DÜNYA BASINI
Direnişin dönüşümü: İsrail’e karşı gelişen yeni stratejiler
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale İsrail’in Direniş Ekseni’ne yönelik topyekun savaş stratejisinin neden başarısız olmaya mahkum olduğuna odaklanıyor. Makalede Direniş Ekseni’nin direncinin arkasındaki sebeplere ve İsrail’in stratejinin Eksen üzerindeki uzun vadeli etkilerine değiniliyor.
***
Direniş Ekseni: İsrail; İran ve müttefiklerini hafife alıyor
Renad Mansour
Hamas’ın geçen yıl 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırıya karşılık İsrail hükümeti Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmeyi amaçlayan bölgesel bir savaş başlattı. İsrail, Gazze’de Hamas’ı, Lübnan’da Hizbullah’ı, Yemen’de Husileri, Suriye’de Beşar Esad rejimini ve Irak’ta Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) bir kısmını içeren İran’la müttefik gruplardan oluşan ve “Direniş Ekseni” olarak adlandırılan ağı özellikle hedef aldı. İsrail, Eksen’e karşı daha önceki girişimlerden çok daha büyük bir ölçekle, bu ağın siyasi, ekonomik, askeri, lojistik ve iletişim altyapısını yok etmeye çalıştı. Ayrıca Eksen’in lider kadrosuna karşı eşi benzeri görülmemiş bir kampanya başlatarak Hamas ve Hizbullah liderleri ile İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) bazı üst düzey komutanlarını öldürdü.
İleri teknolojiyle desteklenen ve mahalleleri, şehirleri dümdüz edip insansızlaştıran topyekûn savaş stratejisiyle desteklenen İsrail saldırısının vahşeti, Ortadoğu’daki güç dengesini önemli ölçüde değiştirecek. Ancak tüm inkâr edilemez askeri üstünlüğüne ve ABD, Birleşik Krallık ve Avrupa’dan aldığı desteğe rağmen İsrail’in Eksen’e ait örgüt ve rejimleri umduğu şekilde ortadan kaldırması pek mümkün görünmüyor. Eksen, üye gruplarının kendi devletleri ve toplumları içinde sürdürdükleri derin bağlantıları kanıtlayan bir uyum yeteneği ve esneklik gösterdi. Dahası, Eksen’i oluşturan bu ulus ötesi ilişkiler, Hamas, Hizbullah ve diğer üye örgütlerin yalnızca bağımsız devlet dışı aktörler veya silahlı isyancı gruplar olarak değil, kalıcı siyasi, ekonomik, askeri ve ideolojik ağların iç içe geçmiş düğümleri olarak anlaşılmasını gerektiriyor.
Bölgesel ve hatta bazen küresel olan bu ağlar, Eksen üyelerinin askeri darbeler, ekonomik çöküşler ve halk ayaklanmaları gibi çeşitli şoklara uyum sağlamasına olanak tanıdı. Örneğin, 2020 Ocak ayında ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesi, ABD Başkanı Donald Trump’ın “maksimum baskı” politikasından kaynaklanan yaptırımlar ve 2019’da birçok Eksen üyesi grubun finansal hesaplarının yok olduğu Lübnan bankacılık krizi gibi ekonomik çöküşler ve çeşitli zamanlarda İran, Irak, Lübnan, Suriye ve Gazze’de Eksen’in otoritesine meydan okuyan protestolar gibi zorluklara rağmen, Eksen üyeleri ve Eksen genel olarak yerel devletlerinden, toplumlarından ve birbirlerinden aldıkları destekle ayakta kalmayı başardı.
Direniş Ekseni’nin tarihsel direnci, İsrail’in Hamas ve Hizbullah gibi grupları ortadan kaldırmakta zorlanacağını gösteriyor. Büyük olasılıkla İsrail’in topyekûn savaş stratejisi, militan grupların ve devletlerin yeteneklerini zayıflatan ve onları bir süre hayatta kalma moduna zorlayan kısa vadeli taktiksel zaferler getirmeye devam edecek. Ancak grupların toplumsal kökleriyle hesaplaşan siyasi bir çözüm bulunmazsa, Eksen muhtemelen kendisini yerel ve bölgesel düzeylerde yeniden yapılandırmak için ulus ötesi bağlantılarının yanı sıra yerel etki kaynaklarından da yararlanacak. Aslında 7 Ekim’den bu yana Eksen içindeki daha küçük gruplar, ittifaklarını güçlendirmek için bu fırsatı değerlendirdi. İsrail’in saldırılarının yükünü Hamas, Hizbullah ve DMO taşırken, Irak’taki Kataib Hizbullah ve Yemen’deki Husiler gibi gruplar bu kargaşadan yararlanarak güçlü bölgesel aktörler olarak ortaya çıktılar.
UYUM YOLUYLA DİRENİŞ
Bugün var olan Direniş Ekseni, 1980’lerde ilk kurulan ağdan önemli ölçüde farklı. O zamanlar, yeni kurulan İran İslam Cumhuriyeti, Lübnan’da Hizbullah’ı bir güç yansıtma aracı olarak kurdu ve destekledi. Amacı, “devrimi ihraç etmek” ve asimetrik caydırıcılık yoluyla İsrail gibi tehditlere karşı “ileri savunma” yapmaktı. İran bu modeli çeşitli ülkelerde stratejik olarak yeniden uyguladı. Örneğin, Hizbullah’ı kurduğu sıralarda, Saddam Hüseyin’in devrilmesi ve 2003 sonrası Irak’ta iktidarın ele geçirilmesinde rol oynayan Bedir Tugayları gibi Iraklı Şii grupları da kurdu. İran 1990’larda Filistin İslami Cihat ve Hamas gibi Filistinli grupları destekleyerek nüfuzlarının artmasına yardımcı oldu. Ve 2011 Arap ayaklanmalarının ardından İran, Suriye’de Esad’a ve Yemen’de Husilere desteğini genişleterek bölgesel ağını daha da sağlamlaştırdı.
Bu grupları temelde ayakta tutan şey, yerel yönetim rejimlerine ve toplumsal tabanlarına duydukları derin bağlılık oldu. Bu gruplar kendilerini kendi devletlerinin dokusuna öylesine yerleştirdiler ki Lübnan, Suriye, Irak, İran, Yemen ve Gazze’deki resmi hükümet başkanlarının hepsi ya Eksen’e mensup grupların üyesiydi ya da bu grupların desteğiyle seçildiler. Dahası, gruplar arasındaki ulus ötesi bağlar, şok dönemlerinde önemli bir sigorta poliçesi işlevi gördü.
1992 yılında İsrail, Hizbullah Genel Sekreteri Abbas el-Musavi’yi suikastla öldürdüğünde Eksen için erken bir sınav gerçekleşti. O dönemde büyük bir İsrail gazetesi “Hizbullah ile rahat oyun alanında çatışma dönemi sona erdi” diye ilan etti. Ancak saldırıya rağmen Hizbullah kendini yeniden yapılandırmayı başardı. Lübnan Şii topluluğunu harekete geçirerek yerel destek kazanan Hizbullah, İran’dan mali yardım, askeri eğitim ve stratejik rehberlik sağlayarak gücünü pekiştirdi. Bu sağlam destek ağı, Hizbullah’ın yalnızca toparlanmasını değil, etkisini genişletmesini de sağladı. Şura Konseyi ve Musavi’nin halefi Hasan Nasrallah’ın rehberliğinde Hizbullah sonunda 2000 yılında İsrail’i Lübnan topraklarından çıkarmayı başaracak kadar güçlendi. Bu zafer, 2006’da İsrail ile girilen ve Hizbullah’ın İsrail’e karşı direnç gösterdiği savaşla -Arap milisleri için benzeri görülmemiş bir başarı-gücünü artırdı ve Direniş Ekseni’nin yeni ve güçlü bir versiyonunun ortaya çıkmasını sağladı.
Suriye’deki Esad rejimi, iç savaş şeklinde varoluşsal bir tehditle karşı karşıya kaldığında, Eksen yeni bir sınav verdi. Başlangıçta reform isteyen rejim karşıtı protestoları, Türkiye ve Körfez ülkelerinin desteğini alan ve rejim değişikliği talep eden grupların silahlı ayaklanması takip etti. Ancak Eksen bir kez daha bu krizin üstesinden gelmesini sağlayacak şekilde uyum sağlayabildi. Esad’a kısmen Eksen’in bölge dışındaki devletlerle kurduğu önemli bağlantılar yardımcı oldu: en önemlisi, Rusya Esad’ın imdadına yetişti ve ağ için etkili bir küresel ortak haline geldi. Ancak Esad rejimi diğer Eksen üyelerinin yardımlarından da yararlandı. Süleymani’nin stratejik yönetimi altında Devrim Muhafızları Kudüs Gücü, Iraklı Şii silahlı gruplarla birlikte İran ve Irak’tan Suriye’ye malzeme, silah ve asker taşımak için hayati bir kara köprüsü inşa etmeye başladı. Hizbullah savaşçıları sonunda iç savaşın ön cephelerine konuşlandırıldı ve silahlı ayaklanmanın bastırılmasında önemli bir rol oynadı. (Yerel destekçilerinin muhalefeti nedeniyle başlangıçta Suriye’deki çatışmaya girmekte isteksiz olan Hizbullah, İran tarafından müdahaleye zorlandı). Esad hükümeti çöküşün eşiğine geldiğinde, Hizbullah rejimi korumak ve Şam’da Eksen’e düşman yeni bir rejimin ortaya çıkmasını önlemek için kararlı bir şekilde devreye girdi.
2011 ayaklanmaları aynı zamanda Husilerin Direniş Ekseni’ne resmen entegre olmasına yol açtı. Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in devrilmesinin ardından İran’ın desteği, Husilerin yerel bir silahlı gruptan güçlü bir askeri kuvvete dönüşmesinde önemli bir rol oynadı. Mali yardım, ileri teknolojik silahlar ve askeri eğitim desteği sağlayan İran, Husilerin operasyonel yeteneklerini artırmasına yardımcı oldu. Bu destek ve yerel tabanları sayesinde Husiler, 2014’te Yemen’in başkenti Sana’yı ele geçirip Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona karşı hakimiyetlerini korumayı başardılar.
Direniş Ekseni, askeri saldırıların yanı sıra yaptırımlar şeklinde ekonomik saldırılara da maruz kaldı. Bu yüzyılın ilk yıllarında İran’ın nükleer emelleri ve artan nüfuzu, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonu, İran’a ve Eksen içindeki müttefiklerine karşı yeni yaptırımlar uygulamaya sevk etti. Yaptırımlar, Trump’ın İran nükleer anlaşmasından vazgeçtiği ve maksimum baskı kampanyasını başlattığı 2018’de büyük ölçüde arttı. Bu baskı kısmen İran’ın petrol ihracatını sıfıra indirmeyi ve böylece rejimi önemli bir gelir kaynağından mahrum bırakmayı amaçlıyordu. Yaptırımlar İran’ın ekonomisini harap etti ama rejimin petrol ticaretini durdurmadı. Tahran bunun yerine petrolünü gayrı resmi piyasalar aracılığıyla satmanın yollarını buldu. Direniş Ekseni’ndeki müttefiklerinin yardımıyla İran, bu pazarları enerji ticareti, askeri operasyonlarının finansmanı ve ABD dolarına erişim için kullandı. Örneğin Irak’ta İran Eksen’deki diğer gruplarla işbirliği yaparak İran petrolünü bu ülke petrolüyle birleştirip Asya ülkelerine sattı. Bu ticaretten elde edilen gelir, İran’ın silah satın alıp bunları bölge genelindeki müttefiklerine göndermesine olanak sağladı. Ayrıca Eksen’e, Çinli petrol alıcıları gibi yeni küresel bağlantılar kazandırdı.
Direniş Ekseni’nin İsrail’in 7 Ekim sonrası Hamas ve Hizbullah’a karşı başlattığı saldırıdan önce karşılaştığı son büyük zorluk Süleymani’nin Ocak 2020’de ABD tarafından öldürülmesiydi. Süleymani Eksen’in kurulmasına yardımcı olmuştu ve fiili lideri olarak üstlendiği rolün yanı sıra yukarıdan aşağıya komuta tarzı, ölümünün İran ve müttefikleri için büyük bir gerileme olduğu anlamına geliyordu. Saldırı Eksen’de şok etkisi yaratmış olsa da -Irak’taki eksen üyesi gruplar yeraltına çekildi- sonuçta Eksen ciddi tehditlerle başa çıkma konusundaki uyum yeteneğini gösterdi.
Süleymani’nin ölümünden sonra Eksen yukarıdan aşağıya İran güdümlü bir ağdan yatay olarak daha entegre bir ittifaka dönüştü. İran Eksen’in stratejik yönünü belirlemede önemli bir rol oynamaya devam etti. Ancak yeni yapı diğer üyelere daha fazla özerklik ve hem Tahran’la hem de birbirleriyle daha bağımsız etkileşim imkânı tanıdı. Yeniden şekillenen Eksen’de Hizbullah’ın lideri Nasrallah önemli bir aracı haline geldi: Süleymani’nin halefi İsmail Kani’ye düzenli olarak stratejik rehberlik sağladı. Kaani, Eksen’i daha resmi ve tutarlı bir kuruma dönüştürmeyi, üyelerini daha fazla kontrol sahibi olmaları ve eşitler olarak faaliyet göstermeleri için güçlendirmeyi amaçladı. (Kani’nin ne Süleymani’nin köklü kişisel bağlantılarına ne de Nasrallah’ın rehberliğini daha da önemli kılan Arapça yeterliliğine sahip olmaması bu hedefe biraz da istemeden yardımcı oldu).
Örneğin Irak’ta Nasrallah ve temsilcisi Muhammed el-Kevserani, Bağdat hükümetinin kilit danışmanları olarak ortaya çıktılar. Süleymani’nin suikastından birkaç ay önce patlak veren ve göstericilerin 2003 sonrası İran müttefiki yönetim rejimine son verilmesini talep ettiği Ekim Ayaklanmasının bastırılmasına yardımcı oldular. Nasrallah ve Kevserani halkın protestolarına karşı rejimi güçlendirmeye yardımcı oldular. Bu dönemde Kevserani ayrıca Hizbullah’ın Irak’taki ekonomik çıkarlarını önemli ölçüde genişleterek Süleymani’nin ölümüyle oluşan boşluğu doldurdu. Bu değişiklikler, her ne kadar olumsuz bir şoktan kaynaklansa da Eksen’i bir kez daha yeniden şekillendirdi.
İSRAİL’İN TOPYEKÛN SAVAŞINA YANIT
Direniş Ekseni’ne önceki tehditler, İsrail’in 7 Ekim saldırısına yanıt olarak başlattığı topyekûn savaşla kıyaslanamaz. Ancak daha önce olduğu gibi, Eksen hayatta kalmak için uyum sağlamak zorunda kaldı. Özellikle de daha yatay bir komuta yapısına geçmeye devam etti ve ulus ötesi bağlantılarını daha da sıkılaştırdı.
İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a karşı savaşı, önceki çatışmalardan çok daha büyük ölçüde, Husiler ve kökleri 1980’lerin Bedir Tugayı’na dayanan ve şu anda Irak’taki Haşdi Şabi ile bağlantılı olan Kataib Hizbullah gibi Eksen içindeki diğer müttefiklerin güçlü tepkisini çekti. Daha önce bu gruplar Orta Doğu’daki çatışmalarda daha geniş dinamiklerin periferisinde yer alıyordu. Ancak geçen yıl içinde hem özerkliklerini hem de bölgesel etkilerini derinleştirdiler.
Örneğin Husiler ilk kez anti-gemi balistik füzelerini kullanarak deniz ticaretini kesintiye uğratmayı başardılar. Kızıldeniz’den geçen gemilere saldırarak nakliye şirketlerini Afrika’nın etrafından dolaşmaya zorladılar ve bu da dünya çapında enerji, gıda ve tüketim mallarının maliyetlerin artmasına ve gecikmelere yol açtı.
Kataib Hizbullah; Hamas ve Hizbullah saldırıya uğradıkça, bölgesel arenada daha fazla yer almak ve nüfuz kazanmak için adımlar attı. Örgüt, İran’ın vekili olduğu yönündeki yaygın kanılara meydan okuyan bir hareketle Ocak 2024’te Ürdün-Suriye sınırında Kule 22 olarak bilinen ABD askeri karakoluna düzenlediği saldırıda üç ABD askerini öldürdü. Bu eylem, DMO’nun itirazlarına rağmen gerçekleştirildi ve ardından DMO, Kataib Hizbullah’tan ateşkese uymalarını istedi. Saldırı, Eksen’deki üyelerin daha özerk ve inisiyatif sahibi bir karar alma süreciyle hareket ettiğini gösteren yeni yapıyı gözler önüne serdi.
7 Ekim sonrası yeniden yapılanma, Direniş Ekseni’nin bazı üyeleri arasında daha yakın bağlar kurulmasını da teşvik etti. Husiler birkaç yıl boyunca Bağdat’ta tek bir temsilci ile Irak’ta sadece sembolik olarak varlık gösterdiler. Ancak İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a yönelik saldırılarına karşılık olarak Husiler Haşdi Şabi ile işbirliğini derinleştirdi. Bu yoğun işbirliği silah paylaşımı ve ortak operasyonlarda artışa neden oldu ve İsrail’e yönelik saldırı kapasitesinin güçlenmesini sağladı.
Eksen üyeleri, Nasrallah’ın Eylül’deki suikastından sonra sınır ötesinde daha güçlü bir dayanışma gösterdi. Onun ölümünün ardından, Hizbullah’ın elitleri ve aileleri, Esad’ın desteğiyle Suriye üzerinden karayoluyla güney Irak’a göç etti. Süleymani’nin ölümünden sonra Hizbullah Irak’taki ticari faaliyetlerini artırdığı ve altyapı, arazi ve konut komplekslerine yatırım yaptığı için hızla yerleşecek yer buldular. Bu ekonomik bağlantılar Hizbullah’ın elitlerinin Lübnan’da doğrudan ateş hattından uzaklaşmasını sağlarken gelir elde etmeye de devam etmelerini sağladı. Bir kez daha, Eksen’in ulus ötesi bağlantıları, derin zorlukların yaşandığı bir dönemde üyeleri için çok önemli bir can simidi oldu.
HESAP VEREBİLİRLİK İHTİYACI
İsrail elbette Direniş Ekseni’nin ulus ötesi doğasının farkında. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetinin 7 Ekim’e cevaben sadece Hamas’a değil Hizbullah, İran, Esad rejimi ve diğer Eksen üyelerine karşı da farklı yoğunluklarda saldırılar içeren topyekûn savaş stratejisini başlatması tam da bu anlayıştan kaynaklanıyor. Ancak son bir yıldaki eylemleri İsrail’in bu ağın direncini ve uluslararası hukuka uymasa bile bir askeri çözümün diğer ülkelerde toplumsal bir değişim sağlayabileceğini stratejik olarak hafife aldığını ortaya gösteriyor. Geçen yıl, ağın anlamlı ölçüde askeri ve ekonomik zorluklara hala uyum sağlayabildiğini kanıtladı. Üye grupların birçoğu bu yoğun çatışma döneminde yeraltında ya da evlerine yakın kalmaya devam edecek olsa da yine de yerel destekten, ağın bölgedeki diğer üyelerinden ve Rusya ve Çin gibi küresel müttefiklerden yararlanmaya devam edecekler. Ağı tamamen ortadan kaldırmak imkânsız bir görev ve muhtemelen en azından grupların yerleştiği her yerde yıkım, işgal ve yeni devletlerin kurulmasını gerektirir. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve BM nezdinde savaş suçlarıyla itham edilen İsrail gibi bir ülke için bu tür bir çaba, kilit müttefiklerin ve uluslararası toplumun tepkisini çekecektir.
Tarih, İsrail’in askeri eylemlerinin, özellikle de bu eylemler kendi toprakları dışında yapıldığında, kapsamlı bir siyasi çözüm olmaksızın başarıya ulaşmasının pek olası olmadığını gösteriyor. İsrail’in yürüttüğü saldırılar, muhtemelen daha da istikrarsız ve gerçek barışın uzak bir olasılık olduğu bir Orta Doğu yaratacak.
Birleşmiş Milletler ve insan hakları örgütleri tarafından kınanan İsrail’in sivillere yönelik katliamları sivil toplum için yıkıcı oldu ve Eksen grupları tarafından direniş ideolojilerini beslemek için kullanılıyor. İronik bir şekilde, İran, Irak, Lübnan ve Suriye’deki halklar artık Eksen gruplarının kendi günlük hayatlarını yönetirken hesap verebilirlik talep etmelerini veya reform istemeleri çok daha zor. İsrail’in topyekûn savaşının uzun vadedeki en büyük mağdurları, Eksen üyeleri değil bu siviller olacak.
Bu nedenle, uluslararası aktörler İsrail’in acımasız stratejisini desteklemek yerine, Gazze ve Lübnan’daki kanlı savaşları durduracak bir ateşkesle başlayacak siyasi bir çözüm bulmalı. Bir sonraki adım, bölgedeki güç dinamiklerinin gerçek doğasını dikkate alan daha geniş bir çözümü müzakere etmek üzere eksenle bağlantılı hükümetleri bir araya getirmek olmalı. Böylesi kapsayıcı bir yaklaşım olmaksızın, Orta Doğu’daki bölgesel çatışmalar gelecek nesillerin zararına olacak şekilde devam etmeye mahkumdur.
İlginizi Çekebilir
-
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı
-
Almanya’da Siemens yöneticileri Kırım’a türbin sevkiyatı nedeniyle yargılanacak
-
G7 bildirisinin hedefinde İran var
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
6 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1

Suriye federasyona mı gidiyor?

Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor

Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı

Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı
Çok Okunanlar
-
AVRUPA4 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki adamı Thiel’in antidemokratik distopyası
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı