Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Filistin hakkında ne okumalı?

Yayınlanma

Modern Ortadoğu’ya bakarken, sömürgeciliği, özellikle de İngiliz ve Fransız sömürgeciliğini akılda tutmadan bölge hakkında okumak ve onu öğrenmek mümkün olamaz. Ortadoğu’nun makûs talihi, daha petrol dünyanın gündemini belirlemeden önce, sömürgecilik yarışı sırasında emperyalistler tarafından çizilmeye başlamıştır. Doğu Akdeniz’i kontrol altında tutmak, Mısır’a ve Kızıldeniz’e egemen olmak, İran Körfezi’ni hakimiyet altına almak… Kaynaklara el koymanın yanında, stratejik hesaplar da Ortadoğu’ya yön vermiş, bölgeyi egemenlik altında tutmak büyük devletler açısından büyük önem taşımıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, bölgedeki emperyalist bekçilerin değişmeye başladığı, sömürgecilik karşıtı ulusal direnişlerin tüm Ortadoğu’ya yayıldığı ve Sovyetler Birliği’nin de nüfuzunun genişlediği bir dönemdir. İngiltere, mandası altındaki Filistin’den çekilmiş ve on yıllardır bölgeye göçle yerleşen siyonistler, Yahudi soykırımının da verdiği meşruiyetle devletleşme eğilimine girmiştir. SSCB’nin büyük bir hesap hatası sonucu kuruluşunu desteklediği İsrail, yalnızca Filistin halkına büyük acılar getirmekle kalmadı, aynı zamanda bütün Ortadoğu için bir tehlike, emperyalistlerin bölgeye sapladığı bir hançer haline geldi.

Özellikle 70’li yıllardan itibaren, tüm dünya ile benzer şekilde, inisiyatifin emperyalistlere ve gericilere geçtiğini görüyoruz. Bu dönemde, emperyalizmin bölgedeki en önemli müttefiki siyonist İsrail’in yerini sağlamlaşmış, en büyük düşmanı Mısır ile “barış” imzalamış; Nasır döneminde Arap halklarına model olan ve Ortadoğu’da gericilik ve emperyalizmle gerçek bir mücadeleye girişen Mısır havlu atmış ve kapılarını “glasnost” ile “perestroyka”ya açmıştır. Tesadüf olmayan bir şekilde, 70’li yıllar petrol gelirleriyle coşan Körfez sermayesinin, özellikle de Suudi Arabistan’ın yükselişine şahitlik etmiş, Suud ailesi ABD’nin bölgede İsrail’le birlikte en önemli müttefiki haline gelmiştir. “Ulusal kurtuluş” ideolojileri Suudi petrodolarlarının karşısında birer birer düşmeye başlamış, Körfez sermayesi tüm Ortadoğu’yu, özellikle de Mısır’ı emperyalizm adına dünya kapitalist sistemine entegre etmeye başlamıştır. Dünyadaki neoliberal saldırı ile Ortadoğu’daki gerici saldırının eşzamanlı ilerlemesi bir tesadüf değildir. İlericiliğin, laikliğin, sosyalizmin bölgemize “yabancı” olduğu tezinin yüz yıllık bir geçmişi olduğu doğru olsa da, bu tezin ilericiliğe galebe çalmaya başlaması, ABD’nin Suudi Arabistan’la el ele verip bölgeyi bir “İslamcı terör” cennetine dönüştürmesi ile devasa boyutlara ulaşmıştır. Milyon dolarlar harcayarak Vahhabi düşünceyi bölgeye yayan Suudi hanedanlığı, Afganistan’da SSCB’ye karşı silahlı “mücahidleri” ABD ile birlikte silahlandırmış ve finanse etmiştir.

Bu nedenle, Ortadoğu’nun son 40 yılının emperyalist işgaller ve İslamcı yükselişle geçmesi ile işçi sınıfı hareketiyle ve devrimci harekete yönelik saldırının birlikte yürümesi şaşırtıcı olmamalı. Bölgede laik/ulusalcı hareketlerin emperyalistlerin müdahaleleriyle ya saf dışı kalması ya da yozlaşması, İslamcı hareketleri yaygınlaştırmış, sosyalizm ise çoğunlukla sahipleri tarafından uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmiştir.

Filistin direnişi de İsrail’den önce, İngiliz emperyalizmi destekli siyonist yerleşimciliğe karşı ‘komünal’ mücadeleler görünümü ile işe başlamış, ‘Nekbe’ ile birlikte mülteciliğin korkunç koşullarına düşmüş ve bir ‘Arap-İsrail’ sorunu olarak 1948-1967 dönemini geçirmiştir. Arap milliyetçiliği, yerini yavaş yavaş Filistin ulusal kurtuluşçuluğuna bırakırken, Arap devletlerindeki Filistin kampları, hem siyonizme karşı gerilla mücadelesinin, hem de içerideki siyasi gerilimlerin bir parçası haline geliyordu. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) önce Ürdün’den (Kara Eylül), sonra da Lübnan’dan çıkarılacak ve Filistin ulusal hareketinde bir dönem, 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali ile birlikte kapanacaktı. Sonrası, Birinci İntifada, HAMAS ve İslamcı hareketlerin yükselişi, Oslo anlaşmaları ve İkinci İntifada’nın da tarihidir.

Başa, yani okuyacağımıza dönersek, bu çerçeve iyi bir başlangıç noktası olacaktır.

İsrail üzerine bir anı kitabı, İsrail tarafından konunun nasıl algılandığını iyi gösteriyor. Ari Shavit’in Vaat Edilmiş Topraklarım kitabı siyonist mitin tarihsel kökenlerine ve trajedisine parmak basıyor. Tarihçi Ilan Pappe’nin İsrail Hakkında On Mit eseri, “Filistinliler topraklarını Yahudilere sattı” iddiasından İsrail’in Ortadoğu’nun tek demokrasisi olduğuna kadar bir dizi siyonist miti teşhir ediyor. Benny Morris’in henüz Türkçeye çevrilmeyen The Birth of the Palestinian Refugee Problem Revisited [Filistinli Mülteci Sorununun Doğuşuna Yeniden Bakış] kitabı, Filistin sorununun merkezinde yer alan Filistinli mülteciler meselesine cesur bir bakış atıyor ve Filistinlilerin ‘gönüllü’ olarak mülteci olduklarına yönelik siyonist miti yıkıyor.

Filistin sorununda, siyonistler tarafından katledilen, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi üyesi ünlü Marksist yazar ve şair Gassan Kenafani’nin “Güneşteki Adamlar” öyküsü iyi bir başlangıç olabilir. Aynı öykünün filme de uyarlandığını hatırlatalım. Yine, Musa Budeiri’nin Filistin Komünist Partisi üzerine yazdığı Filistin Komünist Partisi Tarihi isimli eser, bu zorlu coğrafyada komünistlerin nasıl bir tarihi olduğuna ilişkin ufuk açıcı bilgiler içeriyor. FKÖ üzerine yazılmış en iyi eserlerden biri de hâlâ Türkçeye çevrilmiş değil: Helena Cobban’ın yazdığı The Palestinian Liberation Organisation: People, Power and Politics [Filistin Kurtuluş Örgütü: İnsanlar, İktidar ve Siyaset]. Cobban, kitabında FKÖ’yü kendinden önceki Arap-Filistin hareketlerinden ayıran sınıfsal farklılıkları da analizine dahil ederek, FKÖ’nün ‘yeni’ bir fenomen olduğuna işaret ediyor.

James Barr, “Kırmızı Çizgi: Paylaşılamayan Toprakların Yakın Tarihi” kitabında Filistin sorunu dahil bugünkü Orta Doğu’nun nasıl şekillendiğini İngiliz-Fransız rekabeti üzerinden İngiliz ve Fransız arşiv belgelerine dayanarak açıklıyor. 

Prof. Dr. Mim Kemâl Öke’nin doktora tezine dayanan “Siyonizm ve Filistin Sorunu (1800-1923) “kitabı, Osmanlı hakimiyeti döneminde Filistin sorununun kökenleri, gelişimi ve evrimini ağırlıklı olarak Osmanlı arşiv belgeleri üzerinden ele alıyor. 

Aslen Filistinli olan Edward Said’in, 70’li yılların sonunda kaleme aldığı Filistin’in Sorunu ve 90’lardaki direnişi anlattığı Yeni Binyılda Filistin Sorunu adlı iki eserini de unutmamak gerekiyor. “İsrail’in, batı yakası ve Gazze’yi işgal ettiği 1967 yılından bu yana işgalin zulmü günbegün ve hiç nefes aldırmaksızın sürdüğü halde, Batı basınını ayaklandıracak tek şey Kudüs Çarşısında patlayan bir bombadır.” “Kudüs Çarşında patlayan bomba” yerine Aksa Tufanı’nı koyun 70’lerden bu yana pek bir şeyin değişmediği görülüyor.  

Dr. Selim Sezer’in Levant’ta Dönüşüm Çağı kitabı da, modern Filistin’in oluşumunun izini daha geniş bir coğrafya ile bağlantılı bir şekilde sürüyor. 

OKUMA LİSTESİ

 Ari Şavit, Vaat Edilmiş Topraklarım, Tekin Yayınevi, 2015, İstanbul.

Benny Morris, The Birth of the Palestinian Refugee Problem Revisited, 2. Basım, Cambridge University Press, 2003, Cambridge.

Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, çev. Mehmet Hakkı Suçin, Metis, 2023, İstanbul.

Helena Cobban, The Palestinian Liberation Organisation: People, Power and Politics, Cambridge University Press, 1984, Cambridge.

Ilan Pappe, İsrail Hakkında On Mit, çev. S. Erdem Türközü, Nika, 2018, Ankara.

Ilan Pappe, Modern Filistin Tarihi: Tek Ülke, İki Halk, çev. Nuri Plümer, Phoenix, 2007, Ankara.

Ilan Pappe, Filistin’de Etnik Temizlik, çev. Yankı Deniz Tan, İntifada Yay, 2022, İstanbul.

Israel Shamir, Celile Çiçekleri Kutsal Topraklar’dan Denemeler, çev. Selim Us ve Hediye Birsaygılı, Nöbetçi Yayınevi, 2010.

John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası, çev. Hasan T. Kösebalaban, Küre, 2017, İstanbul.

Musa Budeiri, Filistin Komünist Partisi Tarihi, 1919-1948, Yordam, 2012, İstanbul.

Noam Chomsky ve Ilan Pappe, Yaşamla Ölüm Arasında Gazze Dünden Bugüne Filistin Sorunu, çev. Taylan Doğan ve Ali K. Saysel, BGST Yayınları, 2011, İstanbul.

Selim Sezer, Levant’ta Dönüşüm Çağı – Modern Suriye, Lübnan, Filistin ve İsrail’in Oluşum Süreçleri (1840-1948), Babil Kitap, 2023, İstanbul.

ORTADOĞU

Colani, yeni Suriye hükümetini açıkladı

Yayınlanma

Suriye’deki HTŞ yönetiminin lideri Colani, yürütme yetkisini kendisine bağlayan anayasal bildiriyi onaylamasının ardından 23 bakandan oluşan yeni hükümeti duyurdu. Dışişleri Bakanlığı’na Esad eş-Şeybani, Savunma Bakanlığı’na Murhef Ebu Kasra atanırken, İstihbarat Başkanı Enes Hattab İçişleri Bakanı oldu. Beşar Esad döneminin başbakanı Muhammed Beşir ise Enerji Bakanlığı görevine getirildi.

Suriye’deki kendini geçici cumhurbaşkanı ilan eden Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa), yürütme yetkisini kendisine bağlayan anayasal bildiriyi onaylamasının ardından bugün akşam saatlerinde 23 bakandan oluşan yeni hükümeti açıkladı.

Colani; Esad eş-Şeybani’nin Dışişleri Bakanlığı, Murhef Ebu Kasra’nın ise Savunma Bakanlığı görevlerine devam etmesini sağladı.

Genel İstihbarat Teşkilatı Başkanı Enes Hattab ise İçişleri Bakanlığı’na getirildi.

Beşar Esad hükümetinin düşmesinin ardından işleri yürütmekle görevlendirilen eski Başbakan Muhammed Beşir, Enerji Bakanlığı’na atandı.

Beyaz Baretliler Başkanı Raid es-Salih ise Acil Durum ve Afet Yönetimi Bakanı olarak görevlendirildi.

Esad muhaliflerinden Hristiyan Hind Kabavat, Sosyal Politikalar Bakanlığı’na getirildi.

El-Cezire televizyonu sunucusu Muhammed Salih Kültür Bakanı, Suriye Devlet Televizyonu Genel Müdürü Hamza el-Mustafa ise Enformasyon Bakanı olarak atandı.

Kabinedeki diğer bakanlar ve görevleri şöyle sıralandı:

— Mazhar el-Veys: Adalet Bakanı

— Muhammed Yüsr Berniye: Maliye Bakanı

— Nidal eş-Şaar: Ekonomi Bakanı

— Musab Nezzal el-Ali: Sağlık Bakanı

— Abdüsselam Heykel: İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanı

— Mervan el-Halebi: Yükseköğretim Bakanı

— Muhammed Abdurrahman et-Türki: Eğitim Bakanı

— Muhammed Ebu el-Hayr Şükri: Evkaf Bakanı

— Muhammed Ancarani: Yerel Yönetimler ve Çevre Bakanı

— Emced Bedr: Tarım Bakanı

— Mustafa Abdürrezzak: Bayındırlık ve İskân Bakanı

— Yaarub Süleyman Bedr: Ulaştırma Bakanı

— Muhammed Samih Hamid: Spor ve Gençlik Bakanı

— Mazin es-Salhani: Turizm Bakanı

— Muhammed Sakkaf: İdari Kalkınma Bakanı

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail, ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u vurdu

Yayınlanma

İsrail, Lübnan’dan ülkenin kuzeyine iki roket atıldığı bahanesiyle Lübnan’ın güneyini bir dizi hava saldırısıyla hedef aldı, ardından 27 Kasım’da yürürlüğe giren ateşkesten sonra ilk kez Beyrut’u vurdu.

İsrail ordusu sabah saatlerinde Lübnan’dan İsrail’in kuzeyindeki Kiryat Şimona kentine iki roket atıldığını ve bunlardan birinin hava savunma sistemleri tarafından engellendiğini, diğerinin ise açık bir alana düştüğünü duyurdu. Saldırıda herhangi bir can kaybı veya yaralanma yaşanmadı.

İsrail ordusu, bu saldırıya yanıt olarak Lübnan güneyindeki Hizbullah’a ait hedeflere hava saldırıları düzenlediğini açıkladı. ​Lübnan medyası da İsrail savaş uçaklarının, Lübnan’ın güneyindeki Nebatiye ve Sur kentlerine bağlı birçok bölgeye saldırılar düzenlediğini bildirdi.

Lübnan Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Nebatiye kentine bağlı Kefr Tebnit beldesinde düzenlenen İsrail hava saldırısı sonucu ilk belirlemelere göre bir kişi öldü, 8 kişi yaralandı. Açıklamada, söz konusu saldırılarda yaralananlardan 3’ünün çocuk olduğu belirtildi.

Üst düzey bir Hizbullah yetkilisi de El-Mayadin’e yaptığı açıklamada örgütün bu roket saldırılarıyla bir bağlantısı olmadığını ve bu tür saldırıların “İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını sürdürmesi için bahane üretmeye yönelik şüpheli bir girişim” olduğunu söyledi.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, saldırıların ardından yaptığı açıklamada, “Kiryat Shmona’nın kaderi, Beyrut’un kaderiyle aynıdır” diyerek, Lübnan’ın başkentini hedef alabileceklerinin sinyalini verdi. İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee ise Beyrut’un güneyindeki Hades Mahallesi’ni hedef alacaklarını söyleyerek bölge sakinlerinin bulundukları yerleri “tahliye etmelerini” istedi.

Bölge sakinleri, İsrail ordusundan gelen tehdidin ardından bulundukları yerleri terk etmeye başladığı sırada savaş uçakları, Beyrut’un güneyindeki bir binayı 2 füzeyle hedef aldı. Beyrut’un birçok bölgesinde duyulan saldırıya maruz kalan binadan dumanların yükseldiği görüldü. Saldırı sonucu Hades Mahallesi’ndeki bina yerle bir oldu.

Lübnan’ın başkenti en son iki ülke arasında ateşkes anlaşmasının devreye girdiği 27 Kasım 2024’te bombalanmıştı.

Lübnan hükümeti ise ABD ve Fransa’ya çağrıda bulunarak, İsrail’in Beyrut’a yönelik saldırılarını önlemeleri için yardım talep etti. ​

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi

Yayınlanma

Yazar

Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, yayımladığı ön raporda, geçici hükümetin göreve başlamasının ardından HTŞ ve müttefiki silahlı grupların Suriye sahil bölgesinde, özellikle Alevilere yönelik soykırım boyutuna varan katliamlar işlediğini bildirdi. Raporda, binlerce kişinin öldürüldüğü, on binlercesinin keyfi olarak gözaltına alındığı veya zorla kaybedildiği belirtilirken, BM’ye acil müdahale çağrısı yapıldı.

Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, 23 Mart 2025 tarihli ön raporunda, Suriye’de kurulan yeni yönetim ve ona bağlı silahlı grupların sahil bölgesinde soykırım işlediğini bildirdi.

Rapor, geçici cumhurbaşkanı Ebu Muhammed el-Colani’nin (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa) “rejim kalıntılarının peşine düşme” iddiasıyla genel seferberlik ilan etmesi ve camilerden yapılan “cihat” çağrıları sonrası, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) öncülüğündeki grupların ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı köy ve mahallelere baskınlar düzenlediğini belirtiyor.

16 Şubat 2025’te kurulan Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, Suriye içinden ve dışından 13 insan hakları STK’sı ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla oluşturuldu ve yaklaşık 60 insan hakları aktivistini içeriyor.

Komite tarafından hazırlanan “Nefret Eken, Toplu Katliam Biçer: Suriye Sahilinde Soykırım—Ön Rapor” başlıklı belgeye göre, olayların ilk üç gününde belgelenen 25 katliam yaşandı.

Raporda, çoğu genç olmak üzere yaşlı, çocuk ve kadınların da bulunduğu 2 bin 246 Alevi kurbanın isminin doğrulandığı ifade edildi.

Ayrıca, kurbanlarla dayanışma gösterdikleri veya sivilleri saklamaya çalıştıkları için diğer mezheplerden 42 kişinin de öldürüldüğü belgelendi. Komite, 811 video kaydının da bu olayları belgelediğini aktardı.

Raporda, bölgenin zaten yüzde 97’yi aşan yoksulluk oranıyla benzeri görülmemiş insani felaketin eşiğinde olduğu vurgulandı.

Buna ek olarak, 10 binden fazla belgelenmiş yasa dışı gözaltı ve zorla kaybetme vakası, çeşitli devlet sektörlerinden (askeri ve sivil) çalışanların ve özellikle sağlık ve eğitim sektörlerinden 2 bin 14 kişinin işten çıkarılması gibi ihlallerin yaşandığı kaydedildi.

Özel mülklere el konulması, nefret söylemi ve mezhepçi kışkırtmanın yayılması ile korku ve terörün tırmanmasının sahil bölgesini vurduğu ifade edildi.

Rapor, HTŞ’nin (eski adıyla Nusra Cephesi) kuruluşundan itibaren taşıdığı radikal ideolojiye işaret ediyor.

Ebu Musab es-Suri’nin “Bilad’uş Şam Sünnileri Nusayriler, Haçlılar ve Yahudilerle Yüzleşiyor” gibi kitapların cihatçı okullarda öğretildiği, Ömer Abdülhekim’in “Müslüman kelimesinin yanına ‘demokratik’ kelimesini koymak, bir şarap şişesinin üzerine ‘helal’ kelimesini koymak gibidir,” şeklindeki ifadelerinin tekrarlandığı belirtiliyor.

Mısır kökenli Ebu Abdullah el-Muhacir’in (Abdurrahman el-Ali) “Cihad Fıkhında Meseleler” adlı kitabında yer alan ve savaş sırasında hayvanların öldürülmesinin caiz olduğu, “kafir askerlerin diri veya ölü olarak başlarının kesilmesinin meşruiyeti” gibi fetvalara atıfta bulunuluyor.

Komite, HTŞ’nin bu nefret söylemini eğitim müfredatlarında ve kontrolündeki camilerde sürdürdüğüne, Şam’da iktidarı ele geçirdikten sonra da aynı yaklaşımı devam ettirdiğine işaret ediyor.

Rapora göre, mezhepçi saldırılar ve şiddet, kitlesel işten çıkarmalarla tırmandı; yeni otorite ve bağlı milislerin saldırıları ile intikam cinayetleri günlük yaşamın bir parçası haline geldi.

Bu eylemlerin, eski rejimin liderinin biyolojik olarak ait olduğu gruba mensup olma gibi “asılsız bahanelerle” meşrulaştırılmaya çalışıldığı vurgulandı.

Keyfi gözaltılar

Öte yandan raporda, HTŞ’nin askeri ve güvenlik kurumlarından belirsiz sayıda kişiyi ve önceki hükümetle işbirliği yapmakla suçlanan çok sayıda kişiyi gözaltına aldığı belirtiliyor.

İktidarı devraldığı ilk hafta 354 kişinin gözaltına alındığı kaydedilirken, daha sonra silahlarını teslim edip yeni orduya katılmaları istenen asker ve güvenlik görevlilerinden 8 bin 276 kişinin tutuklandığı belgelendi.

Bu tutuklamalarının çoğunun mezhepçi saiklerle yapıldığı ve tutukluların dış dünyayla temas kurmalarına izin verilmediği kaydedildi.

Ayrıca, Irak ve Lübnan’a sığınan ve yeni yönetimin güvenceleri üzerine Suriye’ye dönen asker ve güvenlik personelinin çoğunun dönüşlerinde tutuklandığı belirtiliyor.

Komite, bu şekilde dönen 3 bin 24 kişinin akıbetinin bilinmediğini ve Irak ile Lübnan hükümetlerine bu iadelerin koşullarını açıklama çağrısı yapıyor.

Humus şehrinde 600’den fazla kişinin zorla kaybedildiğine dair teyit edilmiş bilgiler olduğu, ancak korku nedeniyle isimlerin açıklanamadığı ifade ediliyor.

Rapor, soykırım sonucuna vardı

Komite, Suriye’nin 1951’de onayladığı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak, sahil bölgesindeki Alevi nüfusa yönelik eylemlerin (cinayet, ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme, yaşam koşullarını kasten yok etme vb.) soykırım tanımına uyduğunu belirtiyor.

Rapor, bu suçların sorumluluğunu doğrudan geçici hükümet yetkililerine yüklüyor.

Suriye Genelkurmay Başkanı Ali Nureddin el-Naasan (HTŞ ve Nusra liderliğinden), Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra (HTŞ askeri ve güvenlik liderliğinden) ve Genel İstihbarat Direktörü Enes Hasan Hattab’ın (HTŞ güvenlik liderliğinden) “komployu bastırmak” amacıyla sahil bölgesine genel seferberlik ve konuşlandırma emirleri verdiği anımsatılıyor.

Emirlerin verildiği askeri gruplar arasında HTŞ’nin yanı sıra şu Suriyeli gruplar sıralanıyor: Amşe Tümeni, Hamzat Tümeni, Ahrar eş-Şarkiyye, Muntasır Billah Tümeni, Muhammed el-Fetih Tümeni, Sultan Murad Tümeni.

Ayrıca Suriyeli olmayan şu grupların da seferber edildiği belirtiliyor: İran’daki Sünni Muhacirin Hareketi (İran), Kafkas Tugayı (Rusya Federasyonu), Özbek Tugayı (Özbekistan), Türkistan İslam Partisi (Çin), Fas Taburu (Fas), Tacik Grubu (Tacikistan), Arnavut Grubu (Arnavutluk), Guraba Tugayı (çeşitli uyruklar), Beluç Grubu (Pakistan), Utbe bin Ferkad Azerbaycan Grubu (Azerbaycan), Ebu Yakub el-Türki Tugayı (Türkiye) ve Uygur Tugayı.

Komiteden çağrı

Komite, raporun sonunda Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi’ne acil çağrıda bulunarak şu adımların atılmasını talep ediyor:

— Suriye sahili ile Humus ve Hama kırsal bölgelerinin insani felaket bölgesi ilan edilmesi.

— BM’nin bu bölgelerde sürekli ve büyük ölçekli insani müdahale başlatması.

— BM müdahalesinin koruma tedbirleri, yeniden inşa, rehabilitasyon ve uzun vadeli destek programlarını içermesi.

— Etkilenen bölgelerdeki yerel dernekler ve sivil toplumla koordinasyon sağlanarak kaynakların birleştirilmesi.

— Etkilenen köy ve bölgelerde güvenilir yerel figürlerden oluşan mahalle komiteleri kurulması.

— Tüm ihlalleri araştırmak üzere bağımsız uluslararası soruşturma komitesi görevlendirilmesi.

— Daha fazla ihlali önlemek ve kan dökülmesini durdurmak için uluslararası izleme komiteleri gönderilmesi.

Komite, raporun eklerinde yüzlerce sayfalık belge, film ve yeminli ifadenin bulunduğunu ve bunların bağımsız BM soruşturma komisyonlarının talebi üzerine sunulabileceğini de ekliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English