Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

‘Asya-Pasifik’te barışı bozan ABD’

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, 17 Ocak 2023 tarihinde Daniel Larison imzasıyla Responsible Statecraft’ta yayınlandı. Makale aslında bir kitap tanıtımı; ama sadece bu kitabın seçilmesi bile manidar: Van Jackson’ın ABD’nin Asya-Pasifik siyasetinin tarihini inceleyen kitabı, Beyaz Saray’daki Çin karşıtı dönüşün Asya barışını bozduğunu düşünmektedir. Larison, Jackson’a katılır bir şekilde, ABD’nin Çin ile olan yumuşamayı bozmasının barışı bozan esas faktör olduğunu düşünmektedir. Dikkat çekici olan noktalardan biri, kitap yazarının Donald Trump’ı çokça eleştirmesine rağmen, eski başkanın siyasetinin ve üslubunun, Amerikan devletinin içinde on yıllardır var olan bir mekanizmanın devamı olduğunu düşünmesidir. Bir başka dikkat çekici nokta, çevirisini verdiğimiz makalenin yayıncısı düşünce kuruluşu Quincy Institute for Responsible Statecraft’ın Beyaz Saray’ın ana eğilimlerinden hayli farklı tezleri savunuyor olması. Sadece Asya-Pasifik değil, Ukrayna meselesinde de ana akımdan farklılaşan tezleri bu yayında okuyabiliyoruz. Şu anda kurumun başında olan Kelley Beaucar Vlahos’un, eskiden The American Conservative’in (TAC) editörlerinden olduğunu görünce taşlar biraz daha yerine oturuyor; muhafazakâr TAC’nin kurucularının Irak işgaline karşı çıktığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


ABD, Asya-Pasifik’te sağduyusunu takip ettiğinde

Daniel Larison
17 Ocak 2023

Asya-Pasifik, devletler arası çatışmayı caydıran ve ekonomik karşılıklı bağımlılığı derinleştiren çeşitli faktörlerin bir araya gelmesi sayesinde kırk yıldan fazla bir süredir barış içinde kaldı.

Washington’da bunun büyük bir kısmını veya tamamını ABD’nin istikrar sağlayıcı rolüne, ittifaklarına ve ileri konuşlandırılmış askeri varlığına atfetmek popüler olsa da, barışın neden devam ettiğinin tüm hikayesi bu değil ve ABD’nin Asya meselelerinde bazen seyirci kaldığını veya istikrarı bozan bir güç olduğunu gözden kaçırıyor. 

Van Jackson’ın yeni kitabı Pacific Power Paradox: American Statecraft and the Fate of the Asian Peace’te [Pasifik Güç Paradoksu: Amerikan Devlet İdaresi ve Asya Barışının Kaderi] tanımladığı paradoks budur. Kitap, ABD’nin 1979’dan bu yana Asya barışını ve güvenliğini hem desteklemek hem de baltalamak için nasıl hareket ettiğinin keskin ve ilgi çekici bir anlatımı. ABD’nin politika yapıcıları, ABD’yi şu anda gittiği yıkıcı rekabet ve militarizm yoluna sokmaktan kaçınmak için okuyup ders çıkarsalar iyi ederler.

Jackson, ABD’yi Asya Pasifik’te üç farklı rol üstlenmiş olarak görüyor: Kenarda duran ve bölgesel kurumlara müdahil olmayan “mesafeli hegemon”, ittifak taahhütleriyle güvenlik ve caydırıcılık sağlayan “hayati istihkam” ve eylemlerinin barış üzerinde yaratabileceği sonuçlara aldırış etmeden kendi planlarına göre hareket eden “otoriter süper güç”.

Önümüzdeki yıllarda akıllı politika seçimleri yapmak istiyorsa, ABD’nin Asya’da nasıl hareket ettiğinin tüm sicilini anlaması ve Asya barışının kırılgan olduğunu ve çok daha zayıfladığını ve bu barışın ana dayanaklarından biri olan ABD-Çin yumuşamasının yerini giderek daha çekişmeli bir rekabete bıraktığını  kabul etmesi gerekiyor.

Kitap, 1979’da barışın başlangıcından itibaren her bir yönetim aracılığıyla kronolojik olarak ilerliyor ve ABD’nin, her başkanın yönetiminde, barışa nasıl katkıda bulunduğunu ve barışa nasıl zarar verdiğini belirliyor. Jackson, bizi Carter yönetimindeki ABD-Çin yumuşamasının ilk deneme günlerinden alıyor ve iki hükümetin işbirliklerini nasıl derinleştirdiğinin ve Trump’a kadar her yönetimde ekonomik bağları nasıl genişlettiğinin izini sürüyor.

Asya barışının, barışı eskisi kadar esnek ve uzun ömürlü kılan birçok pekiştirici faktörün sonucu olarak nasıl inşa edildiğini ve pekiştirildiğini açıklıyor.

Jackson, barışı destekleyen altı farklı faktör tanımlıyor: ABD’nin ileri askeri varlığı,  Amerikan ittifakları, büyük güç yumuşaması, karşılıklı iktisadi bağımlılık, bölgeselcilik,  demokrasi ve iyi yönetişim. Pek çok kaynağı olan “katmanlı barış” dediği şey budur. Bunların hepsi önemliydi, fakat ‘Asya barışı için neredeyse tüm faktörlerin altını çizen veya bunlara yapıcı bir katkı sağlayan’ şeyin Washington ile Pekin arasındaki yumuşama olduğunu savunuyor. 

Bugün ABD ve Asya için tehlike, bu faktörlerin bazılarının göz ardı edilme veya reddedilme riskiyle karşı karşıya olması ve bunun da barışı eskisinden daha büyük bir tehlikeye atmasıdır.

Amerikalıların çoğu, ABD ve Kuzey Kore’nin 2017’de savaşa ne kadar yaklaştıklarını kavramıyor, fakat bu, son kırk yılın en tehlikeli anlarından biriydi ve Soğuk Savaşın derinliklerinden bu yana dünyanın nükleer savaşa en yakın olduğu anlardan biriydi. Jackson, önceki kitabı On the Brink’te [Eşikte] 2017 nükleer krizinin ne kadar tehlikeli olduğunu belgelemişti ve bu hikâyenin bazı kısımlarını, hem maksimum baskı yaptırımları kampanyası hem de önleyici savaş gözdağı ile Trump yönetiminin barışı tehdit etmekteki rolünü dikkate alıyor.

ABD’li politika yapıcıları bu durumda ABD’nin büyük bir savaşa ne kadar yaklaştığını anlamazlarsa, gelecekteki krizlerden kaçınmaları ve daha başarılı bir Kuzey Kore politikası tasarlamaları çok daha zor olacaktır. Trump’ın düzensiz ve saldırgan davranışı, bu krizi olduğu kadar tehlikeli hale getirmede önemli bir faktör olsa da, bu yalnızca Trump değil, ABD’nin Kuzey Kore’ye yönelik politikasında süregelen bir sorundu.  

Trump, haklı olarak, Jackson’ın son kırk yıldaki ABD politikalarına ilişkin değerlendirmesinde en kötü notları alıyor, ama Trump’ın önceki yönetimlerle büyük ölçüde sürekliliği temsil ettiğine dair önemli bir noktaya değiniyor. Jackson, ‘Amerika Birleşik Devletleri’nin genellikle, eylemleri savaşı azaltmak yerine daha olası hale getiren otoriter süper güç olduğunu’ hatırlamamızı istiyor.

Önsözde belirttiği gibi, “Trump dönemi, ABD devlet idaresinde her zaman olan, fakat bizim bu konudaki anlatımızda yer almayan alışkanlıkların büyütülmesiydi.” Diğer pek çok şeyde olduğu gibi, Trump’ın kötü davranışı, o göreve gelmeden çok önce ABD’nin dünyada nasıl faaliyet gösterdiğine dair çirkin gerçekleri ortaya çıkardı.

Washington’ın yeni şahin konsensüsü, ABD’nin Çin ile bu kadar uzun süre angajman peşinde koşmasının yanlış olduğu sonucuna vardı, fakat yumuşama ve angajman, bölgeyi istikrara kavuşturmada ve Asya ülkelerinin ekonomik olarak gelişmesine izin vermede çok önemliydi. ABD-Çin yumuşaması olmasaydı, Doğu ve Güneydoğu Asya’nın modern tarihi muhtemelen olduğundan daha gergin ve şiddetli olurdu. 

Jackson’ın dediği gibi, “ABD’nin Çin ile yumuşaması –Asya’nın en büyük iki gücü arasındaki kusurlu ama uzun süreli işbirliği ilişkisi– 1970’lerden bu yana bölgesel istikrarın büyük oranda yeterince takdir edilmeyen bir kaynağı olmuştur.”

Bu yumuşamanın yerini rekabete bırakmanın Asya’da barış için ciddi sonuçları olacaktır. Jackson, “Rekabetin kendi bedeli vardır ve istikrar devam edecekse, Asya barışının böylesine temel bir kaynağının kaybının telafi edilmesi gerekir,” uyarısında bulunuyor. Sorun şu ki ABD, “Çin-ABD yumuşamasının Asya’yı istikrarlı tutmak için yaptığı muazzam işi fark etmeden, Çin ile bir rekabet paradigmasını bu kadar çabuk benimsedi.” Yumuşama, barışın yapısını ayakta tutan sütunlardan biri olagelmiştir ve artık yerine herhangi bir değişiklik yapılmadan yıkıldığı için, tüm yapı çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Jackson’ın Asya’dan verdiği dersler başka yerlerde de uygulanabilir. “Ekonomik yaptırımlar ve savaş tehdidiyle sınırlı bir politika araç setinden uzun vadeli istikrar sağlanamaz,” diye yazıyor. Bu bana doğru görünüyor ve dünyanın birçok yerindeki ABD dış siyasetinin sicili bunu kanıtlıyor. Kuzey Kore, gerçekçi olmayan hedeflerle birleşen ekonomik savaş ve tehditlerle tanımlanan bir politikanın nasıl başarısızlığa uğramaya ve daha kötü koşullara ve hatta muhtemelen savaşa yol açmaya mahkum olduğunun en belirgin örneği olarak öne çıkıyor.

Jackson, bu çıkmaz yolda devam etmek yerine, ‘tek çözümün, Kim rejiminin, bu algıyı besleyen rekabet ilişkisini değiştirmek için ciddi bir girişimde bulunurken, kendisini kökleşmiş dış tehdit algılarına karşı güçlendirme ihtiyacıyla birlikte yaşamakta yattığını’ öne sürüyor. Biden yönetiminin yaptığı gibi, daha fazla yaptırım yüklerken nükleer silahlardan arındırma konusunda ısrar etmeye devam etmek hiçbir şeyi çözmeyecek.

Pacific Power Paradox, Asya barışı ve ABD’nin barışı hem sürdürme hem de tehdit etmedeki rolüne dair kapsamlı, dikkatlice araştırılmış bir çalışma. Bir polemik olarak yazılmamış, ancak ABD’li politika yapıcıları için ABD’nin Asya’daki rolünün tüm tarihini bizim kolektif sorumluluğumuz dahilinde görmezden gelmeleri konusunda açık bir uyarı var.

DÜNYA BASINI

FT: İsraillilerin hedefi Lübnan halkını, Şii topluluğa karşı kışkırtmak

Yayınlanma

Yazar

Beyrut, İsrail’in hava saldırıları ve Hizbullah’la yaşanan çatışmaların ortasında yeniden mezhepsel gerilimlerle yüzleşiyor. Şii ailelerin evlerinden sürülerek Hıristiyan ve Sünni bölgelere gelmesi, Lübnan’daki topluluklar arasında gerginlikleri artırıyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber İsrail’in tam da bunu hedeflediğine, Lübnan halkını Şii topluluğa karşı kışkırtmaya çalıştığına dikkat çekiyor. Habere göre İsrail şimdiye kadar başarılı olamadı ancak Şii mültecilerin sığındığı Hıristiyan bir köyün vurulması dengeleri değiştirmeye başladı:

***

Beyrut bölündü: İsrail saldırıları Lübnan’daki mezhepsel gerilimi körüklüyor

Ülkenin güney bölgelerinden yerinden edilmiş insanların gelişi paranoyanın artmasına ve toplumlar arası şiddet korkularının yükselmesine neden oluyor.

Chloe Cornish ve Raya Jalabi 

Müslüman çoğunluğun yaşadığı Beyrut’un batısı ile çoğunlukla Hıristiyanların yaşadığı Beyrut’un doğusunun kesiştiği noktada, St. Elias Maronite Kilisesi’nde bulunan Rahip Antoine Assaf, endişeli cemaatine komşularına karşı nazik olmalarını öğütlüyor. Bu mesajın her zamankinden daha önemli olduğunu biliyor.

Sessiz kilisesinin ötesinde gürültülü, karmakarışık bir felaket yaşanıyor: 1 milyondan fazla insan İsrail ile Lübnanlı Şii militan grup Hizbullah arasındaki savaş nedeniyle evlerini terk ederken İsrail’in bombaları Lübnan’ın üç ana dini grubu arasındaki hassas dengeyi tehdit ediyor.

60 yaşındaki Maruni rahip Assaf, Lübnan’ın daha önce mezhep kavgaları neredeyse yok olmanın eşiğine geldiğini görmüş biri. 1990’da sona eren 15 yıllık iç savaş, ülkeyi ve başkentini dini hatlar üzerinden bölmüştü. Savaş ağalarının siyasi liderlere dönüştüğü sonraki on yıllarda, topluluklar birbirine karşı daha da sertleşti.

Şimdi ise İsrail’in askerî harekâtı Şii aileleri evlerinden çıkarıp Hıristiyan ve Sünnilerin çoğunlukta olduğu bölgelere sürüyor ve bu durum silahlarla dolu bu küçük ülkede eski kırılganlıkları derinleştirip toplumlar arası şiddet korkularını artırıyor.

Rahip, “Her Pazar, insanları birbirlerine yardım etmeye ve misafirperver olmaya teşvik ediyorum” diyor. Ancak İsrail bombalarının merkez Beyrut’a ve Hıristiyan ve Sünni bölgelerine kadar ulaşmasıyla, Assaf cemaatini tetikte olmaları konusunda da uyarıyor.

“Yardım etmeleri gerekiyor ama dikkatli olmak gerektiğini de unutmadan” diye ekliyor: “Eğer yakınlarımızda yabancı biri yaşıyorsa, onun durumunun farkında olmalıyız; Hizbullah’ta resmi bir görevde olup olmadığını bilmeliyiz.”

İsrail’in Lübnan’da ateşkes için öne sürdüğü şartlar BMGK kararlarına aykırı

Assaf, kaçan Şii aileleri suçlamıyor; birçok Lübnanlı gibi o da genişleyen İsrail hava saldırılarını, halkı birbirine karşı kışkırtmayı amaçlayan kasıtlı bir politika olarak görüyor. Beyrut merkezli düşünce kuruluşu The Policy Initiative’in direktörü Sami Atallah ise şunları söylüyor: “İsrailliler, Lübnan halkını Şii topluluğa karşı kışkırtmaya çalışıyor. Şii toplumu kendini gerçekten izole olmuş hissediyor. Onları Hıristiyan bölgelerinde vurmak iç çatışmaya davetiye çıkarmaktır.”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bu ay bu şüpheleri güçlendirerek Lübnanlılara Hizbullah’a karşı ayaklanmalarını yoksa “Gazze’de gördüğümüz gibi yıkım ve acıya yol açacak uzun bir savaşla” karşı karşıya kalacaklarını söyledi.

Çoğu Lübnanlı, Netanyahu’nun çağrısını alayla karşıladı. Kuaför Anne-Marie (36) “Bizim ne derse yapacağımızı düşünecek kadar ucuz olduğumuzu sanıyor” diyor.

Şii militan gruptan hoşlanmıyor. Ama “Hizbullah’ı sevmemem İsrail’i sevdiğim anlamına gelmez. Bu, Lübnanlı dostlarıma karşı düşmanımın yanında yer alacağım anlamına da gelmez” ifadelerini kullanıyor.

İsrail ve İran destekli Hizbullah arasında bir yıl süren savaşın ardından, İsrail’in bu ay başlattığı şiddetli hava saldırıları ve kara işgali bir milyondan fazla insanı evlerinden etti. Binlerce insan Beyrut’un güney banliyölerinden, Lübnan’ın güneyinden ve Hizbullah’ın hakim olduğu Şii çoğunluklu Bekaa Vadisi’nin doğusundan kaçtı.

Kaçan Şii aileler, Hizbullah’tan haz etmeyen Sünni çoğunluğun yaşadığı Beyrut’un batısına akın etti. Batı sakinleri, sevilen Sünni lider ve eski Başbakan Refik Hariri’nin 2005’teki suikastından Hizbullah’ı sorumlu tutuyor ve Hizbullah militanlarının 2008’de Beyrut’un batısını ele geçirdiğini hatırlıyor.

İsrail ordusunun Lübnan’ın güneyindeki işgali ve yıkımı belgelendi

Hükümet barınaklarının çoğu dolu olduğu için insanlar Beyrut’un şahane deniz kıyısı boyunca yırtık pırtık şilteler üzerinde uyuyor. Bazıları gece kulüplerinden dönüştürülmüş alanlarda yaşıyor; diğerleri ise apartman dairelerine sıkışmış durumda. Araç akınına yer kalmadığı için çift yönlü park eden arabalar bitmek bilmeyen bir sıkışıklığa neden oluyor.

Önemli bir ticaret merkezi olan Hamra’da yaşayanlar yeni gelenlerden bunaldıklarını söylüyor.

Dükkân sahibi 56 yaşındaki Haşim, “Onlar için üzülüyorum, gerçekten. Ama artık bu sokakta kendimi güvende hissetmiyorum, artık bütün gün ve bütün gece etrafta dolaşan [nargile içen] erkek grupları var. Kim olduklarını bilmiyoruz ve müşterilerimi korkutup kaçırıyorlar” diyor.

Diğerleri gibi o da kanun ve düzenin bozulmasından korkuyor. Çaresiz kalan yerinden edilmiş insanlar birkaç boş binaya girip kamp kurmuş ve bu durum ev sahiplerini güvenlik görevlileri tutmaya itmiş. Diğer ev sahipleri dikenli teller çekmiş, hatta binaları toptan yıkma yoluna gitmiş.

Haşim, “Devletin olmadığını biliyoruz ama polis de yok, etrafta yeterince asker de yok, bu yüzden insanlar kendi yasalarını kendileri uygulayacaklar. Beyrut düzensizliği hissediyor” diyor.

Geçen hafta Beyrut’un güneyinde Şiilerin çoğunlukta olduğu Ghobeiry’de boş evlere giren hırsızlar yakalandı. Şüpheliler bölge sakinleri tarafından dövüldü, gözleri bağlandı ve boyunlarına “hırsız” yazılı tabelalar asılarak direklere bağlandı.

Şehir, İsrail insansız hava araçlarının sürekli vızıldayan sesi, ses duvarını aşan savaş uçakları ve yankılanan hava saldırılarıyla birleşen gerginlik nedeniyle diken üstünde.

WSJ: ABD, İsrail’in Lübnan işgalini fırsata çevirmeye çalışıyor

Ancak Beyrut, iç mültecilerin çoğunluğu Hıristiyan olan doğudan uzak durması nedeniyle eski iç savaş hatları boyunca bölünmüş durumda. Beyrut’un batısının aksine doğusu normalden daha sessiz. Daha varlıklı ailelerin birçoğu dağlara gitmiş ya da Lübnan’dan ayrılmış durumda, çünkü çoğu insan, kendilerinin bir parçası olmadığını düşündükleri ve Hizbullah ile onun destekçilerini savunmakla suçladıkları bir savaşa dahil olmak istemiyor.

Analistlerin söylediğine göre, mültecilerin Beyrut’un doğusundan uzak durmalarının bir diğer nedeni ise yüksek kira ücretleri ve toplumsal bağların eksikliği. Üç hafta önce güneydeki Sur şehrinden kaçan yoga eğitmeni İmane Jaffal, Beyrut’un doğusunda oğlunun yanında kalıyor ve kendini iyi hissettiğini söylüyor. “Herkes biraz tetikte olmaya hakkı var. Çünkü İsrail her yeri vurabiliyor” diyor.

Ancak sağcı Hıristiyan partilerinin görünür varlığı, yerinden edilmiş insanları caydırıyor. Şehrin doğusundaki Sassine kavşağında, sağcı Lübnan Kuvvetleri*’nin amblemini taşıyan yeni bayraklar dalgalanıyor.

Bir bölge sakini, Beyrut’un doğusundaki Hıristiyanların “bir istiladan korktuğunu” söyledi: “Bayraklar herkese burada olduğumuzu hatırlatmak için.”

İkiye bölünmüş Beyrut’un ötesinde tablo daha karmaşık. Ülkenin kuzeyindeki Hıristiyan ve Sünni topluluklar yeni evsizleri temkinli bir şekilde karşılıyor, -bazen fahiş fiyatlarla- ev ve daire kiralıyor ve yardım ediyor.

Ancak İsrail’in geçen hafta Hıristiyan köyü Aitou’da bir eve düzenlediği ve çoğu yerinden edilmiş kadın ve çocuklardan oluşan 23 kişinin ölümüne neden olan hava saldırısıyla birlikte hava değişti. Yerel bir yetkili İsrail’in hedefinin yerinden edilenlere aylık maaş dağıtan bir Hizbullah yetkilisi olduğunu söyledi.

The Policy Initiative’den Atallah şunları söyledi: “[İsrail ordusunun] Hizbullah yetkilisini arabasında değil de evinde vurması bir mesaj gönderiyor: Yerinden edilenlere ev sahipliği yaparsanız ödeyeceğiniz bedel budur.”

Beity Derneği Başkanı Josephine Zgheib, dağlık Kfardebian bölgesinde yerinden edilmiş yaklaşık 700 kişiye barınak bulunmasına yardımcı olduğunu söyledi.

Ancak Aitou saldırısından sonra komşuları Zgheib’e “Onları tanıyor musun, kimlikleri var mı, Hizbullah’tan olmadıklarından emin misin?” diye soruyor.

Zgheib gelen iki Hizbullah üyesini görmüş. Adamların gözleri kör olmuştu, “bu yüzden patlayan çağrı cihazlarının onlarda olduğunu anlamıştık” dedi. İsrail’in Hizbullah teçhizatına yönelik sabotajı bir ay önce çağrı cihazlarının ve telsizlerin patlamasına neden olmuş, Hizbullah üyeleri ve aralarında çocukların da bulunduğu yüzlerce kişi yaralanmıştı.

Ayrılmaları istenen yaralılar bir hafta sonra ortadan kayboldu.

İsrail “karada” ilerleyemiyor

Ancak çoğunlukla kimin Hizbullah üyesi olup olmadığını bilmek mümkün değil. Geniş bir alana yayılan örgüt, ilaç dağıtımından mikro kredi vermeye ve füze fırlatmaya kadar geniş bir alanda faaliyet yürütüyor. Hizbullah’ın sivil üyeleri önceden tehlikeli görünmeyebilirdi ancak İsrail Hizbullah ile bağlantılı sağlık tesisleri gibi askeri olmayan kuruluşları artık daha fazla hedef alıyor.

Ne yapacağını bilemeyen Zgheib, sığınacak yer arayan insanların isimlerini kontrol etmesi için Lübnan ordu istihbaratına gönderiyor.

Artan paranoyaya rağmen, Lübnan halkı, zayıf devletin sunduğu yetersiz yardımları ev yapımı yemeklerden hijyen kitlerine kadar her şeyle desteklemek için harekete geçiyor.

Beyrut’un batı sınırında yaşayan Assaf, bu ihtiyaç anının topluluklar arasında yeni bağlar kurmaya yardımcı olabileceğini umuyor. “Bu yüzden bu bölgede papazım. Topluluklar arasında köprüler inşa etmekle meşgulüm… şu an bir fırsat var.” Ama kabul ediyor, “bu çok zor.”

***

*Lübnan Kuvvetleri,1976 yılında Lübnan İç Savaşı’nda Hıristiyan bir milis güç olarak kurulan ve FKÖ ile Suriye Ordusu’na karşı savaşan siyasi parti.

“Şok ve dehşet” zafer demek değil

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Küresel kamu borcu saatli bomba gibi

Yayınlanma

2024’te küresel kamu borcunun 100 trilyon dolara ulaşması bekleniyor, bu da küresel ekonomide büyük bir şok yaratabilir. IMF Direktörü Kristalina Georgieva, hükümetlerin borçlarını azaltması gerektiğini belirtirken, faiz oranlarında artış beklentisi Rusya, Kanada ve Çin gibi ülkelerde dikkat çekiyor.

2024 yılında dünya genelindeki kamu borcunun 100 trilyon dolara ulaşması bekleniyor ve bu durum küresel ekonomide ciddi bir şoka neden olabilir.

Bloomberg, bu kritik konuyu “100 Trilyon Dolarlık Küresel Mali Saatli Bomba Tıklamaya Devam Ediyor” başlıklı makalesinde ele aldı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Direktörü Kristalina Georgieva, düşük büyüme ile yüksek borç seviyelerinin tehlikeli bir kombinasyon oluşturduğuna dikkat çekti.

Georgieva, “Hükümetlerin bir sonraki şoka hazırlık için borçlarını azaltmaları ve rezervlerini güçlendirmeleri gerekiyor. Bu şok kaçınılmaz ve beklediğimizden daha erken gerçekleşebilir,” ifadelerini kullandı.

IMF Başkanı: Küresel ekonomik büyüme, pandemi öncesi seviyelere ulaşamayacak

Bloomberg, makaleyi IMF’nin yıllık toplantısı öncesinde yayımladı. IMF’ye göre, küresel borç yükü 2024 yılı sonunda dünya genelinde yüzde 94,8’e çıkacak.

Bu oran, ABD’de yüzde 97,4, G7 ülkelerinde yüzde 125,9, Çin’de yüzde 62,1, Japonya’da yüzde 254, İngiltere’de yüzde 103,2 ve Fransa’da yüzde 111,3 seviyesinde olacak.

IMF ekonomistleri, artan borç seviyeleri nedeniyle Rusya Merkez Bankası’nın politika faiz oranını artırabileceğini öngörüyor.

Aynı zamanda Kanada ve Çin merkez bankalarının ise faiz oranlarında kısmi bir indirime gitmeleri bekleniyor.

Eylül ayında, Rusya Merkez Bankası Yönetim Kurulu, faiz oranını yıllık yüzde 19’a yükseltmişti.

Ekim ayında, Banka Başkan Yardımcısı Aleksey Zabotkin, bir sonraki toplantıda faiz oranlarının tekrar artırılmasının gündemde olduğunu belirtmişti.

Zabotkin, eylül ayından bu yana enflasyonun istikrarlı bir şekilde yükseldiğini ve bu eğilimi değiştirecek kayda değer bir gelişme yaşanmadığını vurgulamıştı.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Kazan’daki BRICS zirvesi: Yeni bir küresel gündem mi?

Yayınlanma

Editörün notu: Johannesburg Üniversitesi ve Pan-Afrika Düşünce ve Söyleşi Enstitüsü’nden Güney Afrikalı araştırmacı Mikatekiso Kubayi, Valday Tartışma Kulübü’nde yayımlanan makalesinde BRICS ittifakının küresel yönetişimde reform ve kalkınma hedeflerine ulaşmak için daha derin bir iş birliği arayışında olduğuna dikkat çekiyor. BRICS’in 2009’dan beri vurguladığı reform ve kalkınma gündemi, daha adil bir küresel düzen talep ediyor. Kubayi, bu yeni küresel gündemin, çok kutupluluğa geçiş ve mevcut uluslararası sistemin yetersizliğine karşı bir tepki olduğunu vurguluyor.


Kazan’daki BRICS zirvesi: Yeni bir küresel gündem mi?

Mikatekiso Kubayi

Valday Tartışma Kulübü

16 Ekim 2024

Dünya, önemli jeopolitik değişimlerle karşı karşıya. Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından da doğrulandığı üzere, bu değişimler finans akışlarının jeopolitik ittifakları yansıtacak şekilde şekillenmesine yol açıyor. Küresel yönetişim yapısındaki kusurları gidermek için hangi reformların gerekli olduğu konusunda pek çok tartışma yürütüldü. Yapılan kapsamlı araştırmalar, çok taraflılığın sadece Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın amaçlarına ulaşmakta değil, aynı zamanda onun yükümlülüklerini yerine getirmekte de başarısız olduğunu ortaya koydu. Bu tartışma, reform ve kalkınmaya yönelik söylemi ve ivmeyi BRICS ittifakı ve diğerlerinin çabalarıyla nasıl uyumlu hale getirebileceğimizi ele alıyor. Aynı zamanda, ittifakın hedeflerine ulaşma çabası içinde olduğu küresel bağlamı da gözler önüne seriyor ve BRICS’in gerçekten yeni bir küresel gündem belirleyip belirlemediğini değerlendiriyor.

BRICS ve günümüzün küresel zorlukları

22-24 Ekim 2024 tarihlerinde, BRICS bir sonraki devlet ve hükümet başkanları zirvesini gerçekleştirecek. Bu zirve, çok taraflılığın ve kurumlarının reformu yönündeki hızla artan ivme içinde düzenleniyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) Gelecek Paktı’nı (PFTF) kabul etmesi, küresel reform ve kalkınma gündeminin doğruluğunun teyidi niteliğinde. Fakat, bu pakt reformların tam olarak ne zaman, nasıl ya da hangi boyutta gerçekleşmesi gerektiğini belirtmiyor; özellikle BM reformlarına dair net bir yol haritası sunmuyor. Yine de G20’nin önemli bir parçası olan BRICS ittifakı, tartışma ve uzlaşmaya dayalı iş birliği platformu olarak reformları müzakere etme ve gereken değişiklikleri ileri taşıma sorumluluğunu ve fırsatını da elinde bulunduruyor. BRICS, 2009 yılında G20 hakkında şöyle demişti: “Mali krizi ele alma konusunda G20 Zirveleri’nin oynadığı merkezi rolü vurguluyoruz. Bu zirveler, uluslararası ekonomik ve finansal konularda iş birliğini, politika koordinasyonunu ve siyasi diyaloğu teşvik etmiştir” (Bkz. BRICS Zirvesi Bildirisi, 2009).

Mali krizin etkisi hala hissediliyor olabilir; dünya bu krizin sonuçlarını atlatmaya çalışıyor. Bunun yanı sıra, Kovid-19 pandemisi de sona erdi, ancak özellikle gelişmekte olan ekonomiler üzerinde sert etkiler bıraktı. Kovid-19’un ekonomik etkileri sürecek mi? (Bkz. 21. yüzyıl pandemilerinden alınan öngörüler. Uluslararası Para Fonu). Güney Afrika ve dünyanın diğer bölgelerindeki iklim değişikliğinin sert etkileri, rahatsız edici bir eğilim göstermeye devam ediyor. Dünya, küresel sorunları çözmek için gereken dayanışmayı sürdürebilmekte zorlanıyor. Ülkelerin eşitsizlik gibi sorunları çözmedeki (yetersizlikleri) giderek vatandaşların güvenini kaybetmesine neden oluyor. ‘Polikriz’ kavramı, küresel söylemde sıkça yer alan bir terim haline gelmiş durumda. Değişen jeopolitik manzara içinde yaşanan gerilimler, çok taraflılık ve bugünün dünyasının karmaşıklığını daha da artırıyor. IMF, finansal akışların jeopolitik ittifaklara göre nasıl şekil değiştirdiğini doğrulayarak bu tabloya katkıda bulunuyor.

BRICS ve çok taraflılık

Rusya, Kazan’da düzenlenecek BRICS Zirvesi’ne ev sahipliği yaparken, çok kutupluluk uluslararası ilişkiler söyleminde kalıcı bir özellik ve yeni bir küresel gerçeklik haline gelecek. BRICS ittifakının reform ve kalkınma gündemi, BRICS+ genişlemesiyle birlikte giderek daha fazla ilgi görüyor. 40’a yakın potansiyel yeni üye, ittifaka katılma isteğini dile getirdi; bunlardan 23’ü resmen başvuruda bulundu. İttifaka ve Yeni Kalkınma Bankası’na katılım için gereken şartlardan biri üyelik: “Üyelik, Birleşmiş Milletler’in üyesi olan ülkelere, Yeni Kalkınma Bankası Anlaşma Maddeleri hükümleri uyarınca açıktır. Bankaya hem borç veren hem de borç almayan ülkeler üye olabilir” (Bkz. Yeni Kalkınma Bankası Anlaşması, Madde 2).

BRICS ittifakı, çok taraflılık çerçevesinde Birleşmiş Milletler’in merkezi rolünü temel bir ilke olarak görüyor. Küresel iş birliği için öncü kurumları ve araçları belirleyen BRICS, bu kurumların karşılaştığı zorlukların farkında olmasına rağmen, insanlığın yararına büyük bir dayanışma potansiyeli taşıdığına da inanıyor. 2009’da Yekaterinburg Zirvesi’nde liderlerin yayımladığı ortak bildiride BM ile ilgili şu ifadeler yer aldı:

“Birleşmiş Milletler’in küresel zorluklar ve tehditlerle başa çıkmada merkezi rol oynadığı çok taraflı diplomasiye olan güçlü bağlılığımızı ifade ediyoruz. Bu bağlamda, BM’nin bugünün küresel zorluklarıyla daha etkili bir şekilde başa çıkabilmesi için kapsamlı bir reform ihtiyacını yeniden teyit ediyoruz. Hindistan ve Brezilya’nın uluslararası ilişkilerdeki statüsüne verdiğimiz önemi yineliyor ve Birleşmiş Milletler’de daha büyük bir rol oynamaları yönündeki isteklerini anlıyor ve destekliyoruz” (Bkz. BRICS Zirvesi Ortak Bildirisi, 2009).

2023 BRICS Zirvesi bildirisinde, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimî üyeliği için desteklenen ülkeler olarak açıkça ifade edilmişti. BRICS ittifakı, 16 yıllık varlığı boyunca çok taraflılıkta BM’nin merkezi rolünü defalarca teyit etmiş ve üyelik şartlarında da bu rolü vurgulamıştı. Fakat aynı zamanda BM sistemini reform ve kalkınma gündemine dahil ederek, bugünün ve geleceğin çok taraflılık ihtiyaçlarına uygun, yeniden yapılandırılmış bir BM arzusunu dile getiriyor.

BRICS nedir ve kimleri kapsar?

BRICS ve ekonomik iş birliği

2023 yılında Etkili Çok Taraflılık için Yüksek Düzeyli Danışma Kurulu (HLAB), BRICS ittifakının 2009’daki kurucu motivasyonuyla yakından örtüşen pek çok öneri sundu.

Kurul, küresel iktisadi kalkınmanın karşı karşıya olduğu zorlukları ayrıntılı bir şekilde ele aldı (HLAB, 2023). Bunlar arasında en dikkat çekici olanlardan biri, küresel finansal yapıda yaşanacak değişim. BRICS ittifakı, 2009 yılında reform, kalkınma, küresel yönetişimde demokratikleşme, temsiliyet ve eşitliği sağlama hedefleriyle yola çıktı. Bu amaç doğrultusunda, diğer küresel çabalarla birlikte çok sayıda ivme kazanıldı ve acilen ihtiyaç duyulan reformların hayata geçirilmesi için baskılar arttı. 2023’te gerçekleştirilen 15. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, BRICS ittifakı maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarına, alternatif bir ödeme sistemi kurma ihtimalini araştırma talimatı verdi (Bkz. BRICS Johannesburg 2 Bildirisi, 2023).

Bu bağlamda, 2024 Zirvesi’nden büyük beklentiler var; özellikle yeni bir ödeme sisteminin duyurulması, bu sistemin ölçeği ve faaliyete geçiş tarihi merakla bekleniyor. Bu beklentiler, dolarsızlaşma (dolar dışı ödeme sistemlerine geçiş), BRICS içi ticaretin artması ve BRICS+ genişlemesinin avantajları üzerine yürütülen tartışmalar göz önüne alındığında daha da önem kazanıyor. Bazıları, BRICS ittifakının temel olarak 2008 küresel finansal krizinin ardından ortaya çıkan çok taraflı sorunlar üzerinde iş birliği yaptığını öne sürüyor. Diğerleri ise, Prado ve Hoffman gibi araştırmacılar (Bkz. Prado, M. M., & Hoffman, S. J. (2019). Uluslararası kurumsal yolların atlanmasının vaatleri ve tehlikeleri: yeni bir kavramın tanımlanması ve küresel yönetişim için politika sonuçları, Transnational Legal Theory, 10(3-4), 275-294), BRICS gibi ittifakların ortaya çıkmasına neden olan zorluklara yanıt olarak Uluslararası Kurumsal Atlamalar’ın (International Institutional Bypass) kullanıldığını inceliyor. Kubayi ise, Marksist/Gramsciyen bir bakış açısıyla, küresel yönetişim yapısında reform yapmak ve bunu kolektif olarak sahiplenmek için bir mevzi savaşı (war of position) verildiğini ve bunun bir pasif devrimle sonuçlanacağını ileri sürüyor. Hangi perspektiften bakılırsa bakılsın, BRICS ittifakı, 16 yıl sonra, Yeni Kalkınma Bankası (NDB) şeklinde bir çok taraflı kalkınma bankası (MDB) kurmayı başardı ve resmen yeni bir küresel ödeme sistemi geliştirmeye başladı.

Bu iki finansal düzenleme, BRICS’in en görünür müdahaleleri arasında yer alıyor. Ancak 2017’de yayımlanan BRICS uzun vadeli hedefler: Yol haritaları ve stratejiler raporunda önerilen uzun vadeli adımlar ve planlar doğrultusunda kaydedilecek ilerleme açısından hala izlenecek yol var. Bununla birlikte, ittifakın çabaları, G20, BM ve daha geniş çaplı reform ve kalkınma söylemleri çerçevesinde yaptığı faaliyetler dikkate alındığında, bundan çok daha öteye gidiyor. BRICS’in, özellikle Küresel Güney’deki gelişmekte olan ekonomilere karşı sorumluluğu da sürekli izleniyor. Kalkınma, yoksullukla mücadele, eşitsizliklerin azaltılması ve diğer toplumsal sıkıntılara çözüm getirme konusundaki acil ihtiyaçlar göz önüne alındığında, bu sorumluluk büyük bir dikkatle takip ediliyor.

BRICS ittifakı yeni bir küresel gündem peşinde mi?

Zondi ve diğerlerine göre, BRICS’in hedeflerine ulaşmak için, ittifakın kolektif avantajlarını ve güçlü yönlerini daha etkin kullanması amacıyla BRICS içi iş birliğinin derinleştirilmesi gerekiyor. Zhongxiu ve Qingx de benzer bir görüşü savunuyor; özellikle BRICS’in nüfusu ve ekonomik büyümesinden faydalanılmasının önemine dikkat çekiyorlar. Bu metinler, BRICS’in gücünden yararlanılmasının, özellikle gelişmekte olan ekonomiler için çok taraflılıkta büyük bir değer taşıyabileceğini öne sürüyor (Bkz. Stuekel, 2013). Küresel durum zaten iyi biliniyor ve bu durum, kapsamlı ve yoğun bir şekilde belgelendiriliyor. Küresel sorunlara verilen yanıtlar, giderek daha fazla ilgi çekmeye başladı. Bu, Gelecek Zirvesi’ne yönelik ivmede ve Gelecek Paktı’nın (PFTF) kabul edilmesinden sonra açıkça görülüyor.

Küresel reform ve kalkınma gündemi aslında eskiye dayanıyor ve farklı zamanlarda, farklı şekillerde ortaya çıkmış durumda. Bu çabaların örneklerinden biri, 1 Mayıs 1974’te BM tarafından kabul edilen Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen (New International Economic Order) deklarasyonu (bkz. www.unctad.org). Fakat, bu girişimlerin çoğu gibi, bu çaba da hızla zayıfladı ve gözden düştü. 1970’lerde BRICS ülkelerinin ekonomileri, bugün olduğu kadar gelişmiş değildi ve Soğuk Savaş döneminde, hatta sonrasındaki yıllarda bile, bugünkü seviyede bir etkiye sahip değillerdi. Bugün, pek çok kişi Jim O’Neill’ın 2001’de yazdığı “Daha İyi Ekonomik BRIC’ler İnşa Etmek” başlıklı makalesinden (bazı kaynaklarda, sanki ittifakın varlığından tamamen sorumluymuş gibi) bahsediyor. Diğer yandan, Küresel Güney’in yükselişi üzerine yapılan tartışmalar da dikkat çekiyor. BRICS ülkeleri dahil olmak üzere pek çok insan, bu yeni küresel gerçekliğin, reforme edilmiş ve amacına uygun bir küresel yönetişim yapısında yansıtılması gerektiğini savunuyor.

Daha önce tartışılanların ötesinde yeni bir küresel gündemi tanımlamak gerekebilir. Ancak kesin olan şu ki, mevcut uluslararası sistemin yetersizliğine, kalkınamamışlık, eşitsizlikler ve dünyanın büyük çoğunluğunun maruz kaldığı diğer sıkıntılar tarihine dayanan çok kutupluluğa doğru bir kayma var. Belki de bu çok kutupluluğa geçiş ve daha adil bir küresel yönetişim sistemi, BRICS’in 2009’dan beri savunduğu Yeni Küresel Gündem’dir. Yeni bir ödeme sisteminin benimsenmesi, Yeni Kalkınma Bankası’nın genişletilmesi ve diğer BRICS girişimlerinin sonuçları, yeni küresel gündemin ne olduğu ya da en azından BRICS Reform ve Kalkınma Gündemi’nin ne olduğu konusunda en net ipuçlarını verecek.

Kazan’daki BRICS zirvesine kimler katılacak?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English