Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Bangladeş pazar günü kargaşa içinde seçimlere gidiyor

Yayınlanma

Imtiaz Ahmed, Gazeteci
Bangladeş – Dakka

Bangladeş, ana muhalefet partisi Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) ile bazı sol ve sağ İslami siyasi partilerin boykotu altında 7 Ocak 2024 Pazar günü 12. Jatiya Sangsad (Ulusal Meclis) seçimlerine gidiyor.

Seçim Komisyonu (SK) yetkililerine göre, 7 Ocak’taki seçimlerde 28 siyasi partiden 1.534 ve 436 bağımsız olmak üzere toplam 1.970 aday 299 parlamento koltuğu için yarışıyor.

Komisyon ülke genelinde eş zamanlı olarak 300 seçim bölgesinin tamamı için seçim takvimi açıklamasına rağmen, Naogaon-2 seçim bölgesinden bir yarışmacının hayatını kaybetmesi nedeniyle seçimler 299 bölgede yapılacak.

Bangladeş hükümeti seçim günü olan 7 Ocak’ı resmi tatil ilan etti.

Oy verme işlemi 7 Ocak günü sabah saat 8.00’de başlayacak ve aynı gün saat 16.00’ya kadar devam edecek.

Perşembe günü adayların seçim kampanyası yürütmeleri için son gün olduğundan milletvekili adaylarının birçoğu kapı kapı dolaşarak kendileri için oy isterken görüldü.

Bangladeş, Başbakan Sheikh Hasina’nın liderliğinde son 15 yılda muazzam bir kalkınmaya tanık oldu. Güney Asya ülkesi 2021 yılında orta gelir grubuna üye oldu ve 2026 yılına kadar en az gelişmiş ülke (LDC) statüsünden çıkmaya hazırlanıyor.

Ülkede son 15 yılda Padma Köprüsü, Chittagong’daki Karnaphuli nehrinin altına inşa edilen Bangabandhu Sheikh Mujibur Rahman Tüneli, Hazrat Shahjalal Uluslararası Havalimanı’nın genişletilmesi, Dakka şehrinde metro demiryolu hizmetinin başlatılması ve Chittagong’da yapımı devam eden Matarbari Derin Deniz Limanı inşasına şahit oldu.

Bangladeş’te 2014 ve 2018 yıllarında yapılan son iki parlamento seçimine ilişkin tartışmalar devam etmekte olup ana muhalefet partisi BNP, iktidardaki Bangladeş Awami Ligi’ni seçim sürecine müdahale etmekle suçlamıştır.

Bangladeş ilk parlamento seçimini 1973 yılında gerçekleştirmişti ve Bangladeş Awami Ligi 300 sandalyeden 293’ünü kazanarak ezici bir zafer elde etmişti.

Askeri yöneticiler General Ziaur Rahman ve General Hossain Mohammad Ershad 1979 ve 1986 yıllarında parlamento seçimlerini gerçekleştirmiş ve partileri – Bangladeş Milliyetçi Partisi ve Jatiya Partisi – sırasıyla seçimleri kazanmıştı.

Bangladeş ayrıca 1991, 1996, 2001 ve 2008 yıllarında geçici hükümetler altında parlamento seçimleri gerçekleştirmiş olup, sivil toplum üyeleri, ekonomistler, gazeteciler, iş dünyası liderleri, tarihçiler, eğitimciler ve hatta önde gelen iktidar ve muhalefet siyasi partilerinin çoğuna göre belki de ülke tarihindeki en güvenilir seçimlerdir.

Ülke 1971 yılında Pakistan ordusuyla girdiği kanlı bir savaş sonucunda bağımsızlığını kazandı. Kurtuluş savaşında yaklaşık 30 bin kişi hayatını kaybetti ve yaklaşık 3 bin kadın ve kız çocuğu fiziksel saldırıya uğradı.

Güney Asya’daki ülkeler -Hindistan, Nepal, Sri Lanka, Maldivler, Butan ve hatta Pakistan- yıllar içinde güvenilir ve şeffaf bir seçim sistemi geliştirmiş olsalar da Bangladeş’te başlıca siyasi partiler arasında parlamento seçimlerinin yürütülmesine ilişkin tartışmalar hala devam etmektedir.

Tarafsız siyasi kişilere göre, muhalefet partilerine saygı gösterme kültürü son 52 yılda gelişmedi ve hatta son yıllarda durum daha da kötüleşti.

Bangladeş’in eski Seçim Komiseri (2007-2012) M Sakhawat Hossain katıldığı çeşitli programlarda ana muhalefet partisi Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin (BNP) yer almadığı bir parlamento seçiminin ülkedeki siyasi krizi derinleştireceği görüşünde.

32’den fazla kitap yazan Taswar Ahmad, ulusal ve uluslararası televizyonlarda güvenlik ve savunma analisti olarak köşe yazarlığı ve serbest yorumculuk yapmaktadır.

Kuzey Güney Üniversitesi Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği Bölümü öğrencisi Taswar Ahmad, muhabirimize yaptığı açıklamada hayatında ilk kez parlamento seçimlerinde oy kullanacağı için heyecanlı olduğunu söyledi.

Eskaton Garden’da önde gelen bir İngilizce gazetenin genç çalışanı Ahmed Rasel, bu parlamento seçimini boykot edeceğini söyledi ve bunu iktidardaki siyasi partinin alay konusu olarak nitelendirdi.

ABD ve Hindistan’dan farklı açıklamalar

Bu arada ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller geçtiğimiz günlerde düzenlediği olağan basın brifinginde ABD’nin barışçıl bir şekilde yürütülen özgür, adil ve güvenilir bir seçim istediğini söyledi.

“Bangladeş’te bir siyasi partiyi desteklemiyoruz; bir siyasi partiyi diğerine tercih etmiyoruz. Tüm tarafları itidalli davranmaya, şiddetten kaçınmaya ve barışçıl bir şekilde yürütülecek özgür ve adil seçimlerin koşullarını yaratmak için birlikte çalışmaya çağırıyoruz” dedi.

Büyükelçi Peter Haas’a yönelik son tehdit iddiaları sorulduğunda ise ABD Dışişleri sözcüsü şunları söyledi: “Yurtdışındaki diplomatlarımızın emniyeti ve güvenliği elbette bizim en önemli önceliğimizdir. Onlara yönelik her türlü tehdidi çok ciddiye alırız. Diplomatik personelimize yönelik şiddet ya da şiddet tehditleri kabul edilemez. Büyükelçi Haas’a yönelik tehditkâr söylemlere ilişkin endişelerimizi Bangladeş Hükümeti’ne defalarca ilettik. Kendilerine Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi uyarınca ABD diplomatik misyonlarının ve personelinin emniyet ve güvenliğini sağlama yükümlülükleri olduğunu hatırlatırız.”

Bu arada Avrupa Birliği’nin (AB) Bangladeş Büyükelçisi Charles Whiteley de Bangladeş’te barışçıl, adil ve katılımcı seçimlere vurgu yaptı.

Awami Ligi Genel Sekreteri ve Karayolu Taşımacılığı ve Köprüler Bakanı Obaidul Quader ile görüşmesinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada “Bangladeş’te barışçıl, özgür, adil ve katılımcı seçimleri teşvik ediyoruz” dedi.

Perşembe günü Yeni Delhi’de düzenlenen haftalık basın brifinginde Hindistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Randhir Jaiswal ise, “Bangladeş’teki seçimler – ve bunu çok tutarlı bir şekilde söylüyoruz – Bangladeş’in iç meselesidir” dedi.

“Geleceklerine karar vermek Bangladeş halkının görevidir” diye ekledi.

Söz konusu açıklamaları gazetecilerin 7 Ocak’ta Bangladeş’te yapılacak seçimlere ana muhalefet partilerinin katılmaması nedeniyle seçimlerin güvenilirliği konusunda Hindistan’ın ne düşündüğünü sorması üzerine yaptı.

Gazeteciler ayrıca Hindistan’ın Bangladeş’e herhangi bir resmi gözlemci ekibi gönderip göndermediğini sordular, Randhir bu soruya yorum yapmadı.

Kıdemli diplomat Randhir Jaiswal çarşamba günü Arindam Bagchi’nin yerine Hindistan Dışişleri Bakanlığı’nın yeni sözcüsü olarak göreve başladı.

Başbakan Hasina’dan ‘sandığa sahip çıkın’ çağrısı

Bu arada Bangladeş Awami Ligi Başkanı ve Başbakan Sheikh Hasina çarşamba günü yaptığı açıklamada halkı 7 Ocak genel seçimlerinde oylarını kullanarak BNP ve Cemaat’in kundaklama şiddetine uygun bir cevap vermeye çağırdı.

“Sadece oyunuzu kullanmakla kalmayın, oyunuzu koruyun da. Kundaklama şiddetine, militan ve terörist BNP ve Cemaat’e uygun bir cevap verin,” dedi AL Dhaka City Güney ve Kuzey birimleri tarafından şehrin Dhanmondi bölgesindeki Kalabagan Krirachakra Alanında ortaklaşa düzenlenen seçim mitinginde yaptığı konuşmada.

Bangladeş halkından “ülkeyi yok etmek isteyen kundakçı BNP ve Cemaat’e karşı her zaman uyanık olmalarını” istedi.

“BNP ve Cemaat kundaklama şiddetine başvurarak yaklaşan seçimlerde oylarınızı çalmak istiyor” dedi.

Başbakan, seçmenleri 7 Ocak sabahı sandık başına gitmeye ve oylarını kullanmaya çağırdı, böylece kimse oy haklarını ve seçimlerini ellerinden alamayacaktı.

BNP’nin oylara hile karıştırmayı alışkanlık haline getirdiğini iddia eden Başbakan, partinin oy çalamayacağı için seçimleri boykot ettiğini söyledi.

“Seçime katılmak istemiyorlar, daha ziyade seçimi bozmak istiyorlar… Ama seçimi durduracak kadar cesaretleri yok. Bunu yapamayacaklar” diye devam etti.

BNP’nin 2008 seçimlerindeki kötü performansına da değinen Hasina, birçok kişinin daha önce BNP’nin çok güçlü bir parti olduğunu ve o seçimlerde Awami League’e eşit ya da daha fazla sandalye kazanacağını düşündüğünü söyledi.

“Artık halkın oylarını alıyoruz çünkü her sektörde onlar için çalışarak halkın kalbini kazandık. Oylara hile karıştırmamıza gerek yok” dedi ve BNP’nin oylara hile karıştırmadan kazanamayacağını, bunun 2008 seçimlerinde kanıtlandığını sözlerine ekledi.

Başbakan, hükümetinin Buriganga, Balu ve Turag da dahil olmak üzere Dakka’yı çevreleyen nehirleri kirlilikten arındırmak, gezilebilirliklerini artırmak ve kıyılarında yürüyüş yolları inşa etmek için projeler üstlendiğini söyledi.

Dakka’nın güzelliğini artırmak ve böylece şehir sakinlerinin güvenliğini sağlamak için farklı hizmetlere ait havai kabloların aşamalı olarak yer altına alınacağını söyledi.

Başbakan 2024 yeni yılı vesilesiyle herkesi selamladı.

AL Başkanı, partisinin Dakka’daki farklı seçim bölgelerinden 12. parlamento seçimlerinde yarışan 15 adayını tanıtarak onlar için oy istedi.

Ana muhalefet partisinden protesto ve boykot çağrısı

Bangladeş’in ana muhalefet partisi Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) lideri Abdul Moyeen Khan ise perşembe günü yaptığı açıklamada hükümetin 7 Ocak’ta yapılacak ‘göstermelik’ seçimle ezici bir yenilgiye uğrayacağını iddia etti.

“Hükümet 7 Ocak’ta zafer kazanacağını düşünüyor. Gerçek şu ki Awami Ligi 7 Ocak’ta Bangladeş’te ağır bir yenilgiye uğrayacak” dedi.

Bir mitingde konuşan BNP lideri ayrıca bağımsızlık yanlısı bir güç olduğunu iddia eden Awami League’in yanlış yolda yürüdüğünü söyledi. “Eğer yanlış yolda yürümeye devam ederlerse, tarihin çöplüğüne atılacaklar. Siz (AL) bu acı gerçeğin farkına varmalısınız.”

BNP yanlısı profesyonellerin oluşturduğu bir platform olan Bangladeş Smmalita Peshajibi Parishad, 7 Ocak’ta yapılması planlanan 12. parlamento seçimlerini protesto etmek amacıyla Jatiya Basın Kulübü önünde bir miting düzenledi.

Daha sonra BNP daimi komite üyesi Moyeen, liderler ve farklı meslek kuruluşları ile birlikte yayalara seçimi boykot etmeleri çağrısında bulunan broşürler dağıttı.

Hükümeti, seçimi iptal ederek, parlamentoyu ve kabineyi feshederek ülkede barışı yeniden tesis etmek için doğru yola gelmeye çağırdı. “Bangladeş’in 18 milyon insanını kurşunlarla, ses bombalarıyla ve göz yaşartıcı gazla bastıramayacaksınız. Bu yüzden müzakere yoluna gelin, barış yoluna gelin.”

BNP lideri, aralarında BNP’nin de bulunduğu 63 siyasi partinin liberal, demokratik ve barışçıl siyasete inandıkları için seçimi boykot ettiklerini söyledi: “Bu nedenle hükümete yanlış yoldan geri dönmesi çağrısında bulunuyorum. Ülke halkının görüşlerine nasıl saygı duyulacağını öğrenmeye çalışın. Özgürlük Savaşı yanlısı güçler olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Eğer durum buysa, neden demokrasiyi feda ettiniz?”

Hem Bangladeş halkının hem de yabancıların 7 Ocak seçimlerine güvenmediğini söyledi.

Moyeen, farklı uluslararası medya kuruluşlarından gazetecilerin Dakka’ya gelerek Bangladeş’te nasıl sözde bir seçim yapıldığını raporlarıyla ortaya koyduklarını söyledi.

Bu arada BNP Kıdemli Genel Sekreteri Ruhul Kabir Rizvi sabah saatlerinde Uttara Rajuk Okulu yakınlarında BNP’nin pazar günkü seçimleri boykot etme çağrısını içeren broşürler dağıttı.

Burada gazetecilere konuşan Rizvi, hükümet hangi stratejiye başvurursa başvursun pazar günü sandık başına sıradan seçmenlerin değil sadece Awami Ligi liderleri ve çalışanlarının gideceğini söyledi.

BNP lideri, “Hükümet sahte adaylar göstererek demokratik dünyaya adil bir seçim yapıldığını göstereceğini düşündü… ancak Bangladeş’te sahne yönetimli bir seçim yapıldığı demokratik dünya için açık hale geldi” dedi.

Rizvi, hükümetin devlet mekanizmasını kullanarak sahte bir seçim düzenleyerek iktidarda kalamayacağını söyledi. “Eğer siz (hükümet) ülkeyi tehlikeye doğru iterseniz sonuçları iyi olmayacaktır. İnsanlar seçimi boykot edecek ve sandık başına gitmeyecekler” dedi.

Rizvi salı günü yaptığı açıklamada da 28 Temmuz 2023 tarihinden bu yana muhalefet partisi tarafından uygulanan siyasi programlar nedeniyle polis tarafından açılan 1.124 davada yüz binden fazla BNP lideri ve aktivistinin suçlandığını iddia etmişti.

Rizvi, düzenlediği sanal basın toplantısında, bu süre zarfında BNP’nin 24,541 lider ve aktivistinin tutuklandığını ve aralarında gazetecilerin de bulunduğu 27 kişinin öldürüldüğünü söyledi.

Rizvi, “Hapishane yetkilileri BNP Genel Sekreteri Syed Moazzem Hossain Alal’ın hapishane içindeki bölüm olanaklarını iptal etti” diye ekledi.

Öğle saatlerinde Gülşan-2 bölgesinde bildiri dağıtan Rizvi, halkı bir kez daha yaklaşan seçimleri boykot etmeye çağırdı ve anketleri bir maskaralık olarak nitelendirdi.

“Ulus yasadışı sahte seçimlerle aldatılıyor; bu tüm ulusa karşı yapılmış bir sahtekarlıktır. Bu yasadışı seçime karşı durmalı ve boykot etmeliyiz” dedi.

Seçmenleri seçimleri engellemeye çağırarak, “Faşist Awami Ligi hükümeti insanların oy kullanma hakkına hile karıştırdı; ifade özgürlüğünü ellerinden aldılar. Ülkeyi tek partili bir devlet olarak şekillendirmek istiyorlar ama bu bağımsız topraklarda mümkün olmayacak” dedi. Ayrıca BNP’nin Bangladeş’te demokrasiyi barışçıl bir süreçle yeniden canlandıracağını söyledi.

Diğer bazı partilerin yanı sıra BNP de seçimlerin 2011 yılında anayasal hükmü kaldırılan bir geçici hükümet altında yapılması çağrısında bulunmuştu.

Bu arada BNP, 12. Jatiya Sangsad seçimlerini protesto etmek amacıyla cumartesi sabahından itibaren 48 saatlik bir grev ilan etti. Rizvi perşembe günü yaptığı sanal basın brifinginde, muhalefet partisi ve müttefiklerinin cumartesi sabah 6’dan pazartesi sabah 6’ya kadar grev programına uyacaklarını duyurdu.

Seçim Komisyonundan açıklama

Seçim Komisyonu Başkanı (SKM) Kazi Habibul Awal perşembe günü yaptığı açıklamada Seçim Komisyonu’nun farklı yabancı ülkelerin diplomatlarına ve farklı uluslararası kuruluşların temsilcilerine yaklaşan parlamento seçimlerinin özgür, adil ve güvenilir olacağına dair güvence verdiğini söyledi.

Farklı yabancı ülkelerin diplomatlarına ve farklı uluslararası kuruluşların temsilcilerine 12. parlamento seçimlerinin son ve genel durumu hakkında bir şehir otelinde brifing verdikten sonra gazetecilere verdiği demeçte “Yaklaşan parlamento seçimleri özgür, adil ve güvenilir olacak” dedi.

Seçim Komiserleri (EC) Brig Gen Md Ahsan Habib Khan (Retd), Rashida Sultana, Md. Alamgir, Md. Anisur Rahman, Dışişleri kıdemli sekreteri Masud Bin Momen, Bilgi ve Yayın kıdemli sekreteri Md. Humayun Kabir Khandaker, Seçim Komisyonu Sekreteri Md. Jahangir Alam, Baş Enformasyon Görevlisi Md. Shahinoor Miah da hazır bulundu.

Awal, Seçim Komisyonunun 7 Ocak’ta yapılması planlanan parlamento seçimlerinin özgür, adil ve güvenilir bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli tüm tedbirleri aldığını söyledi.

“Şeffaf, güvenilir, özgür ve adil olması için parlamento seçimiyle ilgili tüm durumlara odaklanıyoruz,” diye ekledi.

Awal, farklı ülkelerin diplomatlarının ve farklı yabancı kurumların temsilcilerinin birçok kez Seçim Komisyonuna gelerek özgür, adil ve güvenilir bir genel seçim yapılması yönündeki arzularını dile getirdiklerini söyledi.

Yabancı diplomat ve temsilcilerin ilgi ve isteklerine cevaben, “Yaklaşan parlamento seçimlerinin özgür, adil ve güvenilir bir şekilde yapılacağı konusunda onları temin edebildik. Seçim Komisyonu parlamento seçimlerinin tüm durumlarını sürekli olarak denetliyor” dedi.

Seçimlere ilişkin girişimlerin bir parçası olarak Awal, “Seçim günü her iki saatte bir oy kullanma yüzdesini öğrenmek için seçim yönetimi uygulamalarını tanıtacağız” dedi.

Awal, yeni tanıtılan seçim yönetimi uygulamalarının, her iki saatte bir oy kullanan seçmenlerin yüzdesini göstereceği için parlamento seçimlerinin şeffaf olmasına yardımcı olacağını ve bu uygulamalar aracılığıyla herkesin oylama yüzdesini öğrenebileceğini de sözlerine ekledi.

Toplantı sırasında yabancı diplomatların hükümetin seçmenler üzerinde oylarını kullanmak üzere sandık başına gitmeleri için herhangi bir baskı oluşturup oluşturmadığını öğrenmek istediklerini belirten Awal, hükümetin seçmenler üzerinde herhangi bir baskı oluşturmadığını söyledi. Seçim farkındalık kampanyasının bir parçası olarak komisyonun halkı oylarını kullanmak üzere sandık başına gitmeye teşvik ettiğini de vurguladı.

Yabancı gözlemciler ülkeye ulaştı

Bu arada Dışişleri Bakanı Masud Bin Momen, 127 yabancı gözlemci ya da uzmandan 60’ının ulusal seçimler öncesinde ülkeye ulaştığını söyledi.

“Şu ana kadar 60 yabancı gözlemci ya da uzman buraya geldi ve toplamda 127 kişinin gelmesi planlanıyor. Ayrıca 73 yabancı gazeteci akreditasyon aldı ve bunlardan 17’si çoktan geldi,” dedi baş seçim komiserinin Dakka’da görevli yabancı diplomatları bilgilendirmesinin ardından gazetecilere konuşurken.

Mesud, “Yabancı seçim gözlemcileri ve gazetecilerin çoğu bu gece ve yarın sabah buraya ulaşacak. Dakka’da ve Dakka dışında seçimleri izleyecekler” dedi. “Nereye gideceklerini belirleyemiyoruz, ancak hava bağlantısı olan destinasyonları seçmelerini önerdik” diye ekledi.

Dışişleri Bakanı, hükümetin yabancı diplomatlara güvenlik sağlayacağını ve diğer ülkelerin seçim komisyonları yetkililerine yerel misafirperverlik sunacağını söyledi.

Dakka’da görev yapan farklı ülkelerden 50’den fazla diplomatın katıldığı brifingde pazar günkü seçim hazırlıklarına ilişkin son gelişmeleri aktardı.

GÖRÜŞ

NATO zirvesi öncesinde kolektif Batı’nın üç köşesinden yansıyan kriz hali

Yayınlanma

Yazar

Kolektif Batı, NATO’nun 9-11 Temmuz’da Washington’da düzenlenecek 75’inci yıl zirvesine, üzerlerinde toplanan kara bulutlarla gidiyor. Rusya Federasyonu’nu stratejik yenilgiye uğratma hedefli ‘Proje Ukrayna’; askeri, diplomatik ve ekonomik cepheleriyle çökerken, Gazze Şeridi’ndeki insani ve siyasi dram meşhur ‘değerler makyajını’ akıtmış durumda. Çin Halk Cumhuriyeti’ni dizginlemek için Asya’nın sularını ısıtmaya mecalin kalıp kalmayacağı meçhul. Ve asıl Batı’nın kendi içinde neoliberal modelinin sıkışmışlığı görünür hale geliyor.

AB’nin iki sac ayağından Fransa’da Macronizm çatırdarken, 20 senedir ‘aşırı sağ’ diye formüle edilen denklem ciddiye biniyor. Almanya’da Başbakan Olaf Scholz, komşusunu kaygıyla izliyor. Hristiyan Demokratlar’ın da ötesinde Almanya için Alternatif ile yeni şekillenen sol ensesinde.

‘Demokrasi beşiği’ Britanya’nın etnik kökeniyle cilalanan başbakanı Rishi Sunak, 14 yıllık Muhafazakar iktidarı uçurumdan atarken, neoliberal nizamın temsilciliği İşçi Partisi’ne devroluyor.

Asıl önemlisi dört yıllık başkanlığında dünyayı ‘demokrasi ve müstesna Amerikan liderliği’ altında toplama iddiasını ortaya koyan Joe Biden’ın bizzat kendisi ‘yitip gidiyor’. Amerikan siyaset makinasının dişlileri gıcırdıyor.

Fransa’dan başlayalım…

KÜÇÜK NAPOLYON’UN BÜYÜK KUMARI

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, çok değil, birkaç ay öncesine kadar kibirli bir edayla Rusya ile savaşmak için Ukrayna’ya asker gönderme gündemini canlı tutuyordu. Moskova’dan tarihsel anımsatmalar eşliğinde sert yanıt alınca, Ukrayna çatışması öncesinde Rusya lideri Putin ile telefon görüşmesi kayıtlarını tekrardan ‘ifşa ederek’ intikama kalkıştı. Gizlice aldığı kayıtlarda Putin’in BM onaylı Minsk anlaşmasını uygulamak için Donbass’taki halk cumhuriyetleriyle müzakere çabalarını anlatmasından öte bir şey de yoktu. Asıl dikkati çeken Macron ekibinin gülüşüp dalga geçmeleriydi.

Macron’un neşesi uzun sürmedi. Fransa’da Avrupa Parlamentosu için 9 Mayıs’ta düzenlenen seçimler suratında patladı. Kötü şöhretli nazi babası ile göbek bağını çoktan kesip merkez sağa konumlanmış Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik (RN-Rassemblement Nationale) 31,4 ile sandığı salladı. Macron’un Rönesans partisi yüzde 14,6’yla ağır hezimet yaşadı. Macron, ‘aşırı sol’ diye etiketlediği yüzde 13,8’lük ‘sosyalistleri’ kılpayı geçebildi.

‘Baskın basanındır’ diyerek parlamentoyu fesh etti, ilk turu 30 Haziran, ikinci turu 7 Temmuz’da erken seçim ilan etti. Fransız halkının önüne son 20 yılın bildik denklemini koydu: ‘biz gidersek aşırı sağcı Le Pen gelir’.

Ne ki bu kez 30 Haziran’daki ilk tur seçim de faciaya döndü. Ulusal Birlik tek başına oyların yüzde 29,5’una ulaşırken, müttefikleriyle yüzde 33’e tutundu. Macron’u destekleyen merkez bloğun (Rönesans ile ortakları Demokrasi hareketi MoDem ve Ufuklar Partisi) ‘Birlikte’ ittifakı ancak yüzde 20,4’e çıkabildi. Baş başa kalsalar birbirlerini yiyecek Sosyalist Parti, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI), Yeşiller ve Komünist Parti ‘aşırı sağ’ kaygısıyla Yeni Halk Cephesi’nde birleşip yüzde 27,9’a ulaşmayı başardı. Ulusal Birlik’e göz kırpan Éric Ciotti’nin Cumhuriyetçileri (LR) yüzde 6,56 ile dördüncü geldi.

İkinci tur 7 Temmuz’da. Ulusal Birlik’e karşı seçim bölgelerinde adaylar şansı daha yüksek rakipleri lehine çekiliyor. Fransız medyasına göre yükü çeken solcular. Yeni Halk Cephesi adayları ‘Birlikte’ lehine çekilirken, Macron’un adayları güçsüz oldukları yerlerde bile kampanyaya devam ediyor. Sol yine neoliberal nizama payandalıkla meşgul.

‘TOPAL ÖRDEK’

Macron, karmaşık seçim sisteminin de yardımıyla ikinci turda durumunu bir nebze düzeltebilir. Ancak rahat yönetme şansı görünmüyor. Fransız siyasi sisteminin alamet-i farikası ‘Kohabitasyon’un işlemesi zor. Le Pen ve yoksul göçmen kesimden devşirdiği 28 yaşındaki başbakan adayı Jordan Bardella, parlamentoda mutlak çoğunluk olmadan iktidarı istemiyor.

İlk tur Fransızların beşte dördünün Macron’a karşı olduğunu sergiledi. Ülkenin kredi notu düşer ve bütçe krizi tartışılırken, Macron sola veya teknokrat hükümete yıkabileceği bir siyasi belirsizliğe oynayabilir. Ama 7 Temmuz’da ‘20 yıllık bildik denklem’ işe yaramazsa, görev süresinin sonu olan 2027’yi bile görmeyebilir.

Polis şiddetiyle ezdiği Sarı Yelekler, emeklilik reformu, ağırlaşan göçmen krizi ve Fransız sömürgelerinin insanlarıyla kimlik ve dini ayrımlar üzerinden bitmeyen gerilimler, militarist Ukrayna politikalarının etkisiyle katlanan gıda ve enerji fiyatları eşliğinde Macronizmin sonu görünüyor. Zaman Le Pen’in lehine işliyor.

Velhasıl Macron, Washington’daki NATO zirvesine her halükarda ‘topal ördek’ olarak gidiyor.

DEMOKRASİNİN BEŞİĞİNDE BURUK ZAFER

Brexit’le ‘eğreti durduğu’ AB’den ayrılan Anglo-Amerikan ittifakının küçük ortağı Birleşik Krallık’ta Fransa’daki gibi bir trajedi yok. Ama epeydir, Boris Johnson, Liz Truss gibi isimler eşliğinde zaten temsili demokrasi kör topal işlerken, şimdi üstüne alternatifsizlik hakim.  

Beklendiği üzere, Muhafazakar Parti’nin 14 yıllık iktidarı Hint asıllı seçilmemiş varlıklı Başbakan Rishi Sunak’ın gözetiminde çöktü. 4 Temmuz seçiminde kesin olmayan sonuçlara göre, Muhafazakarlar 365 sandalyeden 121’e düştü. Yüzde 23.7 oranında oyla tam 250 milletvekilliği kaybettiler. Şahin Savunma Bakanı Grant Shapps, bir ay kadar süren başbakanlığı ‘marul ömrüyle’ anılan Lizz Truss Avam Kamarası’na seçilemediler.

Parlamentoda mutlak çoğunluk için 326 yeterliyken İşçi Partisi tam 412 sandalyeyi kaptı. Oylarını hepi topu yüzde 1,6 oranında yükseltmişken, seçim sistemi sayesinde yüzde 33,7 oranında oyla 221 fazladan vekil çıkardılar. Liberal Demokratlar 71 sandalye alırken, asıl sürprizi ‘aşırı sağcı’ Reform UK yaptı. Nigel Farage liderliğindeki Reform UK, oylarını yüzde 12,3 oranında yükselterek yüzde 14,3’e çıkardı ve 4 vekillik kazandı. Kalanı Yeşiller, Bağımsızlar, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler’den partilere gitti.

Birleşik Krallık’ın yeni Başbakanı İşçi Partisi lideri Keir Starmer.

Ancak ‘zafer’ buruk. 2019’daki yüzde 64,9’luk katılım oranının 8 puan düşerek yüzde 56,9’a gerilemesi ‘ezici zaferin’ coşkusunu söndürüyor.

KENDİ SEÇİM BÖLGESİNDE OY KAYBEDEN LİDER 

Daha utanç verici olan katakulli ile partiden attığı selefi Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi’nin lideri olduğu 2019’da kendi seçim bölgesinden 36.641 oy almış olan Starmer’ın, şimdi partinin lideri olarak aldığı oyların 18.884’e düşmesi. Corbyn bağımsız milletvekili seçilmeyi başardı. İşçi Partili rakibi Paul Waugh da öyle. Fark Waugh’ın geçen sene Rishi Sunak’a ‘yetkin başbakan’ diyerek övgü düzmüşlüğü. İngiliz İşçi Partisi’nin halleri nereden baksak acınası.

Aslında seçim öncesi YouGov anketi, İşçi Partisi’ne oy vereceklerin ana motivasyonunun yüzde 48 ile Muhafazakarlardan kurtulmak olduğunu ortaya sermişti. Starmer’ın emekçiler için çalıştığını düşünen yahut ona liderliği için oy vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 1, sağlık sistemini düzeltme olasılığına oy verenler yüzde 4 görünüyordu.

Nitekim Amerika’nın çokuluslu yatırım devi BlackRock’ın multi milyarder patronu Larry Fink’in ‘umut’ görüp desteklediği Keir Starmer, iç siyasette asgari ücret artışı, sağlık randevuları ile ilgili vaatlerini tutabilir mi bilinmez. Özetle, ülkeyi yeniden AB’ye sokma arzusunda, Gazze’de İsrail yandaşı, ‘Proje Ukrayna’nın destekçisi… Yani Rishi Sunak kampanyasının ‘dünya kötü, güvenlik için orduyu güçlendirmeliyiz’ söylemine kimsenin prim vermemiş olması bir şey değiştirmiyor.

ASIL SÜRPRİZ SİYASETTEN SİLEMEDİKLERİ FARAGE

Asıl sürprizi yapan Reform UK’ye gelince… Parti 4 sandalye kazanırken tartışmalı lideri Nigel Farage ilk kez Avam Kamarası’na girmeyi başardı. Ülkenin aşırı göçmen akını yüzünden kültürel yarılma yaşadığını söyleyen Farage “Biz misafirperver bir ülkeyiz ama milyonlar alamayız” diyor. “Dünyanın her yerinden, her dinden gelebilirsiniz, eğer bizim değerlerimizi paylaşıyorsanız birlikte mutlu ve barış içinde yaşayabiliriz” dese de ülkenin Hıristiyan köklerine atıfta bulunuyor. ‘Okullardan zehirli üçüncü cins ideolojisini yasaklamayı’ vaad eden Farage, son dönemde Rusya’nın AB ve NATO tarafından kışkırtıldığını söyleyerek şimşekleri çekti. Nihayetinde, Brexit sonrası siyasetten silineceğini iddia edenleri haksız çıkardı.

Velhasıl Keir Starmer, ABD’nin Bağımsızlık Günü’ne denk gelen 4 Temmuz seçiminin ardından Macron’un aksine Washington’a ‘muzaffer’ gidiyor.  

Tesadüf o ki, büyük ortak ABD’deki başkanlık seçimi de 5 Kasım ‘Guy Fawkes Günü’ne denk geliyor. 17’inci yüzyılda Katoliklerin Kral 1. James’in zulmüne karşı Westminster’ı havaya uçurma komplosunun kutlandığı tarihe… Ve Atlantik’in ötesinde, Beyaz Saray’da da Capitol Hill’de de sinirler gergin.

‘UYKUCU JOE’ İLE ‘BÜYÜK DON’

Amerikan ana akım medyasının yardımıyla üzeri örtülmeye çalışılan 81 yaşındaki Joe Biden’ın ‘bunama’ sorunları, Demokratik Parti ve müesses nizamın başına büyük dertler açtı. Hem de Donald Trump’a karşı ‘Amerikan demokrasisi için’ ikinci kez göğüslerini siper etmeye çalışırken…

ABD önseçimleri rekabetsiz ve renksiz geçerken, 27 Haziran’daki ilk başkanlık münazarasında kızılca kıyamet koptu. ‘Uykucu Joe’ ile ‘Büyük Don’un kapışmaları tarihi nitelikteydi. Camp David’de bir hafta kampa sokulmuş Biden cümleleri ağzında geveleyip anlaşılmaz kılmakla kalmayıp arada uyuklarken, doğrusu Trump rakibine çok da yüklenmeme taktiği izledi. 90 dakika boyunca ABD ve dünyaya dair üst perdeden atıp tutarken birbirlerine hakaretler yağdıran iki aday, geçkin yaşlarını ‘en iyi kim golf oynuyor’ üzerinden yarıştırarak Amerikan siyasetinin entelektüel düzeyini iyice sığlaştırdı.

‘JOE MUHTEŞEM BİR İŞ YAPTIN! HER SORUYU CEVAPLADIN!’

‘Uykucu Joe’ da ‘Büyük Don’ da ‘münazara zaferi’ ilan etti. Bilhassa First Lady Jill Biden’ın Demokrat taraftarlar önünde adeta 5 yaşında çocukla konuşur gibi “Joe, muhteşem bir iş yaptın! Her soruyu cevapladın” diyerek yaptığı sunum şoke ediciydi!

Demokratik liderlik ve bağışçıların büyük paniği gizlenecek gibi değil. New York Times, The Atlantic gibi yayınlar açıkça Biden’a adaylıktan çekilme çağrıları yaptı. Damardan Biden’cı İngiliz medyası Atlantik ötesinden ses verirken, The Economist Amerikan başkanlık armasını yürüteçle kapağına taşıdı.

Biden ekibi münazaradaki halini haziran ortasına kadar Avrupa’ya seyahatler ve grip olmasına bağlamaya çalışarak herkesi güldürüyor. ‘Kral çıplak’! Anketler seçmenlerin yüzde 70’ten fazlasının Biden’ın zihin sağlığının başkanlığa elvermediğini düşündüğünü gösteriyor. Son olarak Biden’ın Philedelphia’da bir radyoya “Siyah bir başkanla birlikte görev yapan ilk siyah kadın başkan yardımcısı olmaktan gurur duyduğunu” söylemesi karşısında dehşete düşen Amerikalılar “Bu adamda nükleer kodlar var” diye söyleniyorlar.

Şu ana kadar çabalar önseçimleri rakipsiz almış Biden’ı çekilmeye ikna edemiyor. Hatta yasadışı silah bulundurmaktan hükümlü, eski uyuşturucu müptelası oğlunu resmi toplantılara katarak aile meclisi eşliğinde kenetlenmiş görünüyor.

Demokratlar biçare. Bu haliyle Trump’ı yenebilecek iki isim öne çıkarılıyor. Mütevazı ve entelektüel eski First Lady Michele Obama ile tuhaf ve anlaşılmaz cümleleri ve yapmacık tavırlarıyla pek iyi sınav vermemiş başkan yardımcısı Kamala Harris. Michele Obama’nın görevi istemediği söyleniyor. Hevesli Kamala’nın heyecanını gizleyemediği açık fakat parti içinde kendisinden çok da hazzedilmediği anlaşılıyor.

Demokratların ağustos ayındaki kurultayına kadar ne olacağı meçhul. Biden’ı çekilmeye zorlamak için ‘tüm adaylara açık, beş haftalık hızlı bir önseçim ve kurultay’ yahut yasal mekanizmalara başvurmak dahil bin bir tartışma dönüyor.

En derin korku Trump’ın bu kez kazanırsa Amerikan devlet bürokrasisine Obama döneminden bu yana daha da nüfuz etmiş Demokratları koltuklarından etmesi. Münazara sonrası Yüksek Mahkeme’nin 6 Ocak 2021 Kongre baskını dahil Trump’a resmi görevindeki icraatlarından ötürü ‘kısmi muafiyet’ sunması kaygıları artırdı. Trump’a açılan davalarla ilgili ‘yasal gerekçeler’ geçerli olsa dahi, Adalet Bakanlığı destekli kovuşturmaların onu ekarte etmeye yönelik ve siyasi nitelikte olduğu izlenimi silinemiyor.

ABD’de hayat pahalılığı, kronikleşen göç, sokakları saran fentanil ile çöken altyapının yenilenmesi gereğine konuşulurken ve kamu borcu üç ayda bir 1 trilyon dolar artarken, Biden’ı yeniden seçtirme sancısı içindeki Demokratların sıkıntısı büyük.

TESELLİCİ DEMOKRATLAR, AI MÜHENDİSLİĞİ PEŞİNDE KOŞANLAR

Kimi Demokrat teselliyi ‘felçli Woodrow Wilson, FDR veya Ronald Reagan’a atıfla ‘Biden’ın durumu benzersiz değil’ demekte buluyor. Associated Press’in Perşembe günkü haberinin başlığı ‘Biden 81 yaşında: Zeki ve odaklanmış ama bazen kafası karışık ve unutkan’ oldu.

Kimisi de uzmanı oldukları ‘toplum mühendisliğine’ hevesleniyor. En acayip fikir Huffington Post’un ‘görüşler’ bölümüne konan ‘Biden Kampanyasının Yapay Zekayı Kucaklamasının Zamanı Geldi’ başlıklı makaleyle geldi. Makalede açıkça Demokrat kampanyanın ‘yapay zeka kullanarak Amerikan halkını Joe Biden’ın sağlıklı ve enerji dolu olduğuna inandırması gerektiği’ teması işlendi! Amerikan halkının ahmak yerine konmasını içeren böylesine bir öneri herhalde dünyada bir tek ABD’de yapılabilir.

Biden’ın ‘yitip giden’ liderliği, Avrupalı müttefiklerin halleri, necon’ların Batı’nın ekonomik ve siyasi hegemonyasını devam ettirmek için çizdikleri stratejinin de gelip dayandığı yeri gösteriyor. Biden ev sahipliğinde yapılacak NATO’nun 75’inci yıl zirvesi öncesi durum hiç parlak değil. Esasında Rusya ve Çin liderlerinin yinelenen mesajları, kolektif Batı’ya bir büyük kapışmadan dönmek için rasyonel yollar sunuyor. Ne ki, Batı’nın siyasi elitlerinin bu yolları görebilmeleri uzak bir ihtimal.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Suriye ile acil barış ve uzlaşma

Yayınlanma

Yazar

Siz belki okumaktan bıktınız; ama ben yazmaktan bıkmadım, çünkü mesele olağanüstü önemde. Suriye ile barış konusunda Harici’de yazdığım bir önceki yazı ‘Et Tekraru Ahsen, Velevkane Yüz Seksen’ başlığını taşıyordu. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye ile uzlaşma konusundaki açıklamaları beni tekrardan ümitlendirdi.

Erdoğan’ın açıklamalarından bu defa daha fazla umutlu olmama sebep önce Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Lavrentyev ile görüşen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ın Türkiye ile bir uzlaşma sürecine ülkesinin bütün toprakları üzerinde etkili egemenlik kurması çerçevesinde olumlu baktığını açıklamış olmasıydı. Erdoğan ise bu açıklamalara ilişkin bir soruya gayet olumlu ve yerinde cümlelerle karşılık cevap verince bu işin bu defa ilerleyeceğine dair ümidim arttı. En az bu açıklamalar kadar önemli olanı ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin artık Suriye ile uzlaşarak/anlaşarak teröre karşı ortak mücadele edilmesine vurgu yapan konuşmalarıydı. Kabul etmek gerekir ki, çoğu zaman Bahçeli’nin bu tarz konuşmaları hükümetin/devletin yeni politikalarının deklarasyonu gibi oluyor.

İÇERİK ÇOK UYGUN

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Esat’ın açıklamasına verdiği cevabın muhteva analizinde birkaç husus hemen fark edilebiliyor. Örneğin Erdoğan’ın sözlerinde zehirli hiçbir unsur bulunmaması ilk bakışta dikkati çekiyor. Örneğin rejim kelimesinin kullanılmamış olması tek başına çok önemli bir fark. Yakın zamana kadar Türk yetkililerin sürekli kullandığı bu ifadenin karşı tarafta çok büyük olumsuzluklar barındırdığını söylemeye bile gerek yok. Yıllar önce Yunanistan ile Gayriresmi Diplomasi toplantıları yaptığımızda onların Kıbrıs konusunda Türk işgali vb. sözlerine biz, Kıbrıs Barış Harekâtı sözlerine de onlar itiraz ederlerdi.

Rejim kelimesi ile başlayan açıklamalar da Suriye tarafı için uzlaşmamak adına yapılan yaralayıcı ve eleştiri sözleri ve bunu gerek Harici’de gerekse sosyal medya hesabımda (@hasanunal1920) sürekli dile getire geldim. Örneğin Erdoğan Suriye konusunda ilk defa 2022 yılının ağustos ayı başlarında Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin ile yaptığı görüşmenin ardından, Putin’in kendisine PKK/PYD’ye karşı askeri operasyon konusunda hep Suriye ile ortak hareket etmeyi tavsiye ettiğini, kendisinin de artık aynı kanaatte olduğunu, devletler arasında sürekli husumet olmayacağını ve kendisinin Esat ile el sıkışabileceğini söylemesine ve benzeri açıklamaları sonraki günlerde sürdürmesine rağmen o zamanki bürokrasi ısrarla rejim vb. açıklamalar yaparak sürece ivme kazandırmak yerine adeta baltalamıştı.

Bu defa Erdoğan’ın konuşmasında bu türden hiçbir unsur olmadığı gibi, Esat’a ilişkin olarak Suriye Devlet Başkanı ifadesini tercih etmesi ayrıca ümit verici; çünkü 2022 yılı ağustos ayı başlarında Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara rağmen o zamanki bürokrasi kullandığı ifadelerle hala Esat’ı ve hükümetini meşru görmediğimizi ima ediyordu. Bu defa Erdoğan’ın ısrarla Suriye Devlet Başkanı demesi sanırım ve ümit ederim ki, bütün soru işaretlerini ortadan kaldırıyordur.

Erdoğan’ın konuşmasında yer alan önemli vurgulardan birisi de Suriye’nin iç işlerine karışma niyetimizin olmadığının belirtilmesiydi. Erdoğan’ın Putin’le Soçi görüşmesi sonrası yaptığı açıklamanın ardından Türk yetkililer özellikle de o zamanki dışişleri bakanı rejim diye başlayan cümlelerle Suriye’ye yeni bir anayasa yapılması gerektiğinden söz ediyor ve ısrarla muhaliflerden bahsederek onların yönetime nasıl katılacaklarını sorguluyorlardı. Aslında yaptıkları şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’de ve sonraki günlerde yaptığı uzlaşma/anlaşma açıklamalarını görmezden gelmekle eş anlamlı gibiydi. Türkiye’nin 2013-2015 döneminde belirlediği ve ulusal çıkarlarımızla uzaktan yakında alakası olmayan bir politika söz konusuydu.

Özetle söylemek gerekirse, önce çatışmasızlık olacak, o arada yeni bir anayasa yazılarak Suriye’ye dayatılacak, Esat çekilerek yeni ve geçici bir hükümet kurulması sağlanacak ve bu hükümette muhalifler yer alacak (Esat’ın yer alıp almayacağı bile Türkiye açısından bir soru işaretiydi, Ankara bu konuda belki ifadesine daha yatkındı), sonra uluslararası gözlemcilerin sıkı denetimi altında seçimler yapılacak ve sonuçlarına göre de yeni yönetim oluşacaktı. Bu politikanın Türkiye’nin ulusal çıkarı ile uzaktan yakından bir alakası yoktu/olamazdı; çünkü Suriye gibi milli ve üniter yapıdaki bir devlete yeni anayasa dayatmak bu ülkeyi federasyona sürüklemek veya adı konulmamış bir federal yapıya zorlamak anlamına geliyordu. Böyle bir yapıda PKK/PYD’nin de federe ünitelerden birisi olacağı açıktı.

Oysa biz PKK/PYD’nin böyle bir kukla ünite/devletçik haline gelmemesi için mücadele ediyorduk; ancak bu örnekte olduğu gibi üzerinde tam olarak düşünülmemiş politikaların bir tarafında ulusal çıkarları korumak adına silahlı mücadele edersiniz öbür ayağında ise silahla karşı koyduğunuz yapının istediklerini elde etmesine dolaylı olarak yardımcı olursunuz. Böyle bir politikaya görevdeki bazı profesyonel diplomatların bu taleplerin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını gerekçe göstererek sahiplenmeleri ise oldukça garip bir durumdu; çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs meselesiyle ilgili bir dizi kararını biz de haklı olarak uygulamazken (İsrail’in BM kararlarını hiçe saydığını ayrıca not ederek) bu kararı tanrı buyruğu gibi değerlendirmek aslında Erdoğan’ın ‘Suriye ile uzlaşın’ talimatını sulandırmaktan başka bir şey değildi. Aslında o politikaya göre ülkemizde ve Suriye’de baktığımız yaklaşık on milyon Suriyeli ile PKK/PYD’nin Amerikan güçleri ile birlikte Fırat’ın doğusundaki nüfus ve İdlib bölgesinde yaşayanlarla birlikte Esat’tın seçilmesi engellenecekti; çünkü bu üç büyük nüfus grubu Suriye hükümetinin kontrolünde yaşayanlardan daha fazlaydı.

Erdoğan’ın Suriye’nin iç işlerine karışma niyetinde olmadığımızı söylemesi hem ulusal çıkarlarımıza uygun hem de yeni bir politika önerisine benziyor. Başka bir ifadeyle Suriye için yeni anayasa fantezisinden vazgeçmiş oluyoruz ki, aramızdaki en önemli engellerden birisi ortadan kalkmış oluyor. Bu, ayrıca Suriye’nin milli ve üniter anayasal yapısının korunmasının Türkiye’nin çıkarlarıyla ne kadar uyumlu olduğunun anlaşılması anlamına geliyor olsa gerektir; çünkü federal bir yapıya zorlanan ve içinde PKK/PYD’nin federe ünite olarak yer alacağı bir Suriye’nin parçalanma ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit etme riski hiç de azımsanamaz.

İLERİYE BAKMAK

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklaması kesin bir politika dönüşümü anlamına geliyorsa bunun bürokraside sulandırılmasına izin vermemek gerekir. Erdoğan ‘vaktiyle ailece de görüşüyorduk, yine görüşürüz’ dediğine göre, Suriye ile sıradan ve soğuk bir barıştan söz etmiyor olsa gerektir. İki devlet arasında önce barışın tesisi için sığınmacıların gönderilmesi ve terör örgütlerine karşı ortak mücadele konularında ayrı ayrı mutabakat imzalanması gerekecektir. Her iki alanda da çok kapsamlı sorunların olduğuna şüphe yok. Dolayısıyla mutabakat metinlerine ilaveten çalışma grupları hazırlanarak hızla ilerleme sağlamak lazım gelecektir.

Bu noktada en önemli sorun hükümete destek veren Siyasal İslamcılar, medya ile resmi sıfatlı veya gayriresmi Amerikancı gruplar olacaktır. Örneğin ‘Esat Suriye topraklarından çekilmemizi istiyor’ feveranını epeydir ediyorlar ve etmeye devam edeceklerdir. Oysa Şam hükümetinin kontrolümüzdeki toprakları boşaltmamızı istemesi gayet normal bir talep. Ne yani, Suriye hükümeti topraklarını bize bırakacak değildi herhalde?

Vaktiyle Suriye’ye fethe gidiliyormuş havası yaratılması, hükümetin kendi medyasının bu gerçek dışı havayı yıllarca pompalaması uzlaşmanın önündeki en büyük sorunlardan birisi gibi düşünülebilir. Fakat buradaki en büyük avantajımız Erdoğan’ın kararları ve tavırları karşısında bu grupların hızla pozisyon değiştirebilmeleri. Gerek kurumlar içerisindeki gerekse gayriresmi kişilikli Amerikancılar ise çok kutupluluk yerleştikçe etkilerini kaybediyorlar. Bu defaki yakınlaşmanın avantajlarından birisi de bu olsa gerek. Ayrıca yakınlaşma konusu bu defa bürokrasiye bırakılarak yavaşlatılma/sulandırılma riskine karşı doğrudan liderler diplomasisi yoluyla yönetilebilir ve uzlaşma/anlaşma bürokrasiye talimat olarak verilebilir.

PKK/PYD’NİN SONU

Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi PKK/PYD’nin sonu demektir. Amerika’nın bu terör örgütlerine açık destek veriyor olması bu gerçeği değiştirmez. Özellikle çok kutuplu dünyada Amerika’nın bu örgütler yoluyla Orta Doğu’da bir kukla devlet kurmaya çalışması, sınırları doğrudan veya dolaylı değiştirme girişimleri çok kutuplu bir dünyada sürdürülemez. Ankara-Şam uzlaşması Fırat’ın doğusunda hem de Amerikan birliklerinin desteği ile büyük çaplı etnik temizlik yaparak tutunmaya çalışan PKK/PYD ve Vaşington üzerinde psikolojik açıdan şok etkisi yaratacaktır; çünkü bugüne kadar bu kirli ikili Ankara’nın siyasal İslamcı politikalardan vaz geçmeyeceği dolayısıyla Esat dedikleri Suriye ile uzlaşmayacağı varsayımı üzerinden hareket etmekteydiler. Türkiye, Suriye ile uzlaştığı anda bu varsayım gecekondu temeli üzerine inşa edilmiş bir gökdelen gibi çatırdamaya başlayacak ve hızla göçecektir. Suriye ile uzlaşma bu terör örgütüne karşı yapılacak operasyonları ya Şam ile koordine etme veya hiç operasyon yapmadan karşı tarafın göçmesine sebep olacak bir stratejik sabır politikasıyla sonuç alınmasını sağlama fırsatlarını beraberinde getirecektir.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Round 1: Galip Trump

Yayınlanma

2024 ABD seçimlerinin ilk münazarası geride kaldı. Dört yıl aradan sonra neredeyse hiç yaşlanmamış bir Trump ve çok yaşlanmış bir Biden izledik. Hem de çok yaşlanmış… 2020’de kendi sağlığıyla ilgili çekinceler sıkça gündeme gelmişti. Ancak münazarada nispeten daha diri kalmayı başarmış, Trump’ın saldırgan üslubuna karşı “ton ton Joe amca” imajını güzelce inşa etmişti. Aradan geçen dört yıl ise Joe amcaya iyi davranmadı… Oğlu Hunter’ın video arşivini görmüşçesine iğrenme dolu bakışları, kısık sesi ve münazaranın başında 7-8 saniyeyi bulan duraksaması Demokratların umutlarını tamamen söndürdü. Oysa devamı o kadar kötü değildi. Yine dediği birçok şey anlaşılmıyordu ama en azından benzer bir duraklama yaşanmamıştı. Hatta duraksamadığı anlarda normalden bile hızlı konuşuyordu, belki de ilaçların etkisiyle…

Hiçbir soruya cevap verme ve kazan

Trump’ın stratejisi ise biraz daha ilginç oldu. Münazara öncesi yazımda Trump’ın İsrail konusuna girmek istemeyeceğini söylemiştim. Trump, Biden’a tepkili solcuları tekrar ona itmekten çekinecekti. Tam da öyle oldu. Ama Trump, sadece İsrail sorusuna değil, hiçbir soruya yanıt vermedi. Moderatörler ve Trump arasındaki diyaloglardan şöyle bir örnek vereyim;

“6 ocak olaylarından ötürü Demokratik haklarının elinden alınacağından korkan vatandaşlara ne söylemek istersiniz?”

“Joe’nun ekonomi politikaları ABD’yi bitirdi. Kimse bize saygı duymuyor!”

Münazaranın büyük kısmı bu şekilde geçti. Trump, hem Biden’ı hem de moderatörleri kafasında sessize almış, kendi anlatacağı şeyleri anlatmaya çıkmış. Cumhuriyetçi lider, neredeyse hiçbir soruya yanıt vermeden münazarayı tamamladı. Tabii beklediğim üzere yeni münazara kuralları Trump’ın işine geldi. Biden konuşurken kendi mikrofonunun kapanması sayesinde rakibinin sözünü hiç kesemedi. Böylece 2020’nin aksine “söz kesmeyen beyefendi adam” izlenimi ortaya çıktı.

İçerik açısından şaşırtıcı bir tartışma yaşanmadı. Trump doğal olarak ekonomiden, Ukrayna’ya verilen devasa yardım paketlerinden, Biden altında yaşanan göçmen krizinden dem vurdu. Konu siyahlara geldiğinde “sınır öyle delik deşik oldu ki siyah ve latinolar hem güvenlik sorunu yaşıyor hem de işlerini göçmenlere kaybediyor” dedi. Dahası Trump, Biden’ın siyahlar için 90’larda sapkınlar grubu ifadesini kullandığını hatırlattı. Biden, bu sefer ırkçılık meselesinden uzak kalmayı tercih etti çünkü Trump son ankete göre ülkedeki tüm siyah oyların yüzde 30’unu alıyor. Bu, rakibi tarafından beyaz üstünlükçülükle suçlanan bir Cumhuriyetçi aday için inanılmaz bir sayı. Trump, anketlerin doğru çıkması halinde girdiği her seçimde azınlıklardaki oyunu arttırmış olacak.

Sonra bir Ukrayna meselesi açıldı ki evlere şenlik… Biden Trump’ın malum davalarına dem vurunca konu bir anda Ukrayna’ya geldi. Trump, “Sen de suçlusun. Bireysel işlerin için ABD’nin gücünü kullanarak Ukrayna’ya baskı yapmadın mı? Binlerce insanı hala öldürmeye devam ediyorsun. Bu arada söyleyeyim; Ukrayna’daki ölü sayıları doğru değil. Verilenleri ikiyle, hatta üçle çarpın. Ukrayna savaşı kaybedecek, insanları kalmadı” ifadelerini kullandı.

İsrail konusuna dönersek dediğim gibi Trump çok fazla konu hakkında konuşmak istemedi. Bunun da bir ilk olduğunu söylemek gerekir, İsrail desteğini yinelemek artık iki aday için de çok tercih edilen bir durum değil. Biden zaten bu yüzden oy kaybediyor. Ancak Evanjelist olmayan muhafazakârlar arasında İsrail’e koşulsuz destek iyice popülaritesini kaybetti. Bu nedenle Trump sadece tek bir cümle kurdu. “Joe sen kötü bir Filistinlisin, onlar bile seni sevmiyor” diyerek konuyu kapattı.

Şimdi ne olacak?

Münazaranın kalanı karşılıklı kişisel saldırılar ve Trump’ın 98 kere “Herkes bizimle dalga geçiyor” demesi ile geçti. Ancak asıl soru şu; şimdi ne olacak? Biden sahneden bile inmeden Demokratlarda benzeri görülmemiş bir tepki ortaya çıktı. Sadece Demokratların ağırlıkta olduğu sosyal medya gruplarında değil, aynı zamanda Demokrat fikir önderlerinde de bir “kral çıplak” anı yaşandı;

Biden bu şekilde seçime girerse kaybedecekti.

Peki ne yapılabilir? Önceden kısık sesle dile getirilen “Biden çekilsin” tartışması şimdi daha yüksek sesle konuşuluyor. Ancak bunun bürokratik temelleri işi epey zorlaştırıyor. Mevcut görevdeki başkanın karşısına aday olarak çıkmak geleneksel olarak sık karşılaşılan bir durum değildir. Bu yüzden, Hem yardımcısı Kamala Harris’in hem de Demokratların en popüler ismi olan California Valisi Gavin Newsom’ın adı çokça geçmesine rağmen aday olmaktan kaçındılar. Bunun için önemli bir son tarih Mart ayında yapılan, 15 eyaletin önseçimlerinin tamamlandığı “Süper Salı” idi. Şunu belirtmek gerekir, Biden 4000 kadar delegenin 3900’unu almayı başardı. Biden’ın isteğine karşı onu adaylıktan indirebilecek bir güç yok.

Ancak Biden çekilirse o zaman yeni aday tartışmaları başlar. Gavin Newsom, dünkü münazara sonrası “hiç bu kadar Biden’ın arkasında kenetlenmemiştik” dese de partisindeki aykırı görüşler giderek güçleniyor. Biden bugün çekilirse artık ön seçim söz konusu olamaz. Ancak delegeler yeni bir aday ve başkan yardımcısı adayı üzerinde anlaşabilir. Demokrat Parti’nin tüm uzmanları böylesi bir durumda parti içinde büyük kavgaların çıkacağını söylüyor. Biden, çekildiği takdirde kendisine destek veren delegelere kimi desteklediğini söyleyebilir ancak delegeler buna uymak zorunda değiller.  Tabii böyle bir niyet varsa seçime yaklaşılan her gün parti için daha güçlü bir bürokratik kargaşa anlamına gelir. Son ay içinde olması durumunda oy pusulalarının değiştirilmesi bile söz konusu olur.

Biden çekilirse ortaya çıkan iki potansiyel aday dediğim gibi Newsom ve Michigan valisi Gretchen Whitmer olur. Ancak bu isimler şu an için Biden’ın arkasındalar. Mevcut durumda, birçoklarının da söylediği gibi Trump’ın umutları epey yüksek. Ancak seçime kadar hala çok zaman var. Bu yüzden anketleri ve ezber yorumları bir kenara bırakmakta fayda var. Her şekilde, Demokrat Parti’yi epey sancılı bir seçim süreci bekliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English