Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Doğu Ege adaları krizinde tarafların eli ne kadar güçlü?

Yayınlanma

Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in ABD Kongresi’nde yaptığı Türkiye’yi hedef alan açıklamaları, iki yıldır süren sakinliği bozdu. Türkiye en yüksek perdeden tepki gösterirken Yunanistan’ın anlaşmalara aykırı biçimde silahlandırdığı Doğu Akdeniz adaları yeniden gündeme geldi.

Türkiye ile Yunanistan arasında 2020’nin yaz aylarında zirve yapan Doğu Akdeniz’deki sondaj gerilimi Almanya’nın devreye girmesiyle yerini istikşafı görüşmelere bırakmıştı. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma gemilerini, iyi niyet göstergesi olarak geri çekmişti. İki ülke de kendi iç kamuoylarına dönük açıklamalara göz yummuş ve yapıcı tutum almıştı. Ta ki Miçatokis’in ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmaya kadar… Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın, PKK/PYD’ye desteğe devam ettikleri sürece NATO üyeliklerini veto edeceğini ilan ettiği ve NATO üyelerinin buna tepki gösterdiği bir süreçte ABD Kongresi’ne seslenen Miçatokis, Kıbrıs’taki bölünme için Türkiye’yi suçladı, Türkiye’ye F-16 satışının durmasını talep etti. Kongre Miçatokis’i dakikalarca ayakta alkışlarken ABD Başkanı Joe Biden da Miçotakis’e güçlü destek mesajı verdi.

Yanıt: Adaya asker çıkarma tatbikatı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok” dedi ve Türk kıyılarına sadece 1,5 kilometre ötedeki Sisam adasının karşısında Seferihisar’da düzenlenen “bir adaya askeri çıkarma” senaryosuna dayalı Efes 2022 tatbikatında Doğu Ege adalarını gündeme getirdi: “Yunanistan’ı bir asır önce olduğu gibi pişmanlıkla sonuçlanacak hamlelerden uzak durmaya, aklını başına almaya davet ediyoruz. Kendine gel. Türkiye adaların silahlandırılması konusunda uluslararası anlaşmaların kendine tanıdığı hakları kullanmaktan geri durmayacaktır.”

İki ülke arasında adalar üzerinden sıcak çatışma olması ihtimali çok düşük. Ancak Ege Denizi, Türkiye ile Yunanistan arasında kangren haline gelmiş bir sorun. Peki tartışmaya konu adalar hangileri, tarafların argümanları ve dayandıkları hukuki temeller ile gelebilecek olası hamleler neler?

Adaların Yunanistan’a geçme süreci

Doğu Ege adaları Birinci Balkan Savaşı sırasında Yunanistan tarafından işgal edildi. Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanan savaş sonunda, 1913’te imzalanan Londra Protokolü gereği Osmanlı Girit’teki haklarından vazgeçerken, Doğu Ege adalarının (Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Midilli, Sakız, İpsara, Sisam ve Ahikerya) geleceğine Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Almanya’nın karar vermesi hükme bağlandı. Altı devletin 1914’te aldığı, adaların Yunan egemenliğinde kalacağına ilişkin karar, 1923 Lozan Barış Antlaşması ile de onaylandı.

Doğu Ege Adaları’nın geriye kalanlarını oluşturan Oniki Ada (Batnoz, Lipsi, İleriye, Kelemez, İstanköy, İncirli, İstanbulya, İleki, Herke, Kerpe, Çoban, Sömbeki, Rodos ve Meis) ise Trablusgarp Savaşı sırasında 1912’de İtalya tarafından işgal edildi. Uşi Anlaşması ile adalardan çekileceğini kabul eden İtalya, Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek adalarda kalmaya devam etti. İkinci Dünya Savaşı’nda kaybeden tarafta yer alan İtalya, 1947’de müttefik ülkelerle imzaladığı Paris Barış Antlaşması ile bu adaları Yunanistan’a devretti.

Antlaşmalarla silahsızlandırma

Doğu Ege adaları için Londra Protokolü ile yetkilendirilen altı devlet, 1914’te Yunanistan’a bırakılan adaların askeri amaçla kullanılmayacağına dair hükümler getirdi. 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesi de bu kararın aynen onaylandığı belirtiyor. Buna göre, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ismen sayılarak, Taşoz, Bozbaba ve İpsara Adaları ise 1914 tarihli karara atıf yapılarak askeri amaçlarla kullanmaması kaydıyla Yunanistan’a devrediliyor. Ayrıca Lozan’ın 13. maddesinde, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarında hiçbir deniz üssü kurulmayacağı ve hiçbir istihkam yapılmayacağı hükme bağlanıyor: “Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya (Nikarya) Adaları’nda, aşağıdaki tedbirlere uymayı taahhüt eder. Buna göre; önce, bu adalarda hiçbir deniz üssü kurulmayacak, hiçbir istihkâm yapılmayacak, ikincisi, Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üstünde uçmaları ve buna karşılık, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üstünde uçmalarını yasak olacaktır. Üçüncüsü, bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır.

14 adadan oluşan Oniki Ada ise 1947 Paris Barış Antlaşması’yla “askerden arındırılacak ve öyle kalacak” denilerek İtalya’dan Yunanistan’a devrediliyor.

Yunanistan’ın tezleri ve gerçekler

Buna rağmen Yunanistan, 1960’lara doğru ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra açıktan Doğu Ege adalarını silahlandırarak yukarıda işaret edilen uluslararası antlaşmaları hiçe saymaya başladı. Yunanistan bu ihlallerini temelde şu hukuki argümanlara dayandırıyor:

İddia 1: Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi yürürlükten kalkmıştır. Böylece Montrö’de Türk Boğazları’na tanınan silahlanma hakkı, Yunanistan’ın egemenliğindeki Limni ve Semadirek adaları için de geçerlidir.

Gerçek: 1923 Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Antlaşması’nın doğal bir uzantısı konumunda. Yunanistan, 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle 1923 Boğazlar Sözleşmesi’nin sadece yeniden düzenlenen maddelerinin mi yoksa tamamının mı yürürlükten kalktığına ilişkin açık bir hükmün olmamasından faydalanmaya çalışıyor. Ancak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ek protokolü Türkiye’nin Türk Boğazları’nda askeri faaliyetlerde bulunmasının önünü açan açık hükme sahipken aynı durum Yunan adaları için geçerli değildir.

İddia 2: Lozan Anlaşması’nın 13. maddesi Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya Adaları’nda sadece “deniz üssü kurulmasını” ve “istihkâm yapılmasını” yasaklamıştır. Bu hüküm, Yunanistan’ın bu adaları silahlandırmasının önünde engel değildir.

Gerçek: 13. maddede açıktan “silahsızlandırma” terimi kullanılmıyor, ancak 1914 tarihli altı devletin almış olduğu karara yaptığı atıfla birlikte okunduğunda silahlandırmanın önünde engel olduğu görülmektedir. 13. madde, üs kurulması ve tahkimat yapılmasını yasaklamanın yanı sıra “Bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır” hükmüne de yer vermektedir.

İddia 3: Türkiye, Oniki Adayı Yunan egemenliğine bırakan Paris Barış Anlaşması’na taraf değildir. Dolayısıyla Yunanistan’ın bu anlaşmada yer alan silahsızlandırma hükmünü çiğnediği gerekçesiyle itirazda bulunamaz.

Gerçek: Türkiye, Paris Barış Antlaşması’nın imzacılarından biri değildir, ancak silahsızlandırma maddesinin Türkiye’nin güvenlik endişeleri nedeniyle eklendiği açıktır. Bu sebeple taraf olmasa dahi, ihlallerden güvenlik çıkarları doğrudan etkilenen bir ülke olarak, taraflardan anlaşma hükümlerine uymalarını talep etmek Türkiye’nin en doğal hakkıdır.

Hukuki tezlerini kendi de yeterli bulmayan Yunanistan, söz konusu adalardaki yasadışı askeri konuşlanmanın uluslararası yargıya taşınmasını engelleyecek adımı 1993’te attı. Bu tarihte Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yargı yetkisini kabul eden Atina, askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin zorunlu yargı yetkisine çekince koydu.

Müttefik ve saldırgan…

Ayrıca, Yunanistan’ın biri Türkiye ile müttefik olduğu diğeri de Türkiye’nin saldırgan olduğu gerekçesiyle iki ayrı tezi daha mevcut. İlkine göre, iki ülke de NATO’ya üye olarak ittifak ilişkisi kurmuştur ve bu yeni durum adaların silahsızlandırılmasına dair hükümlerin varlık sebebini ortadan kaldırmıştır. İkincisi ise, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, NATO’dan bağımsız kurulan Ege Ordusu ve Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasının savaş sebebi sayacağına ilişkin TBMM kararına dayanmaktadır. Yunanistan’a göre tüm bunlar Türkiye’nin “saldırgan bir devlet olduğunu” göstermektedir ve Yunanistan’ın da meşru müdafaa hakkı vardır, yani silahsızlandırma hükümleri sona ermiştir.

Yunanistan, gerçeklerden uzak iddia ve tezlerle dokuz adadan yedisinde (Semadirek, Limni, Midilli, Sisam, Sakız, İpsara ile Ahikerya) 1923 Lozan Antlaşması’nı ihlal ederek silah ve asker bulunduruyor. Yine Paris Anlaşması gereği silahsız olması gereken Oniki Adadan Batnoz, İleriye, Kelemez, İstanköy, İleki, Kerpe, Sömbeki, Rodos ve Meis’te de Yunan ordusunun tahkimatları olduğu görülüyor.

Yunanistan’ın adaları silahlandırmasına en başından beri karşı çıkan Türkiye, konuyu Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde çözüme kavuşturmak için diplomatik girişimlerde bulunuyor. Türkiye’yi kuvvet kullanmaya mecbur edecek şartlar oluşmadıkça yani söz konusu adalardan Türkiye’ye yönelik askeri bir adım atılmadıkça Türkiye’nin adalara müdahalede bulunması beklenmiyor. Ancak yine de Türkiye’nin elini güçlendirecek hukuki delilleri uluslararası kamuoyuna iletmesi önem taşıyor.

Yunanistan’ın güvencesi

Her ne kadar ABD ve Fransa ile deniz ve hava savunmasını güçlendirecek silah ve gemilerin alımı için anlaşmış olsa da Yunanistan’ın bugün Türkiye karşısında insan gücü ve askeri bir üstünlüğü olmadığı aşikar. Ankara için sorun, askeri dengeden çok Türkiye’ye karşı kurulan bölgesel ve bölge dışı ittifaklar. Uzun yıllar izlenen “Müslüman Kardeşler” çizgisi sonucu Suriye ve Mısır gibi Akdeniz ülkeleri ile ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölge ülkeleri ile arası açılan Türkiye, Akdeniz’deki yalnızlığının farkına vararak bu durumu telafi edecek diplomatik adımları atmaya başladı, ancak adı geçen ülkelerle geliştirilecek işbirlikleri için daha çok yolu var.

Yunanistan’ın Türkiye karşısında, kurmuş olduğu bölgesel ittifaklardan ziyade ABD ve Fransa başta olmak üzere Atlantik’e güvendiği de bilinen bir gerçek. Gelinen noktada Yunanistan bölgede NATO’nun “ileri karakolu” olarak konumlandırılacak gibi görünüyor.

Bunun en bariz göstergesi Yunanistan’ın hızla ABD üsleri ile donatılması oldu. ABD, Dedeağaç’tan Suda’ya kadar Yunanistan’a silah yığmaya devam ediyor. Eski Yunanistan Başbakanı Syriza Partisi Genel Başkanı Aleksis Çipras, bu yeni durumu şöyle eleştiriyor: “Yunanistan, sadece sabit dış politika dogmasını terk etmiyor, aynı zamanda günün sonunda üçüncü güçlerin satranç tahtasındaki piyonu haline gelen, Batı’nın uysal ve sadık müttefiki de oluyor.”

Türkiye ne yapabilir?

Hükümet çevresindeki kimi yorumculara göre ABD, Türkiye’yi kendi hattında tutmaya çalışıyor. Türkiye, Yunanistan’a yapılan yığınağın doğrudan hedefi değil. ABD Türkiye’ye “alternatifin var” mesajı veriyor. Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre ABD’nin sınıra yaptığı yığınağın hedefi Türkiye. Peki Türkiye, hem Yunanistan’ın Atlantik güvencesiyle attığı Doğu Ege’deki adımları hem de Yunanistan üzerinden kendisine yönelen tehditleri nasıl bertaraf edebilir?

Barışın en büyük teminatının caydırıcılık olduğu bir gerçek. Caydırıcılığın ilk unsuru da kuşkusuz askeri güç. Yunanistan, ekonomik kapasitesinin çok üzerinde askeri harcamalarıyla Türkiye ile arasındaki gücü dengelemeye çalışıyor. Türkiye, bu açığın kapanmasına izin vermeyecek adımları atmaya mecbur. Bu noktada savunma sanayinin yerlileştirilmesi projelerinin kritik önemde olduğu, F-35 krizinde görüldü.

Caydırıcılığın en az ilk unsuru kadar önemli ikinci unsuru da ortak çıkara dayalı bölgesel-bölge dışı ittifaklar inşa etmek. Doğu Akdeniz özelinde Mısır ve Suriye için daha kararlı diplomatik adımların atılması artık ertelenemez bir zorunluluk haline geldi. Türkiye, bölge ülkeleri ile ortak çıkarları gözeten, hakkaniyete dayalı ekonomik anlaşmalar ve sosyal, kültürel projelerle kendisine yönelik çevreleme çemberini yarmalı.

Bugün, Doğu Ege adalarının statüsü için, doğrudan kendisine yönelen bir saldırı olmadığı sürece, Türkiye’nin askeri seçeneği gündeme getirmesi çıkarına olmayacaktır. Ancak Doğu Akdeniz’de kazanılacak her mevzi, Doğu Ege’de de Yunanistan’ın elini zayıflatacaktır. Libya ile yapılan deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının hızla Mısır’la da gündeme getirilmesi gerekiyor. Öte yandan Yunanistan’la istikşafı görüşmeler nedeniyle iki yıldır ara verilen doğalgaz arama çalışmaları yeniden başlatılmalı. Tabi ki Doğu Akdeniz’deki en büyük koz olan KKTC’yi bir daha Birleşmiş Milletler’in çözümsüz süreçlerine sürüklememek ve KKTC’nin bağımsız devlet olarak tanınması yönünde somut adımlar atmak da Türkiye’nin elini ve caydırıcılığını güçlendirecektir.

 

DİPLOMASİ

Çin’in Ortadoğu’daki diplomatik nüfuzu risk altında

Yayınlanma

Pekin’in geçen yıl İran ile Suudi Arabistan arasında tarihi bir barış anlaşmasına aracılık etmesi, Çin’in Orta Doğu’yla proaktif katılımı açısından bir dönüm noktası olarak görüldü.

ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin ekonomik ve jeopolitik baskısı altında olan Tahran için anlaşma diplomatik bir atılım ve Pekin’in yardımıyla tecridin sona erdirilmesi için potansiyel bir fırsat anlamına geliyordu.

Ancak Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesi ve Hamas ile Hizbullah’ın İsrail’le savaşta kayıplar vermesiyle Tahran, bölgedeki güçlerinin parçalanması ve İsrail’den gelen jeopolitik tehditlerle karşı karşıya.

Uzmanlar, Donald Trump’ın şahin Orta Doğu politika kabinesi ile Çin-İran ilişkilerinin ortak baskı altında güçlenme ihtimalinin yüksek olduğu görüşünde.

Çinli uzmanlara göre, Pekin’in arabuluculuğunu sürdürme yeteneği, Tahran ile bölgesel güçler arasında artan çatışma olasılığının ortasında risk altında olabilir ve bu da Çin’in bölgedeki diplomatik mirasını karmaşık hale getirebilir.

Şangay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nden profesör Fan Hongda, bir sonraki ABD yönetiminin İran’a güçlü baskı uygulamaya devam edeceğinin neredeyse kesin olduğunu söyledi.

Öte yandan Fan, “İsrail’in geçen yıl Hamas ve Hizbullah gibi İran destekli güçleri vurması ve yok etmesiyle birleştiğinde… [bu] İran’ı, Çin ve Rusya da dahil olmak üzere diğer güçlerle daha yakın işbirliğini tercih etmeye zorlayacak” dedi.

İran, Trump’ın ilk başkanlığından bu yana ekonomik zorluklar yaşadı. İran’ın nükleer sorununu müzakere etmek için çok kutuplu bir çerçeve olan İran nükleer anlaşmasından çekildikten sonra Trump, İslam Cumhuriyeti’ne daha sert ekonomik yaptırımlar uyguladı; bu, Washington’un “azami baskı” olarak adlandırdığı ve etkisi bugüne kadar süren bir kampanyaydı.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Rusya: Moldova, Transdinyester’e askeri operasyon planlıyor

Yayınlanma

Rusya Dış İstihbarat Teşkilatı (SVR), Moldova’nın Transdinyester’de askeri bir operasyon planladığını bildirdi. SVR’ye göre, bu öneri Moldova Cumhurbaşkanı Maya Sandu tarafından enerji arzı konulu bir toplantıda gündeme getirildi.

Toplantıda Moldova Başbakanı Dorin Recean, Rusya ile Ukrayna üzerinden gaz sevkiyatına ilişkin anlaşmanın sona ermesinin ardından elektrik arzında sorunlar yaşanabileceği uyarısında bulundu.

SVR’nin açıklamasında, “Cumhurbaşkanı, Başbakan Dorin Recean’ın Moldova’nın enerji sorunlarına ilişkin raporunun ardından öfkelendi. Sandu, ‘Moskova buraya gaz ulaştırmanın bir yolunu bulamazsa, Kişinev’in intikamını Rus yanlısı Transdinyester’den alacağını’ söyledi,” ifadeleri yer aldı.

Habere göre Sandu, Transdinyester yöneticilerine yönelik ayrılıkçılık suçlamasıyla ceza davaları açılmasını emretti.

Ayrıca SVR, Sandu’nun Moldova Devlet Elektrik Santralinin (Moldavskaya GRES) güç kullanılarak ele geçirilmesi ve bölgedeki Rus barış güçlerinin etkisiz hale getirilmesi için bir askeri operasyon planı hazırlanmasını talep ettiğini öne sürdü.

SVR açıklamasında, “Avrupa Birliği elbette Rusya’nın çıkar alanında yeni bir kriz bölgesi oluşmasına karşı çıkmazdı. Ancak Brüksel şu anda buna hazır değil,” denildi.

31 Aralık itibarıyla, Rusya’nın Gazprom şirketi ile Ukrayna’nın Naftogaz şirketi arasındaki Avrupa’ya gaz transitine ilişkin anlaşma sona eriyor.

Bu hat üzerinden doğalgaz, Moldova, Slovakya, Macaristan, Avusturya ve İtalya’ya ulaştırılıyor.

Moldova, Transdinyester bölgesine enerji ambargosu uygulamayı düşünüyor

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

IMF, Ukrayna’ya finansmanın devamı için üç yeni şart getirdi

Yayınlanma

IMF, Ukrayna’nın finansman programı kapsamındaki reform şartlarını üç yeni maddeyle genişletti. Bu şartlar arasında sermaye piyasası regülasyonu için strateji hazırlanması ve enerji düzenleme kurumunun performans değerlendirmesi yer alıyor.

Uluslararası Para Fonu (IMF), Ukrayna’nın Genişletilmiş Finansman Programı (Extended Fund Facility, EFF) kapsamındaki taahhütlerini yerine getirme durumunu değerlendirdiği son revizyonun ardından, Kiev’e üç yeni “yapısal mihenk taşı” ekledi.

Ukrayna Parlamentosu Finans Komisyonu Başkanı Daniil Getmantsev, Telegram kanalından yaptığı açıklamada, “EFF programının altıncı revizyonu kapsamında Ukrayna, ekonomik ve finansal politika memorandumunu güncelledi. Üç yeni yapısal mihenk taşı eklendi. Yapısal mihenk taşları, IMF programı kapsamında borç alan ülkenin belirli reformları belirli sürelerde gerçekleştirme taahhüdünü içerir,” ifadelerini kullandı.

Getmantsev’e göre, eklenen yeni şartlar menkul kıymetler ve sermaye piyasası regülasyonu için operasyonel bir strateji hazırlanmasını, bankalar, banka dışı kuruluşlar ve ödeme sistemlerinin karşılaştığı kritik risklere ilişkin bir yasa tasarısının hazırlanarak parlamentoya sunulmasını ve Enerji ve Kamu Hizmetleri Düzenleme Kurumunun (NCRCU) performansına yönelik harici bir değerlendirme yapılması ve sonuçlarının yayımlanmasını içeriyor.

Toplam yapısal “mihenk taşı” sayısının şimdi 51’e yükseldiğini belirten Getmantsev, bu şartlardan 34’ünün yerine getirildiğini, bunların beşinin gecikmeyle tamamlandığını ifade etti.

Mart 2023’te IMF, Ukrayna için 15,6 milyar dolarlık dört yıllık bir finansman programı onayladı.

İlk dilim olan 2,7 milyar dolar, 3 Nisan 2023’te Ukrayna’nın genel devlet bütçesine aktarıldı. Finansmanın devam etmesi için Ukrayna’nın belirlenen şartları yerine getirmesi gerekiyor.

Bu şartlar arasında bütçe disiplini, uluslararası rezervlerin durumu ve reformların gerçekleştirilmesi gibi maddeler yer alıyor.

20 Aralık 2024’te IMF İcra Direktörleri Kurulu, EFF programının altıncı revizyonunun ardından Ukrayna’ya 1,1 milyar dolarlık bir diğer dilimin tahsis edilmesini onayladı.

Ukrayna hükümeti, Batılı ortaklarından aldığı finansal desteğe bağımlı durumda ve bu desteğin devamı için reform taahhütlerini yerine getirdiğini düzenli olarak raporluyor.

Fakat, destek süreci giderek daha sıkı reform taleplerine bağlanıyor. Özellikle, geçen yıl ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Michael Pyle’ın Ukrayna yönetimine gönderdiği bir dilekçenin sızdırılması, bu konudaki tartışmaları alevlendirmişti.

Dilekçede, Kiev’in gerçekleştirmesi gereken öncelikli reformlar listelenmişti. Ukrayna Parlamentosu üyesi Yaroslav Jeleznyak, bu yaklaşımı “reform karşılığında para” olarak nitelendirmişti.

IMF, Ukrayna’dan grivnanın devalüasyonunu hızlandırmasını ve vergileri artırmasını istiyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English