Basra Körfezi’nde yer alan ve 1967’de keşfedilen Araş/Durra Gaz Sahası, yıllardır İran ile Kuveyt arasında soruna neden oluyor. Suudi Arabistan ve Kuveyt’in, Mart 2022’de Durra Gaz Sahası’nı geliştirmek için anlaşma imzalaması sonrası sorun yeniden alevlendi. Anlaşmanın “yasa dışı” olduğunu savunan İran, bölgede sondaj çalışmalarına başlayacağını duyurdu. Her iki ülke de karşılıklı müzakere çağrılarında bulunmasına rağmen henüz oturup konuşabilmiş değil. Bu sorun, bölgede esen normalleşme rüzgarını olumsuz etkiliyor.
Körfez Arap ülkelerindeki sosyal ve siyasi değişimler üzerine çalışan Kuveyt Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü Muhammed el-Rumaihi, İran-Suudi normalleşme anlaşmasının kazanımlarını kalıcı hale getirmek ve Körfez’de kalıcı barış sağlamak için bu anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması gerektiğini söylüyor. Rumaihi, Washington’daki Uluslararası Körfez Forumu için kaleme aldığı analizinde, çözüm için en iyi yolun uluslararası tahkime gitmek olduğu görüşünde:
Son İran-Suudi normalleşme anlaşmasının kazanımlarını kalıcı hale getirmek ve Körfez’de kalıcı barış sağlamak için diplomatlar bölgenin en çetin toprak anlaşmazlığına bir son vermeli.
Körfez bölgesindeki sınır anlaşmazlıkları yeni değil, yerel koşullara ve daha geniş jeopolitik bağlama ilişkili inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Ancak Körfez ülkeleri arasında 2021’de başlayan yakınlaşma dalgası, sınır anlaşmazlıklarının dinamiklerinde temel bir değişikliğe işaret ediyor; bunu söylemek için henüz çok erken olsa da diplomasiye yönelik eğilimin, sorunları çatışma yerine tartışma yoluyla çözme modeline yol açacağı umuluyor.
Son iki yıldır KİK ülkeleri İran ile uzun süredir devam eden gerginliklerini azaltıyor. Sadece son birkaç ay içinde uzlaşma çabaları yoğunlaştı ve Riyad ile Tahran arasında varılan anlaşmayla iki Körfez gücü 1979’dan bu yana nispeten ilk kez barış içinde yaşar hale geldi ki bu gelişmede muhtemelen iki ülke arasında silahlı bir çatışmanın herkes için felaket olacağının fark edilmesinin de payı var.
Bu Topraklar Benim
Hem deniz hem de kara sınırlarının belirlenmesini içeren sınır anlaşmazlıkları İran ve KİK devletleri arasındaki en önemli anlaşmazlık konularından biri olmaya devam ediyor. Şimdiye kadar KİK devletleri arasındaki anlaşmazlıkların çoğu barışçıl yollarla çözüldü, çözülemeyenler ise -genellikle İran ile- geçici olarak bir kenara bırakıldı. KİK devletleri ortak bir güvenlik düzeni bulma ve aralarındaki farklılıkları en aza indirme ihtiyacının farkında, zira birinin kara ve deniz sınırlarının egemenliği diğerleri için emsal teşkil ediyor. Açık ve gizli farklılıklarına rağmen, ulusal egemenliğe saygı tüm KİK devletleri için önemli bir kavram.
Deniz sınırlarının belirlenmesi sorunu kara sınırlarından daha yaygın ve genellikle deniz sınırları kaynak açısından zengin alanların üzerinde yer aldığında bir sorun haline geliyor. Bu genellikle petrol ve gaz sahalarına işaret eder ancak balıkçılık ve hatta turistik alanlar gibi diğer kaynakları da içerebilir. Stratejik önem, komşu ülkeler arasındaki deniz anlaşmazlıklarında da önemli bir rol oynuyor; bu durum Çin, Japonya, Vietnam ve Filipinler arasındaki Doğu ve Güney Çin Denizlerinde de görülebilir.
Körfez bölgesinde çözümsüz kalan en önemli sınır anlaşmazlığı Kuveyt, Suudi Arabistan ve İran arasında yer alan Durra gaz sahasının mülkiyetine ilişkin. Tartışma çoğunlukla gaz ve petrol etrafında şekillense de anlaşmazlığın bir de güvenlik boyutu var; saha askeri amaçlarla kullanılabilecek birkaç küçük adaya komşu. İran geçmişten bugüne Durra sahasında pay sahibi olduğunu savunurken, Kuveyt ve Suudi Arabistan sahanın sadece kendi ülkeleri arasında paylaşıldığını ve İran’ın deniz sınırları dışında kaldığı için saha üzerinde herhangi bir hak iddia edemeyeceğini düşünüyor.
Körfez’in İran ile kolektif ilişkisi bölge tarihi boyunca hiçbir zaman durağan olmadı. Siyaset dikkatleri üzerine çekse de bu ilişkinin daha büyük bir ekonomik ve insani boyutu da var. İki sınır arasındaki göç, Körfez’in her iki tarafını da bölgenin istikrar ve güvenliğini ortak çıkar olarak görmeye zorladı.
Buradan hareketle hemen hemen tüm taraflar bölge kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılması konusunda hemfikir. Bu nedenle, Durra sahası ya da bölgenin zenginlikleriyle ilgili diğer anlaşmazlıkları sona erdirmek için en iyi politika, uluslararası hukuka, tanınmış yargı mekanizmalarına ve tarafsız tahkim mahkemelerine başvurmaktan geçiyor. Bu, büyük ya da küçük tüm Körfez ülkeleri için en iyi hareket tarzıdır ve ihtilaflı bölgelerin kontrolünü güç kullanarak ele geçirmeye yönelik önceki girişimler bölge için hiçbir zaman olumlu sonuçlanmadı.
İran Ne İstiyor
Durra üzerindeki anlaşmazlık büyük ölçüde doğal kaynaklar için bir rekabet olarak sunulsa da İran’ın Kuveyt ve Suudi Arabistan ile anlaşmazlığı çözmeden sahada sondaja başlama kararında ideolojik farklılıklar ve iç faktörler üzerindeki gerilim rol oynuyor. İslam Cumhuriyeti, dini rejimine yönelik halkın hayal kırıklığından kaynaklanan artan iç meydan okumayla karşı karşıya. İran’ın liderlerinin popülerliğini artırmaya yönelik “bayrak etrafında toplanma” etkisi yaratma umuduyla milliyetçi duyguları körüklemek, rejimin popülaritesini artırmak için kullanabileceği yöntemlerden biri.
Tahran ve Riyad arasındaki son anlaşma, İran rejiminin karşılaştığı iç zorlukların sonuçlarından biri; İran kendi güvenliğini sağlamak için bölgesel devletlerin egemenliğine saygı gösterme ve toprak anlaşmazlıklarını çözme ilkesine bağlı kaldı. İran’ın bu ilkeyi yorumlarken seçici davrandığını ve anlaşmanın kendi çıkarlarını koruyan bölümlerini dikkate alırken siyasi bir tavır sergilediğini söylemek mümkün. Arap komşularıyla olan sorunlarını çözmek için kullandığı araçlardan biri de KİK’in bütünü yerine her bir devletle ayrı ayrı müzakere etmeyi tercih etmesi.
Tahran, daha büyük bir blokla müzakere yerine küçük devletlerin her biriyle ayrı ayrı müzakere ettiğinde “göreceli üstünlüğünün” kendisine koz sağladığının farkında. Birkaç yıl önce KİK, eski Kuveyt dışişleri bakanının yayınlanan bir notuyla toplu müzakerelere başlama girişiminde bulundu; ancak İran bu öneriyi reddederek Körfez ülkeleriyle tek tek görüşmeyi tercih ettiğini açıkça ortaya koydu. Bölgedeki pek çok kişi, bunun İranlı diplomatlar için pratik bir hamle olduğunun farkında.
Siyaset sürekli değişim halinde ve ilkelerden ziyade çıkarlar tarafından yönlendiriliyor. Ancak Körfez ülkeleri ilke ve çıkarlarını birleştirmeyi başarırsa bölge, İran ve KİK komşuları arasında son dönemde yapılan gerilimi azaltma anlaşmaları gibi geçici anlaşmalar yerine modern tarihinde ilk kez kalıcı bir istikrara kavuşacak. Bu nedenle İran’ın, yumuşamanın getirdiği fırsatı değerlendirerek olumlu bir adım atması ve komşularıyla gerilimin düşürülmesinden yana olduğunu kanıtlaması kendi yararına olacak. Bunu yapmak için izlenecek en iyi yol Durra sahasına ilişkin uluslararası tahkime gitmek. Bu konu üç ülke arasındaki bir anlaşmazlık noktası, bunun yeni nesil için sorun yaratmasını ve gelecekte Körfez ötesi çatışmalara yol açmasını önlemek için bu meseleyi kesin olarak çözmenin zamanı geldi.
Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary Harici’ye konuştu: “HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır.”
İki aylık yoğun ve yıkıcı bir çatışmanın ardından İsrail ve Lübnan arasında ateşkes gerçekleşti. Lübnan hükümeti, haftalar süren müzakereler sonucunda bir ateşkes anlaşmasına varmıştı. 60 gün içinde ateşkesin uygulanması öngörüldü. Anlaşmaya göre, İsrail birlikleri, belirlenen bölgelerden geri çekilecek, Lübnan Ordusu İsrail’in boşalttığı bölgelere konuşlanacak ve güvenliği sağlayacak. Bölgedeki mayınlar, patlamamış mühimmatlar ve altyapıdaki yıkımlar nedeniyle geniş çaplı bir yeniden inşa çalışması yapılacak. Birleşmiş Milletler UNIFIL güçleri, 1701 sayılı BM kararına uygun olarak güney Lübnan’da varlığını sürdürecek.
Ancak İsrail, ateşkesi şu ana kadar 100’den fazla kez ihlal etti ve bu durum Lübnan tarafından kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary, Lübnan’daki son duruma ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘İsrail ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti’
Lübnan’daki son durumla başlamak istiyorum. Geçici bir ateşkes olmasına rağmen İsrail vaat edilenleri uygulamıyor. Bize son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bildiğiniz gibi, yaklaşık iki ay süren ölümcül bir savaş yaşadık. Hükümet olarak haftalarca ateşkes için müzakere ettik ve sonunda Amerikalıların yardımıyla bir ateşkes anlaşmasına vardık ve bu ateşkesi duyurudan 60 gün sonra uygulamaya koymayı kabul ettik. Bu arada bir askeri plan var: Lübnan Ordusu, İsrail’in geri çekileceği bölgelere konuşlanmaya başlayacak. Yapılacak çok iş var. Ordu bu görevi üstlenecek çünkü birçok mayın, patlamamış mühimmat, yıkım, kapalı yollar, yerinden edilmiş insanlar ve İsrail ile Lübnan arasında hassas bir askeri durum var. İsrail bu ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti ve bu, elbette, kabul edilemez. Lübnan ateşkese saygı duyuyor ve ateşkesin açıklandığı sırada kurulan komiteye güveniyoruz. Amerikalılardan, Fransızlardan, Lübnanlılardan, UNIFIL’den ve İsraillilerden bahsediyorum. İlk toplantıları bu hafta pazartesi günü yapıldı ve umuyoruz ki bu ateşkes en kısa sürede ciddi bir şekilde uygulanır çünkü İsrail’in neden olduğu yıkımın ardından yeniden inşa etmemiz gereken çok şey var.
Eğer İsrail ateşkesi tamamen iptal eder ve kısa bir süre önce olduğu gibi Lübnan’a saldırmaya devam ederse, Lübnan’ın mevcut tutumu ne olacak? Hizbullah’ın Suriye’den geri çekilip daha fazla birliğin Lübnan’a geri dönmesi sürece nasıl etki edecek? Lübnan ordusu saldırıların tekrarlanması karşısında ne yapacak?
Bu ateşkesin bozulacağını düşünmüyorum. Her gün olaylar yaşayacağız, ancak bunun ciddi bir ateşkes olacağına inanıyorum. Sanırım yaklaşık 40 gün içinde tüm Lübnan topraklarından tam bir çekilme gerçekleşecek. Lübnan Ordusu kuvvetlerini konuşlandıracak ve 1701 sayılı kararı gerektiği gibi, güney Lübnan dahil, uygulayacağız. Elbette, bu özellikle de güney Lübnan için geçerli çünkü 1701 sayılı karar, güney Lübnan’da silahların yasak olduğunu belirtiyor ve yalnızca Lübnan Ordusu ile UNIFIL’in silah taşımasına izin veriyor.
‘Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir Suriye’ye ihtiyacımız var’
Beşar Esad’ın devrilmesi ve Rusya’ya iltica etmesiyle Suriye’deki denklem tamamen değişti. Şam’ı ele eçiren Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Suriye için geçiş dönemi hazırlamaya çalışan geçici bir hükümetle çalışıyor. Lübnan’ın Suriye’deki mevcut konjonktüre ilişkin tutumu ne olacak?
Şu ana kadar HTŞ ile herhangi bir ilişkimiz yok. Söylemek istediğim şu: Suriye halkı, Suriye’yi kimin yöneteceğine kendisi karar vermelidir. Lübnan olarak bizim istediğimiz, Suriye’nin gelecekteki hükümetiyle iyi ilişkilere sahip olmak çünkü birçok çıkarımız var. Orada fanatik bir hükümete ihtiyacımız yok. Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir komşuya ihtiyacımız var. Bu, bizim ihtiyacımız olan tek şey. Komşu ülkeler olarak ilişkilerimizi sürdürmek için gerekli ilişkileri korumak adına elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ekonomi, ticaret, sosyal, siyasi ve hatta çözülmesi gereken sınır sorunları gibi birçok alanda çıkarlarımız var. Milyonlarca Suriyeli mülteci var ve kim yönetirse yönetsin, bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız ve aynı şekilde onların da bizim iç işlerimize karışmasına izin vermeyeceğiz. Umarız gelecekteki Suriye hükümetiyle onurlu ve verimli bir işbirliği sağlamak için çalışacağız.
‘HTŞ’den istediğimiz, iç işlerimize karışmaması’
HTŞ, Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer alıyor ve birkaç ülke bu grubu terörist olarak tanımladı. Ancak yakın gelecekte durum değişebilir. Türkiye, diplomatik ilişkilerini sürdürmek için büyükelçiliğine bir maslahatgüzar atadı. Peki Lübnan’ın HTŞ’ye yaklaşımı ne? Lübnan HTŞ’yi bir terör grubu olarak görüyor mu yoksa Suriye seçimlere doğru giderken yaklaşım değişiyor mu?
Terör gruplarını tanımlayan bir sistemimiz yok. Zaten belirtmiştim, Suriye’nin gelecekteki hükümetinin hedeflerini değerlendireceğiz. HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır. Şu ana kadar söylediğim gibi, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini öngöremeyen tek ülke biz değiliz. Sistem teorik olarak devam etmeli. Mevcut durumla ilgilenmeye devam ediyoruz—örneğin Lübnan’daki Suriye büyükelçiliği, sınırlar ve diğer konular. Yeni devletin, yeni yönetimin ve yeni hükümetin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve o zaman yolumuza devam edeceğiz. Şu anda yaşananlardan dolayı (büyükelçilik) aktif değil. Bekleyeceğiz, ancak ortaya çıkacak herhangi bir hükümetle iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz çünkü bu iki ülkenin de çıkarına olacaktır.
Esad’ın ayrılmasından sonra İsrail, Golan Tepeleri’nde daha fazla ilerledi. İsrail’in bölgedeki konumu ne? Uzmanlar İsrail’in Suriye’deki varlığının geçici olmayabileceğini düşünüyor. Lübnan, İsrail’in Suriye’de alan kazanmasını nasıl değerlendiriyor?
Lübnan için önemli olan İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail yalnızca Golan Tepeleri’nde veya güney Suriye’de değil, Suriye’nin ordusunu, hava ve deniz kuvvetlerini, her şeyini yok etti. Bu durum Suriye’yi zor bir konuma sokuyor. Yeni Suriye hükümetinin nasıl bir orduya ya da güvenlik gücüne sahip olacağını veya İsrail ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyoruz. Şu anda her şey belirsiz. Tüm bunların üzerinden sadece beş ya da altı gün geçti ve işlerin nasıl şekilleneceğini görmek için zamana ihtiyacımız var.
‘Yeni cumhurbaşkanı 9 Ocak’ta seçilecek’
Lübnan’ın İsrail’in saldırıları sırasında zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biri de iç siyaset. Beyrut limanı patlamasıyla sarsılan Lübnan, halen ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Bunun yanında ülke, iki yılı aşkın süredir halen cumhurbaşkanını seçemedi. Mevcut durum biraz da bu sorunun sonucu mu?
Lübnan’daki sistem, bu tür süreçleri kolaylaştırmak için tasarlanmış bir sistem değil. Karmaşık bir sistemimiz var; parlamento, din, siyasi gruplar ve daha fazlası işin içine giriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı seçmek kolay değil çünkü yasalarımız seçim sürecini geciktiriyor, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Ancak 9 Ocak’ta bir oturumumuz var ve yakında bir cumhurbaşkanımız olmasını umuyoruz.
Bir ülkeyi cumhurbaşkanı olmadan yönetemeyiz. Evet, idare edebiliriz; ülke devam eder, ölmez, yok olmaz, ortadan kaybolmaz. Ama aynı zamanda refah da getirmez. Ülkemizi geliştiremeyiz, inşa edemeyiz ve genç Lübnanlıların isteklerini yansıtan yeni, modern bir yönetim kuramayız. Onlar ki çok hırslı ve özgürlüğün korunduğu, güzel Lübnan kültürü ve Lübnan’ın takdire şayan imajı ile modern bir ülke yaratmak istiyorlar.
Cumhurbaşkanına, yeni bir hükümete, Suriye ile yenilenen ilişkilere ve İsrail ile bir ateşkese sahip olmayı umuyoruz. Uzun vadede, şahsen Lübnan’ın geleceği hakkında bir miktar iyimserim. Elbette bu durumun ciddi bir etkisi var. Geçici bir hükümet olarak büyük kararlar alamayız, yeni yetenekleri işe alamayız ya da yasaları geçiremeyiz. Sistem, cumhurbaşkanı olmadan işleyemez. En yetenekli gençlerimizi kaybediyoruz; Lübnan’ı terk ediyorlar ve bu, bizim çıkarımıza değil.
Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.
Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.
Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.
Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.
Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.
Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.
PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.
DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.
Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.
Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.
Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.
HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.
Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.
“İsrail desteğine açığız”
İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.
Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.
İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.
İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor
Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.
SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.
SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.
İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.