Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Foreign Affairs: İsrail Batı Şeria’yı çoktan ilhak etti

Yayınlanma

Tüm dünya İsrail’in aşırı sağcı hükümetinin yargıyı denetim altına alma girişimleri ve buna yönelik protestolara odaklanmışken Batı Şeria’nın yasal statüsündeki değişikliği göremedi ya da görmezden geldi. İsrail fiilen işgal ettiği Batı Şeria’yı bugüne kadar ilhak ettiğini ilan etmedi. Bunu da bölgede sivil bir yönetim kurmayarak yaptı. Bu, kısmen uluslararası hukuka aykırı olduğu kısmen de yasal ilhak durumunda Filistinlilerin şu an belirsiz olan statüsünün “vatandaş” olarak getireceği ek yükümlülüklerden kurtulmak içindi. Ancak İsrail hükümet koalisyonu kurulurken Dini Siyonizm Partisi Bezalel Smotrich’e daha önce askerlerin elinde olan Batı Şeria’nın sivil işleri devredildi. Yani İsrail’in bir bakanı artık Batı Şeria’da yetki sahibi. Foreign Affairs, bu durumun resmen duyurulmasa da ilhak olduğu görüşünde. Haaretz’in köşe yazarı ve politika araştırmacısı Dahlia Scheindlin ile İbrani Üniversitesi’nde sosyoloji doçenti olan Yael Berda, fiilen işgalinden bu yana Batı Şeria’nın yasal statüsünün geçirdiği evrimi inceliyor.

Makalenin tamamını dikkatinize sunuyoruz:

***

İsrail’in Batı Şeria’yı İlhakı Çoktan Başladı

Netanyahu İşgali “Sivilleştirmek” İçin Harekete Geçti

Ülke tarihinin en sağcı hükümeti olan İsrail koalisyon hükümeti, yargıyı zayıflatacak ve denge ve denetleme mekanizmalarını ortadan kaldıracak reformlar önerdiği için eleştirilerin hedefi oldu. İsrail’de şimdiye kadar görülen en büyük protestolara yol açan olan bu reformlar, ülke içi ve dışındaki muazzam tepkilerin ardından askıya alındı. Ancak hükümetin neredeyse hiç dikkati çekmeyen bir başka hamlesi aynı derecede önemli.

Kasım 2022’de İsrail’in aşırı sağcı fraksiyonları parlamentoda çoğunluğu kazandı. Kısa bir süre sonra, bazı yönlerden anayasa gibi işleyen devletin Temel Yasasını değiştirerek hükümetin, Savunma Bakanlığı bünyesinde yeni bir özel bakan atamasına izin verdiler. Şubat 2023’te İsrail’in aşırı milliyetçi koalisyon hükümeti yeni bakanın ne yapacağı konusunda anlaştı: Daha önce İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) münhasır yetkisinde olan Batı Şeria’da bazı sivil yetkileri üstlenmek. Bu idari değişiklik, İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenliğini ilan etmesi anlamına geliyor ki bu da BM Şartı’nın toprak ilhakı yasağını ihlal ediyor. İsrail’in önde gelen üç sivil toplum ve insan hakları örgütü, bürokratik değişimin Batı Şeria’nın hukuken ilhakı anlamına geldiği konusunda ısrar etti. Bu devir, İsrail’in Batı Şeria’daki işgalinin geçici olduğu yanılsamasını yıkmakta; İsrailliler ve Filistinliler için eşit olmayan, iki katmanlı bir hukuk sistemini daha da sağlamlaştırmakta ve İsrail’in Batı Şeria üzerindeki kalıcı kontrolünü pekiştirmektedir.

Yetki devri aslında İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki hakimiyetini garanti altına alan onlarca yıllık politikaların doruk noktasıdır. Ancak hükümet şimdi İsrail’in uluslararası hukuk karşısındaki konumunda önemli ve muhtemelen dehşet verici bir dönüşümü temsil eden eşiği aştı. İsrail’in artık Batı Şeria’yı ilhak ettiğini resmen ilan etmesine gerek yok. İş tamamlanmıştır.

Benim için sivil, senin için değil

İşgal otoritesinin değişmesi Batı Şeria’daki Filistinlilerin ve İsrailli yerleşimcilerin günlük yaşamlarını etkileyecek. Filistinliler askeri kontrol altında kalırken, sivil bakan Yahudilerin işlerini yönetecek bir “yetkili kuruma” liderlik edecek. Bu hamle Batı Şeria’daki yerleşimcilerin üstün statüsünü pekiştiriyor. Örneğin, IDF Filistinliler için su ücretlerini belirlemeye devam edecek, ancak yeni sivil otorite Yahudiler için suyu kontrol edecek ve iki grup için eşit olmayan su tahsisini kolaylaştıracak. Sivil otorite, işgal altındaki topraklarda sivil yönetim kurulmasını yasaklayan uluslararası hukukun temel yasalarını ihlal ederek Yahudi yerleşimciler için yerleşme ve altyapıyı teşvik edecek ve bunlara izin verecektir. Temel uluslararası yasağı hiçe sayan bu yeni yetkililer, uluslararası hukukun tüm kısıtlamalarını görmezden gelecektir. Sivil bakan arazi tahsisi ve planlaması, enerji ve iletişim ağlarını kontrol edecektir. Kimlerin ev, okul ve kamu yapıları inşa edebileceğine ve daha önce Yahudi yerleşimlerini genişletme ve Filistinlileri baskılama aracı olarak IDF tarafından uygulanan, hangi toplulukların yıkılacağına karar verme yetkisine sahip olacak.

Bu değişikliğin sonuçları, göreve seçilen bakanın ideolojisiyle daha da kötüleşiyor. Aynı zamanda İsrail’in maliye bakanı olan ve ülkenin en açık şekilde Yahudi üstünlüğünü savunan partisine liderlik eden Bezalel Smotrich bu göreve talip oldu. Siyasi kariyerini Arap karşıtı ırkçılık üzerine inşa etti. 2017’de Filistinlilerin İsrail kontrolüne tamamen boyun eğdirilmesini öngören ve Filistinlilerin ulusal kaderini tayin hakkını sonsuza dek gündemden kaldırmayı hedefleyen bir plan yayınladı. Ürdün Nehri’nin batısındaki tüm toprakları kapsayan Yahudi egemenliğinde bir devlet önerdi ve direnenleri sürgün etme ya da şiddetle bastırma çağrısında bulundu. Smotrich, Batı Şeria’daki bir Filistin kasabası olan Hawara’nın “yok edilmesi” gerektiğini söyledi. Bu yorum, Filistinlilerin düzenlediği bir saldırıda iki İsraillinin ölmesi ve İsrailli yerleşimcilerin kasabaya yönelik bir katliam başlatmasından günler sonra geldi. Smotrich’in sözleri kanunsuz saldırıyı etkili bir şekilde mazur gösterdi ve gelecekteki saldırıları teşvik etti. Smotrich, İsrail’in yaklaşık iki milyon Arap vatandaşının varlığını reddetti; 2021’de yaptığı bir açıklamada İsrail’in ilk başbakanının 1948’de kurulan yeni İsrail devletinden tüm Filistinlileri kovarak “işi bitirmemesinin” bir hata olduğunu söyledi.

Smotrich, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun hükümetine katılmanın şartı olarak bakan olmayı talep etti; birkaç yıldır Batı Şeria üzerindeki IDF kontrolünü zayıfladığı yönündeki suçlamaya öncülük etmişti. Yeni yetkileri tüm bölgedeki Filistinlileri etkileyecek çünkü yerleşim planları ve İsraillilerin araziyi diğer kullanım şekilleri Filistinlilerin yaşamını altüst edecek şekilde tasarlandı. Smotrich, oradaki Filistinlilerin suya, toprağa, altyapıya ve uluslararası ajans ve şirketlerin kalkınma yardımlarına erişimini engellemeyi gerektiren yerleşim planlarını geliştirebilir ve geliştirecektir. Artık Batı Şeria’nın yüzde 60’ını oluşturan ve bölgedeki tüm İsrail yerleşimlerini kapsayan C Bölgesi’nde Filistinlilerin geçim ihtimalini ortadan kaldırabilir. C Bölgesi’nde yaklaşık 200.000-300.000 Filistinli yaşıyor. Birçoğu çiftçilik ya da çobanlıkla geçiniyor. Bugün bile İsrailli yetkililer konut inşaatı izinlerini engelliyor, su kuyularını yıkıyor ve okulları yerle bir ediyor; ancak artık bu kararlar ideolojik aşırılık yanlısı sivil liderler tarafından verilecek. İsrail’in sağ kanadı C Bölgesinin tamamen Yahudi yerleşimcilerin olduğu iddiasına başvuracak.

Yavaş yavaş

Elbette İsrail Batı Şeria’yı ilhak için on yıllardır, daha az belirgin yollarla da olsa, adım adım ilerliyor. Bir yandan İsrail, Filistinlileri (ve teorik olarak işgal altındaki tüm toprakları) askeri yönetim altına alarak bölgede ayrı ve eşit olmayan yasal rejimler kurarak İsrail kontrolünü geçici olarak göstermeye çalıştı. Aynı zamanda İsrail, daha fazla yerleşimci çekmek, “normal” yaşamı teşvik etmek ve İsrail’in işgalindeki topraklarda varlığını sağlamlaştırmak için Yahudi vatandaşlara sivil yasa uygulamasını genişletti. Gerçekte Filistinliler hiçbir zaman sadece IDF tarafından yönetilmedi. İsrail, devletten ayrı geçici işgal rejimi imajını bir hile olarak yarattı. Batı Şeria’da sivil ve askeri kontrol arasındaki çizgi 1967’den beri bulanık.

İsrail 1967 savaşında Batı Şeria’nın kontrolünü ele geçirdi ve bir yıl içinde İsrailliler burada yerleşim birimleri kurmaya başladı. İsrail yasama organı da neredeyse hemen işgale dahil oldu. Temmuz 1967’de Knesset, İsrail ceza kanununu Batı Şeria’daki vatandaşlarına uygulayan ilk yasayı kabul etti; bu, Filistinliler İsrail askeri hukukuna tabiyken bölgedeki İsraillileri normal İsrail sivil hukukunun yargı yetkisi altına sokmaya yönelik ilk adımdı.

1967 ve 1981 yılları arasında İsrail ordusu işgal altındaki toprakların sivil ve askeri işlerini doğrudan yönetti. İsrail hükümeti 1981 yılında Batı Şeria ve Gazze için IDF komutası altında sivil bir yönetim kurdu. Ancak uygulamada, İsrail hükümetinin bakanlıkları, örneğin ekonomi politikasını belirleyerek, sağlık düzenlemelerini yaparak ve yollar inşa ederek Filistinlilerin yaşamını dolaylı olarak yönetti. Zamanla, ordu Filistinliler üzerinde politika yürütürken, özel düzenlemeler sivil makamların Yahudi yerleşimciler için İsrail yasalarını uygulamasını sağladı ve işgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan Yahudiler için ayrı ve farklı uygulamalar yarattı. Yerleşimciler ulusal sigortadan, oy hakkından ve kaynaklara erişimden yararlandılar. Ancak yerleşim yerlerindeki Yahudi yaşamını yöneten yasal otorite teknik olarak ordunun elinde kaldı.

Sivil ve askeri yetkililer birlikte Batı Şeria’da sadece insanları değil toprağı da yönetiyordu. Hem askeri hem de sivil organlar tarafından uygulanan ve İsrail’in sivil Yüksek Mahkemesi tarafından desteklenen yasal prosedürler aracılığıyla İsrail, Batı Şeria’da askeri amaçlar, tarım ya da yerleşimler yani Filistinlilerin kalkınması dışında her şey için kullandığı geniş toprak parçalarının sahibi gibi hareket etti.

Kısacası, 1967 savaşının bitiminden bu yana İsrail hükümetinin üç kanadı da işgalle meşgul. İlk yıllarda İsrail’in işgalinin ne kadar süreceği belli değildi, ancak geriye dönüp bakıldığında, İsrail devletinin tüm kollarının boğazına kadar işgale bulaşmış olması, İsrail’in Batı Şeria’da kalıcı olduğunun habercisiydi.

Başından beri orada

Belki de İsrail’in ilhakçı tasarımları en başından beri açık olmalıydı. Ne de olsa Doğu Kudüs’ü 1980’de (1967’de fiilen ilhak ettikten sonra) ve Golan Tepelerini 1981’de uluslararası hukuku ihlal ederek resmen ilhak etti.

Ancak İsrail hem uluslararası toplumu hem de kendisini Batı Şeria ve Gazze’yi farklı ve geri döndürülebilir bir askeri rejimle yönettiğine ikna etmeyi başardı. İsrail bunu, gerektiğinde yerleşimleri kaldırma geçmişini öne çıkararak yaptı. 1979’da İsrail, Mısır’la, İsrail’in Sina üzerindeki kontrolünden vazgeçtiği ve yarımadadaki yerleşimlerini dağıttığı çığır açıcı bir barış anlaşması imzaladı. Dört yıldan uzun süren Filistin intifadasının ardından 2005 yılında İsrail Gazze’deki yerleşimlerini de geri çekti. Bu hamleler İsrail’in işgalini ve yerleşimlerini geri döndürülebilirmiş gibi gösterdi. Ancak her iki durumda da İsrail Batı Şeria’daki hakimiyetini sağlamlaştırmayı başardı: Mısır’la yapılan barış İsrail’in üzerindeki Filistin topraklarından vazgeçme baskısını azalttı. Yerleşimlerin Gazze’den çekilmesi Filistin yönetimini böldü. Birçok Filistinli İsrail’in Gazze’den çekilmesini militan stratejilerin işe yaradığının kanıtı olarak yorumladı ve bu da Hamas’ın 2006’da seçimleri kazanarak Gazze’yi ele geçirmesine, Batı Şeria’nın ise El Fetih Partisi tarafından yönetilmeye devam etmesine yol açtı. Bu ayrışma ve İsrail’in Gazze’yi neredeyse hava geçirmez bir şekilde dışarıya kapalı hale getirmesi Filistin toplumunu parçaladı ve barış sürecinin dondurulmasına yardımcı oldu.

Barış sürecinin kendisi de İsrail’in Batı Şeria’daki işgalini geçici olarak göstermesine izin verdi. İsrail, 1990’larda askeri yönetime son verme niyetinin sinyallerini vermeye başladı, ancak bunun ne anlama geldiği konusundaki muğlaklığa sarıldı: 1990’ların Oslo anlaşmaları hiçbir zaman bir Filistin devleti ya da İsrail’in nihai sınırlarını çizecek, yerleşimlerin genişlemesini sona erdirecek, 1948’den kalma Filistinli mültecilerin kaderini belirleyecek ya da Filistinlilerin Doğu Kudüs üzerindeki iddialarını ele alacak bir nihai statü düzenlemesi vaat etmedi. Anlaşmalar sadece bu endişeleri eninde sonunda giderecek bir sürecin ana hatlarını çiziyordu. İsrail hükümeti 2000 yılındaki müzakerelerde bir Filistin devleti olasılığını resmen kabul ettiğinde, Oslo süreci çöküşün eşiğindeydi ve taraflar savaştan bir adım uzaktaydı. Yine de İsrailliler ve Batılı müttefikleri, İsrail’in nihayetinde Batı Şeria’daki işgalini sona erdirmeyi umduğunu söyleyebiliyorlardı. Şimdi yeni hükümet bölgeye ilişkin niyetlerini açıkça ortaya koydu ve İsrail’in iki devletli çözüme olan sözde bağlılığını bile sona erdirdi.

Tanrı’nın planı mı?

Hükümet Batı Şeria’nın kontrolünü neden şimdi sivil bir otoriteye devretti? Muğlaklık onlarca yıldır İsrail’e iyi yaradı. Ancak mevcut koalisyon hükümetindeki aşırı sağcı politikacılar, Kasım 2022’de mecliste kesin bir çoğunluk elde ettikten sonra, yakın zamanda bir daha gelmeyeceğini bildikleri bir fırsatla başarıya ulaşmanın heyecanını yaşıyorlar. Teokratik ilkelerle hareket ediyorlar ve Yahudi egemenliğine kafayı takmış durumdalar. Yargının içini boşaltma planlarının gerçek amacı, Filistin halkı üzerinde kalıcı Yahudi üstünlüğünün önündeki son engeli de ortadan kaldırmaktır. Aslında İsrail’de genel olarak daha teokratik ve otokratik bir yönetim biçimi tesis etmek istiyorlar. İsrail demokrasisinin itibarı onları ilgilendirmiyor; liberal demokrasinin erozyona uğramasını memnuniyetle karşılıyorlar. Dahası, Smotrich ve müttefikleri yerleşimcileri görünürde IDF kontrolü altındaki yaşamın sıkıntılarından kurtarmayı arzuluyor. Bu değişimin sembolik bir boyutu da var: Bazı yerleşimciler için Yeşil Hat içinde İsrail vatandaşlarından farklı olarak ordu tarafından yönetilmek bir aşağılanma, Tanrı’nın Yahudilerle ilgili planlarıyla alay etmek anlamına geliyor.

Şimdiye kadar hükümetin hamlesi işe yaradı. Dünya İsrail yargısına yönelik saldırıya ve İsrail ile Gazze’deki Filistinli militanlar arasındaki şiddete odaklanmış durumda. Ancak bölge ve yurtdışındaki siyasi liderler, bizim ve diğer meslektaşlarımızın Foreign Affairs’de tartıştığı gibi, İsrail’in Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki topraklarda tüm İsrailliler ve Filistinliler üzerinde kalıcı, iki katmanlı bir kontrol sistemi inşa ettiği gerçeğinden artık kaçamazlar. İsrail’in müttefikleri, Netanyahu koalisyonunun uluslararası hukuka uyması konusunda ısrarcı olmalı. İsrailliler de baskı uygulamalı. Birçoğu, İsrail demokrasisini Netanyahu’nun önerdiği reformlardan korumak için şimdiden toplandı. Ancak İsrailliler, Batı Şeria üzerindeki yetki devrinin yani bölgenin hukuken ilhakının demokrasinin önünde bu koalisyonun şu ana kadar yaptığı her şeyden daha büyük bir engel teşkil ettiğini de kabul etmeli.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English