DÜNYA BASINI
‘Amerikalılar tek bir BRICS parasından çok korkuyorlar’
Yayınlanma
Yazar
Hazal Yalın
Aleksey Maslov, Rusya’daki en tanınmış Çin uzmanıdır. Tarih doktoru, profesör. Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü Müdürü. Kuşkusuz, Çin’le ilgili her şeyi doğru bildiği anlamına gelmez bu; ama onun görüşlerini dikkate almadan herhangi bir Çin değerlendirmesi yapmak da güçtür.
Maslov’un aşağıdaki mülakatı, aslında çok daha uzun (burada yayınlanan hacminin en az beş katı daha) 23 Ağustos’ta BiznesOnline ile mülakatından alınma. Göreceğiniz gibi çevirdiğim ilk bölüm ise esasen BRICS ve onun temsil ettiği (Maslov’un çokkutupluluğun iktisadi temeli olarak kabul ettiği) “makroekonomik bölgeler” ile ilgili.
Çeviriye alamadığım bölümlerde ise şu başlıklar var: yeni güç odakları, bu kapsamda esas olarak Suudi Arabistan ve kısmen Türkiye’nin durumu (“Türkiye… etrafına bir dizi ülkeyi toplamaya çalışıyor. Ankara, diğer güç merkezlerine karşı oynuyor. Türkiye Ortadoğu’nun Çin’i olmak istiyor.”); küresel çatışmada Çin’in tutumu (“… Pekin zor bir durumda bulunuyor ve ‘Rusya yanlısı tarafsızlık’ diyebileceğimiz bir tutum takındı.”); Çin’in Ukrayna çatışmasına bakışı (“Ne Güney ne Kuzey Kore birbirlerini tanıyorlar. Ama son on yıllardır aralarında hiçbir askeri eylem olmadı. İnsanlar ölmüyor. … Çin zamanında Kore meselesinin çözümüne katılmıştı ve benzer bir planın Ukrayna çatışmasına da tamamen uygun olduğunu düşünüyor.”); Afrika ülkelerinin inisiyatifi, Suudi Arabistan’ın Çin’in yaklaşımına paralel tutumu, ABD’nin küresel nüfuzunu koruma çabası (“ABD için Ukrayna etrafındaki durum… iki büyük küresel oyuncunun (Çin ve Rusya) bloke edilmesiyle ilişkili bir kombinezon. Bir sonraki adım, Çin oraya dolansın, bu problemi çözmek için uzun uzun, sonu gelmezcesine uğraşmaya başlasın ve neticede, Amerikalılara göre, Çin ekonomisinde geri dönülmez değişiklikler başgöstersin diye Tayvan etrafındaki çatışmanın alevlendirilmesi olacak.”), Ukrayna çatışmasının geleceği (“Yegâne çıkış, ne kadar tuhaf görünse de, Rusya ve Ukrayna arasında arabulucusuz doğrudan görüşmelerdir.” — Maslov bunu gene Çin’in “12 madde beyannamesi” üzerinden kuruyor) vb. (Bu sonuncusuyla ilgili görüşlerimi gene Maslov’un bu yıl şubat ayındaki gözlemlerine dayanarak yazmıştım.)
* * *
“Amerikalılar tek bir BRICS parasından çok korkuyorlar”
Aleksey Maslov ile mülakat.
Aleksey Aleksandroviç, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde BRICS zirvesi devam ediyor. Kulübe girmek için 23 ülke daha başvuruda bulundu; Çin bunu destekliyor ama Hindistan ve Brezilya karşı çıkıyorlar. BRICS’te bir bölünme mi var? Johannesburg’daki zirvenin sonucunda ne kararlar beklenebilir?
Birincisi, ekonomi gündemi görüşülecek. İkincisi, BRICS’te herhangi bir bölünme yok, çünkü bütün ülkeler iktisadi ilişkilerin normalleştirilmesinden yanalar. Hem Çin hem Güney Afrika çok ciddi bir iktisadi program çıkarıyorlar. Bu, açık pazarları, gümrük bariyerlerinin azaltılmasını, ürün sertifikası problemlerinin ortadan kaldırılmasını vb. kapsıyor. Bu, Pekin için son derece avantajlı. Duruma bakılırsa diğer ülkeleri de memnun ediyor. Diğer birçok önemli nokta da güvenlik, bu bağlamda siber güvenlik. Para işlemleri, mevcut olmakla birlikte henüz dünya mali sisteminde kilit bir rol oynamayan BRICS Yeni Bankası’nın aktive edilmesi. Bu da çok ilginç bir istikamet. Bence küreksel güvenlikte bir takım formülasyonlar çıkacaktır. Bu noktada bütün ülkeler ortak tutum alıyorlar.
Mesela, Çin ve Rusya bir yana, Hindistan’ın bir çokmerkezlilik gerektiği, milli iktisatların gelenek ve standartlarının yıkılmaması gerektiği, stratejilerin tek bir ülkeye bağımlı kılınmaması gerektiği şeklindeki tutumunu görüyoruz. Rusya da dahil bütün ülkelerin bütün çatışmaların bir an önce çözülmesi zaruretinden söz ettiklerini görüyoruz. Bu nedenle BRICS’te herhangi bir bölünme yok. Dahası, bir dizi Afrika ve Latin Amerika ülkesinin bu birliğe artık büyük ihtimal artan bir ilgi gösterdiğine de tanık olacağız. Bir de BRICS+ formatı var. Teşkilat, BRICS+ çerçevesinde Afrika Birliği’yle, Latin Amerika Ülkeleri Birliği’yle, keza Avrasya Ekonomik Birliği’yle, Çin’in “Kuşak Yol” inisiyatifiyle işbirliği geliştiriyor. BRICS+ üzerinden daha büyük bir mesnet ve ileride BRICS’e katılabilecek daha çok sayıda ülke göreceğiz.
BRICS başkanlığı Rusya’ya geçeceğinden iktisadi ve siyasi işbirliğine yönelik çok büyük bir program ortaya koyacağız. Belki (Amerikalılar bundan çok korkuyorlar) BRICS ülkeleri için tek bir para birimi veya ortak bir ödeme biçimi uygulamaya konulması söz konusu olacak. Bu teknik olarak mümkün, çünkü BRICS geçtiğimiz yıl kendi içindeki ticarette fazla verdi. Basit bir ifadeyle, eğer BRICS kapalı bir sistem olarak ortaya konursa kendi içinde ticaret yaparak eksi değil artı kazanmış olacak. Bu elbette birçok açıdan Çin sayesinde; ama her halükârda BRICS çerçevesinde doğrudan ödeme sisteminin uygulamaya sokulmasına imkân verecek. Tek banka işliyor, bunun için teknik vasıtalar da mevcut. Hem Çin hem Rusya tarafından bankalar arası işlemlerde aracı kuruluşları geliştirildi. Burada mesele sadece bir hesap parasının temel alınması. Bu Çin yuanı, uluslararası çekme hakları [Maslov, IMF’nin SDR aracına benzer bir ödeme aracından söz ediyor — H.Y.], BRICS tek hesap birimi, Google Pay veya Apple Pay ilkelerine göre BRICS Pay biçiminde tek bir elektronik ödeme sistemi. Amerikalılar bu tehditleri çok aktif şekilde tartışıyorlar, çünkü BRICS, dolara alternatif bir ortak ödeme fikrini zevkle kabul edecek yegâne platform.
Ancak dediğinize göre Hindistan ve Çin’le ödemelerimizde sorun var. İhracat-ithalat dengesinde Rusya’da mevduat ihtiyacından daha fazla yuan ve rupi kalıyor. Bu problem nasıl çözülecek?
Genel durum iyi anlaşılmadığı için düzgün çözülemiyor. Biz psikolojik olarak başka ülkelerin Rusya’ya yatırım yapmasına alışkınız, bizse hep batı ülkelerine yatırım yaptık. Çin de Hindistan da uzun süre bizim yatırım ilgimizin merkezi olmadılar. Sistem şöyle işliyordu: Çin’e petrol satışından para kazanılıyordu, sonra da batı ülkelerinde döviz yatırımına çevriliyordu. Eğer bundan uzaklaşmazsak elimizde çok fazla miktarda yuan ve rupi birikecek. Dahası, bütün rupiyi de Hindistan’dan buraya çıkarmıyoruz. Şu anda (eğer gereken hacimde birikirse) Hindistan ve Çin ekonomisine içeriden yatırımda bulunmak en üretken yöntem. Ya M&A olarak, ya sıfırdan inşa etme, bu ülkelerde üretim sahibi olma şeklinde; çünkü pek çok farklı ürün Çin veya Hindistan topraklarında çok daha ucuza üretilebilir. Oradan almak değil, orada üretip Rusya’ya göndermek.
Burada yelpaze çok geniş olabilir: takım tezgâhları ve gaz türbini cihazlarının üretiminden, Çin’de çok talep gören yüksek kaliteli organik kozmetik işletmelerin kurulmasına kadar, vb. Bu durumda bu pazarlarda gerçekten de yerleşebilir ve onların bizde yatırımda bulunmasını beklemeden gelirimizin bir bölümünü Çin ve Hindistan topraklarından temin edebiliriz. İleride de ortak bankaların kurulması söz konusu olabilir. Pek çok Rusya bankasının yaptırım altında olduğunu ve problemsiz havale yapamadıklarını biliyorum. Ama mesela Çin’de, özel olarak İran’la hesaplar için kurulmuş bir banka var. Bu banka pek çok ülkenin yaptırımı altında olsa da bir önemi yok, çünkü bu, doğrudan ödemeler bankası. Çin’de Kuzey Kore ile ödemeler için de aynı türden bir banka var. Yani benzer meselelerin çözümü için muhtelif formatlar mevcut. Ama Rusya, Çin pazarında ciddi bir yatırımcı ve oyuncu olmadan iktisadi anlamda bizimle herhalde hiç kimse eşitler arası bir görüşmeye girişmeyecektir.
Çin’in geleceğinde karbon yakıtlarından vazgeçilmesi planlanıyor.
Çin 2060’a kadar hidrokarbonsuz bir ekonomiye geçme kararı aldı. Pekin, tüketimin en tepe noktasına 2035’te çıkılmasını, daha sonra düşüşe geçilmesini planlıyor. Mesela Çin’de yeni gaz ve petrol üretim yerleri ortaya çıktı. Bunlar aslında epeydir araştırılıyordu ama geliştirilmesi aktive edildi. Çin prensip olarak başka ülkelere bağımlılığını keskin bir eğriyle düşürmeye çalışıyor. Sadece Rusya’ya değil, herkese. Biz, Çin’in bizden ebediyen enerji kaynağı alacağı umudunun yersiz olduğunu bilmeliyiz. Bu geçici bir durum, bundan yararlanmak gerek, ama daha uzun vadeli geleceği düşünmek de şart.
Belli ki Çin en azından iki yıl daha bizden yoğun şekilde kömür almaya devam edecek. Ama bundan da tedricen vazgeçecek. Rusya bu alanda neden bu kadar çok talep gördü? Çünkü Çin daha önce kömürü öncelikle Avustralya’dan alıyordu, ama bu ülkeyle ilişkileri köklü şekilde bozuldu, ek olarak Kuzey Kore’den kömür alımına yasak var, Pekin de yönünü Moğolistan ve Rusya’ya çevirdi. Yani pazar konjonktürü bizim için olumlu şekilde ortaya çıktı. Ama buna ebediyen güvenmemek gerek. Yeni ticaret biçimleri geliştirmeliyiz. Bugün eğer Rusya-Çin ticaret dinamiklerine bakarsak Rusya’nın ihracatının neredeyse yüzde 70’i enerji kaynaklarından oluşuyor. Sadece bu kadar da değil. İhracat yapısı geçtiğimiz yüzyılın 90’lı yıllarından beri çok az değişti. Tarımsal ürün ihracatını birazcık artırdık. Geçtiğimi yıl bunun tutarı 5,5 milyar dolardı; bu iyi, ama elbette petrol ve gaz satışının hacmiyle karşılaştırılamaz bile.
Dolayısıyla bir dizi ciddi adım atmak zorundayız. Mesela Rusya topraklarındaki katma değeri artırmalıyız. Mesela Çin’e bir zamanlar tomruk da satıyorduk. Sonra bunu yasakladılar, çok da doğruydu. Kereste satmaya başladık. Şimdi bizim için iyi. Ama Çinlilere mobilya panoları satmayı, yani daha derin işçilik yapmayı teklif ettiğimizde bunun kendileri için avantajlı olmadığını söylüyorlar. Ama bence bunda ciddiyetle direnmemiz ve dikey entegrasyon yoluyla daha aktif çalışmaya başlamamız mantıklı olur. Yani Çin’e doğrudan satış şeklindeki basit şemanın yerine daha karmaşık çözümler koymak; mesela şirket hisselerinin değiştokuşu. Rusya topraklarında manüfaktür hisselerinin bir kısmını Çin’e bırakırız, Pekin de perakende satışına katılmamıza, belirli miktarda hisse karşılığında Çin pazarında dağıtım yapmamıza vb. izin verir. Ama bu da Çin pazarı hakkında daha üst düzey bir bilgi birikimi gerektirir.
Peki bizde genelde nasıl oluyor? Tarım veya maden üreticilerinin çoğunluğu iyi üreticiler, ama Çin pazarının yapısını iyi bilmiyorlar. Yurtdışına satışlarda kötüler. Bu yüzden, bizde petrol ve gazda yapıldığı gibi belli bir parti emtiayı Çinli bir arabulucuya veya büyük bir alıcıya satmak daha basit. Ama Çin’e benzin veya motoryağı veya mazot cinsinden işlenmiş yakıt satmak daha zor bir iş. Çin kendi pazarına almak istemez, bizim taraftan da yeni, nitelikli görüşmeciler gerek. Henüz zamanımız var. Mevcut piyasa şartlarında 5-7 yıl daha Çin ile ticarette herhangi bir çöküş olmayacak. Ama arkasından ciddi bir yavaşlama başlayacak. Ne yapacağımızı düşünmeliyiz. Şu anda Rusya-Çin işbirliğinde yüksek teknoloji ürünlerinin payı çok düşük. Teknolojik ürünler geliştirim üçüncü ülkelere satmak için ciddi ortak laboratuvarlarımız yok. Üçüncü ülkelere satabileceğimiz ciddi bir uygulama yok. Aktif şekilde gelişen ortak teknolojik bölgeler yok. Çin’le ticari-iktisadi işbirliğinin yapısı, hacim olarak gelişiyor olsa bile (geçtiğimiz yıl ikili ticaretin hacmi rekor bir artışla 190 milyar dolar oldu) epey ilkel.
ABD’li yetkililer kendileri “sıfırlanmamak” için Çin ve Rusya’yı yönetebileceklerini düşünüyorlar mı gerçekten? Katıldığınız bir programda bundan söz etmiştiniz.
Hayır. ABD bunu çok iyi biliyor. Başlıca amaçları zaman kazanmak. ABD esas olarak bunun üzerine çalışıyor, çünkü pek çok ülkenin, öncelikle de Çin’in pek çok alanda öne fırladığı, ABD’nin yeniden yapılanması gerektiği ortaya çıktı. Mesela Çin bugün dünyada patent ve teknoloji ihracatında birinci sırada. Çin teknolojisi daha ucuza uygulanıyor, Çin’de özgün, işler durumda örnekler var, bilim ve uygulaması orada daha doğru şekilde yapılıyor. Bu nedenle Çin’le ABD arasındaki mesafe pek çok parametrede ya azalıyor ya da artık yok.
Bu yüzden Amerikalıların yeni bir atılıma ihtiyaçları var. ABD içinde bir dizi reform gerekiyor. Washington, Çin ve başka ülkeleri mevcut küresel sistemi yıkmaya girişmekle suçlamak için özel numaralar çeviriyor. ABD siyaseti bugün Rusya ve Çin’in etrafında olumsuz bir imaj yaratmak üzerine temelleniyor.
Ama bu arada dünya da çokkutupluluğa doğru ilerliyor.
Çokkutupluluğu atomizasyon ile karıştırmamak gerek. Atomizasyon, küresel problemleri çözecek gücü olmayan bir grup ülke (esasen bölgeselliğe dayanarak) kendi içlerine kapanmaya başlar ve kendi problemlerini çözerlerse ortaya çıkar. Bu, ASEAN tipi devletler veya mesela islam ülkeleri olabilir. Bu şekilde bölgesel bir gruplaşmanın içine kapanılması belki de bir çıkıştır; ama bütün olarak pek yapıcı değil. Oysa biz, [ülkelerin] karşılıklı rahatça çalışabilecekleri siyasi ve iktisadi makro bölgelerin kurulmasından söz etmeliyiz. Bu, ekonominin bölgeselleştirilmesi demek, bu da normal, çünkü bölgeselleştirme şu yahut bu iktisadi modelin en üretken çizgilerini ortaya çıkarmaya imkân sağlar. Bu da ilk defa olmuyor. Her şeyin işbölümü üzerinde yükseldiği İktisadi İşbirliği Konseyi [COMECON — H.Y.] mevcutken sosyalist bir ekonomik sistem vardı. Bulgaristan bir şeyler yapıyordu, Sovyetler Birliği bir şeyler yapıyordu, Macaristan bir şeyler yapıyordu, vb. 1970-80’li yıllarda bu çok etkili bir şekilde gelişiyordu. Dahası, bu sistem çerçevesinde kliring rublesi, hesap rublesi vardı. Bu, sosyalizmin makroekonomik bölgesiydi ve bu bölgede ülkeler normal bir işbölümüne ulaşmıştı.
Bugün biz esasen aynı noktaya dönüyoruz. Bu, sistemlerin içe kapanık olmasını gerektirmiyor; bunlar birbirini tamamlar nitelikte olmalı. Bu, normal bir “açık bölgeselleşme”. En önemlisi de iktisadi bölgeselleşme herhangi bir şekilde karmaşık kanunlar gerektirmiyor. İkili mutabakatlar yeterli. Sistem, başka ülkelerin varlığının siyasi temellerine dokunmuyor. Ama böyle bir sistemin hasıl olmasına imkân verilmiyor. ABD’nin Çin’i devamlı neyle eleştirdiğine bakın. İddialarına göre orada, Sincan’da, Tibet’te, Hong Kong’da insan haklarının ihlal edildiğiyle, demokrasi olmadığıyla, internetin kapatıldığıyla, devletin pazar üzerinde çok fazla etkisi olduğuyla, vb. Ama bu aslında Çin’in iç meselesi, çünkü eğer birileri Çin’le ticareti avantajlı buluyorsa bunu yapmaya devam ederler zaten. Amerikan şirketlerinin büyük bölümünün Çin’den çıkmadıklarına, orada kaldıklarına dikkat çekmeli; zira orası bunlar için avantajlı. Bu nedenle şunu net şekilde anlamak gerek: dünyadaki gelişmelerin bugünkü aşaması ekonominin bölgeselleştirilmesi ve efektif makroekonomik bölgelerin kurulması aşamasıdır.
İlginizi Çekebilir
-
Beyaz Saray, TikTok’u yönetmesi için Oracle ile görüşüyor
-
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
Rusya, stratejik maden şirketi Dalpolimetal’i devletleştirdi
-
Ukrayna, barış için Rusya’ya yönelik yaptırımların hafifletilmesini kabul edebilir
-
Çin’in en büyük telekom yazılımı üreticisi DeepSeek destekli genişleme planlıyor
-
AB, Rusya’ya yönelik LNG yaptırımlarını erteledi
DÜNYA BASINI
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Yayınlanma
2 saat önce17/03/2025

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.
***
Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası
Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.
Yossi Melman
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.
Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.
Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.
Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.
Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.
Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.
Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.
Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.
Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.
Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.
Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.
Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
1 hafta önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Almanya, HTŞ yönetimi ile sığınmacıların dönüşü için gizli görüşmeler yapıyor

Beyaz Saray, TikTok’u yönetmesi için Oracle ile görüşüyor

İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor

Rusya, stratejik maden şirketi Dalpolimetal’i devletleştirdi

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Çok Okunanlar
-
AVRUPA5 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor
-
GÖRÜŞ1 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
ASYA1 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor