Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Axios: Beyaz Saray, İsrail hükümetine güvenini kaybetti

Yayınlanma

Axios’a konuşan dört ABD’li yetkili, Biden yönetiminin son haftalarda İsrail hükümetinin çok cepheli savaştaki askeri ve diplomatik planları hakkında söylediklerine giderek daha fazla güvensizlik duymaya başladığını söyledi.

İsrail’in, İran’ın büyük füze saldırısına karşı planladığı misilleme, ABD ile koordinasyon gerektirdiğinden, bu durumu daha da kötüleştiren bir güven krizi yaşanıyor.

ABD’li yetkililere göre, Biden yönetimi İsrail’in geçen haftaki İran saldırısına karşılık vermesine karşı değil, ancak bunun ölçülü olmasını istiyor. ABD’li bir yetkili “İsraillilere olan güvenimiz şu anda sarsılmış durumda ve bunun haklı bir nedeni var” dedi.

Biden’la köprüleri atan Netanyahu neye güveniyor?

Axios’a konuşan iki ABD’li yetkili, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın cuma günü İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer’le yaptığı telefon görüşmesinde ABD’nin İsrail’den, İran’a misilleme planları konusunda “açıklık ve şeffaflık” beklediğini çünkü bunun bölgedeki ABD güçleri ve çıkarları üzerinde etkileri olacağını söylediğini aktardı.

Bir yetkili, Sullivan ABD’nin İsrail’in ne yapmayı planladığını bilmezse, İran’ın İsrail’e karşı düzenleyeceği başka bir füze saldırısını otomatik olarak püskürtmek için destek vermeyeceğini ima etti.

Ancak ABD’li yetkililer, Washington’un ne olursa olsun İsrail’in kendini savunmasına yardım edeceğini kabul ediyor. Yetkililer, Dermer’in İsrail’in ABD ile koordinasyon içinde olmak istediğini vurguladığını ancak Biden yönetiminin buna ne kadar güvenebileceğini sorguladığını da sözlerine eklediler.

ABD’li yetkililer Biden yönetiminin son zamanlarda İsrail’in askeri ya da istihbarat operasyonları karşısında birkaç kez şaşırdığını söylüyor.

İsrail müesses nizamında ‘Washington’ korkusu

Axios’taki haberde şu ifadelere yer verildi:

“Bazı durumlarda ABD’ye danışılmadı ya da önceden haber verilmedi. Ya da İsrail jetleri Orta Doğu’da bir yere hava saldırısı düzenlemek üzere yola çıkmışken ABD’ye haber verildi.

İsrailliler, Hamas lideri İsmail Henniye’ye Tahran’da suikast düzenlemeye yönelik hamleden Biden yönetimini önceden haberdar etmedi.

Üstelik bu olay, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Başkan Biden’a Oval Ofis’te, Gazze’de esir takası ve ateşkes için anlaşmaya varılması yönünde adımlar atacağını söylemesinden birkaç gün sonra gerçekleşti.

ABD ayrıca İsrail’in Lübnan’daki Hizbullah üyeleri tarafından kullanılan çağrı cihazları ve telsizleri uzaktan patlatma planlarından ve Hasan Nasrallah’a Beyrut’ta düzenlenen suikasttan da haberdar değildi.”

Habere göre ABD’li yetkililer, Savunma Bakanı Lloyd Austin’in, İsrailli mevkidaşı Yoav Gallant’ın İsrail jetlerinin Beyrut’a bomba yağdırmasından dakikalar önce Nasrallah suikastını haber vermesi üzerine öfkelendiğini söyledi. Yetkililer, Austin’in, geç gelen bilgilendirmeyi, ABD’nin bölgedeki güçlerini koruma önlemleri almasına olanak vermediği için bir güven ihlali olarak gördüğünü belirtti. İsrailli yetkililer ise Gallant’ın Austin’e, Netanyahu tarafından ABD’yi önceden bilgilendirmemesi yönünde talimat verildiğini söylediğini aktardı.

Habere göre Beyaz Saray’da güvensizlik ve şüphe uyandıran bir başka olay da Netanyahu’nun Lübnan’da ABD öncülüğünde başlatılan ateşkes girişimiyle ilgili geri adım atmasıydı.

Biden, danışmanlarının Netanyahu ve Dermer’den İsrail’in bu girişimde destek verdiğini söylemelerinin ardından bu girişimi duyurmuş, ancak İsrailliler geri adım atmıştı.

Axios’a konuşan üst düzey bir İsrailli yetkili ise Netanyahu’nun ABD’ye söylediklerinden geri adım atmadığını ve yaşananların bir yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını iddia etti. İsrailli yetkili, “Biden’ın ateşkes çağrısını bir süreç başlangıcı olarak anladık ve bu durumun hemen gerçekleşeceğini düşünmedik. Bir karışıklık oldu ama durumu düzelttik” dedi.

“Biden’ın Netanyahu karşısında eli kolu bağlı”

Axios’un haberinde son günlerde İsrail ve ABD arasında yaşanan güven sorunları da yer verildi:

“Biden yönetimi, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Gazze’nin kuzeyindeki Filistinli sivillerin güneye tahliye edilmesi yönündeki emri konusunda İsrail’e sorular yöneltti. ABD’li yetkililer bunun Gazze’nin kuzeyine yönelik İsrail kuşatmasına hazırlık olmasından ve giden Filistinlilerin geri dönemeyecek olmasından endişe ettiklerini söyledi. ABD’li yetkililer, Biden yönetiminin İsraillilere böyle bir hareketin uluslararası hukukun ve ABD yasalarının ihlali anlamına geleceğini söylediğini belirtti.

Yetkililer İsraillilerin kendilerine Filistinlileri kuzey Gazze’den kalıcı olarak uzaklaştırmak ya da bölgeye kuşatma uygulamak niyetinde olmadıklarını ve bunun geçici bir IDF operasyonu olduğunu söylediğini aktardı.”

Ancak ABD’li yetkililer Axios’a İsraillilere ne kadar güvendiklerini bilmediklerini söyledi. Bir yetkili, “Bize duymak istediğimiz şeyleri söylüyorlar, sorun güven eksikliği” dedi.

ORTADOĞU

Hizbullah: Bizim için tek çözüm direnmek

Yayınlanma

naim kasım

Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım, “ABD’yi Gazze’de işlenen tüm suçlarda önemli bir ortak olarak görüyoruz. ABD’nin desteği olmasaydı, siyonist rejimin saldırıları bir ay içinde son bulurdu” dedi.

Naim Kasım, Lübnan televizyon kanalında yaptığı açıklamada Lübnan’ın güneyindeki kara saldırılarının 7 gün önce başladığını ancak İsrail ordusunun henüz bir ilerleme sağlayamadığını belirtti.

Hamas’ın geçen yıl 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’nu Ortadoğu’da değişimin başlangıcı olarak nitelendiren Kasım, İsrail’in hedefinin direniş eksenini ve Filistin halkını yok etmek olduğunu söyledi.

İsrail’in son haftalardaki acı verici eylemlerine rağmen Hizbullah’ın kabiliyetlerinin sağlam olduğunu belirten Kasım, savaşçılarının İsrail’in kara saldırılarını geri püskürttüğünü belirtti.

Kasım, konuşmasını “Bu, ilk kimin ağlayacağı savaşı. Biz ağlamayacağız. Hizbullah’ın komuta ve kontrolü hassasiyetle organize edilmiştir. Saldırılarda kaybettiğimiz tüm mevkilerdeki kişilerin yerleri dolduruldu. Sahadaki çeşitli birimler ve güçler arasında sürekli bir koordinasyon var” şeklinde devam etti.

Kasım, “Netanyahu bu savaştaki hedeflerine ulaşamayacak. Kendi askeri planlarımıza uygun yer ve zamanda füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldıracağız” diye konuştu.

İsrail “karada” ilerleyemiyor

Hasan Nasrullah’ın yerine yeni bir genel sekreter seçeceklerini de dile getiren Kasım, süreç tamamlanınca bunu duyuracaklarını bildirdi. Savaş nedeniyle, yeni bir genel sekreter seçmek için koşulların zor olduğunu ifade eden Kasım, “Bizim için tek çözüm direnmek, ısrar etmek” diye ekledi.

Kasım, İran’ın “uygun gördüğü şekillerde” direnişin yanında durmaya kararlı olduğunu da ifade etti.

Hizbullah ve Emel hareketinin birbiriyle uyumlu olduğuna değinen Kasım, ateşkese varmak için Meclis Başkanı Nebih Berri’nin öncülük ettiği siyasi süreci desteklediklerini kaydetti.

Kasım’ın açıklamasında ilk kez herhangi bir ateşkes için Gazze’de ateşkes ilan edilmesinden ön koşul olarak bahsedilmedi ancak bunun herhangi bir tutum değişikliğine işaret edip etmediği net değildi.

Hizbullah İsrail’in kuzeyini vurmaya devam ediyor

Öte yandan Hizbullah, Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, Lübnan sınırına yakın El-Merc bölgesi civarında İsrail askerlerinin toplandığı alana roket saldırısı düzenlendiği belirtildi. İsrail’in kuzeyindeki Dişun beldesinde İsrail ordusuna ait topçu mevzisine de roket atıldığının kaydedildiği açıklamada, Delton kasabasındaki İsrail topçu mevzisinin de hedef alındığı aktarıldı.

Açıklamada, saldırıların “Gazze Şeridi’ndeki kararlı Filistin halkını, onların cesur ve onurlu direnişini desteklemek, Lübnan’ı ve halkını savunmak ve İsrail’in barbar işgallerine yanıt olarak” geldiği belirtildi.

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) de bugün Lübnan’dan Hayfa bölgesine toplam 100 roket atıldığını açıkladı. IDF’ye göre roketlerin bir kısmı hava savunma sistemleri tarafından engellendi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

CIA: Taraflar “topyekûn çatışma” istemese de yanlış hesap riski yüksek

Yayınlanma

William Burns

CIA Başkanı William Burns, ABD istihbarat topluluğunun ne İsrail’in ne de İran’ın “topyekûn çatışma” istediğine inandığını, ancak büyük bir yanlış hesaplama riski bulunduğunu söyledi.

CBS News’e göre Burns, ABD’de katıldığı bir konferansta yaptığı konuşmada, “Bölgesel çatışmaların daha da tırmanması gibi çok gerçek bir tehlikeyle karşı karşıyayız” dedi. İsrail’in, Tahran’ın geçen hafta yaklaşık 200 balistik füze ateşlediği saldırıya nasıl yanıt vereceğini “çok dikkatli bir şekilde değerlendirdiğini” iddia eden Burns, yanlış değerlendirmelerin olası olduğu konusunda uyardı.

Burns, İran saldırısının İran’ın askeri yeteneklerindeki bazı sınırlılıkları ortaya çıkarmasına rağmen, bu durumun, İran’ın yeteneklerinin hala yeterince güçlü olmadığı anlamına gelmediğini ve bunun sadece İsrail’in değil ABD’nin de çok ciddiye alması gereken bir şey olduğunu söyledi.

Tahran’ın nükleer programıyla ilgili olarak Burns, programın hızlandırılmış gibi göründüğünü ancak İran’ın programın silahlanma boyutunu askıya alma kararından geri dönmüş gibi görünmediğini söyledi.

Burns Gazze’deki savaş ile ilgili rehine ve ateşkes anlaşmasına varma ihtimaline zaman zaman çok yaklaşmış olsalar da “zor” olduğunu söyledi.

Burns, “Gazze’de söz konusu olan şey siyasi iradeye göre şekilleniyor. Sonuçta, rehine ve ateşkes anlaşmasını müzakere etmeye çalışırken mesele sadece metinlerdeki parantezler ya da yaratıcı formüller değildir. Mesele liderlerin artık yeter demesi ve özellikle Orta Doğu’da mükemmelin nadiren seçenekler arasında olduğunu anlamasıdır. Sonra da uzun vadeli stratejik istikrar için zor seçimler yapmak ve bazı tavizler vermek zorundasınız” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Trump ve Harris’in Orta Doğu politikaları nasıl olacak?

Yayınlanma

ABD başkanlık seçimlerinde öne çıkan iki aday, Donald Trump ve Kamala Harris, İsrail, Suudi Arabistan ve İran’la ilişkileri farklı şekillerde yönetecek. Yeni başkan, bu üç ülkeyle güçlü siyasi, güvenlik ve ekonomik bağları devralacak ve dünya genelinde yaşanan jeopolitik değişimlere yanıt vermek zorunda kalacak.

Paul Salem, Al Majalla

ABD başkanlık seçimlerinde yarışan iki adayın, İsrail, Suudi Arabistan ve İran ile olan ilişkilerine bakmanın en basit yolu üç anahtar kelimeyi dikkate alıyor: Müttefik, ortak ve düşman. Kasım ayında yapılacak seçimleri kim kazanırsa kazansın, bu etiketleri ve ülkelerle olan bu sıralı ilişkileri miras alacak.

Ocak ayında göreve başlayacak olan yeni başkan, bu üç ülkeyle süregelen siyasi, güvenlik ve ekonomik ilişkileri devralacak. Ancak 2025’e girerken, dünya genelinde yaşanan büyük jeopolitik değişimler ışığında önemli kararlar alması gerekecek.

Bu yazıda, her ülkenin Washington’la olan ilişkilerinin nasıl ve neden geliştiği analiz ediliyor ve yeni yönetimin karşılaşabileceği zorluklar inceleniyor.

İsrail: Müttefik

Washington ile Tel Aviv arasında resmi bir savunma anlaşması bulunmasa da iki ülke on yıllardır yakın müttefikler olarak hareket ediyor. ABD, resmi bir anlaşma olmaksızın İsrail’e 150 milyar doları aşan askeri yardımda bulundu. Özellikle 7 Ekim’deki Hamas saldırılarının ardından bu ittifak hızla devreye girdi. O günden bu yana, milyarlarca dolarlık askeri destek İsrail’e, Gazze ve Lübnan’a yönelik operasyonları boyunca aktarıldı.

Bu ittifak, Soğuk Savaş döneminde Türkiye ve İran ile olan stratejik ortaklıklara benzer şekilde başlamış olsa da günümüz dünyasında ABD ile İsrail arasındaki bağın daha güçlü bir sebebi var: Amerikan siyaseti, Kongre ve medyanın büyük bir bölümü, İsrail’in güvenliğine yönelik kesintisiz bir destek sunuyor.

Fakat bu destekte bir değişim sinyalleri de gözlemlenebilir. ABD’de genç bir nesil, Amerika’nın İsrail’e olan mutlak bağlılığını sorgulamaya başlıyor. Bu yeni sesler özellikle Demokrat Parti’nin genç üyeleri arasında yükselse de bu hareketin siyasi arenada daha büyük bir etkisi olması için muhtemelen birkaç on yıla daha ihtiyaç var.

Suudi Arabistan: Ortak

ABD’nin Suudi Arabistan’la olan ortaklığı, kökleri 1945 yılına kadar uzanan stratejik bir ilişkiye dayanıyor. Başkan Franklin D. Roosevelt ile Kral Abdülaziz arasında yapılan görüşme, bu ortaklığın temelini attı. Soğuk Savaş döneminde, ABD ile Suudi Arabistan, Sovyet gücüne karşı birlikte çalışmış ve bu süreçte iş birliği bazı ittifak unsurlarını içermişti. 1980’de Başkan Carter tarafından ilan edilen Carter Doktrini, ABD’nin, Arap dünyasındaki bu önemli dostunu korumaya yönelik taahhüdünü somutlaştırdı. Nitekim, ABD, 1991 yılında Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaline karşı harekete geçmiş ve Suudi Arabistan’ın petrol sahalarını korumak için askeri müdahalede bulundu.

Ancak zamanla, ABD’nin enerji bağımsızlığını kazanması ve Suudi Arabistan’ın ABD içinde İsrail gibi güçlü bir iç desteğe sahip olmaması nedeniyle Washington’un Riyad ile yakınlığı zayıflamaya başladı. Örneğin, 2019’da Suudi petrol tesislerine düzenlenen saldırılarda ya da İran destekli Husi milislerinin Suudi Arabistan’a füze ve İHA saldırıları gerçekleştirdiği dönemlerde, ABD’nin tepkisi oldukça sınırlı kaldı.

Yine de hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yönetimler, Suudi Arabistan’ın ABD’nin kritik bir ortağı olduğunu kabul ediyor. Bu ortaklık, küresel enerji piyasalarının yönetimi, enerji geçiş süreci, aşırılık ve terörizmle mücadele gibi önemli alanlarda kendini gösteriyor. Ayrıca ABD, Suudi Arabistan’ı, küresel ekonomik istikrarın korunması, ABD dolarının egemenliğinin sürdürülmesi, Çin ile stratejik rekabetin yönetimi ve İran’ın etkisinin kontrol altında tutulması gibi konularda da kilit bir ortak olarak görüyor.

Bunun yanı sıra Suudi Arabistan, Arap-İsrail çatışmasında gerilimin azaltılması ve Filistin sorununa iki devletli bir çözüm bağlamında İsrail ile normalleşme çabalarının destekçisi konumunda. Bu bağlamda, Suudi Arabistan, ılımlı Arap ve Orta Doğu ülkelerinden oluşan bir bloğun lideri olarak ABD için önemli bir role sahip.

Gelecek yıllarda, hangi yönetim Beyaz Saray’da olursa olsun, ABD ile Suudi Arabistan arasında resmi bir savunma anlaşmasının yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. Hem Trump hem de Harris’in, ABD, Suudi Arabistan ve İsrail arasında üçlü bir anlaşma peşinde koşacağı öngörülüyor. Suudi Arabistan, özellikle savunma alanında resmi bir anlaşmanın bu üçlü iş birliğinin bir parçası olmasında ısrar ediyor. Bu da Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, bir ortaklıktan ittifaka dönüştürebilecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

İran: Düşman

ABD ile İran arasındaki düşmanlık, 1979’daki İslam Devrimi’nden bu yana tam 45 yıldır devam ediyor. Bu düşmanlık, büyük ölçüde Tahran’ın tercih ettiği bir tutum olarak şekillenmiş durumda. Amerikalı diplomat Henry Kissinger bir zamanlar ABD ile İran’ın ulusal çıkarları doğrultusunda doğal müttefikler olması gerektiğini ifade etmişti. Ancak İran yönetimi için düşmanlık, 1953 yılında Başbakan Muhammed Musaddık’ın ABD destekli bir darbe ile devrilmesinden bu yana tarihi bir mirasa dayanıyor.

Daha sonra İran-Irak Savaşı sırasında ABD’nin Saddam Hüseyin’e verdiği destek, İran’a yönelik yaptırımlar ve İslam Cumhuriyeti’nin İsrail karşıtı tutumu, ilişkileri daha da kötüleştirdi. ABD içinse bu düşmanlık, 1979-1981 yılları arasında yaşanan rehine kriziyle başladı ve İran’ın radikal örgütlere verdiği destekle pekişti. 2023 yılı itibarıyla İran’ın Orta Doğu’daki vekil ağları üzerinden İsrail’e yönelik koordine saldırıları, iki ülke arasındaki gerginliği daha da artırdı. Ayrıca İran’ın Donald Trump’a yönelik suikast planlarına karıştığına dair haberler de ABD kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.

Washington’da, medya, Kongre ve her iki parti nezdinde İran karşıtı tutum oldukça güçlü ve köklüdür. İran’ın bölgesel nüfuzunu genişletme çabaları ve teröre verdiği destek, ABD’nin İran’ı bir tehdit olarak görmeye devam etmesine neden oluyor. Bu düşmanlığın yakın vadede çözülmesi beklenmiyor.

Nüanslı yaklaşımlar

Trump ve Harris, Orta Doğu’daki İsrail, Suudi Arabistan ve İran ile olan ilişkilerde farklı yaklaşımlar sergileyeceklerdir. Bu üç ülke, “müttefik, ortak ve düşman” parametreleri altında değerlendirilse de her iki başkan adayı, iç politikaları ve küresel öncelikleri doğrultusunda bu ilişkileri farklı şekillerde yönetecekler.

Öncelikle, her iki lider için de dış politika, iç politika önceliklerinin gerisinde kalacaktır. Amerikan kamuoyunun ilgisi, Asya ve Avrupa gibi bölgelere daha fazla yoğunlaşmış durumda. Bu da Orta Doğu’nun, özellikle ABD başkanlarının acil politika gündemlerinde, daha düşük öncelik taşıyacağı anlamına gelir. Dolayısıyla, Orta Doğu politikası, Trump ve Harris’in başkanlığı altında süreklilik arz eden bir stratejik ilgi görmeyecek; daha çok diğer bölgelerdeki gelişmelere bağlı olarak ikinci planda ele alınacaktır.

Son yıllarda, Orta Doğu’daki gelişmeleri büyük ölçüde Hamas-İsrail ve İran-İsrail gerilimleri şekillendirdi. Biden yönetimi döneminde, ABD’nin bu olaylara tepkisi genellikle pasif kaldı ve bölgedeki gelişmeler büyük oranda Washington’un dışındaki güçler tarafından belirlendi. 2024’te Suudi Arabistan ile İran, Çin’in arabuluculuğuyla ilişkilerini normalleştirirken, Türkiye de bölgedeki ülkelerle – Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ile – ilişkilerini yeniden kurmaya başladı.

Netanyahu şoför koltuğunda

Binyamin Netanyahu, Ocak 2025’e kadar Orta Doğu’daki dinamikleri şekillendiren en önemli lider konumunda olacak. Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve İran’la olası bir savaş mı yaşanacak, yoksa bu çatışmaların ardından bir düzen mi kurulacak? İsrail Başbakanı’nın bu süreçte alacağı kararlar, Trump veya Harris’in devralacağı Orta Doğu’nun nasıl bir görünüm sergileyeceğini doğrudan etkileyebilir. Özellikle, iki devletli bir çözümü sürekli reddeden Netanyahu’nun tutumu, ABD’nin Orta Doğu politikasını derinden etkilemeye devam edecek. Kongre’de 50’den fazla kez ayakta alkışlanan Netanyahu’nun, Washington siyasetinde önemli bir etkisi olduğu aşikâr.

Trump

Trump için dost ve düşman arasındaki çizgi keskin ve net. İsrail’i ve özellikle sağcı hükümetini güçlü bir şekilde destekleyecek, Filistin haklarını ise büyük ölçüde göz ardı edecektir. Trump, Suudi Arabistan’ı da sıkı bir şekilde destekleyecek; özellikle silah ticareti ve yüksek teknoloji sektörlerindeki ekonomik bağları güçlendirecektir.

İran konusunda Trump, başkan olduğu takdirde maksimum ekonomik baskı politikasına geri dönecektir. Tahran’ın kendisine karşı gelmesi durumunda güç kullanmaktan çekinmeyeceğini de belirtecektir. İlk başkanlık döneminde, İranlı General Kasım Süleymani’ye yönelik suikast, Trump’ın bu kararlılığını gösteren bir örnekti. Ayrıca, Trump’a yönelik İran kaynaklı bir suikast planı olduğu bilgisi de Trump’ın İran’a karşı daha saldırgan bir tutum sergilemesine yol açabilir.

Fakat Trump, dış politikadaki ana odağını farklı bir yere kaydırabilir: O da Çin. Trump, Vladimir Putin’in Rusya’sını düşman olarak görmüyor. Ukrayna’daki savaşı büyük ölçüde Rusya’nın şartlarına göre çözmeyi ve Moskova ile ilişkileri yeniden inşa etmeyi tercih edebilir. Trump ayrıca, ekonomik yaptırımların yaygın kullanımına özellikle Amerikan dolarının küresel rezerv para birimi olarak gücünü zayıflattığını savunarak karşı çıkmıştı. Bu çerçevede, İran ve Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlara karşı eleştirilerini daha da artırabilir.

Sonuç olarak, Trump, İran’a karşı baskıyı arttıracak, tehditler savuracak, ancak İran’ın müzakere masasına gelmesi durumunda anlaşma yapmaya açık olacaktır.

Harris

Harris, Orta Doğu’ya daha nüanslı bir yaklaşım getirecektir. Trump’ın “dost ve düşman” üzerine kurulu siyah-beyaz yaklaşımının aksine, Harris daha dengeli ve ince bir politika izleyecektir. Harris, İsrail’e güçlü bir destek vermeye devam edecektir, ancak İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’daki saldırgan tutumlarını eleştirmekten de çekinmeyecektir. İki devletli çözümü yeniden canlandırmak için İsrail’e baskı yapmaya çalışacak ama bu çabanın başarılı olup olmayacağı belirsiz.

Harris’in Suudi Arabistan’la ilişkisi de Trump’la kıyaslandığında daha mesafeli olabilir. ABD’nin Suudi Arabistan’a verdiği desteği devam ettirecek olsa da insan hakları ve demokrasi konularında daha sert bir söylem benimsemesi muhtemel. Ancak, küresel enerji piyasalarındaki dengeyi ve bölgesel güvenliği sağlama konusunda Suudi Arabistan’la iş birliği sürecektir.

İran konusunda Harris, nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak ve diplomatik çözüm yollarını önceliklendirmek isteyecektir. Trump’tan farklı olarak, Harris’in doğrudan askeri müdahalelere başvurma olasılığı daha düşük. Bunun yerine, diplomasi ve yaptırımları bir arada kullanarak İran’ı kontrol altında tutmayı tercih edecektir.

Harris yönetimi muhtemelen İsrail, Suudi Arabistan ve İran ile ilişkilere daha nüanslı bir yaklaşım getirecektir. Trump’ın benimsemeye eğilimli olduğu siyah-beyaz bakış açısından yoksun olacaktır. Harris İsrail’e güçlü bir destek verdi ve vermeye de devam edecektir. Ancak muhtemelen İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’daki aşırı saldırgan eylemlerini eleştirerek bunu yumuşatacak ve iki devletli bir çözüm için müzakerelere geri dönmeleri için İsraillilere baskı yapmaya çalışacak, bu da muhtemelen başarısız olacak.

Suudi Arabistan’ın sağlam bir ortağı olacak ve Başkan Joe Biden’ın ABD, Suudi Arabistan ve İsrail arasında üçlü bir anlaşma sağlama çabalarını sürdürmeye çalışacaktır. Fakat Harris’in Suudi ve diğer Körfez liderleriyle Trump’ın sahip olduğu sıcak ve güçlü kişisel ilişkilere sahip olması beklenmiyor.

İran konusunda, Biden döneminde öne çıkan yaptırımların kısmi olarak uygulanmasını sürdürecek ve ortaya çıkmaları halinde diplomatik atılımlar peşinde koşmaya devam edecektir.

Bağlayıcı olmayan açıklamalar

Seçimin son haftalarında hem Harris hem de Trump, kendilerinden önce pek çok adayın yaptığı gibi, dış ve iç politikayı kapsayan pek çok konuda muğlak kalacak gibi görünüyor. Her iki aday da göreve geldiklerinde ellerini kollarını bağlayabilecek herhangi bir şey söylemekten kaçınacak ve mümkün olduğunca seçmenleri ya da seçmen kitlelerini yabancılaştırmamaya dikkat edecektir.

Ve kim kazanırsa kazansın, seçimden sonra hangi yönetim kurulursa kurulsun üst düzey pozisyonlara kimin atanacağı hala belli değil. Washington’da bunun neden önemli olduğunu ortaya koyan bir deyiş vardır: “Personel politikadır.” Trump için bu özellikle önemli bir soru zira dış politika danışmanlarının çoğu kendisinden çok daha geleneksel muhafazakâr ve şahin.

Dış politikasını ne ölçüde şekillendirecekleri ve kararların ne kadarının başkanın kendisi tarafından alınacağı son derece önemli olabilir. Trump’ın kafasına estiği gibi davranması ve öngörülemez olmaktan gurur duyması, ana etkiyi kendisinin elinde tutacağına dair bahse girebileceğim anlamına geliyor.

Harris’in başkanlığında hem küresel hem de Orta Doğu’daki yaklaşımlar daha öngörülebilir olacaktır.

Trump kazanırsa, öngörülemezliği bir nimet mi olacak yoksa zaten istikrarsız olan Orta Doğu’ya yeni bir istikrarsızlık unsuru mu ekleyecek?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English