Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Filistin hakkında ne okumalı?

Yayınlanma

Modern Ortadoğu’ya bakarken, sömürgeciliği, özellikle de İngiliz ve Fransız sömürgeciliğini akılda tutmadan bölge hakkında okumak ve onu öğrenmek mümkün olamaz. Ortadoğu’nun makûs talihi, daha petrol dünyanın gündemini belirlemeden önce, sömürgecilik yarışı sırasında emperyalistler tarafından çizilmeye başlamıştır. Doğu Akdeniz’i kontrol altında tutmak, Mısır’a ve Kızıldeniz’e egemen olmak, İran Körfezi’ni hakimiyet altına almak… Kaynaklara el koymanın yanında, stratejik hesaplar da Ortadoğu’ya yön vermiş, bölgeyi egemenlik altında tutmak büyük devletler açısından büyük önem taşımıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, bölgedeki emperyalist bekçilerin değişmeye başladığı, sömürgecilik karşıtı ulusal direnişlerin tüm Ortadoğu’ya yayıldığı ve Sovyetler Birliği’nin de nüfuzunun genişlediği bir dönemdir. İngiltere, mandası altındaki Filistin’den çekilmiş ve on yıllardır bölgeye göçle yerleşen siyonistler, Yahudi soykırımının da verdiği meşruiyetle devletleşme eğilimine girmiştir. SSCB’nin büyük bir hesap hatası sonucu kuruluşunu desteklediği İsrail, yalnızca Filistin halkına büyük acılar getirmekle kalmadı, aynı zamanda bütün Ortadoğu için bir tehlike, emperyalistlerin bölgeye sapladığı bir hançer haline geldi.

Özellikle 70’li yıllardan itibaren, tüm dünya ile benzer şekilde, inisiyatifin emperyalistlere ve gericilere geçtiğini görüyoruz. Bu dönemde, emperyalizmin bölgedeki en önemli müttefiki siyonist İsrail’in yerini sağlamlaşmış, en büyük düşmanı Mısır ile “barış” imzalamış; Nasır döneminde Arap halklarına model olan ve Ortadoğu’da gericilik ve emperyalizmle gerçek bir mücadeleye girişen Mısır havlu atmış ve kapılarını “glasnost” ile “perestroyka”ya açmıştır. Tesadüf olmayan bir şekilde, 70’li yıllar petrol gelirleriyle coşan Körfez sermayesinin, özellikle de Suudi Arabistan’ın yükselişine şahitlik etmiş, Suud ailesi ABD’nin bölgede İsrail’le birlikte en önemli müttefiki haline gelmiştir. “Ulusal kurtuluş” ideolojileri Suudi petrodolarlarının karşısında birer birer düşmeye başlamış, Körfez sermayesi tüm Ortadoğu’yu, özellikle de Mısır’ı emperyalizm adına dünya kapitalist sistemine entegre etmeye başlamıştır. Dünyadaki neoliberal saldırı ile Ortadoğu’daki gerici saldırının eşzamanlı ilerlemesi bir tesadüf değildir. İlericiliğin, laikliğin, sosyalizmin bölgemize “yabancı” olduğu tezinin yüz yıllık bir geçmişi olduğu doğru olsa da, bu tezin ilericiliğe galebe çalmaya başlaması, ABD’nin Suudi Arabistan’la el ele verip bölgeyi bir “İslamcı terör” cennetine dönüştürmesi ile devasa boyutlara ulaşmıştır. Milyon dolarlar harcayarak Vahhabi düşünceyi bölgeye yayan Suudi hanedanlığı, Afganistan’da SSCB’ye karşı silahlı “mücahidleri” ABD ile birlikte silahlandırmış ve finanse etmiştir.

Bu nedenle, Ortadoğu’nun son 40 yılının emperyalist işgaller ve İslamcı yükselişle geçmesi ile işçi sınıfı hareketiyle ve devrimci harekete yönelik saldırının birlikte yürümesi şaşırtıcı olmamalı. Bölgede laik/ulusalcı hareketlerin emperyalistlerin müdahaleleriyle ya saf dışı kalması ya da yozlaşması, İslamcı hareketleri yaygınlaştırmış, sosyalizm ise çoğunlukla sahipleri tarafından uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmiştir.

Filistin direnişi de İsrail’den önce, İngiliz emperyalizmi destekli siyonist yerleşimciliğe karşı ‘komünal’ mücadeleler görünümü ile işe başlamış, ‘Nekbe’ ile birlikte mülteciliğin korkunç koşullarına düşmüş ve bir ‘Arap-İsrail’ sorunu olarak 1948-1967 dönemini geçirmiştir. Arap milliyetçiliği, yerini yavaş yavaş Filistin ulusal kurtuluşçuluğuna bırakırken, Arap devletlerindeki Filistin kampları, hem siyonizme karşı gerilla mücadelesinin, hem de içerideki siyasi gerilimlerin bir parçası haline geliyordu. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) önce Ürdün’den (Kara Eylül), sonra da Lübnan’dan çıkarılacak ve Filistin ulusal hareketinde bir dönem, 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali ile birlikte kapanacaktı. Sonrası, Birinci İntifada, HAMAS ve İslamcı hareketlerin yükselişi, Oslo anlaşmaları ve İkinci İntifada’nın da tarihidir.

Başa, yani okuyacağımıza dönersek, bu çerçeve iyi bir başlangıç noktası olacaktır.

İsrail üzerine bir anı kitabı, İsrail tarafından konunun nasıl algılandığını iyi gösteriyor. Ari Shavit’in Vaat Edilmiş Topraklarım kitabı siyonist mitin tarihsel kökenlerine ve trajedisine parmak basıyor. Tarihçi Ilan Pappe’nin İsrail Hakkında On Mit eseri, “Filistinliler topraklarını Yahudilere sattı” iddiasından İsrail’in Ortadoğu’nun tek demokrasisi olduğuna kadar bir dizi siyonist miti teşhir ediyor. Benny Morris’in henüz Türkçeye çevrilmeyen The Birth of the Palestinian Refugee Problem Revisited [Filistinli Mülteci Sorununun Doğuşuna Yeniden Bakış] kitabı, Filistin sorununun merkezinde yer alan Filistinli mülteciler meselesine cesur bir bakış atıyor ve Filistinlilerin ‘gönüllü’ olarak mülteci olduklarına yönelik siyonist miti yıkıyor.

Filistin sorununda, siyonistler tarafından katledilen, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi ünlü Marksist yazar ve şair Gassan Kenafani’nin “Güneşteki Adamlar” öyküsü iyi bir başlangıç olabilir. Aynı öykünün filme de uyarlandığını hatırlatalım. Yine, Musa Budeiri’nin Filistin Komünist Partisi üzerine yazdığı Filistin Komünist Partisi Tarihi isimli eser, bu zorlu coğrafyada komünistlerin nasıl bir tarihi olduğuna ilişkin ufuk açıcı bilgiler içeriyor. FKÖ üzerine yazılmış en iyi eserlerden biri de hâlâ Türkçeye çevrilmiş değil: Helena Cobban’ın yazdığı The Palestinian Liberation Organisation: People, Power and Politics [Filistin Kurtuluş Örgütü: İnsanlar, İktidar ve Siyaset]. Cobban, kitabında FKÖ’yü kendinden önceki Arap-Filistin hareketlerinden ayıran sınıfsal farklılıkları da analizine dahil ederek, FKÖ’nün ‘yeni’ bir fenomen olduğuna işaret ediyor.

James Barr, “Kırmızı Çizgi: Paylaşılamayan Toprakların Yakın Tarihi” kitabında Filistin sorunu dahil bugünkü Orta Doğu’nun nasıl şekillendiğini İngiliz-Fransız rekabeti üzerinden İngiliz ve Fransız arşiv belgelerine dayanarak açıklıyor. 

Prof. Dr. Mim Kemâl Öke’nin doktora tezine dayanan “Siyonizm ve Filistin Sorunu (1800-1923) “kitabı, Osmanlı hakimiyeti döneminde Filistin sorununun kökenleri, gelişimi ve evrimini ağırlıklı olarak Osmanlı arşiv belgeleri üzerinden ele alıyor. 

Aslen Filistinli olan Edward Said’in, 70’li yılların sonunda kaleme aldığı Filistin’in Sorunu ve 90’lardaki direnişi anlattığı Yeni Binyılda Filistin Sorunu adlı iki eserini de unutmamak gerekiyor. “İsrail’in, batı yakası ve Gazze’yi işgal ettiği 1967 yılından bu yana işgalin zulmü günbegün ve hiç nefes aldırmaksızın sürdüğü halde, Batı basınını ayaklandıracak tek şey Kudüs Çarşısında patlayan bir bombadır.” “Kudüs Çarşında patlayan bomba” yerine Aksa Tufanı’nı koyun 70’lerden bu yana pek bir şeyin değişmediği görülüyor.  

Dr. Selim Sezer’in Levant’ta Dönüşüm Çağı kitabı da, modern Filistin’in oluşumunun izini daha geniş bir coğrafya ile bağlantılı bir şekilde sürüyor. 

OKUMA LİSTESİ

 Ari Şavit, Vaat Edilmiş Topraklarım, Tekin Yayınevi, 2015, İstanbul.

Benny Morris, The Birth of the Palestinian Refugee Problem Revisited, 2. Basım, Cambridge University Press, 2003, Cambridge.

Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, çev. Mehmet Hakkı Suçin, Metis, 2023, İstanbul.

Helena Cobban, The Palestinian Liberation Organisation: People, Power and Politics, Cambridge University Press, 1984, Cambridge.

Ilan Pappe, İsrail Hakkında On Mit, çev. S. Erdem Türközü, Nika, 2018, Ankara.

Ilan Pappe, Modern Filistin Tarihi: Tek Ülke, İki Halk, çev. Nuri Plümer, Phoenix, 2007, Ankara.

Ilan Pappe, Filistin’de Etnik Temizlik, çev. Yankı Deniz Tan, İntifada Yay, 2022, İstanbul.

Israel Shamir, Celile Çiçekleri Kutsal Topraklar’dan Denemeler, çev. Selim Us ve Hediye Birsaygılı, Nöbetçi Yayınevi, 2010.

John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası, çev. Hasan T. Kösebalaban, Küre, 2017, İstanbul.

Musa Budeiri, Filistin Komünist Partisi Tarihi, 1919-1948, Yordam, 2012, İstanbul.

Noam Chomsky ve Ilan Pappe, Yaşamla Ölüm Arasında Gazze Dünden Bugüne Filistin Sorunu, çev. Taylan Doğan ve Ali K. Saysel, BGST Yayınları, 2011, İstanbul.

Selim Sezer, Levant’ta Dönüşüm Çağı – Modern Suriye, Lübnan, Filistin ve İsrail’in Oluşum Süreçleri (1840-1948), Babil Kitap, 2023, İstanbul.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English