Bizi Takip Edin

Amerika

ABD’de ‘göçmen dostları’ ile ‘göçmen düşmanları’nın ortak sektörü: Özel göçmen hapishaneleri

Yayınlanma

ABD’nin Teksas eyaletinde Vali Greg Abbott ile federal mahkemeler ve Joe Biden yönetimi arasında patlak veren göçmen krizi, bir kez daha gözleri ülkenin güney sınırına çevirdi.

ABD’de hem federal düzeyde, hem de eyalet bazında hapishane sistemi kâr amacı güden özel kuruluşların büyük ‘yatırımlarına’ sahne oluyor. Hapishane sisteminin en önemli parçalarından biri de göçmenlerin tutulduğu özel gözaltı merkezleri.

Başkan Joe Biden, iktidardaki 100. gününde Georgia’da yaptığı bir mitingde, bir grup protestocu kendisinden özel göçmen gözaltı merkezlerinin kapatılmasını istediğinde, onlara katıldığını söylemiş ve ‘özel hapishanelerin ve özel gözaltı merkezlerinin olmaması gerektiğini’ vurgulayarak hepsini kapatmak için çalıştıklarını ilan etmişti.

Buna rağmen, iktidardaki üçüncü yılını tamamlayan Biden, göçmen gözaltı merkezlerinin idaresinde hâlâ büyük oranda kâr amacı güden kuruluşlara dayanıyor. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU) tarafından yapılan bir analize göre, gözaltında tutulan kişilerin göçmenlerin yaklaşık %90’ı özel şirketler tarafından işletilen tesislerde bulunuyor.

Syracuse Üniversitesinde federal göçmenlik verilerini toplayan ve analiz eden bir araştırma kurumu olan Transactional Records Access Clearinghouse’a (TRAC) göre, Biden’ın Ocak 2021’de göreve gelmesinden bu yana, göçmenlik gözetiminde tutulanların sayısı iki kattan fazla arttı: 22 Ocak 2021’de 14.195’ten 3 Aralık 2023’te 36.755’e.

Biden’ın başkanlık emri göçmen merkezlerine işlemiyor

Bu rakamlar, 2019’da Trump yönetimi altında kaydedilen en yüksek göçmen gözaltı rakamlarından (55.000) daha az olsa da, gidişat, COVID-19 salgını sırasında yavaşladıktan sonra, Biden döneminde göç oranlarındaki artışı ve yönetimin sığınma davaları devam ederken daha fazla göçmeni gözaltında tuttuğunu gösteriyor.

Biden görevdeki ilk haftasında, Adalet Bakanlığına, özel olarak işletilen gözaltı tesisleriyle sözleşmeleri yenilememesi talimatını veren bir başkanlık emri yayınlamıştı. Adalet Bakanlığı sözcüsü Dena Iverson, bakanlığın emri uygulamak için çalışmaya devam ettiğini söyledi ve Hapishaneler Bürosu ve ABD Polis Teşkilatının bir düzineden fazla özel sektöre ait sağlayıcıyla sözleşmeleri feshettiğini belirtmişti.

Yine de bu emir, federal gözaltında kâr amacı gütmeyen şirketlerin kullanımında bir azalmaya yol açmış olsa da, özellikle göçmen gözaltı ‘sektörü’ için geçerli olmadı ve Göçmenlik ve Gümrük Muhafazanın (ICE) kâr amacı güden şirketlere büyük ölçüde dayanmaya devam etmesine izin verdi.

Göçmenlik sisteminin kâr amacı güden gözaltı merkezleri ile bağı onlarca yıl öncesine gidiyor. ICE, olası sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanları tutmak için gözaltı merkezleri şebekesini kurarken, federal hükümetse tersine, kendi tesisini inşa etmek yerine bunu özel şirketlere yaptırıyor.

Ödüllü gazeteci ve The Marshall Project’in kurucu genel yayın yönetmeni Bill Keller, 2022’de The Guardian’a verdiği demeçte, özel olarak işletilen ve kâr amacı güden hapishaneler fikrini ilk ortaya atan kişinin Ronald Reagan olduğunu hatırlatıyor. Keller, hapishane sahiplerine, ‘otel sahipleriyle aynı şekilde’, mevcut doluluk yoluyla ödeme yapıldığından, mahkumları serbest bırakmaya hazırlamak için hiçbir motivasyonlarının olmadığına dikkat çekiyordu.

‘Esneklik’ nedeniyle hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar özel hapishane sisteminden yana

Time’a konuşan ICE İcra ve Kaldırma Operasyonlarından sorumlu genel müdür yardımcısı Corey A. Price’a göre, mevcut finansman ve ihtiyaç duyulan yataklar yıldan yıla değiştiğinden, göçmen konutlarının lojistiği karmaşık. Özel şirketlerle sözleşme yapmak, Kongre daha fazla fon tahsis ettiğinde ICE’nin hızlı bir şekilde yeni gözaltı yatakları getirmesine izin veriyor.

ICE ile sözleşme imzalayan ve göçmen gözaltı merkezleri şebekesinin en önemli unsurlarından biri olan CoreCivic şirketinin halkla ilişkiler direktörü Ryan Gustin, şirketin ‘Amerika’nın göçmenlik sisteminde değerli ancak sınırlı bir rol oynadığını, bunu yaklaşık 40 yıldır her yönetim için, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi, yaptıklarını’ söylüyor.

Gustin, federal hükümet kurumlarının, şirketlerin sağlayabileceği ‘esneklik’ nedeniyle genellikle CoreCivic ile çalışmayı tercih ettiğini, bunun da ihtiyaçların ve önceliklerin yıldan yıla önemli ölçüde değişebildiği bir sektörde ‘özellikle önemli olduğunu’ belirtiyor.

CoreCivic ve GEO Group’un kirli geçmişi

İlk kez 1983 yılında Amerika Islah Şirketi (CCA) adıyla sözleşme imzalayarak dünyanın ilk özel hapishanesini inşa eden CoreCivic’in gelirinin yüzde 25’i ICE ile yapılan sözleşmelerden geliyor.

Tüm göçmen tutukluların üçte ikisinden fazlası CoreCivic ve GEO Group gibi özel hapishane şirketleri tarafından hapsediliyor ve ABD’deki en büyük 10 göçmen gözaltı merkezinden 9’u özel olarak işletiliyor.

Anlaşmaların büyüklüğü ise şaşırtıcı: 2014 yılında federal hükümet, CoreCivic’e Dilley, Teksas’ta bir aile gözaltı merkezi işletmek için dört yıllığına 1 milyar dolarlık bir sözleşme verdi. Yaz başında yaklaşık 2.000 kişiyi ‘ağırlayan’ şirket, 2.400 kişilik kapasitesine rağmen sözleşme gereği tam ödeme almıştı.

Trump’ın göçmen çocukları ailelerinden ayırma kararının yol açtığı krizin zirvesinde, şirketin hisse senedi fiyatı iki haftadan kısa bir süre içinde yüzde 14 artmıştı.

CoreCivic’in mahpus plantasyonlarından ‘süzülen’ tecrübesi

CCA’nın kurucuları T. Don Hutto and Thomas Beasley. Mother Jones’taki uzun bir araştırmaya göre Beasley, Tennessee Cumhuriyetçi Partinin lideriydi. İlk kez 80’li yıllarda özel hapishane açma fikrini Cumhuriyetçilerle konuşmuştu ama bunun için cezaevlerine bilen birisine ihtiyaç duyuyordu.

Hutto, 1967’de Rosharon, Teksas’taki Ramsey plantasyonunun müdürü olduğunda hapishaneleri yönetme kariyerine başlamıştı. Ramsey, Manhattan büyüklüğündeydi ve pamuk tarlalarında çalışan 1.500 mahkum vardı. 

Tıpkı Güney’deki diğer hapishane sistemleri gibi, Teksas’taki cezaevi ağı da doğrudan kölelik ile büyümüştü. İç Savaş’tan sonra, pamuk ve şeker yetiştiricileri çalışmaya zorlayabilecekleri kölelerinden ‘yoksun’ kalmışlardı. Ama bir avantajları vardı: Anayasanın 13. Maddesi köleliği kaldırıyor ama kapıdan kovulan köleliğin bacadan girmesine izin veren bir boşluk bırakıyordu. Kölelik ‘gönüllü ya da gönülsüz’ kaldırılmıştı, ama ‘bir suçun cezası dışında’…

Dolayısıyla ‘kölesizliğe alışamayan’ Güneyli toprak ve mülk sahipleri, mahkumlarını özel çiftliklerde, kereste kamplarında ve kömür madenlerinde çalışmak ve demiryolu raylarının döşenmesine yardımcı olmak için kiralayabilirdi.

Eyalet sonunda şirketlerin ve yetiştiricilerin ucuz mahkum emeğinden kazandıkları kolay parayı tatlı buldu ve bu yüzden 1899 ile 1918 arasında 13 plantasyon satın alıp aracıları ortadan kaldırarak onları hapishaneye dönüştürdü.

Kölelik derken, hakiki kölelikten bahsediyoruz: Teksas’ta, 1941 yılına dek hapishanelerinde kırbaç cezası yasak değildi ve mahkumlar de öncelikle ‘yeterince üretken’ olmadıkları için kırbaçlanıyordu. Arkansas’ta kırbaç cezası ancak 1968’de ortadan kaldırıldı. Mahkûmlar, ‘tembellik’ veya tarlalarda çalışma kotalarını karşılamadıkları için rutin olarak hücre hapsine alınıyordu.

Teksas hapishaneleri ayrıca özel himayeye sahip bazı mahkumlara, diğer mahkumları yöneten ve cezalandıran kişiler (Nazi toplama kamplarında bunlara ‘Kapo’ denirdi) olarak hareket etme yetkisi verdi. Bu mahkum gardiyanlar, hapishaneleri acımasız bir güçle yönetti; öyle ki, bir eyalet müfettişi, gardiyanların ve Amerikan Kapoların mahkumları ‘yumruklar, balta sapları, coplar, kurşunlu lastik hortum, at dizginleri, silah dipçikleri, siyah krikolar ve beyzbol sopaları’ ile dövdüğünü tespit etmişti.

Eyalet, Kapoları kullanarak aksi takdirde gardiyanların maaşlarına harcanacak paradan tasarruf ediyordu. 1974 tarihli bir devlet raporu, bu uygulamaların 1970’lere kadar devam ettiğini ortaya koydu.

1965’te Arkansas’ın hapishane çiftlikleri eyalet hazinesine 250.000 dolar koyuyordu. Bir eyalet polis soruşturmasının özetinde, “Bu kârları elde etmek için mahkumlar, özellikle hasat zamanında, tarlalarda şafaktan alacakaranlığa kadar acımasızca sürüldü,” yazıyordu.

CoreCivic’in kurucusu, vahşi eğilimlerini ‘sektöre’ aktardı

İşte Hutto, bir hapishaneyi nasıl yöneteceğini böyle öğrenmişti. 1971’de Arkansas hapishane sistemini yönetmeye başlayan Hutto, mahkumları ‘küçük ödüller’ karşılığında yarıştırmaya başlamıştı. Ağustos 1972’de yüzlerce kişi, mahkumların yarışmasını izlemek için bilet satın almıştı.

Siyah ve beyaz çizgili üniformalar giyen mahkumlar vahşi atlara bindiriliyordu. Bir mahkum ata binmeye çalışırken karnına tekme yedi ve sedyeyle taşınmak zorunda kaldı.

‘Eğlencede’ mahkumlar, yağlanmış bir domuzun üzerine atlıyor ve 10 dolar kazanmak için onu yakalamaya çalışıyordu.

Bir makaleye göre, kalabalığın favorisi, mahkumların öfkeli bir boğanın boynuzları arasına bağlanmış 75 dolar içeren bir tütün kesesini almaya çalıştıkları ‘Hard Money’ adlı bir oyundu. Eğlenceyi bir muhabire anlatan Hutto, “Buradaki amacımız, her mahkûmu sorumluluklarını yerine getirecek daha donanımlı bir topluma geri döndürmek ve bu, bu yönde bir başlangıç olabilir,” diyordu.

Hutto, Arkansas hapishane sistemini ihya eden çiftçilik operasyonunu da yenilemiş ve onu ‘verimsiz, marjinal bir operasyondan son derece verimli mekanize bir operasyona’ dönüştürmüştü. Artık besin ürünlerinin yerine pamuk, pirinç ve soya fasulyesi gibi yüksek gelir getiren mahsuller yetiştiriliyordu. Hutto’nun Arkansas’taki ilk yılında, çiftlik operasyonları yaklaşık 1,7 milyon dolar gelir getirmişti.

Ceza sistemi de değişti

Habere göre, Cummins ve Arkansas’ın diğer hapishane çiftliğindeki üst düzey pozisyonların neredeyse yarısı, mahkumları çalışmaya zorlamak için ‘kendi yöntemlerine’ sahip olan Teksaslılar tarafından dolduruldu.

Arkansas’taki hapishane koşullarıyla ilgili federal bir duruşmada mahkumlar, birinin pamuk kotasını dolduramamasının ‘Texas TV’ adlı bir cezanın gerekçesi olduğunu ifade ediyordu. Bu cezada bir mahkum, alnını duvara dayayarak ve elleri arkada durmaya zorlanırdı. Orada altı saate kadar, genellikle yiyeceksiz, bazen çıplak olarak bırakılırdı.

Bir mahkum, “Sabahları sizi kaldırıyorlar ve size şerbetli iki parça ekmek veriyorlar ve bütün gün pamuk toplamanızı söylüyorlar ve yeterince toplamadığınızda sizi o duvara yapıştırıyorlar, böylece akşam yemeği ya da temiz kıyafet alamıyorsunuz. Sonra ertesi sabah, aynı şey. Hiçbir işe yaramadığında nasıl iyi bir tavır sergileyeceksin?” diye soruyordu.

Bütün bunlar, Shane Bauer’in 2018 tarihli American Prison: A Reporter’s Undercover Journey Into the Business of Punishment [Amerikan Hapishanesi: Bir Muhabirin Ceza İşine Gizli Yolculuğu] isimli kitabında ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bauer, tebdil-i kıyafet bir şekilde CoreCivic tarafından işletilen hapishanelerde çalışarak bu kitap yazmıştı.

Özel şirketlere kölelik suçlaması

Elbette hapishane ve göçmen merkezlerinin işletmelerinin özel şirketlere verilmesi, güvenlik ve personel endişelerini beraberinde getiriyor. Kâr amacıyla hareket eden şirketler, maliyetleri azaltmak için personel sayısını azaltma gibi adımlar atıyorlar.

Biden’ın 2021’deki başkanlık emrinden aylar sonra, Pennsylvania, Philipsburg’da özel olarak işletilen bir hapishane, Federal Cezaevleri Bürosu’nun sözleşmesini yenilememesi üzerine kapatılmıştı. Fakat bir yıl içinde hapishane, Moshannon Vadisi İşlem Merkezi adlı yeni bir isim altında ve ICE ile göçmen gözaltıları için yeni bir sözleşme kapsamında yeniden açıldı.

ICE’ye göre, 6 Aralık’ta Frankline Okpu adlı Kamerunlu bir adam Moshannon Vadisi gözaltı merkezinde öldü.

Yakın zamanda Brezilya’dan sığınma talebinde bulunan Kesley Vial, geçen hafta New Mexico’daki bir gözaltı merkezinde intihar ederek öldü. Yerel savunucular ve sivil haklar avukatları, intihar nedeniyle, ‘ICE ve gözaltı merkezini işleten özel şirket CoreCivic’in koşullarını ve muamelesini’ suçladı.

Georgia’daki ayrı bir CoreCivic gözaltı tesisine geçen hafta, şirketin insanları hücre hapsi de dahil olmak üzere ceza tehdidiyle çalışmaya zorlayarak federal kölelik karşıtı yasaları ihlal ettiği iddiasıyla dava açıldı. CoreCivic yaptığı açıklamada iddiaları yalanladı.

CoreCivic’in göçmen gözaltı sözleşmeleri söz konusu olduğunda ‘en büyük rakibi’ Geo Group, California’daki bir gözaltı merkezindeki personelin, tesisteki bir işçi grevini destekledikleri için ceza olarak dört kişiyi hücre hapsine koyduğu iddialarıyla karşı karşıya.

GeoGroup da iddiaları reddetti. İddia, eyalet senatosunun California’yı gözaltı merkezlerinde hücre hapsinin kullanımını kısıtlayan ilk eyalet yapacak bir yasa tasarısı sunmasından hemen önce geldi.

Özel gözaltı merkezlerini işleten şirketlerin Cumhuriyetçi sevgisi

‘Göçmen istilasına’ neden olduğu iddia edilen Biden yönetiminin, göçmenlerin kapatılması için dayandığı özel şirketlerin Cumhuriyetçilerle olan ilişkisi ise ‘sektörün’ ironilerinden biri.

2022 yılında Jacobin’de yer alan bir makaleye göre, federal ve eyaletler düzeyindeki özel hapishane işletmelerinin en büyük ikisi, CoreCivic ile GEO Group, 2020-2022 arasında Cumhuriyetçi Valiler Birliği’ne 1,7 milyon doların üzerinde para verdi.

Örneğin özel hapishane bağışlarının büyük bir kısmı, GEO Group’un bulunduğu ve eyalet ihalelerinin verildiği Florida’daki Cumhuriyetçilere akıyor. Sektör, Florida Cumhuriyetçi Parti komitelerine 1 milyon dolardan fazla ve Florida Valisi Ron DeSantis’e 269.000 dolar bağış yapmıştı.

Yakın zamanda Cumhuriyetçi adaylık yarışından çekilen DeSantis, Donald Trump’a destek çağrısı yapmıştı. Son göçmen krizinin odağındaki Vali Abbott da özel hapishane endüstrisinin en önemli bağış sahiplerinden. Tennessee Valisi Bill Lee ve Arkansas Valisi Asa Hutchinson da özel hapishane sektörünün bağışlarından faydalanıyor.

Ülkenin en büyük hapishane işletmecilerinden biri olan GEO Group, 2017’de Trump’ın yemin töreni kutlamalarını desteklemek için 250.000 dolar bağışlamıştı. CoreCivic de aynı törenin hazırlıkları için 250.000 dolar vermişti.

Küresel sermaye göçmen kamplarına yatırım yapıyor

Fakat işler burada kalmıyor. Dünyanın en büyük finansal yatırım şirketleri arasında yer alan Fidelity, BlackRock, State Street ve Vanguard gibi devler de büyük özel hapishane yatırımcıları. BlackRock, %15,38 hisseyle CoreCivic’in en büyük yatırımcısı. State Street’in hem CoreCivic’te hem de GEO Group’ta hisseleri var.

BlackRock, özel hapishaneleri içeren ESG (çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim) fonları da satıyor. The Intercept’te yer alan bir araştırmaya göre, BlackRock’ın ‘sosyal sorumluluk’ fonlarından biri olan iShares ESG Screened S&P Small-Cap ETF’si (borsa yatırım fonu) CoreCivic’i içeriyor. DWS Group’un Xtrackers S&P SmallCap 600 ESG’sinden hisse satın alan yatırımcılar da CoreCivic’ten bir miktar satın alıyor.

CoreCivic’in, George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından, ‘proaktif’ olarak ‘ırksal eşitlik denetimi’ yürüten ilk şirket olduğunu duyurarak bunun sonuçlarını açıklaması da göçmen hapsetme sektörünün nasıl işlediğine ilişkin küçük bir örnek olarak tarihe geçmişti.

Şirketin DEI (çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık) raporuna göre CoreCivic, beyaz olmayan hapishane gardiyanları, yönetim kurulundaki çeşitlilik ve çeşitli gardiyan rütbelerinin yanı sıra siyahların öncülüğünde kurulan bir ticaret grubuyla ortaklığını öne çıkarıyor.

CoreCivic, kendi ESG raporunda, Newsweek/Statista tarafından Amerika’nın ‘en sorumlu şirketlerinden biri ‘olduğunu iddia eden 2021 ödülünü hatırlatıyor. Newsweek/Statista ESG sıralaması, kısmen hapishane şirketinin ‘iyi amaçlara’ olan bağlılığına ve yönetim kurulundaki kadın ve ırksal azınlıkların sayısına dayanarak CoreCivic’e yüksek bir sosyal derecelendirme veriyor.

Sınır hattında ‘büyük veri işleme’ Palantir’de

ICE ile birlikte iş yapan önemli isimlerden biri de, ilk Trump döneminde eski başkanın en büyük destekçilerinden, eski PayPal CEO’su ve Cumhuriyetçi Peter Thiel.

Thiel’in kurduğu gizemli veri madenciliği şirketi Palantir, ICE’nin ‘pis işlerini’ yaptığı gerekçesiyle eleştiriliyordu. 2020 yılında, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu (WEF) esnasında CNBC’ye bir mülakat veren Palantir CEO’su Alex Karp, şirketinin ABD’deki ‘belgesiz insanları bulduğunu’ söylemişti.

Palantir, yıllar boyunca, ICE’nin göçmenleri sınır dışı etme operasyonlardaki rolünü inkar etmişti. Şirket, ICE’nin yanı sıra Pentagon, Adalet Bakanlığı ve İç Güvenlik Bakanlığı ile de çalışıyor ve yüklü sözleşmeler elde ediyor.

Amerika

Vance: İran saldırısı Trump Doktrininin parçası

Yayınlanma

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, İran saldırıları hakkındaki mesajını “Trump Doktrini” ve yeni Amerikan dış politikası bağlamında açıkladı.

ABD’nin İran’da rejim değişikliği için baskı yapıp yapmadığı konusunda başkanla aynı görüşte olmadığı görülen Vance, salı günü Ohio Cumhuriyetçilerinin kapalı kapılar ardında düzenlenen akşam yemeğinde, İran’a bombardımanı “son derece başarılı” olarak nitelendirdi.

Vance, “İran’ın nükleer programını yok etmekle kalmadık, bunu hiçbir Amerikan vatandaşının canını kaybetmeden başardık, olan biten budur,” dedi.

Başkan Yardımcısı, Trump yönetiminin bu konudaki en önde gelen sözcülerinden biri olarak öne çıktı ve konuşmasında, İran saldırılarını saatler önce X’te “yeni dış politika doktrini” olarak nitelendirdiği şeyin bir parçası olarak nitelendirdi.

Vance, akşam yemeğinde, “Trump Doktrini olarak adlandırdığım şey oldukça basit: Birincisi, Amerika’nın çıkarlarını açıkça belirtirsiniz ve bu, örneğimizde İran’ın nükleer silaha sahip olamayacağıdır,” dedi.

Vance’e göre bu doktrinin ikinci unsuru, sorunu “diplomatik yollarla, agresif bir şekilde” çözmeye çalışmak. Üçüncü unsur, diplomatik yollarla çözüm elde edilmediğinde, “ezici askeri güç kullanarak” çözmek ve uzun süreli bir çatışmaya dönüşmeden hemen çekilmek.

Trump’ın İran’daki eylemi, Cumhuriyetçilerin izolasyonist kanadından ilk eleştirileri aldı. Eski Beyaz Saray danışmanı ve MAGA ideoloğu Steve Bannon, birçok kişinin İsrail’in saldırılarının amacının bu olduğunu söylediği “rejim değişikliği söylemini” sorguladı.

Yine MAGA’nın ateşli destekçisi Temsilci Marjorie Taylor Green, sosyal medyada “neocon savaş çığırtkanlarını” eleştirdi fakat iki isim de Trump’ı hâlâ desteklediğini söyledi.

Pazar günü, Vance, Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Savunma Bakanı Pete Hegseth, televizyon röportajlarında ABD’nin yalnızca İran’ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırmakla ilgilendiğini, liderliğini değiştirmekle ilgilenmediğini vurguladılar. 

Fakat Trump, aynı günün ilerleyen saatlerinde sosyal medyada, “Eğer mevcut İran rejimi İran’ı yeniden büyük yapamıyorsa, neden rejim değişikliği olmasın?” yazarak onlarla çelişen bir açıklama yaptı.

Beyaz Saray Basın Sekreteri Karoline Leavitt pazartesi günü yaptığı açıklamada, Trump’ın “İran halkının kendi kaderini kontrol edebileceğine inandığını” kastettiğini söyledi.

Ne var ki salı akşamı, “Midnight Hammer” Operasyonu, Trump ve Vance’in geçen seçimlerde yaklaşık yüzde 40 oy farkla kazandığı, Ohio eyaletinin kuzeybatısındaki Allen County’deki adaylar ve seçilmiş yetkililer tarafından övgüyle karşılandı.

Vance, Cumhuriyetçi katılımcıların Trump’ın askeri harekatını yüksek sesle alkışlayıp tezahürat yapması üzerine konuşmasını birkaç kez kesmek zorunda kaldı.

Okumaya Devam Et

Amerika

BIS: Stabilcoinler para olarak kötü performans gösteriyor

Yayınlanma

Önde gelen merkez bankacıları, stabilcoinler hakkında sert bir değerlendirme yaparak, bunların para olarak yaygın bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli temel gereklilikleri “kötü bir şekilde yerine getirdiğini” ve ABD Başkanı Donald Trump’ın bunları ana akım finansın bir ayağı haline getirme çabasını reddettiklerini açıkladılar.

Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), stabilcoinlerin herhangi bir para biriminin üç temel testini geçemediğini, çünkü merkez bankaları tarafından desteklenmediklerini, yasadışı kullanıma karşı yeterli koruma önlemlerine sahip olmadıklarını ve kredi oluşturmak için gereken finansman esnekliğine sahip olmadıklarını belirtti.

Stabilcoinler, Bitcoin gibi değişken kripto varlıklar ile geleneksel para sistemleri arasında bir köprü görevi görmek üzere tasarlandı. Bu varlıklar, devlet tahviller ve para piyasası fonları gibi daha güvenli varlıklarla bire bir desteklenerek fiat para birimlerinin değerini takip ediyor.

Yaratıcıları, internet üzerinden para transferi yaparak uluslararası banka havalelerinden daha verimli olduklarını iddia ediyor. Fakat anonim olarak tutulabilmeleri, stabilcoinleri kripto tüccarları arasında popüler hale getirdi ve uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama gibi suçların aracı haline getirdi.

BIS para ve ekonomi departmanı başkanı Hyun Song Shin, gazetecilere yaptığı açıklamada, stabilcoinlerin yatırımcılar tarafından hızlı bir şekilde çekilme riski taşıdığını söyledi ve “Asıl soru, stabilcoin alanında bu tür geri çekilmeler olursa, bunun sonuçları ne olur?” diye sordu.

ABD ve Britanya hükümetleri, stabilcoinlerin artan kullanımına yanıt olarak düzenleyici çerçeveler getiriyor. Halihazırda dolaşımda yaklaşık 250 milyar dolar var ve bunların çoğu Tether ve Circle’ın USDC gibi dolar bazlı tokenlerden oluşuyor.

Trump, geçen yılki başkanlık seçimlerini “ABD’yi dünyanın kripto başkenti yapma” vaadiyle kazandığından beri, yönetimi Biden dönemindeki kripto kullanımına getirilen birçok kısıtlamayı kaldırdı. Başkan ayrıca, kendi stabilcoin USD1’e sahip bir kripto para grubu olan World Liberty Financial’ın destekçisi.

Dünyanın önde gelen merkez bankalarının forumunu oluşturan BIS, salı günü yayınladığı yıllık ekonomi raporunun bir bölümünde, “Stablecoinlerin gelecekteki rolü belirsizliğini korurken, üç testte gösterdiği zayıf performans, en iyi ihtimalle ikincil bir rol oynayabileceklerini gösteriyor,” iddiasında bulunuyor.

Raporda, stabilcoinlerin “bütünlük önlemlerini atlatmak için yasadışı kullanımın tercih edilen seçeneği” olduğu belirtilerek, bunların geleneksel finansın “müşterini tanı” kontrollerinden yoksun olduğu vurgulanıyor.

Raporda, krizlerde son borç veren olarak görev yapan merkez bankalarının desteğinden yoksun olmaları nedeniyle, stabilcoinlerin para biriminin ödeme işlevinde “zayıf performans” sergiledikleri tespit ediliyor.

BIS, “Stablecoinler genellikle değişken döviz kurlarında işlem görür ve bu da tekilliği zedeler. Ayrıca, bankalar tarafından çıkarılan paranın ‘sorgusuz sualsiz’ ilkesini de yerine getiremezler,” diyor.

BIS, her zaman eşdeğer miktarda varlıkla desteklenmesi gerektiğinden, bankaların kredi vererek ekstra para yaratmasına olanak tanıyan “esnekliğe” de sahip olmadıklarını belirtti ve “Herhangi bir ek ihraç, sahipler tarafından tam ön ödeme gerektirir ve bu da ‘peşin ödeme’ kısıtlaması getirerek esnekliği zedeler,” diye ekledi.

“Para egemenliğinin kaybı ve sermaye kaçışı, özellikle gelişmekte olan ve gelişen ekonomiler için önemli endişeler,” uyarısında bulunan BIS, banka tarafından çıkarılan stabilcoinlerin “yasal ve yönetişim düzenlemelerine bağlı olarak yeni riskler getirebileceğini” söyledi.

Kurum, sınır ötesi ödemeleri hızlandırmak ve maliyetini düşürmek için merkez bankaları ve ticari bankaların tokenize edilmiş mevduatlarının merkezi bir veritabanının oluşturulmasının daha iyi olacağına inanıyor.

Böyle bir sistemi, Project Agorá adı verilen yedi büyük merkez bankası ve 43 ticari kurumla deniyor.

BIS, “Toplumun bir seçeneği var,” derken, para sisteminin “güven ve teknolojik olarak üstün, programlanabilir altyapılar üzerine kurulu, denenmiş ve test edilmiş temellere dayanan yeni nesil bir sisteme dönüşebileceğini” öne sürüyor.

Okumaya Devam Et

Amerika

Rubio: İran nükleer silah üretiminden artık çok daha uzak

Yayınlanma

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ABD’nin saldırısının ülkenin üç nükleer tesisini yok etmediğine dair yeni istihbarat değerlendirmeleri üzerine, İran’ın “nükleer silahtan çok daha uzak” olduğunu ileri sürdü.

Rubio, NATO zirvesi sırasında POLITICO’dan Dasha Burns ile yaptığı özel röportajda, İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki tesislerinin “tamamen yok edildiğini” iddia eden Başkan Donald Trump’tan daha ölçülü bir değerlendirme yaptı.

Rubio, “Sonuç olarak, bugün nükleer silahtan, başkanın bu cesur adımı atmadan öncekinden çok daha uzaktalar. Anlaşılması gereken en önemli şey, çeşitli bileşenlere önemli, çok önemli, ciddi hasar verildiği ve bu konuda daha fazla bilgi edinmeye başladığımız,” dedi.

Beyaz Saray istihbarat sızıntısına tepkili: ‘Vatana ihanet’

CNN’in Savunma İstihbarat Ajansı’nın (DIA) ön istihbarat raporundan aktardığına göre, Tahran’ın nükleer programına yönelik saldırılar programı sadece birkaç ay geciktirdi.

ABD istihbarat topluluğu önümüzdeki günlerde ve haftalarda değerlendirmelerini sürdürecek ve hükümet içindeki farklı istihbarat kurumları analizlerini hazırlarken genellikle birbirleriyle aynı görüşte olmuyor.

Rubio, medya haberlerini “yanlış” olarak nitelendirerek, bunların tam resmi yansıtmadığını söyledi.

Bakan, “Bu haberler hakkında yorum yapmaktan nefret ediyorum, çünkü genellikle ilk haber yanlıştır ve bunu yayınlayan kişinin bir amacı vardır. Bu haber yanlış bir haber ve olanları doğru bir şekilde yansıtmadığı için yeniden yayınlanmamalı,” dedi.

Trump ve yardımcıları, B-2 bombardıman operasyonunun başarısını iki katına çıkardılar ve erken istihbarat değerlendirmesini haber yapan medyaya sert tepki gösterdiler.

Beyaz Saray temsilcisi Steve Witkoff, Fox News’e verdiği demeçte, “Bu tür bilgilerin sızdırılması, bilgi ne olursa olsun, hangi taraftan gelirse gelsin, kabul edilemez. Bu vatana ihanettir,” dedi.

İsrailliler İran’a verilen zarardan memnun

Öte yandan Axios’ta yer alan habere göre İsrail istihbarat servisleri, ABD ve İsrail’in saldırılarının İran’ın nükleer tesislerine “çok önemli” hasar verdiğini düşünüyor.

Bazı yetkililer ise, aksini iddia eden ABD istihbarat raporu karşısında şaşkınlık yaşıyor.

İsrail’in ortaya çıkan değerlendirmesi, saldırıların İran’ı sadece birkaç ay geriye götürdüğünü değerlendiren DIA ön raporundan çok daha iyimser bir tablo çiziyor.

“Profesyonel bir savaş hasarı değerlendirmesi zaman alır,” diyen bir İsrailli yetkili, DIA raporunda yer alan türden sonuçlara varmak için henüz çok erken olduğunu vurguladı.

Yetkili, “İsrail istihbarat servisleri şu ana kadar herhangi bir sonuca varmadı. Fakat operasyonda herhangi bir hata olduğunu düşünmüyoruz ve sığınak delici bombaların işe yaramadığını gösteren herhangi bir bulguya rastlamadık. Burada kimse hayal kırıklığına uğramadı,” diye ekledi.

İsrailli yetkililer, İran hükümetinin nükleer programının durumunu belirlemek için kendi savaş hasar değerlendirmesi yaptığını söyledi.

İran istihbaratına doğrudan bilgi sahibi bir İsrailli yetkili, Axios’a verdiği demeçte, ele geçirilen iletişim kayıtlarının İranlı askeri yetkililerin ülkenin siyasi liderlerine yanlış durum raporları verdiğini ve hasarın boyutunu küçümsediğini gösterdiğini ileri sürdü.

İkinci bir İsrailli yetkili, “İranlılar kendileri bile bazı nükleer tesislerine ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar,” dedi.

Bir İsrailli, Fordo-Natanz-İsfahan tesisleri ile ilgili olarak, “Bu tesislerin yakın gelecekte herhangi bir zamanda faaliyete geçebileceğinden şüpheliyiz,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English