Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Doğu Ege adaları krizinde tarafların eli ne kadar güçlü?

Yayınlanma

Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in ABD Kongresi’nde yaptığı Türkiye’yi hedef alan açıklamaları, iki yıldır süren sakinliği bozdu. Türkiye en yüksek perdeden tepki gösterirken Yunanistan’ın anlaşmalara aykırı biçimde silahlandırdığı Doğu Akdeniz adaları yeniden gündeme geldi.

Türkiye ile Yunanistan arasında 2020’nin yaz aylarında zirve yapan Doğu Akdeniz’deki sondaj gerilimi Almanya’nın devreye girmesiyle yerini istikşafı görüşmelere bırakmıştı. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma gemilerini, iyi niyet göstergesi olarak geri çekmişti. İki ülke de kendi iç kamuoylarına dönük açıklamalara göz yummuş ve yapıcı tutum almıştı. Ta ki Miçatokis’in ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmaya kadar… Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın, PKK/PYD’ye desteğe devam ettikleri sürece NATO üyeliklerini veto edeceğini ilan ettiği ve NATO üyelerinin buna tepki gösterdiği bir süreçte ABD Kongresi’ne seslenen Miçatokis, Kıbrıs’taki bölünme için Türkiye’yi suçladı, Türkiye’ye F-16 satışının durmasını talep etti. Kongre Miçatokis’i dakikalarca ayakta alkışlarken ABD Başkanı Joe Biden da Miçotakis’e güçlü destek mesajı verdi.

Yanıt: Adaya asker çıkarma tatbikatı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok” dedi ve Türk kıyılarına sadece 1,5 kilometre ötedeki Sisam adasının karşısında Seferihisar’da düzenlenen “bir adaya askeri çıkarma” senaryosuna dayalı Efes 2022 tatbikatında Doğu Ege adalarını gündeme getirdi: “Yunanistan’ı bir asır önce olduğu gibi pişmanlıkla sonuçlanacak hamlelerden uzak durmaya, aklını başına almaya davet ediyoruz. Kendine gel. Türkiye adaların silahlandırılması konusunda uluslararası anlaşmaların kendine tanıdığı hakları kullanmaktan geri durmayacaktır.”

İki ülke arasında adalar üzerinden sıcak çatışma olması ihtimali çok düşük. Ancak Ege Denizi, Türkiye ile Yunanistan arasında kangren haline gelmiş bir sorun. Peki tartışmaya konu adalar hangileri, tarafların argümanları ve dayandıkları hukuki temeller ile gelebilecek olası hamleler neler?

Adaların Yunanistan’a geçme süreci

Doğu Ege adaları Birinci Balkan Savaşı sırasında Yunanistan tarafından işgal edildi. Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanan savaş sonunda, 1913’te imzalanan Londra Protokolü gereği Osmanlı Girit’teki haklarından vazgeçerken, Doğu Ege adalarının (Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Midilli, Sakız, İpsara, Sisam ve Ahikerya) geleceğine Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Almanya’nın karar vermesi hükme bağlandı. Altı devletin 1914’te aldığı, adaların Yunan egemenliğinde kalacağına ilişkin karar, 1923 Lozan Barış Antlaşması ile de onaylandı.

Doğu Ege Adaları’nın geriye kalanlarını oluşturan Oniki Ada (Batnoz, Lipsi, İleriye, Kelemez, İstanköy, İncirli, İstanbulya, İleki, Herke, Kerpe, Çoban, Sömbeki, Rodos ve Meis) ise Trablusgarp Savaşı sırasında 1912’de İtalya tarafından işgal edildi. Uşi Anlaşması ile adalardan çekileceğini kabul eden İtalya, Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek adalarda kalmaya devam etti. İkinci Dünya Savaşı’nda kaybeden tarafta yer alan İtalya, 1947’de müttefik ülkelerle imzaladığı Paris Barış Antlaşması ile bu adaları Yunanistan’a devretti.

Antlaşmalarla silahsızlandırma

Doğu Ege adaları için Londra Protokolü ile yetkilendirilen altı devlet, 1914’te Yunanistan’a bırakılan adaların askeri amaçla kullanılmayacağına dair hükümler getirdi. 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesi de bu kararın aynen onaylandığı belirtiyor. Buna göre, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ismen sayılarak, Taşoz, Bozbaba ve İpsara Adaları ise 1914 tarihli karara atıf yapılarak askeri amaçlarla kullanmaması kaydıyla Yunanistan’a devrediliyor. Ayrıca Lozan’ın 13. maddesinde, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarında hiçbir deniz üssü kurulmayacağı ve hiçbir istihkam yapılmayacağı hükme bağlanıyor: “Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya (Nikarya) Adaları’nda, aşağıdaki tedbirlere uymayı taahhüt eder. Buna göre; önce, bu adalarda hiçbir deniz üssü kurulmayacak, hiçbir istihkâm yapılmayacak, ikincisi, Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üstünde uçmaları ve buna karşılık, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üstünde uçmalarını yasak olacaktır. Üçüncüsü, bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır.

14 adadan oluşan Oniki Ada ise 1947 Paris Barış Antlaşması’yla “askerden arındırılacak ve öyle kalacak” denilerek İtalya’dan Yunanistan’a devrediliyor.

Yunanistan’ın tezleri ve gerçekler

Buna rağmen Yunanistan, 1960’lara doğru ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra açıktan Doğu Ege adalarını silahlandırarak yukarıda işaret edilen uluslararası antlaşmaları hiçe saymaya başladı. Yunanistan bu ihlallerini temelde şu hukuki argümanlara dayandırıyor:

İddia 1: Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi yürürlükten kalkmıştır. Böylece Montrö’de Türk Boğazları’na tanınan silahlanma hakkı, Yunanistan’ın egemenliğindeki Limni ve Semadirek adaları için de geçerlidir.

Gerçek: 1923 Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Antlaşması’nın doğal bir uzantısı konumunda. Yunanistan, 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle 1923 Boğazlar Sözleşmesi’nin sadece yeniden düzenlenen maddelerinin mi yoksa tamamının mı yürürlükten kalktığına ilişkin açık bir hükmün olmamasından faydalanmaya çalışıyor. Ancak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ek protokolü Türkiye’nin Türk Boğazları’nda askeri faaliyetlerde bulunmasının önünü açan açık hükme sahipken aynı durum Yunan adaları için geçerli değildir.

İddia 2: Lozan Anlaşması’nın 13. maddesi Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya Adaları’nda sadece “deniz üssü kurulmasını” ve “istihkâm yapılmasını” yasaklamıştır. Bu hüküm, Yunanistan’ın bu adaları silahlandırmasının önünde engel değildir.

Gerçek: 13. maddede açıktan “silahsızlandırma” terimi kullanılmıyor, ancak 1914 tarihli altı devletin almış olduğu karara yaptığı atıfla birlikte okunduğunda silahlandırmanın önünde engel olduğu görülmektedir. 13. madde, üs kurulması ve tahkimat yapılmasını yasaklamanın yanı sıra “Bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır” hükmüne de yer vermektedir.

İddia 3: Türkiye, Oniki Adayı Yunan egemenliğine bırakan Paris Barış Anlaşması’na taraf değildir. Dolayısıyla Yunanistan’ın bu anlaşmada yer alan silahsızlandırma hükmünü çiğnediği gerekçesiyle itirazda bulunamaz.

Gerçek: Türkiye, Paris Barış Antlaşması’nın imzacılarından biri değildir, ancak silahsızlandırma maddesinin Türkiye’nin güvenlik endişeleri nedeniyle eklendiği açıktır. Bu sebeple taraf olmasa dahi, ihlallerden güvenlik çıkarları doğrudan etkilenen bir ülke olarak, taraflardan anlaşma hükümlerine uymalarını talep etmek Türkiye’nin en doğal hakkıdır.

Hukuki tezlerini kendi de yeterli bulmayan Yunanistan, söz konusu adalardaki yasadışı askeri konuşlanmanın uluslararası yargıya taşınmasını engelleyecek adımı 1993’te attı. Bu tarihte Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yargı yetkisini kabul eden Atina, askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin zorunlu yargı yetkisine çekince koydu.

Müttefik ve saldırgan…

Ayrıca, Yunanistan’ın biri Türkiye ile müttefik olduğu diğeri de Türkiye’nin saldırgan olduğu gerekçesiyle iki ayrı tezi daha mevcut. İlkine göre, iki ülke de NATO’ya üye olarak ittifak ilişkisi kurmuştur ve bu yeni durum adaların silahsızlandırılmasına dair hükümlerin varlık sebebini ortadan kaldırmıştır. İkincisi ise, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, NATO’dan bağımsız kurulan Ege Ordusu ve Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasının savaş sebebi sayacağına ilişkin TBMM kararına dayanmaktadır. Yunanistan’a göre tüm bunlar Türkiye’nin “saldırgan bir devlet olduğunu” göstermektedir ve Yunanistan’ın da meşru müdafaa hakkı vardır, yani silahsızlandırma hükümleri sona ermiştir.

Yunanistan, gerçeklerden uzak iddia ve tezlerle dokuz adadan yedisinde (Semadirek, Limni, Midilli, Sisam, Sakız, İpsara ile Ahikerya) 1923 Lozan Antlaşması’nı ihlal ederek silah ve asker bulunduruyor. Yine Paris Anlaşması gereği silahsız olması gereken Oniki Adadan Batnoz, İleriye, Kelemez, İstanköy, İleki, Kerpe, Sömbeki, Rodos ve Meis’te de Yunan ordusunun tahkimatları olduğu görülüyor.

Yunanistan’ın adaları silahlandırmasına en başından beri karşı çıkan Türkiye, konuyu Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde çözüme kavuşturmak için diplomatik girişimlerde bulunuyor. Türkiye’yi kuvvet kullanmaya mecbur edecek şartlar oluşmadıkça yani söz konusu adalardan Türkiye’ye yönelik askeri bir adım atılmadıkça Türkiye’nin adalara müdahalede bulunması beklenmiyor. Ancak yine de Türkiye’nin elini güçlendirecek hukuki delilleri uluslararası kamuoyuna iletmesi önem taşıyor.

Yunanistan’ın güvencesi

Her ne kadar ABD ve Fransa ile deniz ve hava savunmasını güçlendirecek silah ve gemilerin alımı için anlaşmış olsa da Yunanistan’ın bugün Türkiye karşısında insan gücü ve askeri bir üstünlüğü olmadığı aşikar. Ankara için sorun, askeri dengeden çok Türkiye’ye karşı kurulan bölgesel ve bölge dışı ittifaklar. Uzun yıllar izlenen “Müslüman Kardeşler” çizgisi sonucu Suriye ve Mısır gibi Akdeniz ülkeleri ile ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölge ülkeleri ile arası açılan Türkiye, Akdeniz’deki yalnızlığının farkına vararak bu durumu telafi edecek diplomatik adımları atmaya başladı, ancak adı geçen ülkelerle geliştirilecek işbirlikleri için daha çok yolu var.

Yunanistan’ın Türkiye karşısında, kurmuş olduğu bölgesel ittifaklardan ziyade ABD ve Fransa başta olmak üzere Atlantik’e güvendiği de bilinen bir gerçek. Gelinen noktada Yunanistan bölgede NATO’nun “ileri karakolu” olarak konumlandırılacak gibi görünüyor.

Bunun en bariz göstergesi Yunanistan’ın hızla ABD üsleri ile donatılması oldu. ABD, Dedeağaç’tan Suda’ya kadar Yunanistan’a silah yığmaya devam ediyor. Eski Yunanistan Başbakanı Syriza Partisi Genel Başkanı Aleksis Çipras, bu yeni durumu şöyle eleştiriyor: “Yunanistan, sadece sabit dış politika dogmasını terk etmiyor, aynı zamanda günün sonunda üçüncü güçlerin satranç tahtasındaki piyonu haline gelen, Batı’nın uysal ve sadık müttefiki de oluyor.”

Türkiye ne yapabilir?

Hükümet çevresindeki kimi yorumculara göre ABD, Türkiye’yi kendi hattında tutmaya çalışıyor. Türkiye, Yunanistan’a yapılan yığınağın doğrudan hedefi değil. ABD Türkiye’ye “alternatifin var” mesajı veriyor. Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre ABD’nin sınıra yaptığı yığınağın hedefi Türkiye. Peki Türkiye, hem Yunanistan’ın Atlantik güvencesiyle attığı Doğu Ege’deki adımları hem de Yunanistan üzerinden kendisine yönelen tehditleri nasıl bertaraf edebilir?

Barışın en büyük teminatının caydırıcılık olduğu bir gerçek. Caydırıcılığın ilk unsuru da kuşkusuz askeri güç. Yunanistan, ekonomik kapasitesinin çok üzerinde askeri harcamalarıyla Türkiye ile arasındaki gücü dengelemeye çalışıyor. Türkiye, bu açığın kapanmasına izin vermeyecek adımları atmaya mecbur. Bu noktada savunma sanayinin yerlileştirilmesi projelerinin kritik önemde olduğu, F-35 krizinde görüldü.

Caydırıcılığın en az ilk unsuru kadar önemli ikinci unsuru da ortak çıkara dayalı bölgesel-bölge dışı ittifaklar inşa etmek. Doğu Akdeniz özelinde Mısır ve Suriye için daha kararlı diplomatik adımların atılması artık ertelenemez bir zorunluluk haline geldi. Türkiye, bölge ülkeleri ile ortak çıkarları gözeten, hakkaniyete dayalı ekonomik anlaşmalar ve sosyal, kültürel projelerle kendisine yönelik çevreleme çemberini yarmalı.

Bugün, Doğu Ege adalarının statüsü için, doğrudan kendisine yönelen bir saldırı olmadığı sürece, Türkiye’nin askeri seçeneği gündeme getirmesi çıkarına olmayacaktır. Ancak Doğu Akdeniz’de kazanılacak her mevzi, Doğu Ege’de de Yunanistan’ın elini zayıflatacaktır. Libya ile yapılan deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının hızla Mısır’la da gündeme getirilmesi gerekiyor. Öte yandan Yunanistan’la istikşafı görüşmeler nedeniyle iki yıldır ara verilen doğalgaz arama çalışmaları yeniden başlatılmalı. Tabi ki Doğu Akdeniz’deki en büyük koz olan KKTC’yi bir daha Birleşmiş Milletler’in çözümsüz süreçlerine sürüklememek ve KKTC’nin bağımsız devlet olarak tanınması yönünde somut adımlar atmak da Türkiye’nin elini ve caydırıcılığını güçlendirecektir.

 

DİPLOMASİ

COP29 taslağında zengin ülkelerin 250 milyar dolarlık taahhüdü tepki çekti

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler iklim zirvesinin organizatörleri cuma günü, ABD, AB ve diğer zengin hükümetlerin 2035 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere yılda 250 milyar dolar iklim finansmanı sağlamasını öngören bir anlaşma taslağı yayınladı. Bu miktar yoksul ülkelerin talep ettiği trilyonluk rakamın çok gerisinde kalıyor.

Anlaşma, özellikle iklim değişikliği gerçeğiyle alay eden ve hükümet harcamalarında ciddi kesintiler vaat eden seçilmiş Başkan Donald Trump’ın ABD’de iktidara gelmek üzere olduğu bir dönemde, hangi ülkelerin tam olarak ne kadar para sağlayacağı konusunda pek çok belirsizliği de beraberinde getiriyor.

Finans sorunu Azerbaycan’ın başkentindeki COP29 görüşmelerinde ana tartışma konusu oldu. Yeni hedef, yoksul ülkelerin ekonomilerini yeşillendirmelerine ve ısınan gezegenin etkileriyle başa çıkmalarına yardımcı olacak para için konuldu.

Görüşmelerin cuma günü sona ermesi bekleniyordu ancak tarafların birbirinden ne kadar uzak olduğu göz önüne alındığında görüşmelerin uzatmaya gideceği neredeyse kesindi.

Panama’nın iklim elçisi Juan Carlos Monterrey Gómez, “Bu çok saçma. Bu rakamla yüzümüze tükürüyorlar,” dedi. Kenya iklim elçisi Ali Mohamed ise 250 milyar dolar rakamına atıfta bulunarak “Bunu ciddiye almıyoruz” dedi.

Görüşmeler sonucunda üzerinde anlaşmaya varılan miktar ne olursa olsun, zengin ülkelerin 2009 yılında kabul ettikleri 100 milyar dolarlık hedefin devamı niteliğinde olacak. Bu hedefe, 2020 için belirlenen son tarihten iki yıl sonra nihayet ulaşıldı.

O zamandan bu yana iklim ihtiyaçları ve kötüleşen felaketlerin verdiği zarar daha pahalı ve şiddetli hale geldi. En son taslak metinde yer alan rakamın yoksul hükümetleri yatıştırması pek olası değil.

Birlikte müzakere eden gelişmekte olan ülke blokları, daha zengin hükümetlerin kamu fonlarından yıllık 500 milyar ila 1.3 trilyon dolar arasında bir miktar talep ediyor. Hedefin gerçekleşmesini istedikleri tarih 2030, yani cuma günkü taslaktan beş yıl önce.

Çeşitli analizler, gelişmekte olan ülkelerin, küresel sıcaklıkların 19. yüzyılın ortalarından bu yana 1.5 santigrat derece artmasını önlemek için dış kaynaklardan yılda 1 trilyon dolardan fazla paraya ihtiyaç duyacağını göstermiştir ki bu da dünya hükümetlerinin Paris iklim anlaşmasında belirlediği esnek hedeftir. Anlaşma taslağı, 1.3 trilyon dolar kadar olan açığın 2035 yılına kadar büyük ölçüde özel sermaye kullanılarak kapatılabileceğini belirtti.

Taslakta 250 milyar doların sadece kamu fonlarından ve onların harekete geçirdiği özel yatırımlardan mı geleceği yoksa her türlü özel yatırımı da kapsayıp kapsamayacağı net değil. Bu da yoksul ülkelerin ortadan kaldırılmasını istediği bir belirsizlik.

Müzakereler hakkında konuşmak üzere adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Latin Amerikalı müzakereci Politico’ya verdiği demeçte, “Bu iş iyi gitmeyecek. 250 çok düşük ve bunun için hem özel hem de kamudan denmesi de çok saçma,” diyor.

Sayı gelişmekte olan ülkelerin isteklerinin gerisinde kalsa da Avrupalı bir müzakereci sayının yine de bazı zengin ülkeleri zorlayacağını söyledi.

Hassas diplomatik konuları görüşmek üzere adının açıklanmasını istemeyen müzakereci Politico’ya, “Düşünülenden daha yüksek. Gruptan bazılarının başkentlere geri dönmesi gerekecek” dedi.

Bir başka Avrupalı müzakereci de ülkesi için 250 milyar doların “iyi bir rakam” olduğunu söyledi.

Üst düzey Biden yönetimi yetkilileri, gelecekteki Demokrat ya da iklim dostu bir hükümetin karşılayabileceği bir anlaşmayı müzakere ettiklerini belirttiler. Trump’ın dört yıllık iktidarı ve Kongre’nin en az iki yıl boyunca Cumhuriyetçilerin kontrolünde olması, ABD’nin iklim finansmanına yapacağı katkıları azaltacağı düşünülüyor.

Hedefe tepki gösteren çevre örgütleri de, hükümetlerin muhtemelen daha yüksek bir rakama ulaşabileceğini söyledi.

Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’nin uluslararası iklim finansmanı kıdemli savunucusu Joe Thwaites yaptığı açıklamada, Dünya Bankası gibi çok taraflı kalkınma bankalarının kredi verme uygulamalarında halihazırda yapılmakta olan değişikliklerin, öncelikle zengin ülkelerden yoksul ülkelere akan on milyarlarca dolarlık daha fazla finansmanı serbest bırakması gerektiğini söyledi. Ülkeler ayrıca ülkeden ülkeye finansmanda “mütevazı artışlara” da ulaşabilirler, dedi.

COP29’daki bir diğer önemli tartışma konusu da ABD ve Avrupa’nın Çin, Singapur ve Körfez ülkeleri gibi zengin ama teknik olarak hala gelişmekte olan ülkelerin de potaya katkıda bulunmaları yönündeki talepleriydi.

Taslak esasen bu seçeneği bağış yapma baskısı altındaki ülkelere bırakarak “gelişmekte olan ülke Tarafları” ya hedefin bir parçası olarak ya da Çin’in sıklıkla “Güney-Güney” finansmanı olarak adlandırdığı yolla “tamamlayıcı” ek katkılarda bulunmaya davet etti.

Anlaşmazlıkların damga vurduğu COP29’da yoksul ülkeler için yılda 1 trilyon dolar çağrısı yapıldı

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Trump’ın zaferinin ardından Britanya Çin ile ilişkilerini canlandırıyor

Yayınlanma

Çin-İngiliz ilişkileri, dönemin Başbakanı David Cameron’ın 2015 yılında “altın çağ” ilan etmesinden ve Maliye Bakanı George Osborne’un Çin iş dünyası ile iş yapabilmek için elinden geleni yapmasından bu yana ciddi şekilde bozuldu.

Xi ile görüşen son İngiliz lider olan Theresa May döneminde ilişkiler gerildi ve Boris Johnson döneminde 2019-2022 yılları arasında iyice dibe vurdu.

Şimdi 14 yıl iktidarda kaldıktan sonra temmuz ayında Muhafazakârları yerinden eden yeni İşçi Partisi hükümetiyle birlikte Başbakan Keir Starmer, ülkenin durgun iktisadi büyümesini tersine çevirmek için Pekin’den yardım istiyor.

POLITICO’ya konuşan ve adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir İngiliz yetkili, yeniden angaje olmanın “çok basit” olduğunu savundu.

Yetkililer, Donald Trump’ın yakında Beyaz Saray’a döneceğine ve Pekin ile ticaret savaşı tehditlerinin hem Britanya’nın hem de Çin’in refahını sarsabileceğine dikkat çektiler. Bu nedenle Londra ve Pekin arasında yenilenen bir dostluk her iki tarafın da yararına olabilir.

Fakat yetkili, “Bu altın çağa dönüş değil. Çin değişti ve biz de değiştik. Xi o zamanlar ‘ömür boyu başkan’ değildi,” diyerek yeni angajmanın sınırlarına işaret etti.

G20 zirvesindeki Xi-Starmer görüşmesi yeni bir sayfa açabilir

Pazartesi günü G20 zirvesinde yapılan Xi-Starmer toplantısının başında İngiliz lider Pekin’i ziyaret etmek istediğini söyledi ve “tutarlı, dayanıklı, saygılı” bir ilişki kurma arzusundan bahsetti.

POLITICO’ya göre Xi, Starmer’ın her yerde kullanılan kampanya sloganı olan “ekonominin temellerini düzeltmek” gerektiğini tekrarladığında toplantıdaki İngiliz danışmanlar kahkahalarını bastırmak zorunda kaldı.

Fakat daha sonra Başbakan insan hakları, Tayvan, Çin’in İngiliz parlamenterlere uyguladığı yaptırımlar ve Hong Kong’da yargılanan Jimmy Lai’nin davasını gündeme getirdi. Starmer, İngiliz vatandaşı olan medya patronunun durumundaki “kötüleşmeyi” duymaktan “endişe duyduğunu” söyledi.

Starmer’ın insan hakları konusundaki endişelerini dile getirmesi hakkında POLITICO’ya konuşan yetkili, “Sizi temin ederim ki [eski Maliye Bakanı] George Osborne bunu asla yapmadı,” dedi.

Eski bakan, bir zamanlar Çin devlet medyası tarafından insan hakları kaygılarına odaklanmadığı için övülmüştü.

Starmer daha sonra görüşmeden ve getirmesini beklediği fırsatlardan memnun olduğunu söyledi.

Starmer, Hong Kong meselesine girmemeyi seçti, öncelik ekonomi

Ertesi gün Başbakan, Hong Kong’da 45 aktivistin Pekin tarafından getirilen tartışmalı ulusal güvenlik yasaları uyarınca hapse atılmasını kamuoyu önünde eleştirmeyi reddetti.

G20 sonu basın toplantısında kendisine toplu tutuklamaları kınayıp kınamayacağı ya da Çin ile daha yakın ilişkiler kurmak için “dilini ısırıp ısırmayacağı” sorulan Starmer, diplomatik bir dil kullanmayı tercih etti.

“Biz bu yakın ekonomik ortaklığı istiyoruz,” yanıtını veren Starmer, Londra ve Pekin arasında “farklılıklar” olacağını kabul etti. Fakat başbakan, esas olarak Birleşik Krallık’ın refahı ve Çin’in potansiyel olarak sağlayabileceği büyüme artışına odaklanmayı tercih ediyor.

Beyaz Saray’daki ilk döneminde Trump, Boris Johnson’dan ulusal güvenlik gerekçesiyle Çinli telekom devi Huawei’yi İngiltere’nin 5G ağından çıkarmasını talep ederek iki ülkenin arasının bozulmasında büyük bir rol oynamıştı.

Bunu takip eden yıllarda, özellikle o dönemde iktidarda olan Muhafazakâr İngiliz siyasetçiler, Çin’in Sincan bölgesindeki Uygurlara yapılan muamele, eski İngiliz kolonisi Hong Kong’daki gelişmeler, yaptırım uygulanan parlamenterler ve Rishi Sunak’ın iktidarda olduğu dönemde Savunma Bakanlığının maaş bordrosunun ve Britanya’nın seçim kütüklerinin toplu olarak hacklendiği iddiaları da dâhil olmak üzere giderek artan bir endişe listesinin altını çizdiler.

Starmer’ı bekleyen daha büyük zorluk ise yine Trump’tan gelebilir. ABD’nin seçilmiş başkanı, Çin’den ABD’ye yapılan ithalata yüzde 60, dünyanın geri kalanından gelen mallara ise yüzde 20 gümrük vergisi uygulamakla tehdit etti.

ABD-Çi ticaret savaşlarına hazırlık başladı

Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds, ikinci bir Trump başkanlığında Birleşik Krallık’ın olası bir ABD-Çin ticaret savaşına “çok daha fazla maruz kalacağını” söyledi. 

Allianz Trade tarafından yakın zamanda yapılan bir analize göre, Trump’ın Çin’e karşı bir ticaret savaşı başlatması durumunda, Birleşik Krallık’ın ihracatı 8,4 milyar sterlin düşebilir.

Risk altında kalmaya en yakın bölme ise ülkenin imalat sektörü.

İşçi Partisi hükümeti, Çin ile mali ve ticari engelleri görüşmek üzere iki önemli ticari ve mali diyaloğu yeniden açma arzusunun sinyalini verdi ve Joe Biden yönetimi altında Pekin ile artan ABD angajmanını bir model olarak işaret etti.

Çin’de iş yapan üst düzey bir iş dünyası temsilcisi Starmer’ın, Başkanın “ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” dediği bir Trump dönemine daha dayanabileceğini düşünüyor.

Temsilci, “Belki de İşçi Partisi için ‘Hayır, bunu yapmayacağız’ demek ve ardından dört yıl boyunca dişlerini sıkmak daha kolaydır,” dedi.

Dışişleri Bakanlığı Çin ile ilişkileri gözden geçiriyor

Fakat Dışişleri Bakanlığı aynı zamanda Londra’nın Pekin ile ilişkilerini gözden geçiren bir “Çin denetimi” de yürütüyor.

Konuya katkıda bulunan iki kişi Lammy’nin bu çalışmanın 2025 yılı başında tamamlanmasını istediğine inanıyor. Bu da Maliye Bakanı Rachel Reeves’in muhtemelen ocak ayında yapacağı ziyaretin önünü açacak.

Bir sonraki hamle ise Starmer’ın yıl içinde yapacağı yüksek profilli bir ziyaret olacak.

Denetimin sonuçları ne olursa olsun, Starmer, Birleşik Krallık’ın büyümesini ve iddialı karbonsuzlaştırma hedeflerini artırmak da dahil olmak üzere önemli iç görevlerini yerine getirme ihtiyacı nedeniyle kaçınılmaz olarak Çin’e karşı daha açık bir duruşa zorlanacaktır.

Reynolds ve Reeves, Birleşik Krallık’ta daha fazla uluslararası yatırımı teşvik etmeye çalışırken gözlerini Çin’e dikmiş durumdalar.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor

Yayınlanma

The Times gazetesinin analizine göre, Rusya’nın Donbass’taki ilerleyişi ve Ukrayna ordusunun yaşadığı yorgunluk, savaşın seyrini değiştiriyor. İngiltere’nin Storm Shadow füze desteğine rağmen, Ukrayna’nın durumu kritik bir noktaya ulaştı.

İngiliz The Times gazetesi, Rusya’nın Donbass bölgesinde kayda değer ilerlemeler kaydettiğini ve Ukrayna’nın savaşın başlangıcından bu yana en zayıf dönemini yaşadığını yazdı.

Gazeteye göre, İngiltere’nin uzun menzilli Storm Shadow füzelerinin Rusya topraklarına yönelik saldırılarda kullanımına onay vermesi, Batı’nın Rus birliklerinin ilerleyişini durdurma çabalarının somut bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Kraliyet Birleşik Güvenlik ve Savunma Çalışmaları Enstitüsü uzmanı Matthew Saville, Ukrayna’nın elindeki sınırlı sayıdaki Storm Shadow füzesinin savaşın gidişatını değiştirme potansiyelinin düşük olduğunu belirtti.

Saville, Ukrayna için tek umudun ılıman bir kış ve buzların çözülmesi olabileceğini, bunun da toprak kayıplarını yavaşlatabileceğini vurguladı.

Ayrıca uzman, son bir ay içinde Rusya’nın saldırılarının yoğunlaştığını kabul ederken, yakın gelecekte geri çekilme ve olası toprak kayıpları riskine de dikkat çekti.

Saville, “Ukrayna birlikleri tükenme noktasında. Cephe hattındaki askerlerini yenileyemiyor, fiziksel ve ruhsal açıdan yorgun durumdalar. Dinlenme fırsatları neredeyse hiç yok,” değerlendirmesini yaptı.

Ukrayna’nın 155 milyar dolarlık borcu: Kim, ne kadar alacaklı?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English