blackstone’un CEO’su Stephen Schwarzman çarşamba günü Hindistan’da gazetecilere verdiği demeçte gümrük vergilerinin “günün sonunda” ABD’deki üretim faaliyetlerinde önemli bir artışa yol açacağını savundu.

Trump’ın önde gelen bağışçılarından biri olan Schwarzman, “ABD’nin büyüklüğü göz önüne alındığında, bu dünya için iyi bir şey olma eğilimindedir. Eğer daha hızlı büyürsek daha fazla şey tüketebiliriz. Yani, bilirsiniz, bu bir senaryo . . başka senaryolar da var, çünkü bu senaryo için henüz çok erken,” dedi.

Ayrıca Goldman Sachs’ın CEO’su David Solomon da, iş dünyasının “Başkanın gümrük vergileriyle ne yapmaya çalıştığını anladığını” söyledi, fakat Trump yönetiminin politika gündemi konusunda daha fazla “kesinlik” talep etti.

Solomon “iş dünyası dünyanın her yerinde her zaman daha düşük gümrük vergileri isteyeceğini” kabul etti fakat Trump’ın daha geniş gündemini ve yöneticilerle anlaşmaya açık olmasını memnuniyetle karşılayarak, “Başkanın iş dünyasıyla ilişki kurma biçimini” beğendiğini söyledi.

“Bu, son dört yıl boyunca yaşadıklarımızdan farklı bir deneyim. CEO’lar, düzenlemelerin azaltılması gibi bazı destek rüzgarlarından heyecan duyuyor” diyen Solomon, bürokrasinin “büyüme ve yatırım için önemli bir engel” olduğunu da sözlerine ekledi.

Solomon, son birkaç yıldır “sessiz” olan ilk halka arzların sayısının 2025’te artmasını beklediğini söyledi. Goldman’ın başkanı, büyük Amerikan şirketlerinin 200 CEO’sundan oluşan Business Roundtable tarafından salı akşamı düzenlenen bir etkinlikte Trump’la bir araya gelen bir grup iş dünyası liderinin bir parçasıydı.

Katılımcıların birçoğu son günlerde resesyon ve genişleyen ticaret savaşı korkuları nedeniyle şirketlerinin piyasa değerlerinin düştüğünü gördü.

Trump toplantıda gümrük vergilerinin ABD’de istihdamı ve sanayi üretimini artıracağını söyledi.

Trump, “En büyük kazanç, [işletmelerin] ülkemize taşınması ve iş üretmesidir. Bu, tarifelerin kendisinden daha büyük bir kazançtır,” diye konuştu.

Trump’ın ticaret konusundaki agresif hamleleri, ABD imalatını canlandırmanın yanı sıra ülkenin ticaret açığını azaltmayı ve Meksika ile Kanada’yı Amerika’nın güney ve kuzey sınırlarından düzensiz göçmen ve fentanil akışını durdurmaya zorlamayı amaçlıyor. 

Fakat ABD ile en yakın müttefiklerinden bazıları arasında derinleşen sürtüşmeler iş dünyasında tedirginliğe neden oluyor. AB ve Kanada’nın misilleme gümrük vergilerine ek olarak, Trump’ın 2 Nisan’dan itibaren tüm ticaret ortaklarına Washington’un haksız bulduğu vergi, harç, düzenleme ve sübvansiyonlar için cezalandırmak üzere sözde karşılıklı gümrük vergileri uygulama tehdidini yerine getirme olasılığından endişe duyuluyor.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD’nin çelik ve alüminyum vergileri 150 milyar dolarlık pazar üzerinde baskı yaratıyor

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin çarşamba günü çelik ve alüminyum ürünlerine getirdiği %25’lik gümrük vergisinin, yaklaşık 150 milyar dolarlık ithalatın fiyatları üzerinde yukarı yönlü bir baskı yaratması ve Amerikan otomobil üreticileri ile diğer şirketlerin kârlarını olumsuz etkilemesi bekleniyor.

ABD tükettiği çeliğin yaklaşık beşte birini ithal ediyor. Bu ithalatın ağırlık olarak %20’sinden fazlası Kanada’dan yapılırken, onu %16 ile Brezilya ve %7 ile Avrupa Birliği takip etmekte, Japonya ise %4 ile yedinci sırada yer almaktadır. Kanada aynı zamanda ABD’nin en büyük alüminyum tedarikçisi konumunda.

Tarifelerin doğrudan maliyeti ithalatçılara düştüğü için, özellikle ABD otomobil endüstrisindeki üreticiler için daha yüksek maliyetler anlamına gelecektir.

ABD merkezli Wolfe Research, %25’lik gümrük vergisinin çelik ürünlerinin fiyatını 2024 ortalamasının %16 kadar üzerine çıkarmasını bekliyor. Halihazırda yükselme eğiliminde olan alüminyum fiyatlarının ise yaklaşık iki katına çıkması bekleniyor.

Nomura Securities araştırma analisti Anindya Das, çelik ve alüminyum fiyatlarında 2024 ortalamasına kıyasla %10’luk bir artışın otomobil üreticilerinin 2025 mali yılı işletme karları üzerindeki etkisini tahmin ediyor. Bu analize göre, Amerikalı oyuncular Ford Motor ve General Motors, maliyetlerini daha yüksek fiyatlarla yansıtamazlarsa yaklaşık %3 ila %4’lük bir darbe ile karşı karşıya kalacak.

Toyota Motor %0,5’lik daha küçük bir düşüş yaşarken, üretiminin büyük bir kısmını Kuzey Amerika’da gerçekleştiren Subaru üzerindeki etki yaklaşık %2 olacak.

Toyota’ya bağlı bazı parça üreticileri, ABD’deki üretim tesislerinde kullanılmak üzere Japonya’dan çelik getiriyor ve şirketin gümrük vergilerinden kaynaklanan yüksek maliyetleri karşılaması için çağrılar yapıldı.

Bir Toyota yöneticisi, “Tarifeler onların kontrolü dışında bir faktör, bu nedenle uygun şekilde yanıt vereceğiz” dedi.

Japonya gümrük vergilerinden muaf tutulmak için bastırdı. Kabine Baş Sekreteri Yoshimasa Hayashi çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Japonya’dan gelen çelik ve alüminyum ürünleri ABD’nin ulusal güvenliğine zarar vermiyor” dedi. “Aksine, yüksek kaliteli Japon ürünlerinin ikame edilmesi zordur ve ABD imalat sektörünü daha rekabetçi hale getirmek için gereklidir ve ABD sanayisine ve istihdamına büyük katkı sağlamaktadır” diye ekled.

AB merkezli Global Trade Alert’e göre, Trump yönetiminin geçen ay açıkladığı gümrük vergileri, çelik ve alüminyum listeleri arasındaki çakışmalar hariç olmak üzere toplam 289 kategoriyi kapsıyor. Mutfak ve spor malzemelerini de içeren bu kalemler geçen yıl 151 milyar dolarlık ithalatla ABD toplamının yaklaşık %4.5’ini oluşturdu.

Çin 35 milyar dolarla en fazla ithalat yapan ülke olurken, onu 30,6 milyar dolarla Meksika, 20,3 milyar dolarla AB ve 17,1 milyar dolarla Kanada takip etti. Japonya 7 milyar dolarla yedinci sırada yer aldı. AB üyeleri tek bir blok yerine ayrı ayrı ülkeler olarak sayıldığında, 27 ekonominin 500 milyon doları aşan maruziyeti vardı.

Gümrük vergilerinden kaçınmak için, daha önce ABD’ye giden çelik ve alüminyum ihracatı bunun yerine başka pazarlarda satılabilir. Anglo-Avustralyalı demir cevheri madencisi Rio Tinto’nun CEO’su Jakob Stausholm geçen ay yaptığı açıklamada alüminyumun Avrupa gibi diğer pazarlarda satılmasının bir seçenek olduğunu söyledi.

Japonya Demir ve Çelik Federasyonu Başkanı ve Nippon Steel Başkanı Tadashi Imai, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada en büyük endişenin tarifelerin “Çin’in aşırı ihracatının neden olduğu piyasa çöküşüne katkıda bulunması” olduğunu söyledi.

Çin’in ekonomisinin gerilemesiyle birlikte, çelik üreticileri iç pazar tarafından emilemeyen ürünleri başka yerlerde düşük fiyatlarla satıyor. ABD’de daha yüksek engellerle karşılaşırlarsa, bu mallar diğer ülkelere akabilir.

ABD aynı zamanda dünyanın en büyük hurda demir ve çelik ihracatçısı ve ülkeden çıkan hurda fiyatlarının yükselmesi muhtemelen küresel piyasada yankı bulacaktır.

Japon alüminyum üreticisi UACJ’den bir temsilci, “Kısa vadeli etki küçük olacaktır, ancak uzun vadede daha büyük olabilir,” dedi.

Şirket genellikle ABD’ye yönelik ürünleri ülke içinde üretiyor olsa da, Japonya’dan özel gereksinimleri olan bazı ürünleri küçük miktarlarda ithal ediyor. UACJ’ye göre ABD’de alternatif üretime başlamak üç ila dört yıl sürebilir.

Diğer şirketler ise tamamen farklı malzemelere yöneliyor. Coca-Cola geçen ay yaptığı açıklamada, gümrük vergilerinin yürürlüğe girmesi halinde bazı ambalajları alüminyumdan plastiğe çevireceğini söyledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English