Diplomasi
Çin akademisinden Erdoğan’ın BM’deki ‘Uygur’ göndermeli konuşmasına tepki

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) 79. Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Türk Devletleri Teşkilatı’ndan bahsederken yaptığı ‘Uygur Türkleri’ vurgusu Çin kamuoyunda tepki çekti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu konuşmasında, Türk Devletleri Teşkilatının giderek bir cazibe merkezine dönüştüğünü, gözlemci üyeler Macaristan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de katkılarıyla Teşkilatın örnek bir işbirliği modeli haline geldiğini söyledi.
Türk dünyası olarak birlik ve beraberliği daha da tahkim edeceklerini belirten Erdoğan, “Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde, güçlü tarihi, kültürel ve beşeri bağlarımızın bulunduğu Uygur Türklerinin temel hak ve özgürlüklerinin korunması için Çin ile yakın diyalog halindeyiz. Latin Amerika ve Karayipler’deki tüm ülkelerle kurmuş olduğumuz dostane bağları daha ileri bir aşamaya taşımaya gayret ediyoruz” ifadesini kullandı.
Çin akademisi Erdoğan’ın Çin’le ilişkileri Uygurlar bağlamında ve Türk Devletleri Teşkilatı bünyesinde ele alan konuşmasına tepki gösterdi.
‘Uluslararası ilişkilerin temel ilkelerini ihlal’
Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü ve Şanghay Üniversitesi Türk Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof. Dr. Guo Changgang, konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, Erdoğan’ın sözlerinin Çin’in egemenliğinin yanı sıra uluslararası ilişkilerin temel ilkelerinin de bir ihlali olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Guo Changgang, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Erdoğan’ın ‘güçlü tarihi, kültürel ve insani bağlara sahip olduğumuz Uygur Türklerinin temel hak ve özgürlüklerini Çin ile yakın diyalog yoluyla ve Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstererek korumak için çalışmaktan’ bahsederken, öncelikle uluslararası ilişkilerin temel ilkelerini ihlal ettiğine inanıyorum. İkinci olarak bu, Türk dili konuşan diğer ülkelerin egemenliğine bir müdahale anlamına geliyor, zira bu ülkelerin temsilcisi gibi davranıyor, adeta onların efendisiymiş gibi. Üçüncü olarak, bu sadece Çin’in ulusal egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmemesi değil, aynı zamanda kaba bir müdahale biçimidir. Uygurlar büyük Çin ailesinin bir parçasıdır; eğer Erdoğan Türkiye Türkleri ile Çinli Uygur Türkleri arasında tarihte kültürel bir bağ olduğuna inanıyorsa, bu bağ bir “silah” ya da ikili gerilimi artıracak bir araç olarak kullanılmak yerine Türkiye-Çin dostluğu için bir köprü ve Türkiye-Çin ilişkileri için bir kolaylaştırıcı görev görmelidir. Erdoğan’ın bir siyasetçi olarak nasıl olup da uluslararası ilişkiler ve siyasi bilgelikten yoksun bu tür açıklamalar yapabildiğini anlamıyorum.”
Çin ile Türkiye arasında 2010 yılında “stratejik işbirliği ilişkisi” kurulmasından bu yana, ilişkilerin daha fazla ilerlemediğini ve “stratejik ortaklık” seviyesine ulaşmadığını belirten Prof. Guo, “Bunun temel nedenlerinden biri muhtemelen Erdoğan’ın yukarıda bahsi geçen mantıksal duruşudur” dedi.
“Türkiye’nin ulusal gurur duygusunu tamamen anlıyorum ve bir tarihçi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus inşa sürecinde Türk tarihinin ‘inşasını’ ve ‘yorumlanmasını’ da kavrıyorum. Türkiye, tarih ders kitaplarında Sümer uygarlığının, Mısır uygarlığının ve daha sonra Minos-Miken uygarlığının Türk uygarlığına dayandığını iddia edebilir ve Türk dünyasının bir zamanlar Adriyatik Denizi’nden Pasifik’in batı kıyılarına kadar uzandığını söyleyebilir” diyen Prof. Guo, ancak bu durumun, Türkiye’nin ilgili ülkelerin içişlerine karışması için bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğine dikkat çekti.
‘Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı’
Erdoğan’ın ilgili konuşmasını değerlendiren Prof. Dr. Hasan Ünal da Çin’le ilişkilerin “Uygur gündemine indirgenmesini” eleştirdi.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Çin ile ilişkilerden sadece Uygurlar bağlamında bahsetmiş olması konuşmanın önemli eksikliklerinden birisidir” diyen Prof. Dr. Hasan Ünal, “çok kutuplu dünyanın tartışmasız süper gücü olan Çin ile ilişkiler Türkiye’nin izlediği veya daha doğru bir ifadeyle izlemesi gereken çok taraflı dış politikanın en önemli ayağını oluşturur/oluşturmalıdır ve bu konu Uygurlar konusuna indirgenemez” ifadelerini kullandı.
“Aslında Türk kökenli azınlık/toplumlar barındıran hiçbir devletle ilişkiler oradaki Türk azınlık ve/veya toplumlar ile söz konusu devletler arasındaki ilişkilerin durumunun ne olduğuna indirgenemez/indirgenmemelidir” diyen Ünal, şu örneği verdi: “Sınır komşumuz Bulgaristan’da büyük bir Türk toplumu gayet iyi şartlarda yaşamakta ve Türkiye-Bulgaristan arasındaki ilişkilerin bir unsurunu oluşturmaktadır. Onların Bulgaristan devletine olan sadakati tartışılmazdır. Türkiye Türk toplumu vasıtasıyla Bulgaristan’ın iç işlerine veya Türk toplumunun iç meselelerine/tartışmalarına karışmamalıdır. Son yıllarda bu yönde yapılan bazı yanlışlar hariç karışmayarak Türk toplumunun Bulgaristan içerisindeki güvenilirliğine katkıda bulunmaktadır.”
Benzeri prensiplerin Çin ile ilişkilerimizde sıklıkla gündeme getirilen Uygurlar meselesinde de ortaya çıkmakta olduğunu belirten Ünal, “Uygurlar konusu Türkiye’nin bir dış politika sorunu değildir ve olmamalıdır. Ankara-Beijing ilişkileri doğrudan iki devlet arasında egemenlik ve ulusal çıkar esaslı olarak belirlenmelidir. Bu politika belirleme sürecinde Ankara’nın Uygurlar diye bir konu başlığı olması makul ve mantıklı olamaz. Uygurlar Türkiye ile Çin arasındaki iyi ilişkilerin oluşturduğu köprünün bir parçası olurlar ve doğrusu da budur” ifadelerini kullandı.
“Aksi takdirde sorunlar ve yanlış anlamalar yaşanması kaçınılmazdır” uyarısında bulunan Ünal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin “yanlış anlaşılmaya çok açık” olduğunu belirtti ve “konuşmanın özellikle Türk Devletleri Teşkilatı ülkeleri arasındaki sıkı işbirliğinden bahsedilen kısmına bu cümlenin neden serpiştirilmiş olduğunu anlamak gerçekten zordur. Çünkü burada Türkiye kendisini Uygur Türklerinin ve hatta Türk dünyasının temsilcisi gibi göstererek, onların Çin’den alamadığı haklarını almaya çalışan bir devlet görüntüsü ortaya çıkmaktadır ki, hiçbir egemen devlet bunu kabul edemez” dedi.
Öten yandan Türk Devletleri Teşkilatı üyesi hiçbir ülkenin Çin ile ilişkilerinde bu konuyu gündemde tutmadığının da altını çizen Ünal, Türkiye’nin, söz konusu devletlerin de herhangi bir şekilde dış politika meselesi yapmadığı bir konuyu Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri arasındaki işbirliği çerçevesinde dile getirmesinin diğer devletler arasında “Ankara’nın onları da kullanarak bir Uygur gündemi oluşturmaya çalıştığı” şüphesi yaratabileceğini söyledi. Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından böyle bir sonuçtan hiçbir fayda temin edemeyeceğini belirten Prof. Dr. Hasan Ünal, “Türkiye’de ve dünyada yürütülen ‘Uygulara soykırım yapılıyor’ iddialarının tamamen Amerikan propagandası olduğunu söylemeye bile gerek yoktur” dedi.
Diplomasi
Putin ve Xi: Nükleer devletler soğuk savaş zihniyetini terk etmeli

Rusya Devlet Başkanı Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi, Moskova’daki görüşmelerinin ardından yayımladıkları ortak açıklamada, nükleer silah sahibi ülkelere “sıfır toplamlı oyunlardan” vazgeçme çağrısı yaptı. İki lider, bazı devletlerin küresel stratejik istikrarı baltalayan ve silahlanma yarışını körükleyen adımlarını kınadı.
Rusya ve Çin, nükleer silah sahibi bazı devletlere “sıfır toplamlı oyunlardan” vazgeçmeleri yönünde çağrıda bulundu.
Çağrı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Moskova’ya resmi ziyarette bulunan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasındaki görüşmelerin ardından yapılan ortak açıklamada yer aldı.
Kremlin’in internet sitesinde aktardığı açıklamaya göre taraflar, ortak açıklamada, bazı devletlerin “küresel stratejik istikrarı baltalayan, silahlanma yarışını körükleyen, çatışma risklerini artıran ve uluslararası barış ile güvenliğe ciddi tehdit oluşturan” adımlar attığını belirtti.
Açıklamada, “Taraflar, ilgili devletlere ‘soğuk savaş’ zihniyetinden ve ‘sıfır toplamlı oyunlardan’ vazgeçmeleri, sorunları eşitlikçi diyalog ve karşılıklı saygıya dayalı istişarelerle çözmeleri, tehlikeli yanlış hesaplamalardan kaçınmak için güveni güçlendirmeleri ve stratejik riskler yaratan eylemlerden kaçınmaları yönünde şiddetle çağrıda bulunmaktadır,” ifadelerine yer verildi.
Moskova ve Pekin, “ivedilikle ortadan kaldırılması gereken” stratejik risklerden birinin, “diğer nükleer devletlerin yakınındaki hassas bölgelerde askeri ittifakların ve koalisyonların genişlemesi” ve bu yolla söz konusu devletlere “güç baskısı” uygulama çabası olduğunu vurguladı. Bu durumun, bu devletlerin temel güvenlik çıkarlarını tehdit ettiği belirtildi.
Açıklamada ayrıca, nükleer silaha sahip bazı ülkelerin “sınırsız küresel ve çok alanlı füze savunma sistemi” kurması, üçüncü ülkelere karada konuşlu orta ve daha kısa menzilli füzeler yerleştirmesi ve “sözde ‘ortak nükleer misyonlar’ ile ‘genişletilmiş nükleer caydırıcılık’ gibi derin istikrarsızlaştırıcı planlar uygulaması” gibi eylemlerin bölgesel istikrarı ve küresel güvenliği baltaladığı ifade edilerek Rusya ve Çin tarafından kınandı.
Taraflar, beş nükleer silah sahibi devletin liderlerinin 3 Ocak 2022 tarihli nükleer savaşın önlenmesi ve silahlanma yarışına girilmemesi hakkındaki ortak bildirisine bağlılıklarını teyit ederek, bildirinin tüm taraflarını ilgili yükümlülüklerini yerine getirmek için somut adımlar atmaya çağırdı.
Moskova ile Pekin, ABD ve müttefiklerinin Asya-Pasifik bölgesinde “nükleer bileşeni olan Rusya ve Çin karşıtı askeri ittifaklar” kurma, bölgeye “‘genişletilmiş caydırıcılık’ kisvesi altında” nükleer silahlar yerleştirme ve “stratejik istikrarı tehdit eden küresel füze savunma sistemi unsurları ile karada konuşlu orta ve daha kısa menzilli füzeler konuşlandırma” girişimlerinin kabul edilemez olduğunu vurguladı.
Rusya ayrıca, Çin’in Ukrayna konusundaki “objektif ve tarafsız tutumunu” ve sorunun “siyasi-diplomatik yollarla çözümünde yapıcı rol oynama” arzusunu memnuniyetle karşıladığını kaydetti.
Taraflar, Ukrayna’daki çatışmanın uzun vadeli ve sürdürülebilir çözümü için, “çatışmanın temel nedenlerinin, BM Şartı ilkelerinin bütünlüğü, toplamı ve karşılıklı bağlantısı içinde ve tüm devletlerin güvenlik alanındaki meşru çıkar ve endişeleri dikkate alınarak güvenliğin bölünmezliği ilkesine saygı gösterilerek ortadan kaldırılması” gerektiği konusunda hemfikir olduklarını ifade etti.
Açıklamada, “Bu doğrultuda taraflar, barışın tesisine katkıda bulunan tüm çabaları desteklemektedir,” denildi.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Zafer’in 80. yıl dönümü kutlamalarına katılmak üzere 7 Mayıs’ta Moskova’ya gelmişti.
Xi Jinping, en son Mart 2023’te Rusya’ya devlet ziyaretinde bulunmuş, geçen sene ise Kazan’daki BRICS zirvesine katılmıştı.
Xi ve Putin Moskova’da buluştu: ‘Güç politikasına karşı çıkma’ vurgusu
Diplomasi
Nazilerin kayıtsız şartsız teslimiyetinin 80. yıl dönümü

İkinci Dünya Savaşı’nı Avrupa’da fiilen sona erdiren Nazi Almanyasının kayıtsız şartsız teslimiyet anlaşmasının imzalanmasının üzerinden 80 yıl geçti. İlk olarak 7 Mayıs 1945’te Reims’te imzalanan anlaşma, Sovyetler Birliği’nin talebi üzerine 8 Mayıs 1945’te Berlin’de yeniden imzalanarak yürürlüğe girdi. Bu tarihi olay, Avrupa’da barışın başlangıcı oldu.
İkinci Dünya Savaşı’nı Avrupa’da fiilen sona erdiren Nazi Almanyasının kayıtsız şartsız teslimiyet anlaşmasının imzalanmasının üzerinden 80 yıl geçti.
Almanya, 8 Mayıs 1945’te Berlin’de Müttefik kuvvetlere teslim olarak Avrupa’da savaşı sonlandırdı.
Bu teslimiyet, bir gün önce Fransa’nın Reims kentinde imzalanan ancak Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmeyen ilk anlaşmanın ardından gerçekleşti.
Almanya’nın ilk teslimiyet anlaşması, 07.05.1945 tarihinde saat 02.41’de Fransa’nın Reims kentinde, Amerikan generali Eisenhower’ın karargâhında imzalandı.
Wehrmacht Yüksek Komutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral Alfred Jodl, Almanya adına belgeyi imzalayan isimdi.
Müttefikler adına belgeyi, Müttefik kuvvetler karargâhlarındaki Sovyet askeri misyonu başkanı Tümgeneral İvan Susloparov ve ABD ordusu Korgenerali Walter Bedell Smith kabul etti.
İmza töreninde tanık olarak Fransız generali François Sevez hazır bulundu.
Bu belgenin 08.05 tarihinde saat 23.01’de yürürlüğe girmesi bekleniyordu. 07.05 günü öğleden sonra Alman radyosu, teslimiyet anlaşmasının imzalandığını duyurdu.
Anlaşma imzalandıktan sonra Susloparov, Jozef Stalin’den “Hiçbir belge imzalamayın!” şeklinde bir telgraf aldı.
Stalin, Reims’te imzalanan anlaşmanın iptal edilemeyeceğini ancak tanınamayacağını düşünüyordu.
Stalin, “Teslimiyet, en önemli tarihi eylem olarak, kazananların topraklarında değil, faşist saldırganlığın geldiği yerde, yani Berlin’de ve tek taraflı değil, Hitler karşıtı koalisyonunun tüm ülkelerinin yüksek komutanlıkları tarafından mutlaka kabul edilmelidir,” ifadelerini kullandı.
Nihai belge olan Almanya’nın Kayıtsız Şartsız Teslimiyet Anlaşması, ertesi gün Berlin’in Karlshorst banliyösünde imzalandı.
Tören, 08.05 tarihinde Orta Avrupa Saati ile saat 22.43’te gerçekleşti. Bu saatte Moskova’da takvimler 09.05’i gösteriyordu.
Almanya adına belgeyi, Alman askeri komutanlığının başı Generalfeldmareşal Wilhelm Keitel, Luftwaffe Kurmay Başkanlığı adına Orgeneral Hans-Jürgen Stumpff ve Amiral Hans-Georg von Friedeburg imzaladı.
Müttefikler adına ise Mareşal Georgiy Jukov ve Mareşal Arthur Tedder belgeyi kabul etti. Tanık olarak ABD’den General Carl Spaatz ve Fransa’dan General Jean Joseph Marie Gabriel de Lattre de Tassigny hazır bulundu.
Belge, Almanya’nın tüm silahlı kuvvetlerinin ve Almanya komutası altındaki kuvvetlerin kayıtsız şartsız teslimiyetini içeren altı maddeden oluşuyordu.
Ayrıca, muharebelerin sona erme saati de 08.05.1945 tarihinde Orta Avrupa Saati ile saat 23.01 olarak belirlenmişti.
Nihai anlaşma, Müttefiklerin ön anlaşma olarak kabul ettiği ilk belgeyi neredeyse tamamen tekrarlıyordu.
Ancak, ilk belgedeki “Sadece İngilizce metin orijinaldir” şeklindeki giriş bölümü çıkarıldı. Bunun yerine yeni, altıncı madde eklendi: “Bu anlaşma Rusça, İngilizce ve Almanca dillerinde hazırlanmıştır. Sadece Rusça ve İngilizce metinler orijinaldir.”
Ayrıca, “Sovyet Yüksek Komutanlığı” yerine “Kızıl Ordu Yüksek Başkomutanlığı” adı kullanıldı ve askeri teçhizatın korunmasına ilişkin madde genişletilerek tamamlandı.
İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve ABD Başkanı Harry Truman, Stalin’in zaferin resmi olarak 9 Mayıs 1945’ten önce ilan edilmemesi yönündeki taleplerinden birini reddetti.
Müttefik ülkelerin liderleri, 8 Mayıs tarihinde saat 15.00’te zafer ilan eden açıklamalar yaptı. Sovyetler Birliği’nde ise zafer, 9 Mayıs tarihinde saat 02.00 civarında radyodan duyuruldu.
Diplomasi
ABD, İngiltere ve Japonya Tayvan’daki diplomatik varlıklarını artırıyor

Kaynaklara göre, ABD, İngiltere ve Japonya, Tayvan’daki fiili “diplomatik temsilciliklerini” son yıllarda önemli ölçüde genişletti.
Tayvan’ın resmi ilişkisi olan sadece 12 ülke bulunurken, bunların hiçbiri büyük güçler değil. Ancak, ilgili bir yetkilinin Nikkei Asia‘ya verdiği bilgilere göre, 2022’de yaklaşık 300 olan yabancı diplomat ve fiili diplomat sayısı, 2024’te 400’e yükseldi.
Anonim kalmak koşuluyla konuşan yetkili, yerel istihdam hariç ABD diplomatlarının sayısının 2022’de yaklaşık 80 iken geçen yıl 110’un üzerine çıktığını açıkladı. Japon diplomatların sayısı ise 2022’de 25 iken 40’a yükseldi.
Bu durum, ABD-Çin rekabeti artarken, Tayvan’ın bir güç mücadelesi sahası haline geldiği bir döneme denk geliyor.
Ayrılıkçı Tayvan lideri William Lai yönetimi ABD, Japonya, İngiltere ve diğer ülkelerin desteğinin, Çin’e karşı koymak için hayati öneme sahip olduğunu düşünüyor.
ABD’nin 1979’da diplomatik ilişkilerini Taipei’den Pekin’e taşımasının ardından, fiili büyükelçiliği olan Amerikan Enstitüsü Tayvan’da kuruldu. Enstitünün internet sitesine göre, AIT personelinin toplam sayısı 550’nin üzerine çıktı ve bu sayı ile Taipei’deki en büyük yabancı misyon haline geldi.
2023 yılında Tayvan ile ticaret anlaşması imzalayan ilk Avrupa ülkesi olan ve Tayvan’ın yerli denizaltı programı için teknoloji sağladığı bildirilen İngiltere de, Taipei misyonunun kadrosunu %40’ın üzerinde artırdı.
2023 itibariyle, İngiltere’nin Taipei’deki fiili büyükelçiliğindeki personel sayısı 2017’deki 35’ten 50’ye çıktı. Bu sayıya, konuyla ilgili kaynaklara göre, iki yıldan kısa bir süre önce İngiltere tarafından atanan iki önemli yeni görevli de dahil: bir boğazlar güvenliği ve bölgesel güvenlik başkanı ve ticarete odaklanan bir güvenlik danışmanı.
Çin Stratejik Riskler Enstitüsü’nün yönetici direktörü Andrew Yeh, “İngiltere ve müttefiklerinin Tayvan’daki diplomatik kaynaklarını güçlendirmeleri mantıklı” dedi. “İngiltere, Tayvan ile ticareti ve yatırımları derinleştirerek, özellikle de güçlü bilim ve teknoloji altyapısından çok şey kazanabilir” diye ekledi.
Tayvan’da bir kriz olması durumunda Okinawa adalarından 120.000 kişiyi tahliye etme planları yapan Japonya da varlığını güçlendiriyor. Japonya-Tayvan Değişim Derneği olarak bilinen fiili büyükelçiliğinin personel sayısı önemli ölçüde arttı.
İlgili kaynaklara göre, yerel personel de dahil olmak üzere misyonun toplam personel sayısı son beş yılda yaklaşık iki katına çıkarak 50’den 110’a yükseldi. Ek personel arasında, ekonomi ve kültürün ötesinde bir yetki alanına sahip ikinci bir temsilci yardımcısı da bulunuyor: Japonya’nın temsilcisi emekli bir diplomat; birinci yardımcısı, resmi olarak derneğe geçici olarak atanan Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’ndan bir yetkili; ikinci yardımcısı ise teknik olarak geçici olarak atanan Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili.
İçeriden edinilen bilgilere göre, bir zamanlar Çin’deki görevlerden daha az prestijli olarak görülen Taipei’deki görevler, artık daha fazla önem ve anlam kazanmış durumda.
Tayvan’ın DSET düşünce kuruluşunun CEO’su Jeremy Chih-Cheng Chang, Taipei’deki yabancı misyonların teknoloji ve ulusal güvenlik konularında yerel uzmanlarla işbirliğini artırdığını söyledi.
Nikkei Asia’ya verdiği demeçte, “Birçok temsilcilik artık yarı iletkenler, yapay zeka, enerji güvenliği ve insansız hava araçları ile ilgili araştırma projelerinde DSET ile düzenli olarak işbirliği yapıyor” dedi.
Ayrıca, ülkelerindeki akademisyenler ile Tayvanlı düşünce kuruluşları arasında bağlantıları kolaylaştırdıklarını da sözlerine ekledi. “Bir keresinde DSET’i ziyaret eden bir büyükelçi, ülkesinden beş akademisyenin profilini tek tek çıkardı. Büyükelçi, ‘Düşünce kuruluşunuzun çalışmalarını incelediğimizde, bu araştırmacılar sizin özel projelerinizle uyumlu olduğunu gördük’ diyerek ortak araştırma başlatmak için aktif olarak girişimde bulundu” dedi.
Tayvan parlamentosunun dışişleri ve savunma komitesinin eşbaşkanı olan milletvekili Puma Shen, yabancı diplomatların casuslukla mücadele için Tayvan hükümetiyle siber güvenlik ve istihbarat paylaşımı konusunda işbirliği yapmasının hayati önem taşıdığını savundu. Shen, Tayvan Yabancı Muhabirler Kulübü’nün düzenlediği bir brifingde, “Ulusal güvenlik tehditleri için bilgi akışı ve para akışı ulusal sınırları tanımaz” dedi. “Yabancı hükümetlerin, Çin’in ekonomik casusluk ve hackleme iddialarıyla ilgili faaliyetler hakkında bilgi paylaşmak” için Lai yönetimi ile işbirliği yapması gerektiğini savundu.
Avustralya, Çek Cumhuriyeti ve Almanya gibi bazı ülkeler de adımlarını hızlandırdı.
1981 yılında sadece dört personelle kurulan Avustralya Ofisi’nde şu anda 50’den fazla personel çalışıyor. 2022’de Avustralya hükümeti, Taipei’de fiilen askeri ataşe görevi gören bir “stratejik işler direktörü” atadı.
“Çok büyüdük ve her türlü işi yapıyoruz” diyen iyi bir kaynak, “Ancak enerji güvenliği büyük bir odak noktası. Bu sadece mal satmakla ilgili değil” dedi. Kaynak, Avustralya’nın Tayvan’ın en büyük enerji tedarikçisi olduğunu ve Tayvan’ın kömür ihtiyacının yarısını, doğal gaz ihtiyacının ise %40’ını karşıladığını belirtti.
Alman Enstitüsü Taipei’deki bir kaynak, bu yaz personel sayısını artıracağını ve “siyasi departmana yeni bir pozisyon ekleyeceğini” söyledi. Kaynak, “Konsolosluk işleri departmanındaki personel sayısını da artıracağız. Bu, esas olarak TSMC’nin Almanya’daki yatırımıyla ilgili” dedi.
Kaynak, “Kültürel ve ekonomik konulara eskisi kadar dahil değiliz, siyasi çalışmalara daha fazla dahil oluyoruz. Bunun nedeni, Tayvan’ın bugün çok daha fazla siyasi ilgi görmesi ve daha fazla siyasi analiz, raporlama ve işbirliği projelerine olan ‘talebi’ karşılamamız gerektiğidir” ifadelerini kullandı.
Avrupa Güvenlik Politikası Değerleri Merkezi’nden Marcin Jerzewski’ye göre, Çek Cumhuriyeti de, ekonomik alışverişleri güçlendirmek için Tayvan’daki varlığını artırdı.
Jerzewski, Nikkei Asia’ya verdiği demeçte, “Çek Ekonomi ve Kültür Ofisi artık bir kültür ve kamu diplomasisi enstitüsü olan Çek Merkezi’nin direktörünü ve CzechInvest’i barındırıyor” dedi. “Bu iki yeni kurumun fiili büyükelçilik bünyesindeki varlığı, Prag ve Taipei arasındaki gayri resmi ancak önemli bağların kurumsallaşmasında önemli bir dönüm noktasıdır” diye ekledi.
İsveç’in Taipei’deki fiili büyükelçiliğinin geçen ay yayınladığı bir nota göre, İsveç Dışişleri Bakanlığı ağustos ortasında Taipei’ye bir temsilci yardımcısı gönderecek, bu da misyona bir diplomat daha ekleneceği anlamına geliyor. Misyona şu ana kadar sadece fiili büyükelçi olmak üzere bir diplomat bulunuyor.
Avrupa Birliği misyonunda ise, bir AB diplomatının Nikkei Asia’ya verdiği bilgiye göre, Siyasi, Basın ve Enformasyon Bölümü’nde dört, Ticaret Bölümü’nde dört olmak üzere toplam 14 personel görev yapıyor.
Diplomat, “Küçük bir PPI bölümü, siyasi bağlamın AB ile Tayvan arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri nasıl etkilediğini inceleyip analiz etmek anlamında siyasi çalışmalar yürütüyor. Çalışmalarımızın bağlamı, AB’nin Hint-Pasifik Stratejisi ile ekonomik, ticari, küresel ve güvenlik konuları gibi kümeler içinde oldukça iyi tanımlanmıştır” dedi.
-
Görüş2 hafta önce
Pahalgam terör saldırısı, Hindistan ve Pakistan yine kavgalı…
-
Görüş2 hafta önce
Dönüşümün gereklilikleri ve ulusal ortaklığın ihtiyaçları arasında Hamas
-
Görüş7 gün önce
Hindistan ve Pakistan savaşır mı?
-
Görüş2 hafta önce
ABD, Ukrayna’ya ihanet etti
-
Dünya Basını2 hafta önce
Jeffrey Sachs: ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın
-
Avrasya Günlüğü2 hafta önce
Francis Acquah Amaning ile Çin-Afrika dijital işbirliğinin ilerlemesi ve potansiyeli üzerine röportaj
-
Avrasya Günlüğü2 hafta önce
Francis Gurry ile Çin’in küresel dijital yönetişimin şekillendirilmesinde oynadığı rol üzerine röportaj
-
Dünya Basını2 hafta önce
Bender Abbas patlaması: Sabotaj mı kaza mı?