DÜNYA BASINI
Buzgalin’e saygıyla…
Yayınlanma
Yazar
Hazal YalınAleksandr Buzgalin 18 Ekim’de hayatını kaybetti. Rusya’nın yaşayan en iyi marksist iktisatçılarından biri olmasından başka sol çevrelerde etkili bir kalem, kararlı bir komünistti. Son olarak emeritus profesör olduğu Moskova Devlet Üniversitesi (MGU) Felsefe Fakültesi Çağdaş Marksist Araştırmalar Merkezi yöneticisiydi.
1954 doğumlu. 1971’de MGU İktisat Fakültesi’ne girdi. 1979’da ve 1989’da sosyalist planlamayla ilgili doktora ve doçentlik tezlerini verdi. 1991’den beri aynı üniversitede profesör. Ayrıca Moskova Maliye-Hukuk Üniversitesi Sosyo-İktisat Enstitüsü müdürüydü.
Post-Sovyet eleştirel marksizm okulunun en önde gelen ismiydi. Bu okul, adının çağrıştırabileceği Frankfurt okulunun tersine bir pseudo-marksizm değildir.
Hayatı boyunca siyasi mücadelenin içinde oldu. 1980’lerin ortasından itibaren MGU’da tartışma kulübü, bağımsız marksist araştırmalar kulübü örgütledi; sonra karşı-devrimci perestroyka ortamında SBKP Marksist Platformu’nun kuruluşuna katıldı. SBKP MK üyesiydi. 1990’da SBKP 28’inci kongre kürsüsünde şöyle demişti: “… ya halka krizden bizimle birlikte çıkmasının bizsiz çıkmasından daha iyi olduğunu pratikle göstereceğiz, ya da halk komünizmden yüz çevirecek.” 1991’de “Alternativı” dergisini kurdu. Bu derginin Rusya’da sosyal mücadelelere katkısı sınırlı, ama kararlıydı.
“Eleştirel marksizmden” anladığı en temelde şuydu: SSCB’nin sosyalizm yolunda ilerlemesi kaçınılmaz, ancak gene de zamansızdı. Geçişin düzgün tamamlanabilmesi için daha uzun bir NEP gerekti, ancak o da mümkün değildi. Bu durum “kişi kültü” döneminde sosyalizmde ciddi deformasyonlara neden oldu; bunlar da sosyalist sistemin yıkılmasına yol açtı. Buzgalin bununla birlikte Hruşçov benzeri bir anti-stalinist değildi. Aşağıdaki yazıda da göreceğiniz gibi 1930’ların ve 1940’ların kahraman kuşağını büyük bir saygıyla anar, ancak Stalin dönemi şiddet ve temizliği çok sert ifadelerle eleştirir.
Buzgalin bu sosyalizmi “mutant sosyalizm” diye anıyordu. Bu yüzden troçkizmle “suçlandığı” çok olmuştur. (Rusya’da troçkizm başka yerlerde olabileceğinden çok daha marjinal görülür ve gerçekten solun neredeyse her kesimi tarafından suçlama konusu sayılır.) Oysa Buzgalin, Troçki’yi reddetmiyor olsa bile troçkist de değildi.
Ne yazık ki batı ülkelerinde pek az tanınır, dolayısıyla sadece batıyı değil onun dışındaki her yeri de çoğunlukla batıdan öğrenen Türkiye’de de öyle. Sanırım Buzgalin’den söz eden tek kişi bendim; ilkin kitapta (“Rusya…”) yapmıştım bunu, sonra iki yazımda daha adını andım. Ne yazık ki, epeydir planlamama rağmen, hayattayken kısa da olsa bir görüşme yapma imkânı bulamadım.
Aşağıdaki yazı, 2021’de “Alternativı” dergisinde yayınlandı. Özellikle seçtim bunu, zira konu birçok açıdan karakteristik. Öncelikle, Buzgalin’in bu döneme ve sosyalizme bakışını yansıtıyor. İkincisi, Çin’e bakışını. Üçüncüsü, bu makalede ele aldığı NEP dönemi (karma ekonomi) bugün küresel anlamda son derece kritik bir önem taşıyor. Bu konular hakkında yazmaya devam edeceğim.
Umarım bu Harici için uzun, Buzgalin’i tanıtmak için çok kısa makale, okurda hiç değilse onunla ilgili bir fikir doğurur.
Çeviride Türkçeye çevrilmemiş kitap referansları iki cümleyi çıkardım. Son paragrafta seçimlerden söz ediyor; hatırlayalım: makalenin yayınlandığı yıl, Rusya’da seçim yılıydı. Buzgalin’in çağrısı da bu bağlamda anlam kazanıyordu: Rusya’da pazarın devlet kontrolü altında tutulduğu bir NEP gerek.
NEP, Rusya aydınının devr-i saadetidir. Siyasi, kültürel, iktisadi, her açıdan böyle sayılır. Rusya’ya yeni bir NEP gerektiği düşüncesi yeni değildir; ancak Buzgalin’in bunu Ukrayna çatışmasının arifesinde tekrar hatırlatmış olması, bilimsel sezgisiyle ilişkilendirilebilir.
* * *
Geleceği hatırlamak: Yeni Ekonomi Politikası’nın mitleri ve dersleri
Aleksandr Buzgalin
Birinci Kısım: tarihi retrospektif
Yüzüncü yıl kutlamaları dönemine giriyoruz: GOELRO [Rusya’nın Elektrifikasyonu Devlet Komisyonu], NEP, büyük projeler, sanatta yeni akımlar, dâhice şiirler ve filmler. Sovyet Rusya’nın, 1922 aralığından itibaren de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin büyük başarılarının yüzüncü yılı dönemi.
Daha çok tartışacağız SSCB’yi…
Zorlu tartışmalar dönemine giriyoruz — zira SSCB dev bir ülkenin geleceğe doğru çelişkili (çelişkiler olmadan ne doğar ki zaten?) hareketinin tecrübesi. Bir ülkenin ve bir dünyanın, pazar rekabetinin ve para fetişizminin “diğer tarafındaki” dünyanın; eğitim ve sağlığa erişimin, iş güvencesinden ve yarınına güvenin günlük yaşamın parçası olduğu bir dünya. Ama bununla birlikte insanların katı ideolojik standartlara boyun eğdiği, kuyruklarda beklediği bir dünya… insanlığa bilimde, sanatta, teknolojilerde, eğitimde zaferler denizi hediye etmiş ve… 1990’da tarih arenasından çekilmiş bir dünya. Şimdilik çekilmiş.
O, bizim SSCB’miz, Lenin ve Stalin, Brejnev ve Gorbaçov dönemlerinde çok farklıydı. Komsomolcular ve gönüllüler için, sadece şarkılarda değil pratikte de güneşi bazen daha şafaktan önce görenler, mutluluğu böyle bulanlar için farklı, ve kuyruğa girmeden Jiguli (buydu SSCB’de otomobil) alma imkânı olmadığı için ıstırap çekenler için daha farklı bir ülke. Ülkemizin derslerini tartıştık ve tartışacağız. Bu tartışmaya da öncelikle yüz yıl önce başlayan Yeni Ekonomi Politikası döneminden başlayacağız.
Nedeni basit: biz, ataerkillikten, feodalizmden, kapitalizmden ve bürokrasinin keyfiyetinden tek bir darbeyle değilse de tedricen çıkan yeni bir toplumun inşasına tam o zaman, İç Savaş’tan zaferle çıkmışken başladık. Ve çünkü bugün, yüz yıl sonra, 2021 Rusya’sında önümüzde tam da bu ödevler var: sermayenin ve bürokrasinin her şeyi örten iktidarının üstesinden gelme, “iyi çara” duyulan hayali inançtan ve klerikalizmden kurtulma görevi… işte böylesine önemli bizim için NEP tecrübesi. …
Şimdi, elden geldiğince kısaca, 1920’lerin SSCB’siyle ilgili başlıca mitler.
NEP: mitoloji
Birincisi ve en önemlisi: bu, sosyal bir yaratıcılığı, kütlesel, on milyonlarca insanı içine katan bir coşkuyu doğuran ülkeydi. İşçi, köylü, öğretmen… bunlar ülkenin kahramanı olmakta ve yüzlerce yılda yapılamayacakmış gibi gelen şeyleri yapmaya koyulmaktaydı. Proletkült yayılmaya başlamıştı; milyonlarca insan şiir, tiyatro, müzik yazmayı ve anlamayı öğreniyordu. Onların, işçilerin şiirleri bazen böğürtü kabilinden ilkel şeylerdi, ama Proletkült kulüplerinde, bu hareketin liderlerinin siyasetindeki çelişkilere rağmen yaratıcı konumuna yükseliyor, sanatsal bir birlikte-yaratıcılığın özneleri haline geliyorlardı. Hayır, dâhice şiirlerin değil, ama yeni, dâhice sosyal ilişkilerin, kültüre ortak katılımın özneleri. Ve spora da. Uçakların inşasına. Kuzey deniz yolunun keşfine. Köylerde ve mezralarda çocukların ve kadınların sadece okuma yazmayı değil artık köle olmadığımız yeni bir varoluşu öğrenmelerine de. Ve bir de Birinci Dünya Savaşı’nın ve İç Savaş’ın yıkıp geçtiği ülkede üniversitelerin, bilimsel araştırma enstitülerinin, binlerce farklı türden sanat derneğinin ve akla gelecek her anlayışta çevrelerin açılışı. En önemlisi de komünleri, kooperatifleri ve… özel girişimleri kurma hürriyeti.
İkincisi: Kendine has bir siyasi atmosfer. Önder kültü yoktu, önder de yoktu henüz. Rıkov, Cerjinskiy, Kirov, Stalin, Buharin, Troçki vardılar… Parti içi mücadele elbisesi giymiş gerçek, sosyalist bir çokpartililik vardı. Net, tutarlı, katı, ama amansızlığı hiç de anlamsız olmayan bir çizgi vardı: NEP Rusya’sından Sosyalist Rusya doğacak. Sonra da, komünist Rusya. Yeri gelmişken, komünizm değil “orta zenginler ülkesi” kurmakta olan günümüz Çin’iyle nitel bir farktır bu. Tekrar ediyorum, sert bir sistemdi bu: siyasi iktidara karşı burjuva muhalefetine izin verilmiyordu. Gazetelerde ve sinemalarda liberal fikirler yayılmıyordu. Antisosyalist filozoflar da esasen sürülmüştü ülkeden (ama nasıl: alternatifini teklif ederek — bölgelerde çalışsınlar yahut ülke dışına gitsinler, üstelik hiç de az olmayan yolluklar alıp, üstelik bu sefil ülkeden! ve sonra, üstelik SSCB’de yazılmış Sovyet karşıtı ama zekice kitaplarını Avrupa’da yayınlayıp üstüne telif de kazansınlar).
Üçüncüsü: NEP dünyaya yeni bir gelişme istikameti önermişti: o sırada hiçbir yerde a priori olarak mevcut bulunmayan iktisat, siyaset, kültür teorisi ve pratiği. Sadece bilimsel-teknolojik ve iktisadi değil, ama, belki de en önemlisi, kültürel ve eğitsel muazzam atılımların görevlerini yerine getiren uzun dönemli planlama. İki sektörün rekabetiyle bir karma ekonominin kuruluşunun teori ve pratiği: hangisi daha efektif? Bürokrasiye karşı koymak için hesap, kontrol, özyönetimin geliştirilmesi inisiyatiflerinden oluşan bir sistem, herkese açık kamusal birlikler ve hareketleri (bugün “sivil toplum” dedikleri şeyi) yaratmaya yönelik sayısız pratik.
NEP: çelişkiler
Hayır, NEP’i idealize etmiyorum. Karanlık bir tarafı da vardı. “Dükkâncının suratı” orada peyda olmuştu. Stalinciliğin temelleri o zaman atılmıştı. Dahası, dürüst olalım: NEP kendisinden beklenen itkiyi de tutarlı bir şekilde harekete geçirememişti: özel sermayeye karşı iktisadi, dükkâncıya karşı kültürel (Aleksey Tolstoy’un “Engerek” hikâyesini hatırlayın), muhalefete karşı demokratik bir zafer kazanmak arzusu. Rusya İmparatorluğu’nun teknik ve kültürel geri kalmışlığı, iki savaşın birbirini katlayarak ürettiği sonuçlar kapitalizme iktisadi olarak açıkça üstün gelecek bir toplumun kurulmasına imkân vermemişti. Geçmişin hayaletleri, bürokratizm, iktidar hırsı, ataerkillik, Sovyet sistemini eciş bücüş etmişti.
Ancak bu son derece elverişsiz şartlar altında yapılması başarılan şeyler bile sosyalizmle uyandırılmış sosyal enerjinin muazzam potansiyelini göstermişti. Ve içeriden ve dışarıdan yabancılaştırıcı güçlerin (bürokrasinin, sermayenin, ataerkilliğin, dükkâncılığın) baskısına rağmen dünya tarihine kızıl bir çizgi çeken yeni insan, Sovyet insanı, bunun göstergesidir.
Günümüz şartlarında dikkate almaya değmez mi bu dersleri?
Tekrar şunu söylemenin vakti değil mi: yarın sosyalist Rusya olması için bugün NEP Rusya’sı gerek.
İkinci kısım
Derler ki: kimse tarihten ders çıkarmaz. İnanmayın. Geçmişin tecrübesi haysiyetli ve eleştirel bir şekilde incelendiğinde çok şey öğretebilir. Öğretmiyorsa eğer, birileri tembel olduğundan veya bu derslerin anlamını anlamıyor olduğundan öğretmiyor değildir; şundandır ki, iktidarı ellerinde tutanlar insanların neye ihtiyacı olduğunu bildikleri halde kendi menfaatleri için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Bu, durgunluğa giden yol olsa bile. Çıkmaza giden yol olsa bile. Mantık basit: benim ömrümde yeter. Hatta daha da sinik: ben Rusya olmadan da görürüm işimi. Offshoreları kimse kapatmadı ya daha…
Bu bir peri masalı. Masalsı gerçek ise ülkemizde hayata geçirilmesine 100 yıl önce başlanmış olan Yeni Ekonomi Politikası hakkında. Ve bu sadece bir siyaset değil, aynı zamanda teknolojik, iktisadi ve kültürel kalkınmanın önünü açan stratejik bir program, iki savaşın (Birinci Dünya Savaşı ve İç Savaş), açlığın ve bugünkü kovidden kat kat daha fazla can alan korkunç İspanyol gribi epidemisinin paramparça ettiği bir ülkede hazırlandı ve hayata geçirildi.
NEP’in ana bileşenlerini her okul çocuğu bilirdi bir zamanlar. Bugün, gençlerin neredeyse üçte birinin çarın tahtından bolşevikler tarafından mahrum bırakıldığını sandığı ülkede her şeyi sırasıyla açıklamak gerek.
NEP: gerçek olan bir ütopya
Çıkış noktası: İç Savaş ve daha önce hepsi birbiriyle savaşan yabancı güçlerin müdahalesi bitmiş değil. Başlıca buğday üreticisi bölgelerde görülmemiş bir kuraklık. Sözünü ettiğim İspanyol gribinden başka tifüs… Ne yapmalı? Hayatta kalabilecek miyiz?
Bolşeviklerin cevabı fantastik görünüyordu: milli bir elektrifikasyon programı temelinde nitelik anlamında yeni bir teknolojik temel oluşturmak. Daha önce hiçbir yerde görülmemiş, kamu ve özel sektörü, plan ve pazarı, sermaye ve kooperatifi birleştiren bir sosyo-iktisadi ilişkiler sistemi oluşturmak. Bu, ikincisi. Gene nitel olarak yeni, Sovyet iktidarı temelinde bir siyasi sistemi geliştirmek ve yarı cahil köylü ülkesinde sosyalist ideolojiyi şekillendirmek. Bu, üçüncüsü. Milyonlarca yarı cahil işçi ve köylü kitlesinin eğitim, bilim, kültüre erişimini sağlamak. Bu, dördüncüsü. Karşımızda sırıtan sermaye dünyasına karşı savaşta, her an başlayabilecek savaşta zafer kazanmak. Bu da beşincisi.
Ütopya mı? Gerçekleşemeyecek bir şey mi? Aptalca mı?
Neye yaslanacaksın?
Cevap bulundu: çoğunluğun maddi refahını katlayacak kesin bilimsel hesaplamaya ve öncünün kahramanca coşkusuna (bundan bahsediyordu Mayakovski: Biliyorum, bir şehir olacak / Biliyorum, bir çiçek bahçesi / Böyle insanlar olduğunda Sovyet ülkesinde.)
Ama şimdi sırasıyla gidelim, kısa da olsa.
NEP: bir kez daha temel nitelikler
Bilimsel hesaplama. Bu, geri kalmış bir ülkede sosyalizmin inşasının teorik iktisadi-siyasi doktrini aynı zamanda. Ve bilimsel olarak temellendirilmiş GOELRO planı. Ve harap ülkede onlarca öncü bilimsel araştırma merkezinin kurulması — yağ bağlamış çar sarayında para yetmeyen bir iş. Ve yeni bir savunma doktrininin oluşturulması: düzenli profesyonel ordunun milis sistemiyle birleştirilmesi. Ve daha çok, pek çok şey.
Yeni bir sosyal-iktisadi organizasyon modeli. Karmaşık, dünyada ilk defa hayata geçirilen, iktisadi ilişkilerin temel biçimi olarak pazarı bilimsel ve teknolojik bir gelişmeye yönelik uzun vadeli, indikatif planlardan oluşan (“kontrol sayıları”) hedef planla ve dolaylı düzenleyiciler sistemiyle (vergi, kredi, vb.) birleştiren bir model. Bundan başka iktidar partisinin ve halk teftiş organlarının (TsKK-RKİ: parti ve işçi kontrolü birleşik organı) kontrolü altında bulunan kendine yeterli devlet tröstleri. Ve bütün bunlar köyde ve keza şehirdeki birçok alanda da (ticaret, hafif sanayi, vb.) özel sermayenin hâkimiyeti altında. Ama bundan ibaret de değil: NEP’in ön önemli bileşeni, şehirde ve köyde gönüllü kooperatifler, emekçileri yönetime dâhil etmenin çeşitli biçimlerinin devamlı araştırılması, uyduruk olmayan, gerçek bir coşku. Ve bütün bunlar sermayenin, bürokrasinin, dükkâncılığın genişlemesiyle amansız bir çelişki içinde.
Yeni eğitsel, bilimsel ve kültürel siyaset modeli, bir kültür devrimidir. Milyonlarca insan saban başından kalkıp sadece ilköğretim okullarına değil kulüplere de gidiyorlar. Şiir yazıyorlar, temsiller yapıyorlar. Şarkı söylüyorlar (her yerde). Aşkın esrarını tartışıyorlar… Evet, işçiler kötü şiirler yazıyorlardı, Proletkült temsilleri de esasen ilkeldi (Meyerhold da bir anlamda Proletkült’tür). Ama sanat alanında yeni ortak yaratıcılık ilişkileri insanların şaşkın gözleri önünde doğuyordu.
Ve bütün bunlar, tekrarlıyorum gene, en derin ve açıktan çelişkiler içinde oluyordu. Ataerkillik, dükkâncılık, bürokratizm, özel sermayenin saldırganlığı, İç Savaş meydanlarından yeni çıkmış parti ve Sovyet yöneticilerinin (bunların bir kısmı da yarı cahildi) keyfi yöntemlerinin yarattığı atalet. Bir yandan bunlar. Ayık bir hesaba, maddi menfaatlere (devlet sektöründe bile özyeterlilik!), kendilerini yeni bir toplumun yaratılmasına adamış ve kendilerinin nimetlere erişimin (partmaksimum [parti üyesinin alabileceği en yüksek aylık ücret]) sınırlarını da kendileri belirleyen liderlerin yeteneğine dayanan kitlelerin coşku ve kahramanlığı. Ve bu, sonuçlarını verdi: neredeyse dünyadaki en yüksek iktisadi büyüme hızı, başarıyla hayata geçirilen bir kültür devrimi, uluslararası tecritten çıkış…
Bu, bugün de öğrenilebilir. 2020 şartları yüz yıl öncesinden çok daha uygun görünüyor. Aslında teknolojik gelişme seviyesi ve iktisadi potansiyel daha yüksek. Dış dünyanın saldırganlığı, bugünkü Rusya Federasyonu’nun bütün problemlerine rağmen daha az. Toplum karşılaştırılamayacak kadar daha eğitimli. NEP tecrübesini hayata geçirmek için ne eksik? Evet, çağdaş tarihten muazzam bir örnek de var: Çin’i dünyanın en büyük ikinci gücü (bazı parametrelere göre de birinci) haline getiren son 40 yılın uygulamaları. Üstelik Den Syaopin NEP’i yaratanların, Lenin’in de, Buharin’in de eserlerini özel olarak ve dikkatle incelemiş ve pek çok şeyi o Sovyet modelinden almıştı. Peki nedir yetmeyen?
NEP: meşum bir son mu?
Bu sorunun cevabını aramak için bekleyeceğiz. NEP’in başladıktan sonra birkaç yıl içinde tamamlandığını, “stalinci” beş-yıllık planlar dönemine geçildiğini hatırlayalım. Sert bir planlamayla, esas itibariyle cebri kolektivizasyon, dayatılan bir endüstrializasyon, zor yöntemlerini geniş şekilde uygulayan merkezi bürokratik bir siyasi-ideolojik sistemin oluşmasıyla bitti.
NEP tepetaklak oldu. Üstelik epey hızla. Neden?
Bugün en yaygın cevap savaş tehdidi ve ne pahasına olursa olsun hızlı bir modernleşme zarureti olduğu şeklindedir. Bunun bir mantığı var: insanlık tarihinin en korkunç savaşı NEP’in sona ermesinden 13 yıl sonra başladı gerçekten de, ve fiilen bütün Avrupa’yı ve daha da fazlasını dize getirmiş olan faşizmle mücadelenin en büyük yükü Sovyetler Birliği’nin omuzlarındaydı.
Ama başka bir gerçek daha var. NEP’ten çıkıp da teknolojik, sosyal-iktisadi ve kültürel atılım istikametlerinde çabaların konsantrasyonunu temin edecek bir ilişkiler sistemine geçilmesi gerçekten de zaruriydi. Ve bu zarureti ülkenin yöneticilerinin çoğu da görüyordu. NEP Rusya’sından sosyalist Rusya’ya (SSCB’ye!) yürümek gerekiyordu. Ama bu başka yöntemlerle yapılabilirdi ve yapılmalıydı. Bununla ilgili pek çok ciddi kitap da yazılmıştır. …
Peki NEP neden stalincilikle sona erdi?
Bunun elbette sübjektif nedenleri de vardı; özellikle 1920 sonlarında SSCB liderlerinin özgül niteliği. Ama en önemlisi, bir kez daha, bu değildir. Daha doğrusu kesinlikle bu değildir neden: o zaman ülkemizde kapitalist restorasyon uçurumuyla sosyalist yolda ilerlemek için aşırı kuvvet kullanımı arasındaki bıçak sırtında yürüme şansı kesinlikle asgari seviyedeydi. Asgari bir şans. Sosyalizmin önşartları son derece azdı: sayıca az bir sanayi proletaryası, dar bir sol entelijensiya katmanı, emperyalist güçlerin saldırganlığı… Bin yıllık feodalizmin mirası ise fazlasıyla kuvvetliydi; bu feodalizm Rusya İmparatorluğu’nun son onyıllarında pazar, sermaye ve emperyalist militarizasyonla bir parça seyrelmiş olsa da böyleydi bu: ataerkilliğin, bürokratizmin, şiddetin, otokrasinin mirası. Sosyalizmin zaferi uğruna o şansı, o yüzde birlik şansı hayata geçirebilmek için siyasi eylemlerin dâhice bir netlikte olması şarttı. Leninci muhafızlar bunu başarabilirlerdi. Ama 1920’nin sonuna doğru yitmişti onlar da: İç Savaş cephelerinde ölerek, yaralarından ve bitkinlikten tükenerek, eski ve yeni bürokrasinin siyasi entrikalarında kaybederek…
Ama 1930’ların bütün trajedilerine rağmen birçok şey başarıldı gene de. Güçlü bir ülkenin yaratılması, yeni bir kültürün, yeni insanın, paranın ve şahsi refahın az çok önem taşısa da en önemli şey olmadığı bir insanın yeşertilmesi başarıldı. 1941’e doğru SSCB’de çok sayıda değildi bu tür insanlar. Melek de değillerdi (sağcıların o malum laflarını hatırlamadan geçemeyeceğim: “komünizm iyi bir idealdir ama gerçekleştirmek için insanların melek olması gerek”). Ancak gene de milyonlarcaydılar. Ve faşizmi durduran gönüllüler de onlar oldular. Yeninin kâşifleri oldular, cephe gerisinde on iki saatlik işgününden sonra yeni teknolojilerin yaratıcıları oldular. Sonra da oturup laf üretmediler, uzaya yöneldiler. Ve bunun başlangıcı, devrimdi; devamı da NEP.
1991’de kaybettik. Kaybettik, çünkü, öncelikle, yeni bir dünyayı yaratma enerjisi tükenmişti. Komünistlerin yerine parti ve devlet bürokratları geçmişti. “Mavi şehirleri” kuranların yerine de kıtlıktan yorgun düşmüş, batının süpermarketlerinin hayalini kuran sıradan insanlar. Kalkınmaya yönelik stratejik atılım programlarının yerine “durgunluk”. Kontrol altında ve devlet tarafından düzenlenen pazarın yerine, gölge spekülasyonlar…
Çıkarabileceğimiz veya çıkaramayabileceğimiz dersler
Ve bu noktada, hiçbir zaman olmadığı kadar önemlidir NEP’in başlıca dersi: bir yanda komünizmin filizlerinin, diğer yanda da gerçek ama sosyal olarak kontrol edilen pazar ve sermayenin olduğu açık rekabet.
Yeri gelmişken, NEP’in bu dersini, bugün, 2020’lerin Rusya’sında çıkarmak mümkün değil; komünistler yok, çoğunluk değilse bile nüfusun önemli bir bölümü de niteliksel olarak yeni bir toplumu gerçek anlamda yaratmaya hazır değil. Yeni bir durgunluk dönemi bu. Geç kapitalist, ama feodalizmin de dokunuşunu taşıyan… Ne var ki bugünün yarını da var. Ve yarın, NEP hakkında söylenenler yeni bir mimarinin temeli olabilir.
Bugünse asgari olanla yetinilebilir: bir karma ekonominin başarılı gelişmesinin dersleriyle. Onun temel çekirdeği de teknolojik ve kültürel ilerleme için stratejik programlar olur. Gerçi bunun için bile yurttaşların büyük çoğunluğunun menfaatleri için uzun yıllar boyunca örgütlü, sorumlu, yetkin, kararlı ve tutarlı bir şekilde hareket edecek bir özne gerek.
2021 Rusya’sında var mı bu özne?
Sanırım okurlar bulmalıdır bu sorunun cevabını. Üstelik, pratik bir cevap olmalı bu. Seçim yılında bunu yapmak yeterince kolay…
İlginizi Çekebilir
-
Kuzey Kore, Rusya ile daha yakın ticari ve bilimsel işbirliği istiyor
-
Almanya ve Finlandiya, denizaltı iletişim kablolarına sabotaj düzenlendiğini ileri sürdü
-
Ukrayna, Rusya’yı ATACMS füzeleriyle hedef aldı
-
Rusya Merkez Bankası: Enflasyonist baskılar artıyor, ek sıkılaştırma şart
-
İsveç’te halka ‘savaşa hazırlık’ broşürü dağıtıldı: Sivillere ne öğretiliyor?
-
WSJ: İsrail, Hizbullah’ın elinde büyük miktarda Rus silahı buldu
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
1 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
DÜNYA BASINI
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Yayınlanma
2 gün önce17/11/2024
Yazar
Harici.com.trLizzi C. Lee, Foreign Policy
13 Kasım 2024
Çin bilinen zorluklara ve bilinmeyen risklere karşı hazırlanıyor.
ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeye hazırlanırken, küresel gözlemciler tedirginlik ve ihtiyat karışımı bir tutumla gelişmeleri izliyor. Çinli akademisyenler, ekonomistler ve politika uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, Pekin’in ikinci bir Trump başkanlığının sonuçlarını incelerken çok daha incelikli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın 2016 zaferi Pekin’i hazırlıksız yakaladı. Ancak gümrük tarifeleri, teknoloji kısıtlamaları ve ticari gerilimlerle geçen dört yıl, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve danışmanlarına ABD başkanının oyun kitabını daha iyi anlamalarını sağladı.
Çin için Trump’ın dönüşü, giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortamda yeni riskler ve bazı sınırlı ancak anlamlı fırsatlar getirebilir. Trump’ın ilk döneminden alınan dersler bazı fikirler verebilir ancak dünya önemli ölçüde değişti: Çin ekonomisi yumuşadı, COVID-19 salgını kalıcı bir iz bıraktı ve Rusya-Ukrayna çatışması ittifakları yeniden şekillendirdi. Trump’ın kendi fayda-maliyet hesabı bile değişti ve politikaları artık ikinci dönem başkanlığın kendine özgü dinamiklerini yansıtıyor. Bir danışmanının, Xi’nin de bir zamanlar atıfta bulunduğu eski bir atasözünden alıntı yaparak ifade ettiği gibi, “Akıllılar zamana uyum sağlar, zeki olanlar ise koşullara yanıt verir.”
Pekin’in ikinci bir Trump yönetimine karşı izleyeceği yüksek riskli strateji, ulusal güvenliğin ağır topu Donald Rumsfeld’in sözleriyle, farklı miktarlarda hem bilineni hem de bilinmeyeni içeriyor. En üstte en tanıdık olan “bilinen bilinenler” var ve bunların başında da gümrük tarifeleri geliyor.
2016’dan farklı olarak Pekin, Trump’ın dönüşünü, önceki politikaları sayesinde ne bekleyeceğini daha iyi bilerek karşılıyor. Beklenen zorlukların başında Trump’ın yoğunlaştırılmış ‘reshoring’ gündemi ve tüm ithalatlara %10-20 ve Çin’den ithal edilen mallara %60-100 ek gümrük vergisi gibi potansiyel tarifeler geliyor. Bunlar, ülkenin hala yavaş bir toparlanma, emlak istikrarsızlığı ve zayıflayan tüketici talebi ile mücadele ettiği bir dönemde Çin’in ihracata dayalı ekonomisine doğrudan tehdit oluşturacaktır.
Çinli uzmanlar ikinci bir Trump döneminde, ticaret şahini Robert Lighthizer gibi isimlerin daha korumacı ve çatışmacı bir yaklaşıma işaret ettiği sert bir kabine öngörüyor. Steve Mnuchin gibi isimlerin zaman zaman politikalarını yumuşattığı Trump’ın ilk yönetiminin aksine, birleşik şahin bir ekip muhtemelen ılımlılığa çok az yer bırakacaktır. Yine de Pekin, her zaman başarılı olmasa da, iç tüketimi artırmayı ve ihracata bağımlılığı azaltmayı amaçlayan “çift dolaşım” stratejisine hazırlanıyor, ancak sonuçlar durdu: İç talep gecikmekte ve ihracat seviyeleri sabit kalmakta. Pekin, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ekonomisini ticari şoklardan korumak için uğraşırken, Güneydoğu Asya’daki Çin yatırımlarının artmasında bu stratejik eksen belirgin bir şekilde görülüyor.
Pekin, konumunu güçlendirmek için ABD şirketlerine karşı önlemlerini artırdı ve uyarı ateşi açmaktan somut darbeler vurmaya geçti. ABD’nin en büyük drone üreticisi Skydio, Çin’in Tayvan Ulusal İtfaiye Teşkilatı’na yaptığı satışlar nedeniyle yaptırım uygulamasının ardından tedarik zincirinde kritik aksamalarla karşı karşıya kaldı. Calvin Klein ve Tommy Hilfiger’ın ana şirketi PVH Corp. şimdi Sincan pamuğunu boykot ettiği iddiasıyla Çin’in “güvenilmez kuruluşlar listesine” girme riskiyle karşı karşıya ve bu da önemli bir pazardaki büyümeyi tehlikeye atıyor. Intel de Çin Siber Güvenlik Derneği’nin, Intel’in gelirinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir pazardaki hakimiyetini tehdit eden güvenlik kusurları iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatması nedeniyle inceleme altında. Bu yaptırımlar ve soruşturmalar, Pekin’in misilleme cephaneliğinin Trump’ın ilk döneminde olduğundan çok daha güçlü olduğunu gösteren daha cesur bir duruşu ortaya koyuyor.
Çinli uzmanlar da ABD ekonomisi için potansiyel bir geri tepme görüyor. Yüzde 60’lık bir gümrük vergisi ABD enflasyonunu yukarı çekerek Federal Rezerv’i daha fazla faiz artırımına zorlayabilir. Çin politika çevrelerinde bazıları bu enflasyon riskini Trump’ın hırsları üzerinde olası bir kontrol olarak görüyor ve artan borçlanma maliyetleri ile varlık oynaklığının Trump’ın agresif gümrük tarifelerine verdiği desteği azaltabileceğini belirtiyor.
Tarifelerin ötesinde Pekin, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki alternatif üretim merkezlerinin karşılaştığı kısıtlamaların da farkında. İşgücü kıtlığı, altyapı zorlukları ve kaynak kısıtlamaları gibi bölgesel darboğazlar, bu bölgelerin Çin’den uzaklaşan üretimi tamamen absorbe etmesini engelleyebilir. İronik bir şekilde, Trump’ın gümrük tarifeleri yerleşik tedarik zincirlerini uygun alternatifler olmadan bozarsa, bu sınırlamalar ABD enflasyonunu daha da kötüleştirebilir.
Trump’ın küreselleşme karşıtı duruşu tanıdık, ateşlediği ideolojik değişimler ise stratejistlerin “bilinmeyen bilinenler” olarak adlandırdığı, anlaşılan ancak tam etkisi belirsiz kalan faktörlere giriyor. Pekin için Trump’ın izolasyonist söylemi, Avrupa’da ve Asya’nın İtalya, Macaristan ve Filipinler gibi bölgelerinde yükselen popülizm dalgasıyla yankı buluyor ve Çin’in küresel hedeflerini hem zorlayan hem de karmaşıklaştıran ideolojik alt akımlar yaratıyor.
Çin’deki bazı milliyetçi sesler Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını bir fırsat olarak görüyor. Mantık basit: Eğer ABD küresel çerçevelerden çekilir ya da NATO gibi ittifaklardan geri adım atarsa, diğer ülkeler alternatif olarak Çin’e bakabilir. Ancak Pekin’in deneyimli politika uzmanları bu fikre ölçülü bir gerçekçilikle yaklaşıyor. Çin, Batı ittifaklarının parçalanma potansiyelinin farkında olmakla birlikte, Pekin’e doğru toptan bir “pivot ”un olası olmadığının da farkında.
Avrupalı liderler Trump’ın izolasyonizminden dolayı hayal kırıklığına uğramış olabilirler ancak Çin’in artan etkisine karşı temkinli olmaya devam ediyorlar – özellikle de Pekin’in Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınama konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında. Rusya ‘ya yönelik bu zımni destek algısı, Avrupa’nın şüpheciliğini derinleştirdi ve Çin’in genişleyen erişiminin Avrupa’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığına dair şüpheleri körükledi.
Pekin’in danışmanları, Trump’ın geri dönüşünü sağlayan aynı popülist güçlerin Avrupa’da da zemin kazanmakta olduğu gerçeğinin de farkında. Ekonomik sıkıntılar korumacılığı teşvik ediyor. Bu hissiyatın somut ekonomik sonuçları var: Çin’in elektrikli araçlarına yönelik gümrük vergileri ve özellikle yüksek değerli sektörlerde diğer ticari korumalar için yapılan çağrılar, Avrupa’nın kendi endüstrilerini koruma arzusunun yoğunlaştığını yansıtıyor.
Pekin için ikinci bir Trump döneminin ideolojik boyutları yeni komplikasyonlar ortaya çıkarıyor. ABD’nin geleneksel küresel rolünden geri çekilmesi yeni açılımlar yaratabilirken, Avrupa’nın Çin’e daha yakın durması pek olası görünmüyor. Çin’in stratejisi, kendisini Trump’ın Amerika’sına doğrudan bir alternatif olarak konumlandırmaktan kaçınmaktır. Bunun yerine Pekin, Trump’ın aksaklıklarının tetiklediği belirsizliklerin ortasında kendisini pragmatik ve istikrarlı bir ortak olarak konumlandırıyor.
Xi yönetimi Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yükselen ekonomilere bu pratik duruşun altını çizerek yatırım teşviklerini, vizesiz girişi ve yeşil ve geleceğin sanayi altyapısına odaklanan yeniden canlandırılmış bir Kuşak ve Yol Girişimi’ni destekledi. Pekin’in amacı, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için güvenilir bir ekonomik ortak olarak itibarını güçlendirmek ve bunu yaparken de Trump’ın izolasyonizminin Batı’da ortaya çıkardığı ideolojik çatlaklardan yararlanıyor görünmemek.
Xi, Çin’in özellikle teknoloji alanında kendine güvenme çabalarını hızlandırıyor; bu strateji Çinli danışmanlar arasında popüler olan bir deyimle özetleniyor: “sürekli değişen koşullara sabit bir çekirdekle yanıt vermek”. Kendi kendine yeterlilik dürtüsü yeni değil; “Made in China 2025” bu dürtünün zeminini hazırladı. Ancak Üçüncü Plenum’dan gelen son direktifler ve Xi’nin sık sık tekrarladığı “yeni üretken kalite güçlerini” teşvik etme çağrısı, yapay zeka, robotik ve yarı iletkenler gibi yeni nesil teknolojilerdeki atılımlara odaklanarak bu tutkuyu daha da ileri götürdü. Bu vizyon sadece Batı teknolojisine bağımlılığı azaltmayı değil, aynı zamanda dördüncü sanayi devrimine öncülük etme hedefiyle Çin’in öncü endüstrilerdeki hakimiyetini de ortaya koymayı amaçlıyor. Xi için bu ekonomik bir stratejiden çok daha fazlası; Çin’in iç baskılarına karşı temel bir cevap ve ABD ile rekabetinde nihai koz.
Bu kendine yeterlilik arayışı aynı zamanda küresel güney ile daha güçlü ekonomik bağlar kurmayı da kapsıyor. Xi’nin amacı Batı etkisine alternatif ticaret ağları kurmanın ötesine geçiyor; yaptırımlara dayanıklı bir tedarik zinciri ve finans ağı, yani Çin’in hırslarını bağımsız olarak besleyebilecek Batı baskılarına karşı bağışık yeni bir küresel pazar öngörüyor.
Bir de “bilinen bilinmeyenler” var – tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez olan, Trump’la birlikte çok daha ön planda olan bir şey. Trump’ın siyasi üslubunun belirleyici özelliklerinden biri, son derece işlemci bir yaklaşım sergilemesi ve aksi takdirde basit olabilecek politikalara bir öngörülemezlik katmanı eklemesi. Pekin bu pragmatizmi yakından gözlemledi ve Trump’ın ticari içgüdülerinin çoğu zaman ideolojik bağlılıklarından daha ağır bastığını ve zaman zaman müzakere için kapılar açtığını fark etti.
Örneğin ABD Çinli telekom devi ZTE’ye yaptırım uyguladığında Xi bizzat Trump’la görüşerek yaptırımların geri çekilmesini sağladı. Pekin için bu durum, Trump’ın esnekliğinin, kişisel kabul olarak algıladığı yüksek profilli jestlerden etkilenebileceğinin altını çizdi ki Pekin bu dinamiği potansiyel olarak faydalı görüyor.
Pekin ayrıca Trump’ın şov dünyasındaki geçmişini ve imaj ve egoya verdiği önemi de anlıyor. Xi, 2017 yılında Trump ve ailesini geleneksel olarak Çin imparatorlarına ayrılan Yasak Şehir’de eşi benzeri görülmemiş bir resepsiyonla ağırlayarak etkinliğe yabancı liderlere nadiren verilen bir ihtişam kattı. Özenle hazırlanmış bu gösteri Trump’ın yüksek profilli etkinliklerden hoşlanmasını sağlamış ve Xi hakkındaki olumlu izlenimlerini derinleştirmiştir. Bu “kişiselleştirilmiş diplomasi” Pekin’in Trump’ın hassasiyetlerini anladığını gösterdi ve iki lider arasında işbirliğine dayalı bir yakınlığın temelini attı.
Çinli danışmanlar bunu akılda tutarak ikinci bir Trump döneminde de benzer ticari açılımlar yapmaya hazırlanıyor. Perde arkasında Pekin, Trump’ın yakın çevresine gayrı resmi aracılar olarak hizmet edebilecek etkili Amerikan iş dünyası figürleriyle bağlarını geliştiriyor. Örneğin Tesla operasyonları Çin pazarına derinden bağlı olan Elon Musk, ABD’nin ticari çıkarları ile Çinli politika yapıcılar arasında potansiyel bir köprü olarak ortaya çıkabilir.
Bazı danışmanlar da Trump’ın ailesiyle, özellikle de damadı Jared Kushner ve kızı Ivanka Trump ile daha önce yakın ilişki kurmuş olan eski büyükelçi Cui Tiankai gibi isimleri savunuyor. Cui’nin bağlantıları Pekin’e arka kapı diplomasisi için değerli bir “track 1.5” kanalı sunabilir ve ekstra bir erişim ve etki katmanı ekleyebilir.
Yine de Pekin, Trump’ın bu eğilimlerine çok fazla bel bağlama konusunda temkinli. Tayvan’ın ABD koruması için daha fazla ödeme yapması gerektiğini öne süren son açıklamalar Çin’de karışık tepkilere yol açtı. Bazıları bunu ABD’nin Tayvan’a verdiği desteği azaltmaya yönelik bir açılım olarak görürken, diğerleri Trump’ın her an gözden çıkarabileceği bir pazarlık kozu olarak değerlendiriyor. Pekin için bu karışık sinyaller hassas bir dengeleme hareketi yaratıyor: Trump’ın pragmatizminden yararlanmayı hedeflese de, algılanan herhangi bir tavizin bir anda geri alınabileceğini biliyor. Çin, Trump’ın anlaşma yapma tarzını yönlendirirken, onun öngörülemezliğinin tamamen farkında olarak ihtiyatlı bir iyimserlikle ilerliyor.
Trump’ın alışılagelmiş pragmatist tarzının ötesinde Pekin, planlarını altüst edebilecek joker kartlara karşı tetikte. Bilinmeyen bilinmeyenlerin doğası gereği neyi kaçırdığınızı bilmeniz imkansızdır, ancak ABD-Çin ilişkilerini sarsabilecek bazı ciddi ancak öngörülemez değişiklikler var. Örneğin ABD-Rusya ilişkilerindeki ani bir değişim Pekin için önemli sonuçlar doğurabilir. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki daha yakın bir ittifak, Çin’in Moskova ile ilişkilerini zorlayabilir ve Pekin’i küresel güç yapısı içinde potansiyel olarak izole edebilir. Aynı şekilde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesindeki beklenmedik manevraları Çin’in Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle dikkatle yürüttüğü ilişkilerini sarsabilir.
Çin’in hırsları üzerindeki kritik bir kısıtlama, Washington’un teknoloji ihracatı üzerindeki sıkılaştırıcı kontrolünde yatıyor ve bu da Pekin’in stratejik hesaplarına daha fazla bilinmeyen katan bir taktik. ABD’nin genel niyeti açık olsa da (Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamak) Washington’un ne kadar ileri gideceği belirsizliğini koruyor. Son ihracat kontrolleri yarı iletkenler ve yapay zeka gibi önemli alanları hedef alarak Çin’in teknolojik ilerlemesini çok önemli bir zamanda engelleme tehdidinde bulunuyor.
Çinli analistler bu hamleleri sadece rekabetçi engeller olarak değil, Çin’in stratejik alanlarda, özellikle de hem ekonomik büyüme hem de askeri güç için kritik önem taşıyan yapay zeka ve kuantum bilişim alanlarındaki yükselişini durdurmaya yönelik hesaplanmış bir strateji olarak yorumluyor. Pekin yeni kısıtlama katmanlarını izlerken, ABD’nin eylemlerinin ölçeği ve etkisi değişkenliğini koruyor ve Çin’in teknoloji yörüngesine istikrarsızlaştırıcı bir belirsizlik enjekte ediyor. Bu belirsizliklere hazırlıklı olmak için, Xi’nin daha geniş vizyonu, Trump 2.0 ya da diğer güçler tarafından tetiklenen öngörülemeyen küresel değişimlere karşı dayanabilecek kadar dirençli bir ekonomi inşa etmektir; bunu yaparken ekonomik çalkantıları ya da daha da kötüsü Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kontrolünü istikrarsızlaştırmayı riske atmamayı hedeflemektedir.
Trump’ın dönüşü aciliyet yaratabilir, ancak Pekin Trump’ı kaotik bir dünya düzeninin nedeni olmaktan çok belirtisi olarak görüyor ve bu da Xi’nin Çin’in kendine güvenini güçlendirmeye yönelik uzun süredir devam eden inancını pekiştiriyor. Xi’ye göre teknoloji, tedarik zincirleri ve eğitim alanlarında dayanıklılığı artırmak Çin’i dış şoklardan korumak ve ÇKP’nin iktidarı için gerekli olan istikrarı sağlamlaştırmak anlamına geliyor.
Gerçekte Xi’nin “Trump tarzı” aksaklıkları yönetme zemini Trump’ın ilk döneminden çok önce başladı. Çin’in yaklaşımı her zaman dış baskılara karşı kırılganlıkları en aza indirmeye dayanmıştır ve bu Xi’nin dünya görüşüyle derinlemesine bağlantılı bir yöndür. Yine de bu dayanıklılık arayışı ince bir çizgide yürüyor. Savunmanın güçlendirilmesi Çin’in izolasyonunu derinleştirebilir; bu da paradoksal olarak yeni zayıflıklar yaratabilecek bir kalkan. Yerli tedarik zincirleri ve teknoloji bağımsızlığındaki kazanımlar gerçek bir ilerlemeye işaret ediyor, ancak Xi’nin vizyonunun büyük bir kısmı hala hedefe yönelik. Pekin, giderek daha fazla çalkantıyla tanımlanan bir dünyada Çin’in gücünün hızlı büyümesinden ziyade türbülanslara dayanma kapasitesiyle ölçüleceğinin farkında olarak bu savunmaları güvence altına almak için yarışıyor.
DÜNYA BASINI
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Yayınlanma
2 gün önce17/11/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Batı medyası ve onların anti-komünist temayüllü ideologlarının “despotik”, “merkeziyetçi”, “bürokratik” olarak sıfatlandırdığı “geleneksel sosyalist” devletler, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya Halk Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti ve Romanya Sosyalist Cumhuriyeti…
Hemen tamamında kadının ev köleliğinden kurtulması ve ev işleri gibi kadını bunaltan, köleleştiren işlerin endüstrinin bir parçası haline getirilmesi, yani evin ekonomik bir birim olmaktan çıkarılması, toplumun yeniden üretimi sorununu ve doğan çocuğun devlet tarafından bakımının sağlanarak kadın üzerindeki yükün hafifletilmesi ve giderek tamamen bir yük, biyolojik olarak gerileten bir yük, olmaktan çıkarılması için muazzam çabalar harcandı. Belki bu çabalar yetersiz kaldı, çok sonraları yavaşladı hatta bir kısmı geri alındı ama bu çabalar harcandı. Bu haklar aynı zamanda, en ileri burjuva demokratik ülkelerde bile, bazı ileri liberal çevreler tarafından sözü edilen ama asla gerçekleştirilmeyen haklardı. Öyle ki kadınlar, ilkel komünal toplumdan bu yana en geniş haklarını ilk olarak bu rejimler altında elde ettiler ve bu hakları fiili olarak da onlarca yıl uyguladılar.
Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, bu “reel sosyalizm” deneyimlerinin kadınlara yönelik politikalarındaki tılsımın sadece rakamsal olarak daha çok istihdamda olmalarında değil, kadını boyunduruğu altına alan bağların kökünden çözülmesinde olduğunu “içeriden”, Alman Demokratik Cumhuriyeti deneyimi üzerinden anlatıyor. Yazarın temel tezi ise, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak üretim koşullarında gerçekleşen radikal değişimlerin, kadınların toplumsal konumunu dönüştürmekteki gücünü kanıtlayan onlarca yıllık bir deneyimin, bugünkü feminist tartışmalara katkı sunabilecek yeni bir perspektif getirebileceği.
Demokratik Almanya deneyiminin ışığında: Kadın özgürlüğünden öğrenebileceklerimiz ve koruyabileceklerimiz
Florentine M. Sandoval
Internationale Forschungsstelle DDR
2 Ekim 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) sona ermesi Doğu Alman kadınlarını bir çağ kadar geriye götürdü. 1989 sonrası gelişen kadın hareketi hâlâ sosyalizmde neyin övgüye değer neyin kınanabilir olduğunu tartışadursun, bu tartışma aslında çoktan gereksiz hale gelmişti: Zira DDR’nin yasaları artık geçerli değildi; aile ve sosyal politika da dahil olmak üzere hiçbir alanda sosyalist sistemle devamlılık yoktu ve olmayacaktı. Aile hukuku alanı yeniden burjuva yasallığı ile düzenleniyordu. Almanya’nın imparatorluk döneminden kalma ceza kanunu maddeleri tekrardan yürürlüğe giriyor, kürtaj ve muayene hizmetlerine erişim yeniden tanımlanıyordu. Doğu Alman ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş şekilde özelleştirilmesi ve sanayisizleştirilmesi karşısında kadınlar ya yeni Batı Alman üstlerinin hor görmesi ile ya da işsizlikle sınanacaklardı. Ve genellikle erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarına [yeniden] geri dönmek zorunda kaldılar. Kaybedilen asıl şey, kadınların özgürleştirilmesi sorumluluğunu üstlenmiş bir devlet ve toplumdu.
Sosyalist Doğu Almanya’da yaşanan devrimci altüst oluşlar öylesine muazzamdı ki, ortadan kalkışından otuz yılı aşkın süre sonra dahi hissedilmeye ve ölçülmeye devam ediyor. Bu, 2023 itibariyle Doğu’da kadın istihdamının daha yüksek olması, kreşlerin Batı’ya kıyasla yaygınlığı ve Batı’da yüzde 19 olan kadın-erkek ücret farkının Doğu’da yüzde 12 olması gibi göstergelerde kendini sürekli yeniden hatırlatmakta. DDR’nin 40 yıllık varlığı boyunca birçok çelişki ortadan kaldırılamamış olsa da (ev işleri ve [eşit] ücret başta olmak üzere), bu çelişkilerin kapitalist koşullar altında daha da yoğunlaştığı bugünden geriye bakıldığında yine de pek çok şey kaybedilmiş gibi görünüyor.
Fakat DDR, geçmişten bugüne düşürdüğü gölgeyle Batı Alman toplumunu ifşa etmeye devam ediyor ve bugünkü feminist tartışmalarda genellikle eksik olan bir perspektifi açıyor. Çünkü DDR deneyimini Batı’daki ve günümüzdeki feminist hareketten farklı kılan şey, toplumsal üretim ilişkilerinin ve kadınların özgürleşmesi için toplumsal ve kitlesel seferberliğin rolüdür.
DDR’deki kadın politikasının en temel hedefi, mümkün olan en geniş kadın kitlesini üretim sürecine dahil etmekti ve bu da ancak DDR’de bunun toplumsal temeli sağlandığı için mümkündü. Bu strateji, 19. yüzyıl boyunca devrimci işçi hareketi içinde olgunlaşan, kadınların demokratik, sosyal ve ekonomik haklar mücadelesinin bir bütün olarak işçi sınıfının kurtuluşuyla yakından ilişkili olduğu anlayışına dayanıyor. Proleter kadın hareketinin öncülerinden Clara Zetkin gibi isimler, kadınların ezilmişliğinin ve yüzyıllar içinde gelişen ataerkil ilişkiler ile ahlaki değerlerin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla sıkı bir bağ içinde olduğunu ve kapitalist üretimle iç içe geçtiğini; dolayısıyla da yalnızca üretim koşullarında radikal bir değişimle kadınların kurtuluşu için gerekli koşulların yaratılacağını savunmuşlardı.
Her ne kadar kapitalist ekonomilerde kadınlar için kaçınılmaz olarak sömürü koşulları yaratsa da, kadınların iş gücüne dahil olması, DDR gibi üretim ilişkilerinin sosyalist tarzda örgütlendiği bir devlette tarihsel olarak ilerici bir tekamül yaratmıştır. Zira özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna eşlik eden emeğin doğasındaki değişim, kadınların toplumsal konumunu kökünden değiştirmişti.
Elbette bu, kadınların kendi çabaları olmadan başarılamazdı. Kadınların istihdama kazandırılmak için seferber edildiği pek çok girişimden birine örnek olarak “ev kadınları birlikleri” verilebilir. 1950’li yıllarda, çalışmayan kadınlardan oluşan bu kolektifler, iş gücüne acil ihtiyaç duyulan projelerde çalışmış kadınları daha sonra kalıcı bir işe girmeleri için teşvik ediyordu. Kocalar ile ev içinde yaşanan çatışmaların bu noktada tayin edici bir rolü olduğunun altı kalınca çizilmeli. Kadınların hane içindeki izolasyonuna ilişkin siyasal tartışmalar yeniden canlandı, bu da kadınların üretim sürecine katılımını arttırdı ve dolayısıyla da ekonomik bağımsızlıklarına giden yolu açmış oldu. Diğer bir deyişle, maddi teşvikler ve bilinçlendirme birlikte çalışmış ve etkili olmuştu.
İstihdamın kendisi kapsamlı bir çocuk bakım altyapısının geliştirilmesini ve eş zamanlı olarak ev işlerinin azaltılmasını ve daha iyi bölüşülmesini gerektiriyordu Bunlar birbirini etkileyen ve birbirine bağlı süreçlerdi. Sosyalist işyeri aynı zamanda kadınlar için toplumsal görevlerin iç içe geçtiği bir merkezdi – kültürel etkinlikler, eğitimler ve çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri bu merkezler aracılığıyla organize edilmekteydi. Buralarda kadın işçiler kendi başlarına etkili olabiliyor, haklarını talep edebiliyor ve savunabiliyorlardı. Sendikaların kadın komisyonları, bir işyerinin tüm kadın işgücünün kişisel ve mesleki gelişimi için kolektif bir araç olan Frauenförderpläne’nin (“kadınların terfi planları”) hazırlanmasını ve uygulamanın izlenmesini sağlıyordu. Üretken emek en önemli itici güç haline gelirken, yeniden üretim emeği kadınların özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olmaya devam edecekti.
Kırk yıl oldukça kısa bir süredir. 1990 yılına kadar çözülmeden kalan sorunlar ve çelişkiler değerlendirilirken bu gerçek muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Teknik yeniliklere, ev içi sorumlulukların kısmen de olsa toplumsallaştırılmasına ve medyanın erkeklere yönelik çağrılarına rağmen, yeniden üretim işi büyük ölçüde kadınlara bırakıldı. Nitelik farkının kapatılamaması ve/veya kadınların aynı niteliklere sahip olmalarına rağmen yönetim pozisyonlarına ulaşamamaları nedeniyle kadın-erkek ücret farklılıkları devam etti; DDR’nin Gençlik Araştırmaları Merkez Enstitüsü (ZIJ) tarafından yürütülen çalışmaların da gösterdiği gibi, genç nesillerde daha az yaygın olsa bile, aile içindeki geleneksel roller hâlâ varlığını sürdürüyordu.
DDR’de kız çocukları, farklı bir kadın imajıyla büyüdüler ve doğalında hayata dair yüksek beklentiler geliştirdiler; ancak DDR’li son yılların zorlu gerçekliği düşünüldüğünde bu beklentiler her zaman karşılanamadı. DDR’de sosyalizm ve kadın özgürlüğü arasındaki bağlantı kesin bir şekilde kurulmuş ve kanıtlanmış olsa da sosyalist devletin erken yıllarındaki devrimci enerjinin üzerine dahasını inşa etmek mümkün olamadı.
Aslında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabilme yolunda eşit işe eşit ücret, eşit eğitim olanakları, eşit ortak karar alma hakkı gibi önemli ilkeler henüz Sovyet İşgal Bölgesi’ndeyken (1945-1949) ortaya konmuştu, çünkü komünistler ve sosyalistler için bunlar, [kadınlar mevzubahis olduğunda] müzakere edilemez, temel haklardı. Ancak DDR’deki deneyimler, bu hakları güvence altına alan temel yapıları inşa etmenin karmaşık ve uzun bir görev olduğunu ve basitçe “yukarıdan” empoze edilemeyeceğini de kanıtlar nitelikte. Doğu Almanya’daki kitlesel inisiyatifler ve demokratik yapılar olmasaydı, gerekli zihniyet değişimini sağlamak ve çeşitli toplumsal grupları kadınların kurtuluşu lehine kazanmak mümkün olamazdı. Birlik meclisleri, kadın komisyonları ve teşvik planları gibi somut araçlar, bu toplumsal zorluğu aşmak için vardı. Bu araçlardan yararlanıp yararlanmamak bireylere bağlı olsa da kullanımı istisna değil kuraldı.
Yoksulluğun arttığı, güvencesizleşmenin olağanlaştığı ve kadın haklarının dünya çapında geriletildiği bir dönemde, bireyselleştirme ilkesinin tam tersini, yani DDR’de olduğu türden kadınların kitlesel ve toplumsal seferberliğini düşünmek önemlidir. DDR’deki 40 yıllık kadın politikası ve teşvikinde nelerin kaybedildiği ve geriye nelerin kaldığı, çözülemeyenler ve mümkün olanlar, günümüzün kadın eşitliği tartışmalarına ve mücadelesine verimli bir şekilde taşınabilir, tabii eğer izin verilirse. Kadınların kurtuluşunu bireysel ilişkilerin bir vaadi olarak görmek yerine tarihsel ve toplumsal bir görev olarak belleyen DDR’nin hem ulaşılan hem de ulaşılamayan politik hedefleri, parçalanmış olan kadın hareketine bir yön sağlayabilir. Bu, her şeyden önce DDR mirasının da bir parçası.
Kuzey Kore, Rusya ile daha yakın ticari ve bilimsel işbirliği istiyor
Almanya ve Finlandiya, denizaltı iletişim kablolarına sabotaj düzenlendiğini ileri sürdü
Ukrayna, Rusya’yı ATACMS füzeleriyle hedef aldı
Hochstein: Ateşkes için ciddi bir şans var
Rusya Merkez Bankası: Enflasyonist baskılar artıyor, ek sıkılaştırma şart
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
AMERİKA1 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi