DÜNYA BASINI
Foreign Affairs: ABD’nin hava saldırısı Husileri caydırmayacak
Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD dış politikasının belirlenmesinde etkili yayın organlarından Foreign Affairs’te yayınlandı. ABD’nin İngiltere ile birlikte Yemen’deki Husilere ait mevzileri bombalamasından saatler önce yayınlanan makalenin başlığı, “Husileri bombalamayın.” Aynı zamanda Rand Coorparation’da araştırmacı olan makalenin yazarı, Husilere düzenlenecek hava saldırılarının neden başarısız olacağını açıklamaya çalışıyor:
***
Husileri Bombalamayın
Dikkatli Diplomasi Kızıldeniz’deki Saldırıları Durdurabilir
ALEXANDRA STARK
Amerika Birleşik Devletleri ile Husiler arasında Kızıldeniz’de yaşanan çatışma giderek tırmanıyor. 31 Aralık’ta Husilere ait küçük tekneler, ticari bir gemiye saldırmaya çalıştı; ABD donanmasına ait helikopterlerin saldırıya karşılık vermesinin ardından, Yemen nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı toprakları kontrol eden isyancı bir grup olan Husiler teknelere ateş açtı. ABD güçleri ateşe karşılık vererek üç Husi teknesini batırdı ve on mürettebatı öldürdü. Ardından 9 Ocak’ta Husiler 18 insansız hava aracı, iki gemi savar seyir füzesi ve bir gemi savar balistik füze ile Kızıldeniz’de bugüne kadarki en büyük saldırılarından birini gerçekleştirdiler ve bu saldırılar ABD ve İngiliz güçleri tarafından önlendi.
Bu angajman Kızıldeniz’deki bir dizi saldırının sadece sonuncusuydu. Husiler Kasım ayının ortasından bu yana, küresel ticaretin yüzde 15’inin geçtiği stratejik açıdan kritik bir boğaz olan Kızıldeniz’de ticari gemilere 20’den fazla saldırı düzenledi. Saldırılarını İsrail-Hamas savaşına bir yanıt olarak nitelendiren Husiler, İsrail’in güneyine doğru füze ateşlediler ve insansız hava araçları gönderdiler. Kızıldeniz saldırıları bazı nakliye şirketlerini Süveyş Kanalı’ndan geçişi geçici olarak durdurmaya, bunun yerine Afrika Boynuzu’ndan geçmeye zorladı ki bu da yolculuklarına yaklaşık on gün ekleyen bir değişiklik. Saldırılar henüz küresel ticarette önemli bir kesintiye yol açmadı, ancak uzun vadede, artan nakliye maliyetlerinin petrol fiyatlarını ve dünya çapında tüketim mallarının maliyetini artırması muhtemel.
Buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri uluslararası ortaklarını harekete geçirerek Aralık ayı ortasında Kızıldeniz’deki ticari gemileri korumayı amaçlayan çok uluslu bir girişim başlattı. Ve 3 Ocak’ta bu ortaklar, ABD’li yetkililerin Washington daha sert adımlar atmadan önce Husilere son bir uyarı niteliğinde olması gerektiğini belirttikleri ortak bir bildiri yayınladılar. ABD’li yetkililer şimdi Husi hedeflerine yönelik askeri saldırıları değerlendiriyor.
Husi saldırılarının küresel ticaret üzerinde ciddi sonuçları olabileceğinden ABD askeri olarak karşılık verme konusunda ciddi bir baskı altında. Ancak ABD misilleme saldırıları yerine diplomatik bir yaklaşımı tercih etmeli. Husiler uluslararası gazete manşetlerine yeni çıkmış olabilirler ama ABD ve Körfez’deki ortaklarına yirmi yıldır meydan okuyorlar. Geçmişte ister eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih rejimi tarafından ister Husilerin 2010’ların ortasında devirdiği hükümeti yeniden kurmak için Suudi Arabistan öncülüğünde yürütülen çabalar olsun Husilere karşı her güç kullanımı, grubun sadece askeri yeteneklerini geliştirmesini ve kendisini kahraman bir direniş hareketi olarak göstermesini sağladı ve ülke içindeki meşruiyetini güçlendirdi.
Aslında grubun bir desteğe ihtiyacı vardı: 7 Ekim’den önce içeride artan bir direnişle karşı karşıyaydı. Ancak şimdi İsrail’in Gazze’deki operasyonlarına verdiği yanıt, Yemen’de ve bölge genelinde destek kazanmış görünüyor. Misilleme saldırıları İsrail-Hamas savaşının bölgeye yayılması ve Yemen’deki iç savaşın yeniden başlaması ihtimalini de artıracaktır. Geçen bir buçuk yıl boyunca BM tarafından müzakere edilen ateşkes, Yemen’deki ciddi çatışmaların önüne geçti ancak ABD’nin Husi hedeflerini doğrudan vurması iç savaşı yeniden alevlendirebilir. ABD’nin Husi saldırılarına karşılık vermek için çok iyi olmayan iki seçeneği var. Ancak uluslararası ortaklarla birlikte Husi saldırılarını caydırma çabalarını sürdürürken Yemen’deki savaşta sürdürülebilir bir barış için diplomatik baskı yapmak bunların en az kötü olanı.
SALDIRILARA DAYANIKLI
Husi hareketi 1990’larda, o zamanlar kendilerine Ensarullah (“Allah’ın Yardımcıları”) adını veren bir grubun Suudilerin Vahabilik propagandasına direnmeye ve Yemen genelinde Zeydi kimliğini ve dini uygulamalarını savunmaya başlamasıyla ortaya çıktı. Zeydilik, kuzey Yemen ve güney Suudi Arabistan’ın bazı bölgelerinde varlık gösteren Şiiliğin bir çeşidi. Ana akım Şiilik ile Zeydi İslam arasında önemli doktrinsel farklılıklar var: Örneğin ana akım Şiiler 12 imam tanırken Zeydiler sadece beş imam tanıyor.
Ancak hareket Salih rejiminde yaygın olan yolsuzluğa ve onun küresel “terörle savaş”ta ABD ile ortaklığına karşı çıkmaya başladıkça Zeydi cemaatinin ötesinde Yemenli destekçiler kazandı. Medya bazen Yemen’de uzun süredir devam eden iç çatışmayı Sünniler ve Şiiler arasındaki mezhepsel bir çekişme olarak yansıtıyor. Aslında, Husiler üzerinde kapsamlı çalışmalar yapan antropolog Marieke Brandt, yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında Ensarullah hareketinin genişleyerek “kuzey Yemen’de ekonomik olarak ihmal edilmiş, siyasi olarak dışlanmış ve dini olarak marjinalleşmiş” olan herkesi bir araya getirme potansiyeline sahip bir katalizatör haline geldiğini” belirtiyor.
Hareketin artan önemine yanıt olarak Salih hükümeti 2004’ten başlayarak altı kez acımasız bir savaş başlattı ve grubun karizmatik lideri Hüseyin Bedreddin el-Husi’yi öldürdü. Ancak bu askeri çabalar hareketin kökünü kazımakta başarısız oldu. Bunun yerine Ensarullah yeni taraftarlar kazandı ve kurucularının aile üyelerini liderleri olarak kutsadı.
Arap Baharı 2011’de Yemen’e ulaştığında Salih sonunda istifa etmek zorunda kaldı ve yerini yardımcısı Abdurabbu Mansur el-Hadi’ye bıraktı. Ancak demokrasiye geçişi müzakere etmeyi amaçlayan 2013-14 Ulusal Diyalog Konferansı’nın dağılmasıyla ülkenin demokratik konsolidasyonu sekteye uğradı. Güç boşluğunu fark eden Husiler Eylül 2014’te Yemen’in başkenti Sana’yı ele geçirdi ve ardından nüfuzlarını güneye doğru genişletmeye çalışarak ülkenin büyük bölümünde kontrolü ele aldı.
Husilerin 2014’teki yükselişi başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere komşu ülkeleri alarma geçirdi. Bu dönemde Husiler; Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin düşmanları olan İran ve vekilleri Hizbullah’tan da destek almaya başladı. 2015 yılında bu iki ülkenin başını çektiği ve ABD, Birleşik Krallık ve Fransa tarafından desteklenen bir koalisyon askeri müdahalede bulunarak fiilen Hadi hükümetini destekleyen diğer askeri örgütlere yardım için hava saldırıları başlattı.
Ancak hava saldırıları barışı yeniden tesis etmek yerine, Birleşmiş Milletler’in dünyanın en kötü insani krizi olarak adlandırdığı bir savaşın şiddetlenmesine yardımcı oldu. 2015-2022 yılları arasında, ABD’nin istihbarat paylaşımı, havadan yakıt ikmali ve uçak bakımı ile desteklediği Suudi liderliğindeki koalisyonun hava saldırıları tahminen 9 bin Yemenli sivili öldürdü. Dört buçuk milyon Yemenli yerinden edilmiş durumda ve 21 milyondan fazlası, yani Yemen nüfusunun üçte ikisi insani yardım ve korumaya ihtiyaç duyuyor.
BÜYÜME FIRSATI
Husiler kuzey Yemen’in büyük bir bölümünde kontrollerini sağlamlaştırdıkça, bölgesel sahnede daha fazla görünürlük aramaya başladılar. Beyrut merkezli medya kanalları el-Masirah, görüşlerini daha geniş bir kitleyle paylaşmak için hem Arapça hem de İngilizce içerik üretiyor. Müzik ve videoya uyarlanan ve sosyal medyada yaygın olarak paylaşılan geleneksel Husi şiirleri, İsrail ve ABD’ye karşı Husi muhalefetini ilan ediyor.
Husilerin hedeflerini anlamak için kendilerinin ne istediklerini söylediklerini ciddiye almakta fayda var. Yaklaşık 2003 yılından bu yana Husilerin sarkha dedikleri -genellikle yeşil ve kırmızı renklerde basılan- sloganları İran devriminin sloganını yansıtıyor ve Husi değerlerini ve amaçlarını kesin bir dille ilan ediyor: “Tanrı büyüktür, Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm, Yahudilere lanet, İslam’a zafer.” Husi liderler kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda, mevcut saldırılarını İsrail’in Gazze’deki operasyonlarına yanıt olarak nitelendiriyor. Amaçlarının İsrail’e Hamas’a karşı yürüttüğü savaşta gerilimi azaltması için baskı yapmak olduğunu söylüyorlar.
Ancak bu retorik duruş aynı zamanda Husilerin Yemen’de ve Orta Doğu’da meşruiyet kazanmalarına ve dikkatleri son yıllarda popülaritelerinin azaldığı kendi ülkelerindeki başarısızlıklarından başka yöne çekmelerine olanak sağladı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın en yoksul ülkesine ekonomik büyüme sağlayamadılar. Husiler aynı zamanda acımasızca baskı uyguluyor, gazetecilere işkence yapıyor ve infaz ediyor, barışçıl protestocuları tutukluyor ve gözaltına alıyor, kadınların ve kız çocuklarının haklarını kısıtlıyor. Pek çok Yemenli, Husilerin, Zeydi elitlerin gücünü koruyan totaliter bir dini devlet kurma arzusuyla hareket ettiğini artık daha fazla düşünüyor.
Eylül 2023’te kamu sektörü maaşlarını ödemediği için Husilere karşı yapılan protestoları tutuklamalar takip etti ancak Husi liderliği bunun bir sorun olduğunu kabul etti. Eylül 2023’te, İsrail-Hamas savaşı onlara meşruiyet kazanmak için yeni bir fırsat vermeden önce, yolsuzluk ve ekonomik sorunları ele almak için hükümetlerinde “radikal bir değişiklik” hazırladıklarını duyurdular. Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi’nin 2023 Kasım sonu ve Aralık başında yaptığı bir ankete göre Gazze ve Batı Şeria sakinleri Yemen’in İsrail-Hamas savaşına verdiği tepkiyi bölgesel aktörler arasında en tatmin edici tepki olarak değerlendirdi. Husiler Yemen’deki Filistin yanlısı gösterileri Filistin halkına verdikleri desteğin kanıtı olarak gösterdi.
Bölgesel olarak Husiler, Kızıldeniz’de ve İsrail’e yönelik saldırılarını, İran’ın bölgedeki nüfuzunu yaymak ve İsrail ve Suudi Arabistan gibi rakiplerini kuşatmak için kullandığı devlet ve devlet dışı aktörler ağı olan “direniş ekseni” için önemlerini göstermek için kullandılar. İran ve Husiler arasındaki ortaklık Yemen’deki iç savaş boyunca önemli ölçüde derinleşti. İran Husilere değer veriyor çünkü Husiler Tahran’a daha geniş bir alanda hareket etme ve bunu yaparken de makul bir inkar edilebilirlik sağlıyor. Örneğin Eylül 2019’da İran tarafından gerçekleştirildiğine inanılan Suudi petrol tesislerine düzenlenen insansız hava aracı saldırısının sorumluluğunu Husiler üstlendi. Nisan 2022’deki Yemen ateşkesine kadar Husiler aynı zamanda İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün desteğiyle Suudi Arabistan ve BAE topraklarına bir dizi saldırı düzenledi.
Kudüs Gücü, Husilerin insansız hava araçları ve füzeler de dahil sofistike silahları stoklamalarına yardımcı oldu. Yaklaşık 2016’dan bu yana İran, Husilerin yurtdışından gelen parçaları kullanarak kendi silahlarını monte etmeyi öğretti ve uluslararası toplumun Yemen’e silah kaçakçılığını önleme çabalarını atlattı. Husilerin şu anda İsrail’e ve ticari gemilere yönelik füzeler fırlatabiliyor olması -şimdiye kadar önemli bir misillemeden kaçınırken- şüphesiz grubun İran için stratejik değerini daha da ortaya koyuyor. Tahran, Kızıldeniz’deki saldırılara yardımcı olmak için istihbarat paylaşarak ve kendi savaş gemisini bu sulara göndererek Husi saldırılarına destek verdi.
ÇIKIŞ
Uluslararası aktörler, hem Kızıldeniz nakliye rotasını korumak hem de bölgesel gerilimin daha da tırmanmasını önlemek için Husilerin saldırılarına karşılık vermeli. Ancak ABD bunu nasıl yapacağına dair bir dizi kötü ve daha kötü seçenekle karşı karşıya. Bazı politikacılar ve analistler Husi saldırganlığına karşı koymanın en iyi yolunun “caydırıcılığı yeniden tesis etmek” için tasarlanmış askeri gerilimi tırmandırma olduğunu savunuyor. Bu bakış açısı, ABD’nin 2021 yılında Yemen’de barış müzakereleri başlatma kararını başarısız bir yatıştırma politikası olarak görüyor.
Ancak Husilere karşı hava saldırılarını savunanlar, sonrasında ne olması gerektiğini ifade edemiyor. Geçen on yılda başarısız olan hava saldırılarının şimdi Husi saldırılarını nasıl caydıracağını anlamak zor. Husi hedeflerine yönelik hava saldırıları Husilerin füze ve insansız hava aracı fırlatma kabiliyetlerini marjinal bir şekilde aşındırabilir ancak Husilerin küçük, ucuz, insanlı ve insansız botlarını etkili bir şekilde hedef almak ve ortadan kaldırmak çok daha zor olacak.
Aynı şekilde, Trump yönetiminin 2020’de kısa bir süreliğine yaptığı gibi Husileri yabancı terör örgütü olarak tanımlamanın da muhtemelen pek etkisi olmayacak. Liderleri uzun süredir ABD yaptırımları altındaydı ve şüphesiz bu tanımlamayı güçlü rakiplerini kızdırabileceklerinin bir başka kanıtı olarak kullanacaklardır. Ancak FTO (Yabancı Terör Örgütü) olarak adlandırılmaları Yemen’e insani yardım ulaştırılmasını kesinlikle zorlaştıracaktır.
Diplomasiyi caydırıcılıkla birleştiren bir yaklaşım, ABD’nin yakın vadede bu içinden çıkılmaz sorunla başa çıkmasının kötülerin içindeki en iyi yol. Askeri bir müdahale için uluslararası istek yok. Husilere karşı 2015’teki askeri müdahaleye öncülük eden Suudi Arabistan bile şimdi ABD’yi itidalli davranması konusunda uyarıyor.
Washington Körfez’deki ortaklarının kamuoyu desteğine güvenemez. Husilerin hedef aldığı ticari gemilerden bazılarının İsrail’le görünürde bir bağlantısı olmasa da, saldırılarını sürekli olarak Filistinlileri destekleme çabası olarak adlandırmaları, Arap devletlerinin, müdahil olmaya meyilli olsalar bile, Husi saldırganlığına karşılık verme derecesini sınırlıyor. Örneğin Suudi Arabistan’da kamuoyu İsrail ile diplomatik ilişkiler kurulmasına daha da karşı. Körfez ülkelerinin halklarının gazabına uğrama riskini alma konusunda çok teşvikleri yok. Bahreyn dışında Arap devletleri, Pentagon’un Aralık ortasında duyurduğu çok uluslu operasyonla kendilerini kamuoyu önünde ilişkilendirmekte isteksiz davrandılar.
Yine de bu operasyon (Refah Muhafızı) Husi saldırganlığına karşı uluslararası muhalefeti göstermek ve saldırıları durdurmak ve caydırmak için faydalı bir ilk adım. ABD ayrıca BM’nin Yemen’de sürdürülebilir bir barış için müzakere çabalarını desteklemeye devam etmeli. 2022 ateşkes anlaşması aşağı yukarı tuttu ve taraflar ateşkesi kalıcı hale getirecek ve Yemen’in yönetiminin uzun vadeli geleceği hakkında görüşmeleri başlatacak bir anlaşmaya çok yakınlar.
Husilerin yarattığı tehditle başa çıkabilmek için ABD’nin İsrail ile Hamas arasındaki savaşın ve genel olarak İsrail-Filistin çatışmasının sona ermesi için bastırması gerekiyor. Hoşuna gitsin ya da gitmesin, Husiler saldırılarını İsrail’in Gazze’deki operasyonlarıyla ilişkilendirdiler ve bu sayede yerel ve bölgesel destek kazandılar. Her iki çatışmaya da sürdürülebilir, uzun vadeli bir yaklaşım bulmak, bölgedeki gerilimi azaltmak ve Husilerin ticari gemilere yönelik saldırılarını durdurmasını sağlamak açısından kritik önem taşıyacaktır. Bu çatışmaların olmadığı bir ortamda bu tür saldırıların faydası sınırlı olacaktır.
Bu önlemler Husilerin ABD çıkarlarına ve daha geniş anlamda bölgedeki istikrara yönelik oluşturduğu tehdidi tamamen ortadan kaldıramaz. Ancak kötü seçenekler arasında en iyisi olmaya devam ediyorlar ve ABD’nin son 20 yılda Yemen’e yönelik başarısız yaklaşımları nedeniyle sadece kötü seçenekleri var. Washington hatalarını tekrarlamamalı. Onlarca yıllık deneyim, Husileri yerinden etmeye yönelik askeri çabaların etkili olma ihtimalinin düşük olduğunu gösterdi. Bunun yerine, zaten zor durumda olan Yemen halkının hayatını daha da harap edebilir.
İlginizi Çekebilir
-
Beyaz Saray, TikTok’u yönetmesi için Oracle ile görüşüyor
-
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
AB, Rusya’ya yönelik LNG yaptırımlarını erteledi
-
Rusya’dan Elon Musk’a Mars’a ortak sefer teklifi
-
ABD, Rusya vatandaşları için ülkeye giriş kurallarını sıkılaştırmayı planlıyor
-
Alman parlamenter Weber: Avrupa’da düşünce tarzımızı savaş ekonomisine çevirmeliyiz
DÜNYA BASINI
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Yayınlanma
53 dakika önce17/03/2025

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.
***
Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası
Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.
Yossi Melman
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.
Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.
Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.
Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.
Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.
Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.
Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.
Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.
Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.
Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.
Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.
Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
7 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Beyaz Saray, TikTok’u yönetmesi için Oracle ile görüşüyor

İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor

Rusya, stratejik maden şirketi Dalpolimetal’i devletleştirdi

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ukrayna, barış için Rusya’ya yönelik yaptırımların hafifletilmesini kabul edebilir
Çok Okunanlar
-
AVRUPA5 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI7 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor
-
GÖRÜŞ1 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
ASYA1 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor