Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Birleşik Krallık’ın yeni yaptırım stratejisi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna’daki askeri müdahalesiyle beraber Rusya, tarihteki en ağır ambargo rejiminin muhatabı haline geldi. Yaptırımlar, başta petrol ve doğalgazda Rusya’nın Avrupa pazarını komple kaybetmesine neden oldu. Yaptırımların etkilerinin hafifletilmesi konusunda Çin, İran ve Hindistan gibi aktörlerle ticari ilişkilerin derinleştirilmesi henüz yeterli birer alternatif değil ve bu ülkeler, ayrıca Batı’nın ikincil yaptırımlarına dair epey temkinli.

İngiltere, şu anda Moskova’ya en ağır ambargo rejimini uygulayan ülke konumunda olsa da son strateji belgesi, yaptırım mühimmatının tükenmekte olduğunu gösteriyor.


Rusya karşıtı aksana sahip yaptırım politikası: Birleşik Krallık’ın yeni yaptırım stratejisi

İvan Timofeev

Valday Tartışma Kulübü

29 Mart 2023

İngiliz hükümeti, yeni Birleşik Krallık Yaptırım Stratejisini yayımladı. Belge, devlet kurumlarının modernizasyonu ve kısıtlayıcı tedbirlerin uygulanması alanındaki yenilikleri özetliyor. Değişikliklerin ana itici gücü, Ukrayna krizinin arka planında Rusya’yı kontrol altına almak; yani yeni yaptırım politikası ağırlıklı olarak Rusya karşıtı bir nitelik taşıyor.

Birleşik Krallık, AB’den ayrılmasından bu yana kendi yaptırım politikasını izliyor. 2018 yılında, BM Güvenlik Konseyi kararlarının yanı sıra tek taraflı kısıtlayıcı tedbirlere uyulduğunda yaptırımların uygulanmasını düzenleyen temel bir yasa [Yaptırımlar ve Kara Para Aklamayı Önleme Yasası — SAMLA] kabul edildi. Aynı zamanda, yaptırımların uygulanması için kurumlar sistemi ve bir dizi araç geliştirildi. Yaptırımlar mali, ticari, ulaşım ve vize yaptırımları olarak ayrıldı. Mali kısıtlamalar arasında hem gerçek hem de tüzel kişilerin mal varlıklarının dondurulmasının yanı sıra İngiliz yargı alanında bu kişileri ilgilendiren işlemlerin yasaklanması anlamına gelen blokaj yaptırımları kilit bir araç haline geldi. Bu yaptırımlar Hazine ve Mali Yaptırımlar Uygulama Ofisinin (OFSI) yetkisi altına girdi. Ticari yaptırımlar, belirli mal ve hizmetlerin ihracat ve ithalatına getirilen yasaklar; burada kilit nokta İş ve Ticaret Bakanlığı ve onun içindeki iki yaptı, yani İhracat Kontrol Ortak Birimi (ECJU) ve yeni bir yapı olan Ticari Yaptırımlar Uygulama Ofisi (OTSI). Bunlar HM Revenue & Customs (HMRC) ile etkileşim halinde. Ulaştırma yaptırımları, yani yabancı gemi ve uçakların Birleşik Krallık’a, deniz ve hava sahasına erişiminin yasaklanması ve diğer kısıtlamalar, doğal olarak Ulaştırma Bakanlığı tarafından denetleniyor. Ulusal Suç Ajansı (NCA) yaptırım rejimlerini ihlal edenleri kovuşturuyor. Vize yaptırımları İçişleri Bakanlığı tarafından ele alınıyor.

Yaptırım politikasını ihdas etmekle görevli İngiliz kurumları, Amerikan kurumları da dahil olmak üzere, yaptırımların uygulanmasının ABD Hazinesi, Ticaret Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve diğer kurumlar arasında bölündüğü yabancı muadillerine benziyor. Bununla birlikte, İngiliz yasal mekanizmaları, yaptırımların hem federal yasalar hem de ABD Başkanı’nın idari emirleriyle düzenlendiği ABD’de kullanılanlardan daha az hantal ve daha basit. Küresel ekonomide ABD’ye kıyasla çok daha düşük bir ağırlığa sahip olmasına rağmen Londra, yaptırımların uygulanmasında liderlerden biri olarak rolünü korumaya çalışıyor. İngiltere’nin dünyanın finans merkezlerinden biri, önemli bir doğrudan yabancı yatırım kaynağı, sigorta piyasasında lider, danışmanlık ve hukuk hizmetlerinin yanı sıra sanayi malları ve teknoloji tedarikçisi olarak süregelen konumu bunu kolaylaştırıyor.

Bugün Rusya’ya karşı yaptırımların uygulanması, tek taraflı kısıtlayıcı tedbirler kurumunun geliştirilmesi için önemli bir teşvik olarak kabul edilebilir. Mevcut yaptırımların tamamı Rusya’ya karşı kullanılıyor. Rusya teması, strateji belgesinin tamamında ana tema. Belgede yer alan rakamlara göre, yaptırımların uygulanması sonucunda Rusya’nın ithalatı yüzde 94, ihracatı ise yüzde 74 oranında azaldı. Başka bir deyişle yaptırımlar, 2021 rakamlarıyla yaklaşık 20 milyar pound değerindeki mal ve hizmetleri kapsayan ikili ticareti fiilen felç etmiş durumda. 22 milyar pound değerindeki Rus varlıkları İngiliz yargı sisteminde bloke edilmiş durumda. Bu rakam hem özel hem de devlete ait Rus varlıklarının bloke edildiği AB’den önemli ölçüde daha az ama değer de önemli görünüyor.

Stratejide ortaya konan yaptırım politikasının hedefleri, araştırma literatüründe belirlenmiş olan “kanonik” kümeye karşılık geliyor. Bunlar arasında hasmane eylemlere karşı yaptırımlar yoluyla caydırıcılık (deter), hasmane eylemleri bozmak (disrupt) ve kabiliyetleri göstermek (demonstrate) yer alıyor. Fakat bu üçlüde yaptırım politikasının temel amaçlarından biri kayboluyor, o da hedef ülkeyi siyasi rotasını değiştirmeye zorlamak (coerce). Bu kısmen caydırıcılıkla örtüşüyor, ancak caydırıcılığın maksadı belirli politikaları önlemektir, onları değiştirmek değil.[1] Bu amacın gerilemesi, tarihsel olarak yaptırımların genelde hedef ülkelerin siyasi gidişatında bir değişikliğe yol açmamış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Modern Rusya deneyimi de bunu gösteriyor. Fakat aynı Rusya deneyimi, çevreleme ve gösterilerin başarısızlığından da söz ediyor. Özel askeri harekatın arifesinde 2019 Rusya Yaptırımlar Yönetmeliğinde değişiklikler yapılmaya başlamıştı. Ancak bunlar çatışmanın kontrol altına alınmasını sağlamadığı gibi, çatışmanın başlangıcında ve gelişmesi sırasında blokaj ve diğer yaptırımlar şeklindeki gösteriler de çatışmanın kontrol altına alınmasını sağlamadı. Açıkça söylemek gerekirse strateji, yaptırımların etkinliği için net kriterler içermiyor. Görünüşe göre bu, zafer ya da yenilgi şeklinde siyasi bir sonuç olarak değil, verilen zararın miktarı olarak değerlendirilebilir. Başka bir deyişle, yaptırımlar siyasi hedeflere ulaşma aracı ya da diplomasi aracı olarak adlandırılabilecek bir araçtan ziyade, zarar verme aracı, yani bir savaş aracı olarak sunuluyor.

Yaptırımların diğer başlatıcıları ile koalisyon iş birliğine yapılan vurgu, stratejinin mantıklı bir yönü olarak değerlendirilebilir. Bu ülkeler arasında ABD, AB ülkeleri ve diğer G7 ülkeleri (Japonya, İngiltere ve Kanada) bulunuyor. Araştırmalar, bu koalisyonun faaliyetlerinin yaptırımların etkinliğini artırdığını ortaya koyuyor [Bapat, N.A., Heinrich, T., Kobayashi, Y., Morgan, C. (2013) ‘Determinants of Sanctions Effectiveness: Sensitivity Analysis Using New Data’, International Interactions 39: 79-98]. Rusya’ya karşı tek taraflı yaptırımları başlatan koalisyonun Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana eşi benzeri görülmedi. Yaptırım politikasının koordinasyonu hem yasaklama ve kısıtlamaların uyumlaştırılması hem de yaptırımların delinmesinin önlenmesinde iş birliği düzeyinde gerçekleştiriliyor. Stratejinin aynı derecede tanıdık bir yönü de yaptırımların, işletmelere muhtemel zararları, diğer dış politika araçlarıyla kombinasyonları, çeşitli devlet organlarının birbirleriyle ve iş dünyasıyla etkileşimleri ve yaptırım rejimlerini ihlal edenlerin kovuşturulmasına yönelik çabalar dikkate alınarak dikkatli bir şekilde incelenmesine yapılan vurgu.

Stratejinin ikincil yaptırım araçları hakkında neredeyse hiçbir şey söylememesi ilginç. Bu kısmen doğal, zira İngiliz hukukunda olduğu gibi AB hukukunda da ikincil yaptırım kavramı bulunmuyor. Fakat fiili olarak, askeri ve çift kullanımlı mallar alanında ve stratejik öneme sahip sektörlerde Rus ortaklarla iş birliği yapan üçüncü ülkelerden kişilere karşı mali yaptırımların engellenmesi şeklinde uygulanıyor. Rusya Yaptırımlar Yönetmeliğinde 2019 yılında yapılan değişiklik bu tür imkânlara zemin sağlıyor. Örneğin, yaptırımların engellenmesi “Ukrayna’yı istikrarsızlaştıran, toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını veya egemenliğini tehdit eden” veya “Rusya hükümetinden fayda sağlayan” kişileri kapsayabilir. Değişiklikteki her iki formülasyon ve bunların yorumu da son derece geniş.[2] Hem Rus hem de yabancı gerçek ve tüzel kişiler bu yaptırımların kapsamına girebilir. Şubat 2024’te mali yaptırımların engellenmesinin genişletilmesi, bu tür yaptırımların Rus ortaklarla iş birliği yapan üçüncü ülkelerden şirketlere karşı giderek daha fazla kullanıldığını gösteriyor. Burada, bilhassa Türkiye, Çin, BAE ve Marshall Adaları’ndaki şirketler söz konusu [İngiltere Hazine Bakanlığı Mali Yaptırımlar Uygulama Ofisi, Mali Yaptırımlar Bildirimi].

Stratejide Birleşik Krallık’ın diğer yaptırım politikalarından da bahsediliyor. Ülke şu anda kısıtlayıcı tedbirler alanında toplam 36 program yürütüyor. Ancak bunlara ilişkin bilgiler hala arka plan niteliğinde. Yeni stratejinin öncelikle Rusya’ya odaklandığı düşünülebilir. Birleşik Krallık’ın yaptırım politikasının bundan sonraki evrimi, büyük ihtimalle Rusya tarafından belirlenecek. Rusya’nın yabancı kısıtlamalara uyum sağlama ve yaptırımlara karşı koyma yönündeki aktif politikası, yakın vadede Batılı ülkelerin yaptırım politikalarında kavramsal değişikliklere yol açabilir.


[1] Hufbauer, G., Shott, J., Elliott, K., Oegg, B. (2009) Economic Sanctions Reconsidered. Third Edition, Washington DC: Peterson Institute for International Economics.

[2]The Russia (Sanctions) (EU Exit) (Amendment) Regulations 2022.

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English