Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

ABD’nin eski Şam Büyükelçisi, Trump döneminde dış politikada değişecekleri yazdı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2024 ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi başkan adayının, 5 Mart ön seçim sonuçlarının ardından Nikki Haley’in çekilmesiyle Donald Trump olacağı neredeyse kesinleşti. Demokratların adayı büyük ihtimalle görevdeki Joe Biden olacak, ancak Trump’ın Biden’a karşı kazanma ve bir sonraki ABD Başkanı olma ihtimalinin yüksek olduğu yaygın bir kabul görüyor. ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, Trump’ın yeniden seçilmesi halinde Amerikan dış politikasının pusulasında yaşanacak değişimi ele alıyor.


Trump kazanabilir ve ABD dış politikası muhtemelen değişecek

Trump, Ukrayna ile Rusya arasında Putin’in lehine ve Zelenskiy’in aleyhine olacak bir anlaşmayı teşvik etmeye çalışacaktır

Robert Ford

Al Majalla

4 Ocak 2024

Kamuoyu yoklamaları, ABD 2024 seçim yılına girerken Donald Trump’ın Joe Biden’ın biraz önünde olduğunu gösteriyor. Trump’a verilen destek haziran ayından bu yana değişmedi: ankete katılanların yaklaşık yüzde 44 ila 45’i ona oy vereceğini söylüyor.

Demokrat Parti’deki pek çok şahsiyet Trump’ın gücünden çok Biden’ın zayıflıklarından endişe ediyor. Kasım ayında, Barack Obama’nın üst düzey seçim danışmanlarından biri, Biden’ı hem partinin hem de ülkenin salahiyeti için yeniden seçilmeyi düşünmeye çağırdı. Ekim 2023 itibariyle Gallup anketine katılanların yalnızca yüzde 37’si Biden’ın başkan olarak performansını onayladığını söylerken, yüzde 48’i kesinlikle onaylamadığını ve yüzde 9’u da bir dereceye kadar onaylamadığını belirtti.

Amerikan ekonomisi büyüyor ve işsizlik oranı düşük, fakat Biden çok az kredi alıyor. NBC tarafından Kasım 2023’te yapılan bir anket, Amerikalıların yüzde 59’unun ekonomiden memnun olmadığını gösterdi; tıbbi bakımdaki yüksek ücretler yaşlı seçmenleri kızdırıyor.

Bu arada ABD Merkez Bankası’nın yüksek faiz oranları nedeniyle artan ev fiyatları ve kiralar, Biden’ın siyasi tabanı için hayati önem taşıyan gençlerin uygun fiyatlı evler bulmasını engelliyor. Kamuoyu yoklamaları, Amerikalıların yüzde 75 ila 80’inin 81 yaşındaki Başkan Biden’ın bir dört yıllık dönem daha için epey yaşlı olduğunu düşündüğünü gösteriyor.

Son olarak, Biden’ın Gazze’de 22 binden fazla Filistinliyi öldürmesine rağmen Hamas’a karşı savaşında İsrail’e verdiği mutlak destek, özellikle genç Amerikalılar olmak üzere pek çok sol görüşlü Demokratı çileden çıkardı.

NBC anketine göre, 18 ila 34 yaş arasındaki genç yetişkinlerin yüzde 70’i Biden’ın savaşı ele alış biçimini onaylamıyor. Halihazırda ekonomi nedeniyle hayal kırıklığına uğramış olan ve aynı zamanda Trump’ı da reddeden pek çok genç oy kullanmaktan kaçınabilir ve bu da Biden’a Trump’tan daha fazla zarar verebilir.

Trump’ın zayıflığı

Biden ve seçim ekibi endişeli Demokratları teskin etmeye çalışıyor. Kamuoyu yoklamalarının son seçimlerde ciddi hatalar yaptığına dikkat çekiyorlar.

Ayrıca Cumhuriyetçi Parti de muhafazakârlar ve aşırı muhafazakârlar arasında bölünmüş durumda. Başkanlık seçimleri 50 eyaletli bir seçim ve Cumhuriyetçi Parti Georgia, Arizona ve Michigan gibi kilit eyaletlerde örgütlü değil.

Trump’ın sağlam bir siyasi tabanı var ama bu taban büyümüyor ve Amerikalıların yarısından biraz fazlası kamuoyu yoklamalarında kendisinden hiç hoşlanmadıklarını söylüyor. Kampanya konuşmalarında Trump, kazanması halinde siyasi rakiplerine karşı misilleme yapmak için Adalet Bakanlığı’nı kullanmakla tehdit etti. Kasım ayında yaptığı bir konuşmada rakiplerini “haşarat” olarak nitelendirdi.

Bu dil pek çok seçmeni korkutuyor.

Ayrıca Trump, 2024’teki seçim kampanyasına da odaklanamayacak. Dört farklı mahkemede ağır suçlarla itham ediliyor. İlk duruşmalar, mart ayında başlarken Oval Ofis’ten ayrıldıktan sonra gizli belgeleri yasa dışı olarak saklamasıyla ilgili bir diğer dava mayıs ayında başlayacak. Georgia’daki seçimlere müdahalesiyle ilgili bir başka dava ise duruşma tarihini bekliyor.

Dikkat çekici bir şekilde, siyasi tabanı ona sadık kalmaya devam ediyor. Davalar 2024 yılı boyunca arka planda kalacak, ancak davalar tüm sorulara kolay ve tek cümlelik cevaplar isteyen Amerikan halkı açısından son derece karmaşık.

Derin bir şekilde bölünmüş Amerikan basını arasındaki çelişkiler ve tartışmalar kamuoyundaki kafa karışıklığını ve nihayetinde ilgisizliği artıracaktır.

Trump’ın şansına, ilk kararların ve temyiz başvurularının ardından davaların hiçbirinin Kasım 2024 seçimlerinin sonrasına kadar sonuçlanması pek mümkün görünmüyor. Ve özellikle Ocak 2021’de Kongre binasına yapılan saldırıdan sonra, yeni siyasi şiddet olaylarından sürekli endişe duyulacak.

Muhtemel sürprizler

Esasında Demokratlar, Trump’ın 2024 başkanlık seçimleri için Cumhuriyetçi Parti’nin adaylığını kazanma olasılığı nedeniyle şanslı. Başta eski Güney Carolina valisi ve Birleşmiş Milletler büyükelçisi Nikki Haley olmak üzere diğer Cumhuriyetçi adaylar, kamuoyu araştırmalarına göre Biden karşısında Trump’tan daha güçlü.

İşte ilk muhtemel siyasi sürpriz: Belki de Haley, Şubat 2024’te New Hampshire’da yapılacak Cumhuriyetçi önseçimi kazanacak. New Hampshire, seçmenlerin adaylarla küçük forumlarda ya da popüler ucuz restoranlarda buluştuğu küçük bir eyalet.

Trump bu tür küçük ölçekli politikalarda pek iyi değil ama Haley oldukça başarılı. Cumhuriyetçi seçmenler arasında eski başkana karşı konumunu yavaş yavaş iyileştirdi ve başarılı bir kampanyanın ayrılmaz parçası olan daha büyük para bağışları almaya başladı.

New Hampshire ön seçimlerinde sürpriz bir zaferle Trump’ı yenerse pek çok Cumhuriyetçi, Trump’ın hukuki sorunlarına sahip olmayan, yüksek olumsuz anket rakamlarına sahip olmayan ve Biden’a karşı güçlü olacak alternatif bir adayı memnuniyetle karşılayacaktır. Trump istifa etmeyecek ama Cumhuriyetçi Parti içinde sert bir rekabet yaşanacak ve bu da Biden’a yardımcı olacaktır.

İzlenmesi gereken bir başka sürpriz daha var: Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin dışından gelen başkan adayları. Adaylardan biri, eski Başkan John Kennedy’nin yeğeni Robert Kennedy Jr, Kennedy ismiyle biraz dikkat çekti. Ancak siyasi görüşleri amcası ve babası eski senatör Robert Kennedy’den epey farklı.

Pek çok muhafazakâr Cumhuriyetçi gibi o da Kovid-19 aşılarını bir hükümet komplosu olarak nitelendiriyor ve silah sahipliği üzerindeki her türlü kontrolü reddediyor. Kamuoyu yoklamaları, Kennedy’nin Trump’ın oylarının yüzde birkaçını alabileceğini ve bunun kasım ayındaki yakın bir seçimde hayati önem taşıyabileceğini gösteriyor.

Bu arada, Biden’a zarar verecek bir başka siyasi hareket de yavaş yavaş oluşuyor. Bir grup merkezci Cumhuriyetçi ve Demokrat hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partilerden bıkmış vatandaşların oylarını kazanmak için No Labels adını verdikleri bir parti kuruyor.

Yine, oyların yüzde biri bile kilit eyaletlerdeki seçimlerin sonucunu değiştirebilir. Demokrat Parti, No Labels’ı başkanlık kampanyasına katılmamaya ve yeni bir Trump zaferini riske atmamaya ikna etmek için hararetle çalışıyor. 2024 ilkbaharının başlarında yeni partinin kararını görmeliyiz.

Biden ve dikkatli dış politika

İç politikadaki zorluklar, Biden’ın 2024’teki dış politikasını etkileyecektir. Amerikalı seçmenleri önemli konularda dünyanın çoğunun lideri olduğuna ikna etmeyi amaçlarken, aynı zamanda büyük bir savaş da dahil olmak üzere büyük yeni dış maceralardan kaçınacaktır.

Amerika’nın jeostratejik rakipleri Çin ve Rusya da dahil olmak üzere ortak tehditlere karşı çok uluslu askeri ve iktisadi işbirliği oluşturan ittifakların Amerikan liderliğini vurgulayacaktır. Biden yeni askeri taahhütler konusunda dikkatli olacak, fakat zayıf görünmek de istemeyecektir.

Bu nedenle Ukrayna’yı güçlü bir şekilde desteklemeye devam edecek ve Kiev’e Devlet Başkanı Putin ile müzakere etmesi için kamuoyu önünde baskı yapmayacaktır.

Kasım ayında San Francisco’da Çin Devlet Başkanı Şi ile bir araya gelen Biden’ın dengeleyici tavrı gözle görülür bir şekilde ortaya çıkmış, kamuoyu önünde sert konuşmuş ama aynı zamanda Amerika’da yaygın bağımlılığa ve sosyal sorunlara yol açan bir uyuşturucu olan fentanilin Çin’e ihracatının azaltılmasına yönelik bir anlaşma yapılmasını sağlamıştı.

Biden, ayrıca iklim değişikliği konusunda da geniş çaplı bir işbirliğine vurgu yapacak ki bu konu özellikle kampanyası için heveslerine ihtiyaç duyduğu genç seçmenlere hitap ediyor. Küresel konularda dikkatli bir rekabet ve işbirliği politikasını sürdürecektir.

Bu çerçevede Biden, görev süresinin dördüncü yılında Orta Doğu politikasında büyük değişiklikler yapmayacaktır. Gazze’deki çatışmalara uzun vadeli bir son vermeye çalışacak ama İsrail hükümetiyle kamuoyu önünde büyük bir tartışmaya girmekten kaçınacak.

Biden’ın Cumhuriyetçi Parti’yi ve hatta bazı Demokratları Gazze’nin yeniden inşası için milyarlarca dolar sağlamaya ikna etmesi zor olacaktır. Bu nedenle yönetimi, Amerika’daki Araplar Biden’ın İsrail’in askerî harekâtına verdiği desteği unutmaya ve Biden’ı tekrar desteklemeye ikna etmek için bu çabaları öne çıkaracaktır.

2024’te Gazze’de güvenlik bir başka büyük zorluk olacaktır. İsrail bölgeyi işgal eder ve yerinden edilmiş Filistinliler için çok az şey yaparsa, Arap Amerikan toplumunun ve Amerikan aşırı solunun Biden’a karşı öfkesi azalmayacaktır.

İsrail çekilirse, Amerikan halkı Gazze’de barışı tesis etmek için Amerikan askerlerini göndermekte tereddüt edecektir. ABD’nin politikaları açısından Amerikan askerlerini Birleşmiş Milletler’in emrine vermek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla Washington, Gazze’deki güvenlik misyonunu bazı uluslararası kuruluşların üstlenmesini tercih edecektir.

Elbette İsrail’in bu güvenlik gücü konusunda güçlü görüşleri olacaktır ve Biden yine İsrail’e kamuoyu önünde karşı çıkma konusunda son derece dikkatli olacaktır, özellikle de bir seçim yılında. Biden’ın 2024’te Gazze konusunda ilerleme kaydedebilmesi için İsrail ile diplomatik ilişkileri olan Arap ülkelerinin yardımına ihtiyacı olacak.

Gazze’nin ötesinde, Biden yönetiminin 2024’te ya da yeni bir Biden yönetiminde İsrail ile Filistinliler arasında iki devletli bir çözüm için yeni bir girişim başlatmasını beklemeyin. Biden bunu yapabilecek bir Demokrat değil.

Bu arada Biden, İran’a dönük yaklaşımını dikkatle dengeleyecek. Suriye ve Irak’tan askerlerini çekmeyecek ve İran’ı buradaki küçük Amerikan kuvvetlerine karşı daha büyük saldırılardan caydırmak için Suriye ve Irak’taki İran destekli milislere karşı ara sıra saldırılar düzenleyecek.

Kırmızı çizgisi değişmeyecek: Amerikan askerlerini öldürmek sert bir misillemeye neden olacak. Amerikan iç siyaseti bu karşılığı gerektirecektir. Beyaz Saray’ın da bildiği üzere risk, Washington’un misilleme yaparken İran’ın kırmızı çizgisini aşması ve Biden’ın İran’la savaşmak yerine caydırma arzusuna rağmen durumun tırmanmasıdır.

Biden, aynı zamanda İran’ın nükleer silaha doğru ilerlemesini engelleyen fiili anlaşmayı sürdürmeyi kabul etmesini ve Washington’un İran’ın Asya’ya, özellikle de Çin’e petrol sevkiyatını görmezden gelmesini umacak.

Fakat Biden yönetimi, İran’ın nükleer silah geliştirme kapasitesinin eşiğinde olduğunu giderek daha sessiz bir şekilde kabul ediyor.

Trump döneminde Amerikan dış politikası

Washington’un 2025 gündemindeki en büyük değişiklik, Trump’ın ülkenin yarısını şoke etmesi ve devam eden ciddi hukuki meselelerine rağmen Oval Ofis’e geri dönmesi durumunda yaşanacak. Bu sorunlar ona dış politikaya odaklanmak için yeterli zaman bırakırsa, danışmanları onu savaşın hızla sona ereceğine ikna etmedikçe İran’a karşı doğrudan bir savaş başlatmayacaktır.

Bunun yerine yeni bir Trump yönetimi İran’ın ekonomisini ve hükümetin meşruiyetini zayıflatma çabalarını iki katına çıkaracaktır. Amerikan Donanması İran’ın Çin’e yaptığı petrol sevkiyatına el koyabilir.

Trump ile iyi ilişkilerini sürdüren Mike Pompeo muhtemelen önemli bir rolde —belki de Savunma Bakanı olarak— geri dönecektir. Bu yeni Trump ekibi Filistinlilerden uzak duracak ve bunun yerine Körfez ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmeye —hem İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için baskı yapmaya hem de İran’ı kontrol altına almak ve nihayetinde zayıflatmak için işbirliğini artırmaya— çalışacaktır.

Trump’ın Cumhuriyetçi Parti içindeki aşırı sağcıların istediği gibi Amerikan kuvvetlerini Suriye ve Irak’tan çekme ihtimali de daha yüksek. Ve elbette yeni bir Trump yönetimi mültecilere, özellikle de Müslüman mültecilere ve dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlere kucak açmaya sıcak bakmayacaktır.

Trump’ın Orta Doğu’daki Amerikan politikasına getirdiği değişiklikler önemli olacaktır ama dünyanın diğer bölgelerindeki değişiklikler daha büyük olacaktır. Ukrayna ile Rusya arasında, şartları Devlet Başkanı Putin’i tatmin edecek ve muhtemelen Devlet Başkanı Zelenskiy ile büyük zorluklara neden olacak bir anlaşmayı teşvik etmeye çalışacaktır.

Biden, Avrupa ile ilişkileri geliştirdi ama Trump’ın pek çok Avrupa ülkesiyle büyük sorunlar yaratması muhtemel.

Bu arada Trump’ın Asya’ya ve Tayvan, Güney Çin Denizi ve Çin ile rekabet gibi sorunlara nasıl yaklaşacağını izlememiz gerekecek. Trump, doğası gereği büyük anlaşmalar yapmayı sever. Çin ve belki de Kuzey Kore ile büyük anlaşmalara nasıl bakar?

Biden’ın 2024’te ve sonrasında Trump’la birlikte nereye gideceğine dair iyi bir fikir edinebilsek de ben Arapça ifadeyi tercih ediyorum: “Allahu alim” ya da en iyisini Tanrı bilir.

DÜNYA BASINI

“İsrail siyaseti o kadar sağa kaydı ki Netanyahu nispeten ılımlı görülüyor”

Yayınlanma

Yazar

Ahmed Maher tarafından kaleme alınan ve Majalla’da yayımlanan bu makale, İsrail siyasetinin sağa kayışını ve merkez-solun neredeyse yok oluşunu derinlemesine inceliyor. Makale, Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırıcıların Overton Penceresi’ni sağa iterek Netanyahu’yu ılımlı gibi gösterdiğini, İsrail kamuoyunun ise giderek daha militarize olduğunu vurguluyor. Filistin devletine verilen destekteki dramatik düşüşe ve Netanyahu’nun sert politikalarına artan desteğe dikkat çeken yazı, İsrail’in geleceğine dair distopik bir tablo çiziyor.

***

Tek boynuzlu atlardan distopiklere: İsrail merkezinin yok oluşu

Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırılık yanlıları Overton penceresini* o kadar sağa itti ki Netanyahu nispeten ılımlı görünüyor.

Ahmed Maher

Gazze savaşının üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen İsrail kamuoyu, mevcut hükümetin Filistinlilere, Lübnan’a ve can çekişen iki devletli çözüme yönelik aşırı ve sert politikalarından o kadar etkilendi ki mevcut sağcı politikacıların pozisyonları giderek daha merkezci görünmeye ve ortalama İsrail vatandaşından daha fazla destek almaya başladı.

Bu eğilim, geçen ay yapılan ve Başbakan Binyamin Netanyahu ve sağcı Likud partisinin diğer partilere karşı avantaj elde ettiğini gösteren son seçim anketlerine de yansımış durumda. İsrail’in merkezi yok.

Netanyahu, 120 koltuklu İsrail Knesset’inde 64 üyeden oluşan bir koalisyon kurarak Aralık 2022’de iktidara geldi; bu koalisyonun çoğunluğunu 32 koltuğu olan Likud partisi ve 14 koltuğu olan Dini Siyonistler oluşturuyordu. Netanyahu’nun 7 Ekim 2023 sonrası aylardır düşüşte olan popülaritesi, Gazze savaşının başlangıcından bu yana ilk kez yükselmeye başladı.

En azından mayıs ayından bu yana peş peşe yapılan anketler bu oranın istikrarlı bir şekilde yükseldiğini gösteriyor. İsrail’in şu anda tarihindeki en uzun süreli savaşın içinde olduğu ve Lübnan’da Hizbullah ile giderek tırmanan çatışmaya ve muhtemelen İran ile doğrudan bir savaşa doğru ilerlediği göz önüne alındığında bu dikkate değer bir geri dönüş.

İsrail saldırdıkça Netanyahu’ya destek artıyor

Netanyahu’nun popülaritesi, İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana en büyük hükümet karşıtı gösterilere yol açan tartışmalı yargı ‘reformlarına’, gözetimi altındaki büyük güvenlik başarısızlıklarına, Hamas’ın esaretinden henüz kurtarılmamış düzinelerce rehineye ve Gazze’nin bazı bölgelerini (en azından şimdilik) yeniden işgal etme ısrarına rağmen artıyor.

Bu nasıl açıklanabilir? Öncelikle, İsrail kamuoyunun aşırı söylemlere doyması, ılımlı muhalefet partilerini daha da kenara itti. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotritch gibi radikal isimler, Filistinlilere yönelik ırkçı politikaların ve suç teşkil eden eylemlerin başlıca savunucuları oldular- hatta birincisi bir terör örgütünü desteklemekten hüküm giydi.

Overton penceresi kaydı

Overton penceresini bu kadar sağa iten böylesi aşırılık yanlıları varken, Netanyahu olarak nispeten ılımlı görünüyor. Ancak bunun tek nedeni sol muhalefetin gölgede kalması değil, İsrail’deki merkezci laik figürler de yaklaşan parlamento seçimlerinde oy toplamak için giderek daha sağcı pozisyonlar benimsiyor.

Uzun süredir merkezde yer alan lider Yair Lapid’i ele alalım. Geçen aralık ayında Knesset’te kendisiyle röportaj yaptığımda, o dönemde iki devletli bir çözüme destek verdiğini ifade etmiş, ancak Gazze’deki savaş ve sonrasında yaşananlar göz önüne alındığında bunun “önemli ölçüde gecikebileceğini” söylemişti.

Birkaç ay sonra İrlanda, Norveç ve İspanya’nın Filistin devletini tek taraflı olarak tanıma kararını eleştirerek bunu “utanç verici” olarak nitelendirdi. Ayrıca BM’nin en üst mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı’nı (UAD) da İsrail’in Refah’taki askeri saldırısını derhal durdurmasını öngören bir karar aldığı için eleştirdi.

Baldwin’in 45 yıl öncesinden seslenen mektubu: İsrail devleti Yahudilerin kurtuluşu için kurulmadı

7 Ekim’den önce Lapid’in en önemli özelliği seçmenleri ‘merkezde’ olduğuna, yani ne sol bloğa ne de sağa meyletmediğine ikna edebilmesiydi. Ancak giderek İsrail’in merkez solu merkez sağa kayarken, gerçek solu da neredeyse tamamen yok oldu.

7 Ekim’de yaşananlar İsrail kamuoyunu militarize etti, politikalarını daha da sağa itti ve ülkenin ahlaki sınırlarını zorladı.

İsrailli Yahudilerin %71’i 2010’da Filistin devleti kurulmasını desteklerken bu destek 2020’de yaklaşık %20’ye düştü, Filistinlilerin eşit haklara sahip olmadığı tek devlet çözümüne veirlen destek ise iki katına çıkarak %42’ye ulaştı. Her iki anket de Ramallah’taki Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi ile Tel Aviv Üniversitesi’ndeki Uluslararası Çatışma Çözümü ve Arabuluculuk Programı tarafından yapıldı.

İsrailliler Netanyahu’yu kişisel olarak sevmeseler de genel olarak onun sağcı güvenlik politikalarını destekliyorlar. Ancak merkezciler de sağ ile neredeyse aynı pozisyonları benimserken (İsrail askerlerinin Gazze’de işledikleri iddia edilen savaş suçları nedeniyle yargılanmaması, Filistin devletinin kurulmaması, Gazze’den yakın zamanda çekilmemesi ve şimdi de Lübnan’da yaklaşmakta olan yakıp yıkma politikası) seçmenlerin şu aşamada Netanyahu’yu gözden çıkarması için çok bir neden yok.

Mevcut siyasi iklimde, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün Filistin devletinin başkenti olmasını savunan herkes tek boynuzlu at gibi görünüyor. Bu arada, kamuoyundaki tartışmalara egemen distopik radikallerin öngörülebilir gelecekte kararları vereceği tahmin ediliyor.

***

*Overton penceresi, toplumda belirli bir dönemde kabul edilebilir veya tartışılabilir sayılan politik fikirler ve politikaların yelpazesini tanımlayan bir kavramdır. Bu pencere, hangi fikirlerin “meşru” ya da “makul” olarak kabul edildiğini ve dolayısıyla kamuoyunda tartışılabilir olduğunu gösterir. Overton penceresi, zamanla toplumdaki değişen normlar, olaylar veya liderler tarafından kaydırılabilir. Örneğin, bir politika veya fikir başlangıçta radikal ya da kabul edilemez görülürken, zaman içinde pencerede meydana gelen kaymalar sonucu toplum tarafından kabul edilebilir hale gelebilir. Bu kavram, genellikle aşırı uçtaki fikirlerin zamanla nasıl ana akım hale gelebileceğini açıklamak için kullanılır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Hizbullah’la olası topyekûn savaş İsrail ekonomisini nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağını makale İsrail ekonomisinin 7 Ekim’den sonraki durumuna ve Hizbullah’la olası bir topyekûn savaştan nasıl etkileneceğine odaklanıyor. Makaleye göre savaşın etkisiyle sermaye kaçışları, enflasyonun yükselmesi ve inşaat sektörünün daralması, ülke ekonomisini zor durumda bırakıyor. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in savurgan politikaları ve bütçe açığının hızla artması yatırımcıları endişelendirirken, gelecekte daha geniş çaplı bir savaş senaryosu ekonomiyi daha da derin bir krize sürükleyebilir.

***

İsrail ekonomisi Hizbullah’la topyekûn bir savaşın yükünü kaldırabilir mi?

The Economist

Ülke bankaları sermaye kaçışı yaşıyor.

İsrail ekonomisi toparlanma yolunda ilerliyor olmalıydı. Ne de olsa, savaşmak için işlerini terk eden 300 bin işçinin çoğu şimdi ofislere, fabrikalara ve çiftliklere geri döndü. Ancak aksine durum giderek daha da kötüleşiyor. Bloomberg’e göre nisan ve haziran ayları arasında GSYİH büyümesi yıllık bazda sadece %0,7 oldu. Bu rakam ekonomistlerin beklentilerinin yaklaşık 5,2 puan altında. 16 Eylül’de İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, milletvekillerinden bütçe artışını acil olarak onaylamalarını istemek zorunda kaldı. Bu yıl ikinci kez böyle bir talepte bulundu.

Smotrich’in savurganlığı yatırımcıları endişelendiriyor. Çatışmaların daha da şiddetlenmesi ihtimali de öyle. 23 Eylül’de İsrail, Lübnan sınırı üzerinden hava saldırıları başlatarak yerel yetkililere göre 558 kişiyi öldürdü. Bu saldırılar, Hizbullah tarafından kullanılan çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması sonucu 39 kişinin ölmesinin ve Lübnanlı milis grubun aylardır İsrail yerleşimlerine roket saldırıları düzenlemesinin ardından geldi.

Ülkeden para çıkışı başlamış durumda. Mayıs ve temmuz ayları arasında İsrail bankalarından yabancı kurumlara para çıkışı geçen yılın aynı dönemine kıyasla iki katına çıkarak 2 milyar dolara ulaştı. Ülkenin ekonomi politikalarını belirleyenler çatışmanın başlangıcından bu yana hiç olmadıkları kadar endişeli.

Her savaş dönemi ekonomisi bıçak sırtındadır: Hükümet bir yandan silahlı kuvvetlerini genellikle bütçe açığı harcamalarıyla finanse ederken, diğer yandan da barış geldiğinde borçlarını temizleyebilecek kadar sağlam kalmasını sağlamalıdır. İsrail için kâbus senaryosu, çatışmaların ülkenin ticari merkezleri olan (Batı) Kudüs ve Tel Aviv’e yayılmasıdır. Ancak çatışmaların sadece ülkenin kuzeyinde sınırlı kaldığı yoğunluğu daha az bir savaş bile, İsrail ekonomisini çöküşün eşiğine getirebilir.

İsrail’in bol keseden harcayan hükümeti de durumu daha da kötüleştiriyor. Mart ayında, silahlı kuvvetler temmuz ayına kadar bir ateşkes umarken, generaller normal bütçelerine ek olarak 60 milyar şekele (16 milyar dolar ya da İsrail GSMH’sinin %3’ü) ve ardından yeni güvenlik durumuyla başa çıkmak için yılda 30 milyar şekellik kalıcı bir artışa ihtiyaç duyacaklarını hesapladılar. O zamandan bu yana çatışmalar devam ettikçe bütçe açığı tahminleri de yükselmeye devam etti. Açığın bu yıl GSYH’nin %8,1’ine ulaşması bekleniyor; bu, savaş öncesi tahmin edilen miktarın neredeyse üç katı. Çatışmaların daha da yayılmasıyla birlikte bu oran muhtemelen daha da büyüyecek.

Bu durum İsrailli politikacılar için ne anlama geliyor? Ocak ayında ülkenin borçları GSMH’nin %62’sine ulaştı, bu oran çoğunlukla zengin ülkelerden oluşan OECD ortalamasının oldukça altında kaldı. Bu nedenle Smotrich’in biraz nefes alanı var. Ama yalnız biraz. Çatışmalar gelecek yıl da devam ederse mali durum daha da kötüleşecek. Tahvil sahipleri daha fazla savaş harcaması için imkân olduğuna dair güvence istiyor, benzer ülkelerle karşılaştırıldığında, İsrail’deki tahvil sahipleri için kabul edilebilir borçlanma düzeyi daha düşük bir sınırda. Derecelendirme kuruluşları da tedirgin olmaya başladı. Fitch ve Moody’s bu yıl zaten bir kez düşürdükleri İsrail’in notunu muhtemelen yeniden düşüreceklerini söylüyor.

Partisi İsrail’in aşırı sağında yer alan bir Batı Şeria yerleşimcisi olan Smotrich sorunu daha da kötüleştiriyor. Kimse onun ordudan maliyetleri düşük tutmasını isteyeceğine inanmıyor. Ayrıca bütçe açığını dizginlemek için diğer harcamaları kısarak ya da vergileri artırarak başka önlemler almayı da reddetti. İsrail’in refah devletine dokunulmadı. Smotrich’in müttefikleri olan ultra-Ortodoks nüfus ve yerleşimciler, erkekleri evde tutmak için daha fazla sübvansiyon ve yardımdan yararlandılar. Smotrich, gelecek yıl 35 milyar dolarlık tasarruf sözü veriyor, ancak bunun büyük kısmının nereden geleceğini henüz açıklamadı.

Daha güçlü bir ekonomik büyüme, sıkıntıları hafifletebilir. Yedek askerler işlerine geri dönmüş ve tüketim savaş öncesi seviyelere dönmüş olsa da İsrail ekonomisi hâlâ savaş öncesine göre daha küçük. Smotrich, toplumun en az verimli kesimlerini desteklerken, sanayiye kaynak ayırmayı ihmal etti. İşgücü piyasası son derece sıkı, işsizlik oranı sadece %2,7. Firmalar boş pozisyonlarını doldurmakta zorlanıyor ve İsrail’in küçük yüksek teknoloji şirketleri baskı altında. Düşünce kuruluşu Startup Nation, savaş nedeniyle bu şirketlerin finansman kaynaklarını kaybettikleri uyarısında bulunuyor.

Yaklaşık 80.000 Filistinli işçiye 7 Ekim’den sonra çalışma izin verilmedi ve bu işçilerin yerine yenileri alınmadı. Sonuç olarak, inşaat sektörü geçen yıla göre %40 daha küçük ve bu da ev yapımını ve onarımını büyük ölçüde engelliyor. Şimdilik en büyük etki enflasyon üzerinde görülüyor; ağustos ayında yıllık %3,6’ya ulaşan enflasyon, yaz boyunca hızlandı. Eğer Hizbullah saldırılarının boyutu artarsa, inşaat işçilerinin eksikliği daha büyük bir sorun haline gelebilir.

Yatırımcılar İsrail’in toparlanma kabiliyetinden emin değil. Şekel dalgalı seyrediyor, İsrail bankaları sermaye kaçışı yaşıyor ve en büyük üç banka tasarruflarını başka ülkelere transfer etmek ya da dolara endekslemek isteyen müşterilerin sayısında ciddi bir artış olduğunu bildiriyor. Enflasyon hedefin üzerinde seyretmesine rağmen, Merkez Bankası toparlanmayı rayından çıkarma korkusuyla ağustos ayındaki para politikası toplantısında önceki politika faizine bağlı kalmayı tercih etti.

Bir de kâbus senaryosu var.  Az sayıda yatırımcı, Hizbullah böyle bir saldırı başlatabilecek kapasitede olsa bile (Batı) Kudüs veya Tel Aviv dahil tüm İsrail’i içine alacak bir savaşa hazırlık yapıyor. Böyle bir senaryoda ekonomik büyüme büyük darbe alır, belki de 7 Ekim sonrasından bile daha ağır. Ordunun giderleri artar. Kaçan yatırımcılar muhtemelen bankaları sarsar ve şekelin değerini düşürür, bu da İsrail Merkez Bankası’nı müdahale etmeye ve rezervlerini kullanmaya zorlar.

Ne olursa olsun, İsrailli ekonomistler durumun daha da kötüleşeceğini kabullenmiş durumda. Genellikle iyimser olan Smotrich bile şimdi yorgun bir hava yayıyor: “İsrail tarihindeki en uzun ve en pahalı savaşın içindeyiz.” Önceki çatışmalar, İsrail için ekonomik felaketle sonuçlanmıştı. Bu sefer de aynı olursa şaşırmayın.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

ABD seçimleri, Ukrayna için ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Emekli Yarbay ve ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Konseyi Avrupa İşleri Direktörü Alexander Vindman, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı makalesinde, yaklaşan ABD başkanlık seçimlerinin Ukrayna’nın Rusya ile savaşının geleceğini ciddi şekilde etkileyebileceği uyarısında bulunuyor.

Vindman, seçim sonuçlarının Ukrayna’nın zafer şansını artırabileceğini ya da kimin göreve geleceğine bağlı olarak ülkeyi tehlikeli bir duruma sokabileceğini vurguluyor.

Vindman, savaşta tutarlı bir stratejinin önemini vurgulayarak başlıyor ve Rusya’nın 2022’deki askeri müdahalesinden bu yana Ukrayna’nın topraklarını başarıyla savunduğunu, ancak kalıcı bir zafer için savunma taktiklerinden fazlasının gerektiğini belirtiyor.

“Taktikler strateji değildir,” diyen Vindman, Ukrayna’nın yıpratma savaşına—yani Rus güçlerini yavaş yavaş tüketmeye—bel bağlamasının savaşı hızlı veya olumlu bir sonuca ulaştırmayacağını ifade ediyor. Bunun yerine, Ukrayna’nın 2025’te yeniden saldırıya geçmesi gerektiğini, ancak bunu başarmak için Batı’dan daha fazla destek alması gerektiğini savunuyor.

Bu desteğin gelip gelmeyeceğini belirleyecek kritik faktör ise Kasım 2024’teki ABD seçimlerinin sonucu. Vindman iki olası senaryo sunuyor: Birincisi, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in başkanlığı kazanması, ikincisi ise eski Başkan Donald Trump’ın yeniden iktidara gelmesi. Harris’in zaferi durumunda, yönetimin Biden politikalarını sürdürerek Ukrayna’ya desteği devam ettireceğini ve hatta artıracağını öngörüyor. Vindman’a göre, “ABD’nin, Rusya’nın yenilgiye uğratılmasını ve Avrupa’ya yönelik daha fazla saldırganlıktan caydırılmasını istemesi,” Washington’un Ukrayna’nın 2025’teki olası bir saldırısını desteklemesini sağlayacak. Bu süreçte, savunma harcamalarını artıran NATO da önemli bir rol oynayacak.

Ukrayna’nın bu desteği elde edebilmesi için ise net bir askeri stratejiye sadık kalması gerektiğini vurgulayan Vindman, “Ukrayna’nın elindeki kaynaklarla küçük ama anlamlı zaferler kazanması gerekecek,” diyor. Batılı müttefiklerine 2025’e kadar başarıya ulaşabilecek bir plan sunmanın önemini belirten Vindman, bu planın toprak kazanımları sağlamayı, Rus güçlerine sürekli kayıplar verdirmeyi ve güçlü bir savunma sürdürmeyi içermesi gerektiğini ifade ediyor.

Öte yandan, Trump’ın zaferinin ABD politikasını köklü şekilde değiştireceği ve ‘Ukrayna için son derece tehlikeli2 olacağı uyarısında bulunan Vindman, Trump’ın Ohio Senatörü J.D. Vance ile muhtemelen izolasyonist bir yönetim yürüteceğini, ABD’nin Ukrayna’ya yönelik askeri ve mali desteğini keseceğini ve Avrupa güvenliğinden uzaklaşacağını belirtiyor.

Bu durumda, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in cesaretlenebileceğini, ABD desteği olmadan Kiev’in Avrupalı ortaklarının yeterli yardımı sağlamada zorlanacağını ve Ukrayna’nın sınırlı kaynaklarla uzun süren bir savaşa terk edilebileceğini de ekliyor. En kötü senaryoda, ABD’nin çekilmesi Avrupa’da daha geniş çaplı bir çatışmaya bile yol açabilir.

Vindman, böyle bir ihtimale karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek, Kiev ve Avrupalı ortaklarının ABD desteğinin artık garanti olmadığı bir geleceğe yönelik planlar yapmaya başlamalarını tavsiye ediyor. “Brüksel ve Kiev’in bugün atacağı adımlar, Trump yönetiminin olası etkisini hafifletebilir,” diyor. Avrupa ülkelerinin, çatışmanın Avrupa’nın diğer bölgelerine yayılmasını engellemek için Ukrayna’ya daha fazla maddi destek vermek zorunda kalabileceğini ve hatta asker göndermeyi düşünmeleri gerekebileceğini öngörüyor.

Her ne kadar Trump yönetimi Ukrayna için zorluklar yaratsa da Vindman, Ukrayna’nın 2025 stratejisinin seçim sonuçlarından bağımsız olarak uygulanması gerektiğini vurguluyor. Önümüzdeki aylarda Ukrayna’ya ‘tut, inşa et ve vur’ stratejisini öneren Vindman, bu stratejinin Rus saldırılarını engellemeyi, askeri kapasiteyi artırmayı ve 2025’te saldırıya hazırlanmayı içerdiğini belirtiyor. Ayrıca, Batı’nın Ukrayna’ya daha gelişmiş silahlar, zırh ve mali destek sağlamasını hızlandırması gerektiğini de vurguluyor. “Yeterli mali destek sağlanırsa, Ukrayna askeri-endüstriyel tabanını savaşa uygun şekilde harekete geçirebilir,” diyor.

Maddi yardımın yanı sıra, Vindman Ukrayna’nın daha fazla askeri seferberlik yapması gerektiğini savunuyor. Ukrayna’nın 300 bin askerlik potansiyeli olduğunu ve bu askerlerin savaşın kaderini değiştirebileceğini öne sürüyor. Ancak, bu askerlerin başarılı olabilmesi için daha iyi askeri eğitime ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyor. NATO personelinin yöneteceği kapsamlı bir birleşik silahlı eğitim programının, Ukrayna’nın savaş kabiliyetini artırabileceğini söylüyor.

Batı’nın, özellikle de ABD’nin rolü, Ukrayna’nın başarısında kilit olmaya devam ediyor. Vindman, Biden yönetiminin ve Harris’in ulusal güvenlik ekibinin başkanlığı kazanması halinde Ukrayna’nın 2025 askeri stratejisini desteklemeyi taahhüt etmesi gerektiğini savunuyor. Öte yandan, Ukrayna’nın da askeri kapasitesini artırarak, insan gücünü ve sanayi tabanını harekete geçirerek savaşı kazanma kararlılığını göstermeye devam etmesi gerektiğini belirtiyor.

Trump’ın ikinci döneminin olası etkilerine gelindiğinde Vindman, Ukrayna’nın ciddi şekilde zayıflayabileceğini ifade ediyor. Trump’ın dış politikasının, kişisel çıkarlar ve uzun vadeli sonuçlara dair sınırlı bir anlayışla şekilleneceğini ve ABD’nin desteğini keserek Kiev’i Moskova’ya karşı taviz vermek zorunda bırakabileceğini düşünüyor. Trump’ın ilk başkanlık döneminde Putin’i övmesi ve Ukrayna’yı zayıflatma çabaları, ikinci döneminde ne yapabileceğinin işaretleri olarak görülüyor.

Savaşın bir sonraki aşamasının ve Ukrayna’nın zafer şansının büyük ölçüde ABD seçimlerinin sonucuna bağlı olacağını savunan Vindman, “Ukrayna’nın askerî harekâtının bir sonraki aşamasının Putin’le müzakere masasında güçlü bir pozisyona mı yoksa yıpratıcı bir savaşa mı—hatta tehlikeli bir tırmanışa mı—yol açacağı, nihayetinde Amerikalı seçmenlerin kasım ayındaki tercihine bağlı olabilir,” diyor.

Lavrov: Rusya zaferle çıkacak, Batı başka dilden anlamıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English