Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya’nın Hamas ile ilişkisi ve Moskova’nın hesapları

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Hamas’ın işgal altındaki topraklara Gazze Şeridi’nden başlattığı “Aksa Tufanı” saldırısına dair Rusya’dan itidal çağrılarından daha kapsamlı yorum ve mesajlar gelmedi. Nitekim 22 Şubat 2022’den bu yana Moskova ile Tel Aviv, Ukrayna’ya silah tedariki konusunda yer yer (Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Hitler’in Yahudi kökleri de vardı” gafı hatırlanacaktır) didişmeler yaşadı. Bunlar resmi ağızdan dile getirilmese de gerçekti ve şimdi, Gazze Şeridi etrafındaki durum, Rusya’da nasıl reaksiyon gösterileceği konusunda kafa karışıklığı yaratmışa benziyor.

Lavrov’un bu kadar sert konuşmasının gerekçesi, göründüğü kadarıyla Tel Aviv’in İsrailli paralı askerlerin Ukrayna’ya gidişine göz yummasıydı. Nitekim bu anımsatmayı Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova da yaptı.

Rusya ile kurulan ortaklık, İsrail’e S-300 bariyerine takılmadan Suriye topraklarında rahat rahat saldırılar düzenlemesine olanak verirken, Ukrayna konusunda da iyi niyet göstergesi olarak sessiz kalmasını sağladı.

Ve Rusya-İran ilişkilerinin son zamanlardaki gelişimi — İran’ın Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru (NSTC) üzerindeki hakimiyeti nedeniyle Moskova’nın Tahran’a olan ihtiyacının artması — Tel Aviv’in açısından ciddi bir baş ağrısı. Dolayısıyla Tel Aviv, bugünlerde Moskova’nın çıkarlarını ekstradan dikkate almak zorunda.

Rusya’nın her iki ortağı dengelemeye çalışarak Suriye’de İran’ın hakkını yedirirken bugünlerde Tahran’a yaklaşması Tel Aviv’de ciddi korkulara yol açtı. Nihayetinde İsrail, akıllıca davranarak Kiev’e insani yardım ve yüzeysel siyasi destekten başka bir şey vermemeyi seçti.

Kısacası Tel Aviv, Ukrayna’da Moskova’nın kırmızı çizgisini aşmasının, Kremlin’i İran’a Suriye’de İsrail’e vekaleten saldırması için açık yetki vermeye teşvik edebileceğini anladı.


Rusya’nın Hamas ile ilişkisi ve Putin’in küresel hesapları

Anna Borşçevskaya

Al Majalla

6 Kasım 2023

Moskova’nın 7 Ekim’deki Hamas saldırısından haberdar olduğuna dair bir kanıt yok ama Putin, Batı’nın dikkatini Ukrayna’daki savaştan uzaklaştırmak da dahil olmak üzere ortaya çıkan kaostan faydalanıyor.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırı sonucunda en az 16 Rus vatandaşı hayatını kaybetti ancak Moskova, Hamas’ı doğrudan kınamadı. Kremlin bazı barışçıl siyasi muhaliflerini terörist olarak nitelendirirken Hamas’a bu sıfatı vermedi.

Bunun yerine Devlet Başkanı Vladimir Putin, mevcut Orta Doğu krizinden ABD politikalarını sorumlu tuttu. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı Nazi Almanya’sının Leningrad’ı kuşatmasına benzetti ki bu Rusya tarihindeki en travmatik hadiselerden biri.

Bu bağlamda Putin, İsrail ve Filistinliler arasında arabuluculuk yapmayı teklif ederken, Rus basınında yer alan haberlere göre Hamas, Putin’in İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin tutumunu övdü.

Rusya’nın Hamas ile uzun süredir devam eden ve iyi belgelenmiş bir ilişkisi var.

Yine de Moskova’nın Hamas saldırısına verdiği tepki, Putin’in haziran ayında çok kutuplu bir dünya lehine sona ermekte olan “çirkin neo kolonyal sistem” olduğunu iddia ettiği ABD liderliğindeki liberal dünya düzenini aşındırmaya çalışırken Küresel Güney ile daha açık bir şekilde hizalandığını gösteriyor.

Hamas ile uzun soluklu ilişki

Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği, Orta Doğu’ya katı bir ideolojik mercekle yaklaştı. Sovyet güvenlik teşkilatı KGB, İsrail’in yok edilmesini birincil hedef olarak gören örgütler de dahil olmak üzere bölgedeki Batı karşıtı terörist ve militan grupları finanse etti, eğitti, danışmanlık yaptı ve donattı.

Sovyetler Birliği’nin 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan Ekim 1991’e, yani SSCB’nin varlığının sona ermesinden yaklaşık iki ay öncesine kadar İsrail ile hiçbir diplomatik ilişkisi olmadı.

1990’lar ve 2000’ler boyunca Rus hükümeti daha esnek bir yaklaşım benimsedi. İsrail ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı, kendisini arabulucu olarak tanımladı, Dörtlü’ye katıldı ve Hamas’ın terör eylemlerini kınadı.

Yine de Hamas’ı terör örgütü olarak nitelendirmedi. Şubat 2006’da Putin, Hamas’ın El Fetih’e karşı kazandığı parlamento seçim zaferinin ardından dönemin lideri Halid Meşal’i Moskova’ya davet etti.

Daha sonra Hamas, Moskova’yı desteği için övdü. Meşruiyetin tanınması onlar için önemliydi. Aynı yılın mart ayındaki ziyareti sırasında Meşal, Rus Rossiyskaya Gazeta gazetesine verdiği demeçte “Dünya başkentlerini ziyaret edeceğimiz günün geleceğinin hep farkındaydık,” dedi.

Ağustos 2006’da Kazan’da konuşan dönemin Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeniy Primakov’un Hamas’ı insani bir örgüt olarak gördüğünü ancak terör eylemleri gerçekleştiren militan bir kanadı olduğunu da kabul ettiğini söylediği bildirildi. O tarihten bu yana Hamas’tan Rusya’ya başka ziyaretler de gerçekleşti ve 2010 yılında Meşal, dönemin Başbakanı Dimitriy Medvedev ile bir araya geldi.

Rus yetkililer Hamas ile iyi ilişkilere ihtiyaç duymalarının iki nedeni olduğunu belirttiler. Birincisi, Gazze’de az sayıda, belki de birkaç yüz Rusya vatandaşı yaşıyor ve Rusya Dışişleri Bakanlığının himayesindeki Kalinka Rus kültür merkezi çalışıyordu.

Ancak pratikte Rus kültür merkezlerinin istihbarat paravanı olarak hizmet verdiği biliniyor. Filistinli politikacılar ise Moskova’yı ABD’ye karşı bir denge unsuru olarak görüyorlardı.

Suriye’de 2011 yılında patlak veren uzun iç savaş sırasında Hamas, Beşar Esad’a karşı çıksa da Rusya’nın Hamas’a dönük tutumu Suriye rejimini desteklemesine rağmen değişmedi.

Örneğin Kasım 2015’te Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Rusya’nın Hamas’ı (ya da Hizbullah’ı) terör örgütü olarak görmediğini yineledi. Hamas liderleri Eylül 2022’de Tataristan’ın başkenti Kazan’a, bu yılın mart ve eylül aylarında da Moskova’ya gittiler.

Rusya Dışişleri Bakanlığı’na göre mart ayındaki toplantıda “Rusya’nın Filistin sorununa adil bir çözüm bulunmasını destekleyen değişmez tutumuna değinildi.” Hamas (ve İranlı) yetkililer, en son 26 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısının ardından Moskova’daydı.

Malzeme tedariki

Rus yapımı silahlar yıllardır Hamas’ın eline geçiyordu. Mayıs 2021’de Hamas’ın üst düzey lideri Usame Hamdan, Rusya’nın araştırmacı gazetesi Novaya Gazeta’ya mülakat verdi.

“Hamas, İsrail’e saldırmak için kullandığı bu kadar çok sayıda Rus yapımı roketi nereden buldu?” şeklindeki bir soruya cevaben şunları söyledi: “Bence Rus halkı, dünyanın mazlum halklarına kendilerini savunabilecekleri silahlar verdikleri için gurur duymalı. Bu silahlar bölgemize 60’lı ve 70’li yıllarda gönderilmişti.”

Putin’in Rusya’sı ise en azından Hamas’a maddi destek sağladı. Wall Street Journal’ın 13 Ekim tarihli haberine göre, Hamas bağlantılı terör örgütleri Rusya’nın kripto para borsalarını kullanarak Batı yaptırımlarını aşmanın yollarını buldular.

Ukrayna Ulusal Direniş Merkezi, paramiliter grup Vagner mensuplarının Hamas militanlarının “saldırı taktikleri ve araçlara ve diğer hedeflere patlayıcı madde atmak için küçük insansız hava araçlarının kullanımı” konusundaki eğitimlerine katıldıklarını öne sürdü.

Ukrayna Askeri İstihbarat Şefi Kirill Budanov, Rusya’nın son dönemde Hamas’a silah sağladığını söyledi ama bu iddialara ilişkin kanıt sunmadı.

Üst düzey Hamas yetkilisi Ali Bereke, Rusya’nın ana propaganda kanalı RT’de yayımlanan mülakatında Hamas’ın Rusya’dan Kalaşnikof mermisi üretmek için lisans aldığını ve Rusya’nın Hamas’a “sempati duyduğunu” dile getirdi. Ayrıca Hamas’ın saldırısının Rusya’nın askeri akademilerinde öğretileceğini iddia etti.

Moskova’nın küresel hesapları

Moskova’nın 7 Ekim saldırısına karıştığına ya da bunu bilip görmezden geldiğine dair doğrudan bir kanıt yok. Fakat Putin, Batı’nın dikkatini Ukrayna’daki savaştan uzaklaştırmak da dahil, ortaya çıkan kaostan faydalanıyor.

ABD kuvvetlerine karşı siber operasyonlar, dezenformasyon kampanyaları ve Orta Doğu’daki diğer Amerikan karşıtı aktörleri desteklemek için Vagner’in kullanılması da dahil olmak üzere bu durumu daha da kötüleştirme fırsatını kullanması muhtemel.

Son olarak Hamas’ın bir RT muhabirine Gazze Metrosu olarak adlandırılan tünel ağına erişim izni verdiği bildirildi. Bu durum Kremlin’in Arap izleyicilere dönük anlatıyı Rusya’nın devlet hedeflerine uyacak şekilde şekillendirmek için ek fırsatlara sahip olacağını gösteriyor.

Daha önce Putin, Ukrayna’ya gönderilmesi planlanan Batı menşeli silahların karaborsa yoluyla Orta Doğu’ya ulaştığını öne sürmüştü. Putin bunun, İsrail’in Filistinlilere karşı Batı silahlarını kullandığını öne sürerek Arap izleyicilerin algılarını şekillendirmeye —Ukrayna konusunda Rusya’nın yanında, İsrail’e verdiği destek konusunda ise Batı’nın karşısında yer almaya— dönük bir çaba olduğunu ifade etti.

Putin’in Rusya’nın İsrail ile ilişkilerini uzun süre bizzat geliştirdikten ve tüm taraflarla konuşabilen bir Orta Doğu arabulucusu imajını tehlikeye attıktan sonra şimdi Hamas’ın yanında bu kadar açık bir şekilde yer alması bazılarını şaşırtabilir.

Ancak gerçek şu ki Kremlin, dünya meselelerine sıfır toplamlı dar bir prizmadan bakıyor: Rusya’nın kazanması için ABD ve Batı’nın kaybetmesi gerekiyor. Bu küresel bir vizyon, ABD liderliğindeki liberal dünya düzenine bir meydan okuma ve Putin bunu en açık şekilde Ukrayna’yı işgal ederek ortaya koydu; Putin, bu savaşı Batı ile varoluşsal bir savaş olarak görüyor.

Kendisini bir arabulucu olarak gösterme çabası ne olursa olsun, Orta Doğu’daki Amerikan karşıtı güçlere her zaman daha yakın durdu. Bu eğilim, Ukrayna’yı işgal ettikten sonra hızlandı ve daha belirgin hale geldi.

Elbette İsrail ve Hamas arasındaki çatışmanın tırmanması ve diğer ülkelere sıçraması halinde Putin için riskler ve zorluklar var, ancak Putin daha önce de ideal olmayan koşullarda hareket etti. Daha da önemlisi, hesaplarını değiştirecek kadar yüksek bir bedel ödemedi.

İşgalden bir buçuk yıl sonra Rusya küresel tecritten kaçındı. Moskova’nın savaşa ilişkin söylemi Batı dışında da yankı buldu ve yaptırımların etkilerini hafifletme konusunda Batı dışında yollar bulabildi.

Rusya alternatif dünya düzeni vizyonunu hayata geçirmek için Küresel Güney ile yakınlaştıkça, Batı’da Ukrayna’dan kaynaklanan dikkat dağınıklığından, Orta Doğu’da Amerikan karşıtlığının yükselişinden ve Amerikan karşıtı güçlerin güçlenmesinden kendisi için düşük bir maliyetle faydalanmaya çalışacaktır. Başka bir deyişle, doğrudan ya da vekilleri aracılığıyla Batı ile gerilimi tırmandırmaya çalışacaktır.

ABD, Batılı olmayan ortaklarını Rusya’nın dünya düzeni vizyonunun kaybeden bir vizyon olduğuna ikna etmek için daha fazlasını yapmalı ve Putin’in stratejik hesaplarını değiştirecek şekilde Moskova’ya nasıl maliyetler yükleyeceği —Batı ile gerginleşmenin maliyetinin faydalarından daha ağır bastığı— konusunda yaratıcı bir şekilde düşünmeli.

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English