Eski ABD Hazine Bakanı Henry M. Paulson (2006-2009), Foreign Affairs dergisinde “Amerika’nın Çin Politikası İşe Yaramıyor” başlıklı bir makale kaleme aldı.
ABD’nin kapsamlı ayrışma (decoupling) politikasının tehlikelerini yazan Paulson, 2022’nin 2008 ile çarpıcı benzerlikler taşıdığını söylüyor: “Rusya’nın Gürcistan işgali, İran ve Kuzey Kore ile gerilimler, dünyada küresel ekonomik zorluklar.”
Paulson bu benzerliklere rağmen iki dönem arasında önemli bir farklılık olduğuna dikkat çekiyor: Çin-ABD ilişkisi.
Paulson, 2008’de, siyasi ve ideolojik farklılıklara, çatışan güvenlik çıkarlarına ve Çin’in para biriminin değerlemesi ve endüstriyel sübvansiyonları da dahil olmak üzere küresel ekonomi hakkındaki farklı görüşlere rağmen “çıkarcı işbirliği”nin mümkün olduğunu kaydediyor. Paulson kendisinin de, Hazine Bakanı olarak 2008 mali krizi sırasında, krizin yayılmasını önlemek, krizin en kötü etkilerini hafifletmek ve makroekonomik istikrarı yeniden sağlamak için Çinli liderlerle birlikte çalıştığını hatırlatıyor.
Bugün ise böyle bir işbirliğinin düşünülemeyeceğini vurgulayan Paulson, 2008 mali krizinin aksine, COVID-19 salgınının ABD-Çin işbirliğini ateşleyemediğini ve hatta düşmanlığı daha da derinleştirdiğini söylüyor.
Çin’in artık eski Çin olmadığını, çok farklı ve daha iddialı bir liderliğe sahip olduğunu belirten Paulson, ABD’nin Çin’e yönelik tutumunun da, “tıpkı Washington’daki siyaset gibi” keskin bir şekilde olumsuza döndüğünü kaydediyor ve uyarıyor “Ancak değişmeyen şu ki, ABD ile Çin arasında ortak çıkarlar üzerinde işbirliğinin mümkün olduğu istikrarlı bir ilişki olmadan dünya çok tehlikeli ve daha az müreffeh bir yer olacak.”
Paulson, 2023’te her iki ülkenin de 2008’den farklı olarak, istihdam yaratan yatırımlar veya çığır açan teknolojilerde ortak inovasyon gibi bir zamanlar olumlu olarak görülen konulara bile, ulusal güvenlik prizmasından baktığını belirtiyor:
“Pekin, ABD’nin teknolojilerini korumayı amaçlayan ihracat kontrollerini Çin’in gelecekteki büyümesi için bir tehdit olarak görüyor; Washington, Çin’in teknolojik kapasitesini geliştirebilecek her şeyi, stratejik bir rakibin yükselişini mümkün kılmak ve Pekin’in agresif askeri yığınağına yardımcı olmak olarak görüyor.”
Çin’e karşı koalisyon stratejisi çalışmıyor
Çin ve ABD ilişkilerinin, rekabetçi ama bazen işbirlikçi bir ilişkiden, neredeyse her açıdan çatışmacı bir ilişkiye doğru apaçık bir düşüş içinde olduğunu vurgulayan Paulson’a göre bu durum, Amerikan şirketlerini müttefiklerine göre dezavantajlı duruma getirebilir ve yenilikleri ticarileştirme yeteneğini sınırlayabilir ve ABD, üçüncü ülkelerde pazar payını kaybedebilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Çin’i dengelemek ve baskı altına almak için benzer düşünen ülkelerden, özellikle Asya ve Avrupa demokrasilerinden oluşan bir koalisyon kurmaya çalıştığını söyleyen Paulson’a göre, “bu strateji çalışmıyor; Çin’e olduğu kadar ABD’ye de zarar veriyor; ve uzun vadede Amerikalılara Çinlilerden daha fazla zarar vermesi muhtemeldir.”
Paulson, belirli alanlarda Çin ile işbirliği yapmanın veya tamamlayıcı şekillerde çalışmanın ve dünyanın en büyük ikinci ekonomisiyle yararlı bir ekonomik ilişki sürdürmenin açıkça Washington’un çıkarına olduğunu vurguluyor.
Pek çok ülkenin Çin konusunda Washington ile aynı endişeleri paylaşmasına rağmen onun stratejisini takip etmediğini belirten Paulson, “Washington’ın en yakın stratejik ortakları bile Çin’le ABD kadar geniş çapta yüzleşmeye, onu kontrol altına almaya veya ekonomik olarak parçalamaya hazır değil” diyor.
Çip ve ileri teknoloji rekabetine değinen Paulson, birçok ülkenin, Çin ile ekonomik olarak ayrışmak yerine, iş operasyonlarını çeşitlendirerek, üçüncü ülkelerde yeni tedarik zincirleri inşa ederek ve en hassas alanlardaki riskleri azaltarak “potansiyel Çin baskısına karşı önlem aldığını”, ancak bunu yaparken bile Çin ile ticareti derinleştirdiğini kaydediyor.
Pekin serbest ticareti geliştirirken, Washington korumacılığa yöneliyor
Paulson’a göre, belki de bu nedenle, 2020’de, “yıllarca süren Amerikan uyarılarına rağmen Çin, Avrupa Birliği’nin en büyük ticaret ortağı olarak ABD’yi geride bıraktı. Hem AB’nin Çin’e ihracatı hem de Çin’den ithalatı 2022’de arttı. Ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Kasım 2022’de Pekin’e yaptığı ziyaretin teşvik ettiği Asyalı ve Avrupalı liderler, şimdi Filipin gezileriyle Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in kapısına giden yolu açmaya hazır görünüyorlar. Başkan Marcos, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni muhtemelen daha geniş bir eğilime yön verecek.”
Paulson, Washington’ın yaklaşımının, küresel Güney’de daha da kötü durumda olduğunu söylüyor: “Çin-Afrika ticareti 2021’de tarihi bir zirveye ulaştı ve 2020’ye göre yüzde 35 arttı. ABD’nin Huawei gibi Çinli teknoloji firmalarını telekomünikasyon mimarisinin dışına itmeye yönelik yoğun kampanyası, Avrupa ve Hindistan’da nispeten iyi, ancak neredeyse her yerde başarısız oldu. Suudi Arabistan’ı ele alalım. En büyük ticaret ortağı Çin’dir ve Vizyon 2030 reform planı, yapay zeka ve bulut hizmetleri gibi Washington’un hedefinde yer alan hassas alanlarda bile, Alibaba ve Huawei dahil olmak üzere büyük ölçüde Çinli teknoloji şirketleriyle işbirliğine dayanmaktadır. Washington’un Çin etkisini dengelemek için kur yaptığı devasa bir Asya demokrasisi olan Endonezya, aslında Huawei’yi siber güvenlik çözümleri ve hatta hükümet sistemleri için tercih edilen ortak haline getirdi.”
ABD’nin bu çabalarının, Çin yeniden açılıyorken daha da az başarılı olacağını kaydeden Paulson, Pekin’in, kısıtlayıcı COVID-19 politikalarını tersine çevirdiğine, sınırlarını yeniden açtığına, yabancı liderlere kur yaptığına ve ekonomisini yeniden canlandırmak için yabancı sermaye ve yatırım aradığına dikkat çekiyor.
Yeniden açılma sonrası Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in yurtdışı gezilerine işaret eden Paulson, “Xi, üç yıllık bir aradan sonra şimdi yeniden dünyayı dolaşırken, her durakta yenilenen Çin yatırımı, altyapısı ve ticareti taahhütlerini dağıtırken, yakında hayal kırıklığına uğrayabilecek olan Pekin değil, Washington’dur” ifadelerini kullanıyor.
Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Trans-Pasifik Ortaklığından (TPP) çekildiğini, Pekin’in ise Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma’ya (CPTPP) katılmak üzere başvurduğunu hatırlatan Paulson, Çin’in Ekvador’dan Yeni Zelanda’ya kadar ülkelerle yeni serbest ticaret anlaşmalarını yükselttiğini veya yeni serbest ticaret anlaşmaları başlattığını vurguluyor ve ekliyor: “Çin artık dünyanın en büyük ticaret ülkesi. Tüm ülkelerin yaklaşık üçte ikisi Çin ile ABD’den daha fazla ticaret yapıyor.”
ABD’nin ise aksine korumacılığa çok benzeyen ve “işçi-merkezli” bir ticaret politikası izlediğini söyleyen Paulson, Washington’ın “ekonomik yerçekimine karşı baskı yapma riski aldığı” yorumunu yapıyor.
Amerikalı işletmeler ve tüketiciler zarar görüyor
ABD’nin Çin’i devre dışı bırakmaya yönelik bu çabalarının kesinlikle Çin’e zarar vereceğini belirten Paulson, ancak ABD’ye de zarar vereceğini vurguluyor. Amerikan işletmelerinin büyük bir rekabet dezavantajına maruz kaldığını ve bedelini de ABD’li tüketicilerin ödediğini kaydeden Paulson, “Çin’e zarar verdiler, ancak Çinli tedarikçilere bağımlı olan, çok az geçici çözümü olan ve enflasyonun ve yüksek enerji faturalarının ağırlığı altında ezilen sıradan şirketler de dahil olmak üzere ABD’li iş yaratıcılarına da zarar verdiler” ifadesini kullanıyor.
Paulson’a göre, “ABD ticarette lider olmalı, Çin’in katılmak için başvurduğu paktlardan çekilmemeli ve ABD’li işçilerin ihracat fırsatlarından mahrum bırakılmamalı.”
Washington’un katı ama adil olması, diyaloğa açık olması ve Çin’le çıkarcı koordinasyonu sürdürmek için zorlu ve uzun bir çabaya hazırlıklı olması gerektiğinin altını çizen Paulson, yeni mali krizlerin kaçınılmaz olduğunu belirtirken, en büyük iki ekonominin bozulmasını önlemek için iletişim ve koordinasyon içinde olmasının önemini vurguluyor. Paulson, bunun hem Çin’in hem de ABD’nin yararına olduğunu söylüyor ve şu öneriyi yapıyor:
“ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Çin Devlet Müşaviri Wang Yi ile yapacağı görüşme iyi bir başlangıç noktası. Yellen, Çin’in yeni ekonomik çarı He Lifeng ile düzenli olarak görüşüyor olmalı. Federal Rezerv Başkanı Jerome Powell da Çin’in en iyi merkez bankacısı ile konuşmalı.”
Tamamen ayrışma politikası ABD’ye zarar verir
Belli bir düzeyde ayrışmanın kaçınılmaz olduğunu, özellikle de yüksek teknolojiler söz konusu olduğunda, kesinlikle gerekli olacağını savunan Paulson, ancak toptan bir ayrışmanın bir anlamı olmadığını söylüyor:
“Amerikalılar dünyaya erişimden yararlanıyor ve Çin, Amerikalıların ya katılabilecekleri ya da rakiplerine bırakabilecekleri devasa bir pazar olmaya devam edecek. Çin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi, en büyük üreticisi ve en büyük tüccarıdır. Önümüzdeki on yıllar boyunca küresel finansal tablonun büyük bir parçası olacak. Washington, ekonomik bir demir perdenin inmesini kaderci bir şekilde kabul etmek yerine, kendi pazarında Amerikalılara fırsatlar yaratmak için Çin ile agresif bir şekilde müzakere etmelidir.”
ABD’deki Çin karşıtı siyasi rüzgarın çok güçlü olduğunu ve Çin’i ABD’nin pahasına bile olsa cezalandırma arzusunun Kongre’deki pek çok kişiyi harekete geçirdiğini söyleyen Paulson’a göre, “Biden’ın bu zorluklar karşısında akıllı ve cesur olmak için çok fazla cesarete ihtiyacı olacak.”