Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Foreign Affairs: Filistin’in Hamas’sız bir yolu yok

Yayınlanma

“Bu İsrail ve ABD için hazmetmesi zor bir durum, ancak Hamas’ın yok edilmesinde ısrarcı olmak, gayrimeşru ve etkisiz bir Filistin Yönetimi’ni Gazze’ye sürüklemeye çalışmak ya da istikrarsız ve krizlerle dolu bir ortamda seçimleri zorlamak gibi alternatifler geçmişte olduğu gibi muhtemelen geri tepecektir.”

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, savaş sonra Gazze’nin ve genel olarak Filistin siyasetinin nasıl şekilleneceğine odaklanıyor. ABD ve İsrail’in Hamas’ı Filistin siyasetinden dışlama girişiminin neden başarısızlığa mahkûm olduğunu anlatan makale, FKÖ’den Hamas’a ve Filistin Yönetimine kadar Filistinli örgütlerin nasıl daha etkin siyaset yürütebilecekleri üzerinde duruyor ve bazı öneriler sunuyor:

***

Filistin’in Dirilişi

İsrail’in Gazze’ye Saldırısı Bittikten Sonra Yeni Bir Siyasi Düzen Nasıl İnşa Edilir?

KHALED ELGINDY

On haftadır Gazze’de acımasız bir savaş yürüten İsrailli liderler, Hamas ortadan kaldırılana kadar askerî harekâtın devam edeceği konusundaki ısrarını sürdürüyor. Bunun pratikte ne anlama geleceğini ya da böyle bir sonucun yaratacağı yönetim boşluğunu kimin ya da neyin doldurmasını beklediklerini henüz ifade etmediler. Ortada net bir final olmadığından, bombardıman bittikten sonra ne olacağına dair spekülasyonlar da eksik olmuyor. Ortaya atılan “ertesi gün” senaryoları, Gazze’de Araplar tarafından yönetilecek bir vesayet yönetimi gibi hayali fikirlerden, çoğu İsraillilerden gelen ve Gazze nüfusunun çoğunun ya da tamamının Mısır’a nakledilmesini öngören düpedüz rahatsız edici çağrılara kadar uzanıyor. Biden yönetimi, diğer hususların yanı sıra, Filistinlilerin Gazze’den zorla göç ettirilmesini veya bölgenin İsrail tarafından yeniden işgal edilmesini dışlayan kendi “ertesi gün” parametrelerini ortaya koydu. Buna ek olarak yönetim, Batı Şeria’nın bazı bölümlerini nominal olarak kontrol eden “yeniden canlandırılmış” Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye geri dönmesini görmek istediğini ve son üç yılın aksine, şimdi İsrail’in yanında egemen bir Filistin devletiyle iki devletli çözümle sonuçlanacak bir siyasi süreç konusunda ciddi olduğunu söyledi.

Ancak yönetimin umut dolu vizyonunun bazı katı gerçeklerle karşılaşması muhtemel. Öncelikle kimse savaşın ne zaman ve nasıl biteceğini ya da çatışmalar durduğunda Gazze’nin ne kadarının ve kaç Gazzelinin kalacağını bilmiyor. Dahası, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye dönmesine İsrail’in izin vermeyeceğini ve İsrail güçlerinin süresiz olarak Gazze’de kalacağını söyledi, hatta Gazze içinde Filistinlilerin kullanabileceği toprakları daha da daraltacak kalıcı bir “tampon bölge” için planlar hazırladı. İktidar koalisyonundaki ortaklarına, egemen bir Filistin devletinin kurulmasını engelleyebilecek tek liderin kendisi olduğuna dair güvence verdi.

Sahadaki olaylar zaten tehlikeli yönlere doğru ilerliyor. Gazze’deki ölüm ve yıkımın büyüklüğünü anlamak çok zor. Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre İsrail saldırısı şimdiye kadar çoğu sivil (8 bin 200’ü çocuk) en az 18 bin 800 kişiyi öldürdü. Operasyon Gazze’nin 2 milyon 300 binlik nüfusunun yüzde 80’inden fazlasını yerinden etti ve kuzey Gazze’nin büyük bölümünü yaşanmaz hale getirdi. İsrail’in Gazze halkına gıda, su ve yakıt tedarikine getirdiği ciddi kısıtlamalar, yaygın hastalık ve açlık salgınlarına ve Birleşmiş Milletler’in “destansı bir insani felaket” olarak tanımladığı duruma yol açmış, hatta BM yetkilileri ve diğer gözlemcilerin soykırım olasılığına dair uyarılarına neden olmuştur. Dahası, kitlesel açlık ve hastalığın silah haline getirilmesi, Gazze’nin sağlık sisteminin neredeyse tamamen çökmesi ve giderek daralan alanlara sıkışmış bir nüfusun aralıksız bombalanmasıyla birleştiğinde, Gazze’nin savunmasız sakinlerinin bir kısmının veya tamamının sınırdan Mısır’a geçmeye zorlanması olasılığını her geçen gün daha da artırıyor. Böyle bir sonuç, Netanyahu’nun Gazze nüfusunun “azalması” arzusuyla da örtüşüyor.

İsrail’in sahada dayattığı gerçeklerin yanı sıra Gazze’nin geleceği Filistin iç siyasetindeki gelişmelere de bağlı olacak. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Gazze’nin geleceğine ilişkin görüşmelerin “merkezinde” Filistinlilerin yer alması gerektiğini söyledi. Ancak bunun gerçekleşmesi için Filistinlilerin sadece yönetim ve güvenlik kurumlarını değil, aynı zamanda daha temelde siyaseti de canlandırmaları gerekecek: başta Filistin Yönetimi ve Filistin ulusal hareketinde yer alan çeşitli grupları görünürde temsil eden çatı örgüt Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) olmak üzere çürüyen Filistin siyasi kurumlarındaki siyasi liderlik eksikliği dikkate değer.

Artık açıkça görüldüğü üzere, son 16 yıldır Filistin siyasi kurumlarının başına bela olan bölünme ve durgunluk sadece Filistinliler için değil, İsrailliler ve bölge için de felaket oldu. Gerçekten de birçok analistin (ben de dahil) uzun zamandır uyardığı gibi, 2007’de Gazze için savaşan Filistin’in en büyük iki siyasi grubu Hamas ve El Fetih arasındaki zayıflatıcı bölünme, sürekli bir şiddet ve istikrarsızlık kaynağı haline geldi. Her ne kadar Filistinlilerin bu siyasi işlevsizliğinin büyük bir kısmı kendilerinden kaynaklansa da İsrail, işgal altındaki topraklar üzerindeki süresiz hakimiyetini sürdürmek amacıyla Filistinliler arasında zayıflığı ve bölünmeyi teşvik için aktif olarak çalıştı. Filistinlilere yönelik bu böl ve yönet yaklaşımı, Netanyahu’nun Gazze’de Hamas’ı desteklemenin nihai bir iki devletli çözümü engelleyeceğine dair alaycı umuduyla özetlendi. Ancak 7 Ekim olayları bu politikanın sonunu getirdi.

Bu nedenle “ertesi gün” ile ilgili her türlü tartışma, üniter ve uyumlu bir Filistin siyasi liderliğinin ortaya çıkmasını teşvik etmeye dayanmalı. Filistinli liderlerin hizipçi taahhütlerini bir kenara bırakmaları, İsrail ve ABD’nin de Hamas’ın Filistin siyasetinden kalıcı olarak dışlanabileceği gibi tamamen gerçeklerden kopuk fikirden vazgeçmeleri gerekecek. Filistinlileri ya da İsrail ve ABD’li müttefiklerini buna ikna etmek kolay olmayacak. Ancak bu uzlaşmayı sağlayamazlarsa, Gazze’deki insani durum ve güvenlik koşullarının iyileşmesi pek mümkün olmayacak ve diplomatik bir çözüme ulaşılması uzak bir ihtimal olarak kalacak.

BAŞKA BİR FELAKET

Gazze’de 7 Ekim’den bu yana yaşanan olaylar, 800 bin Filistinlinin, yani İngiliz Mandası altındaki Filistin’in Arap nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin evlerinden zorla çıkarıldığı veya kaçtığı ve geri dönmelerinin yasaklandığı Filistin tarihinde 1948 Nakba’sı ya da “felaket”i olarak bilinen dönem veya İsrail’in tarihi Filistin topraklarının geri kalan kısımlarını; Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni ele geçirdiği ve 300 bin  Filistinlinin daha evlerinden sürüldüğü ya da kaçtığı 1967’deki Altı Gün Savaşı gibi diğer dehşet verici anlarla aynı düzeyde tarihi bir nitelik taşıyor. 1948 ve 1967’de olduğu gibi, mevcut Gazze savaşının da Filistin siyasetinin yörüngesini tahmin edilmesi imkânsız bir şekilde değiştirmesi muhtemel.

Gazze’ye yönelik devam eden saldırı şimdiden tarihteki en ölümcül ve Filistinlilerin zorla yerinden edildiği en büyük olaydır. Tıpkı 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen korkunç saldırının İsrailliler tarafından uzun yıllar boyunca hissedilecek olması gibi, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı insani ve fiziksel yıkımın büyüklüğü de Filistin ulusal bilincinde nesiller boyunca silinmeyecek bir iz bırakacak. Nakba’da olduğu gibi, Gazze’de yaşanan kolektif travma bugün Batı Şeria, Doğu Kudüs, İsrail ve diasporadaki Filistinliler arasında ve hatta daha geniş anlamda Arap dünyasında yaşanıyor ve gelecek nesil Filistinli liderlerin siyasi bilincini şekillendirecek.

Bu arada, zor ama kaçınılmaz gerçek şudur ki İsrail’in Hamas’ı siyasi ve askeri bir güç olarak ortadan kaldırma hedefi gerçekleştirilemez ve açıkçası bu hedef sonsuz ölüm ve yıkım için bir reçete. İsrailli ve ABD’li yetkililer bu gerçeği ne kadar çabuk kabullenirlerse herkes için o kadar iyi olacak. İki ay süren şiddetli bombardıman ve Gazze’nin sivil altyapısının büyük bölümünün tahrip edilmesi Hamas’ı iktidardan uzaklaştıramadı ya da roket fırlatma kabiliyeti de dahil askeri yeteneklerini önemli ölçüde azaltamadı ve komuta ve kontrol sistemlerini bozmak için çok az şey yaptı. Tutsaklara karşılık rehineler anlaşması kısa ömürlü olsa da Hamas’ın önemini korumaya devam ettiğini gösterdi; İsrail’in bu grupla başa çıkmaktan başka seçeneği yok. Yakın zamanda +972 Magazine tarafından yapılan bir araştırma, İsrail’in Gazzelileri Hamas’a karşı kışkırtmak umuduyla kasıtlı olarak kitlesel sivil kayıplara ve acılara neden olabileceğini öne sürüyor, ancak böyle bir dönüşün gerçekleştiğine dair pek kanıt yok. Aslında, Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan son anketlerin de gösterdiği gibi, İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardımanı ve işgalinin tam tersi bir etki yaratarak birçok Filistinliyi Hamas’a yöneltmiş olması daha muhtemel.

Hamas, toplumda derin kökleri olan ve işgal altındaki toprakların hem içinde hem de dışında önemli bir takipçi kitlesine sahip Filistin siyasetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bazı eylemleri veya fikirleri ne kadar iğrenç olursa olsun, Hamas muhtemelen öngörülebilir gelecekte Filistin siyasi manzarasının bir parçası olmaya devam edecek. Dahası, Gazze’deki işgal koşulları, abluka ve İsrail’in diğer yapısal şiddet biçimleri devam ettiği sürece, Hamas’ın ya da benzer başka bir grubun şiddet içeren direnişi de devam edecek.

GAZZE’YE DÖNÜŞ MÜ?

Hamas’ın dayanıklılığı ve diğer nedenlerden dolayı, grubun Filistin Yönetimi’ndeki rakiplerinin Gazze’ye kolayca girip bölgenin kontrolünü ele geçirmesini beklemek gerçekçi değil. ABD ve diğer Batılı güçlerin tercihlerine rağmen Filistin Yönetimi’nin en azından şu anki yapısıyla yakın zamanda Gazze’ye dönmesi pek olası değil. Netanyahu’nun iktidardaki koalisyonu da bu olasılığı açıkça reddetti. Ancak İsrailli liderler fikirlerini değiştirmeye ikna edilebilseler bile Filistin Yönetimi, harap olmuş bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirme ihtimalini zehirli bir kadeh olarak görüyor. Hiçbir Filistinli lider, özellikle de Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas gibi son derece zayıf ve sevilmeyen biri, İsrail tanklarının üstünde Gazze’yi ele geçirirken görülmek istemez. Abbas, Filistin devletine giden net bir yol açılmadıkça Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye dönmeyeceğini söyledi.

İsrail’in bir kısmı Filistin topraklarının tamamen ilhakından yana olan aşırı sağcı hükümeti ve Biden yönetiminin İsrail’e baskı yapma konusundaki isteksizliği de dahil Orta Doğu’daki sicili göz önüne alındığında bu pek mümkün görünmüyor. Dahası, Filistin Yönetimi yetkisi altındaki sınırlı bölgeleri zar zor kontrol edebiliyor ve ağır çekim bir çöküş halinde ve Abbas, İsrail’in Gazze’yi yok etmesinden kaynaklanan devasa insani ve güvenlik sorunlarını devralmak istemiyor. Gazze’deki Filistinlilerin Abbas’ın yozlaşmış ve beceriksiz bürokrasisini benimseme konusunda hevesli olmaları pek mümkün olmadığından, bu duygu büyük olasılıkla karşılıklı. Sonuçta, Abbas’ın rağbet görmemesi ve Hamas’ın sahadaki inatçı varlığı göz önüne alındığında, Filistin Yönetimi’nin herhangi bir dönüşü yine de Hamas’ın rızasını gerektirecektir.

Mevcut Filistin liderliğinin zayıflayan meşruiyeti göz önüne alındığında hem Filistin içindeki hem de dışındaki pek çok kişi, 2006’dan bu yana yapılmayan yeni seçimleri, savaş sonrası düzenin ve Gazze’nin nihai yeniden inşasının gerekli bir bileşeni olarak görüyor. Ancak bir seçim yapılması ihtimali son derece düşük. İsrail’in Gazze’ye saldırısı büyük bir yerinden edilme, yıkım ve acıya neden oldu ve bu koşullar muhtemelen bir süre daha devam edecek. Bu koşullar seçimlerin yapılmasına izin vermeyecektir. Bir de Hamas’ın katılmasına izin verilip verilmeyeceği gibi zor ve kaçınılmaz bir soru var. İsrail ya da Amerika Birleşik Devletleri’nin reformdan geçse bile Hamas’ın bile gelecekteki seçimlere katılmasına izin vereceği herhangi bir durumu hayal etmek neredeyse imkânsız. Yine de Hamas’ın açıkça dışlandığı bir seçim süreci, seçimin meşruiyetini ortadan kaldıracak ve hatta yeni bir iç savaşa yol açabilecektir. Kısacası, Hamaslı Filistin siyasetini ileriye taşımak son derece zor, ama aynı şekilde Hamas’sız bir yol da yok.

FİLİSTİN YÖNETİMİNİN CANLANIŞI

Bu temel çelişkinin üstesinden gelmenin yolları var, ancak bunlar tüm tarafların soğukkanlı düşünmesini ve alçakgönüllü olmasını gerektiriyor. Her şeyden önce İsrailli ve ABD’li yetkililerin Hamas’ın şu ya da bu şekilde Filistin siyasetinde bir güç olarak kalacağı gerçeğiyle uzlaşmaları gerekecek. Buna ek olarak, Filistin siyasetini İsrail’in (ya da ABD’nin) siyasi ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirebilecekleri fikrinden vazgeçmeliler ki bu 1993’te Oslo sürecinin başlamasından bu yana Filistinli liderlerin iç meşruiyetinin aşınmasına yol açan bir kibirdir. Siyasi yelpazenin farklı kesimlerinden Filistinli liderlerin, şu anda karşı karşıya oldukları gerçekten varoluşsal zorlukları ele almak için dar görüşlü farklılıklarını bir kenara bırakmaları da bir o kadar önemli.

Pek çok Filistinli, politikalarını canlandırmak için ne yapılması gerektiğinin zaten farkında: Filistin Yönetimi’nin Filistin Kurtuluş Örgütü’nden ayrılması. FKÖ’nün, her yerdeki Filistinlileri temsil eden Filistin ulusal hareketinin resmi adresi olması beklenirken, Filistin Yönetimi, başlangıçta Oslo anlaşmalarıyla, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerin işlerini denetleyen geçici bir yönetim organı olarak kurulmuştu. Bu süreçte FKÖ’nün içi boşaltıldı ve nihai bir Filistin devleti beklentisiyle kurumsal ve insan kaynakları fiilen Filistin Yönetimi’ne aktarıldı. Bu devlet hiçbir zaman kurulmadı; dahası, Filistin Yönetimi Filistin siyasetinin fiili merkezi haline geldikçe, FKÖ kenara itildi ve körelmesine izin verildi. O halde amaç, Filistin Yönetimi’ni küçültüp FKÖ’yü büyüterek ve aralarındaki çizgileri daha net bir şekilde belirleyerek bu süreci tersine çevirmek olmalı. Bu tanımlama, Hamas da dahil olmak üzere tüm gruplar tarafından kabul edilen ancak hiçbirinin üyelerini içermeyen bir teknokrat hükümetin kurulması yoluyla gerçekleştirilebilir. Böyle bir hükümet gerçek bir Filistin devleti kurulana kadar ya da en azından koşullar seçimlerin yapılmasına izin verene kadar geçici olmalı. Bu hükümet Hamas’ı içermeyeceği için uluslararası bağışçılardan yardım alabilir ve siyasi bir organ olmaktan ziyade bir hizmet sağlayıcı olarak işlev görebilir.

Yönetim ve siyasi liderlik işlevlerinin genellikle aynı kişiler tarafından yerine getirildiği diğer siyasi sistemlerin aksine, İsrail işgalinin gerçekleri ve Oslo anlaşmalarının ortaya çıkardığı düzenlemeler, Filistinlileri yönetenlerle onlara liderlik edenlerin aynı olması gerekmediği gösteriyor. Bu ayrımda bir fırsat yatıyor. Teknokratik bir Filistin yönetimi Gazze’yi istikrara kavuşturup yeniden inşa ederken, FKÖ de Filistinlilere inandırıcı bir siyasi liderlik sunacak ve Filistin halkının meşruiyetini ve desteğini alacak şekilde evrim geçirmeli. Hamas ve şu anda FKÖ şemsiyesi dışında kalan diğer grupların yanı sıra hem işgal altındaki topraklardaki hem de diasporadaki Filistin sivil toplum temsilcilerini de kapsayacak şekilde genişlemeli. Bu temel formül 2011’den bu yana birbirini izleyen Filistin uzlaşı anlaşmalarında ana hatlarıyla yer aldı ancak hem Abbas’ın iktidarı paylaşma konusundaki isteksizliği hem de ABD ve İsrail’in Hamas’ın siyasi bir rol üstlenmesini kabul etmemesi nedeniyle hiçbir zaman hayata geçirilemedi.

Hamas’ın FKÖ içindeki varlığını normalleştirme fikri şüphesiz İsrail’de, ABD Kongresi’nde ve başka yerlerde öfkeye yol açacak. Bu anlaşılabilir bir durum ancak makul değil. Hamas’ın Filistin siyasetinden dışlanması, grubun bağımsız bir aktör ve oyun bozucu olarak hareket etmesine ve 7 Ekim’de doruğa ulaşan şiddet ve istikrarsızlığa yol açtı. Tersine, Hamas’ın FKÖ’nün Yürütme Komitesi ve uzun süredir uykuda olan parlamentosu Filistin Ulusal Konseyi gibi yönetim organlarına dahil edilmesi, grubun ılımlılaştırılmasına ve kendi başına hareket etme kabiliyetinin sınırlandırılmasına yardımcı olacaktır. Hamas’ın silahlarının elden çıkarılması da dahil savaş ve barış kararları herhangi bir tarafın elinde değil, Filistinlilerin ortak karar alma ve uzlaşma meselesi haline gelecektir. Bu durum İsrail ve FKÖ arasında diplomatik bir anlaşmaya varılmasını zorlaştıracak olsa da böyle bir anlaşmanın kalıcı olma ihtimali çok daha yüksek. Her halükârda, nasıl ki Filistinliler Knesset seçimlerine hangi partilerin katılacağına karar vermiyorsa Filistin siyasetine kimin katılıp katılmayacağı konusu da İsrail vetosuna tabi olmamalıdır. Gerçekten de, etkili bir Filistin liderliği, son otuz yılda İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin zorlayıcı etkisi, Filistin liderlerinin halk gözünde meşruiyetini zayıflatmaya neden olmuş olsa da, Filistin ulusal ihtiyaçları ve öncelikleri doğrultusunda bağımsız bir şekilde hareket edebilmelidir.

Filistinlilerin acı dolu tarihlerinden çok iyi bildikleri gibi, güvenilir bir siyasi liderliğe sahip olmadıkları anlarda başlarına kötü şeyler gelme eğilimi baş gösteriyor. Mevcut İsrail liderliğinin de hiç şüphesiz anladığı gibi, bu kesinlikle o anlardan biri. Ancak esnek ve etkisiz bir Filistin liderliği İsrail’in kısa vadeli çıkarlarına hizmet etse de bölge için son derece istikrarsızlaştırıcı ve diplomatik çözüm beklentilerine zarar veriyor. Filistinlilerin önündeki zorluklar Abbas’ın sunmadığı ve sunamayacağı türden güçlü bir liderlik gerektiriyor. Abbas’ın bu tür reformları tek başına benimsemesi pek mümkün olmasa da Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi bölgesel istikrardan ve Filistinlilerin siyasi isteklerinin yerine getirilmesinden çıkarı olan kilit Arap devletleri, daha güvenilir bir liderlik ortaya çıkıncaya kadar Abbas’a yardımcı olabilirler.

Güvenilir, meşru ve birleşik bir Filistin liderliği olmaksızın Gazze’nin yeniden inşası veya istikrara kavuşturulması sürecini hayal etmek mümkün değil; bu da Filistin kurumsal siyasetinin ve daha spesifik olarak FKÖ’nün yeniden canlanmasını gerektiriyor. Bunun gerçekleşebilmesi için ABD ve özellikle İsrail’in Filistin siyasetini kendi siyasi veya ideolojik ihtiyaçlarına göre kontrol edebilecekleri veya dizayn edebilecekleri ya da bir grup Filistinliyle barış yaparken aynı anda diğerine savaş açabilecekleri gibi tehlikeli düşünceleri terk etmeliler. ABD, Filistinlilerin kendi iç siyasetlerini kontrol etmelerine bile izin vermeye istekli değilse, ABD’nin bağımsız bir Filistin devletine yönelik retorik desteğini ciddiye almak zor. Yeniden canlanan Filistin siyaseti bağlamında Hamas’ı normalleştirmek hazmetmesi zor bir durum olacak, ancak Hamas’ın yok edilmesinde ısrarcı olmak, gayrimeşru ve etkisiz bir Filistin Yönetimi’ni Gazze’ye sürüklemeye çalışmak ya da istikrarsız ve krizlerle dolu bir ortamda seçimleri zorlamak gibi alternatifler geçmişte olduğu gibi muhtemelen geri tepecektir.

DÜNYA BASINI

FT: İsrail birlikleri Lübnan’ın derinliklerine doğru ilerleyecek

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, İsrail’in Hizbullah bahanesiyle sınırlı olduğunu iddia ettiği Lübnan işgalinin daha da derinleşebileceğinin sinyallerine yer veriliyor. Haber, çoğu İsrailli uzman ve Batılı yetkililerin görüşleriyle destekleniyor.

***

İsrail’in Lübnan’da artan saldırıları uzun süreli savaş korkularını körüklüyor

Tahliye emirlerinin boyutu ve değişen söylemler, komşu ülkeye daha derin bir müdahaleye işaret ediyor.

James Shotter, Neri Zilber, Andrew England 

İsrail’in 98. tümenine bağlı askerler yaklaşık yirmi yıl sonra Lübnan’a ilk kez girdiklerinde İsrailli yetkililer operasyonu “sınırlı, yerel ve hedefe yönelik” olarak nitelendirmişti.

Ancak geçen hafta içinde İsrail’in Hizbullah’a yönelik kara saldırısının boyutu hızla büyüdü. 98. tümen, üç diğer tümenle desteklendi ve binlerce İsrailli asker, batıdaki Rosh Hanikra’dan doğudaki Misgav Am’a kadar çeşitli noktalardan Lübnan’a ilerledi.

Aynı zamanda İsrailli liderler de kendilerini neyin beklediği konusunda söylemlerini sertleştirdiler. Başbakan Binyamin Netanyahu salı günü Lübnanlıları Hizbullah’a karşı ayaklanmaya çağırdı ve bunun alternatifinin “Gazze’de gördüğümüz gibi yıkım ve acıya yol açacak uzun bir savaş” olduğu uyarısında bulundu.

İsrail’in siyasi liderliğinden gelen değişen söylemler ve ordunun tahliye emirlerinin boyutu -Financial Times’ın hesaplamalarına göre, Lübnan’da sınır köylerinden 60 km kuzeydeki kıyı bölgelerine kadar 110’dan fazla alanı kapsıyor- bölgedeki ve batılı başkentlerdeki yetkililer, saldırının yakında sona ereceğine dair umutlarını yitirmiş durumda.

Batılı bir yetkili “İki hafta önce İsrailliler birkaç haftalık sınırlı bir kara harekâtından söz ediyorlardı ama bu iki hafta her geçen gün uzuyor gibi görünüyor. İsrail’in [5 Kasım’daki] ABD seçimlerinden önce duracağına dair umut yok gibi.”

İsrail ordusunun Lübnan’ın güneyindeki işgali ve yıkımı belgelendi

İsrailli askeri yetkililer şimdilik kara harekatının tam niteliği ve ölçeği konusunda ketum davranıyor ve ayrıntıların çoğunu savaşın sisi ve askeri sansürün gölgesinde gizleniyor. Ancak operasyonların hedefe yönelik olduğunda ısrar ediyorlar ve İsrail güçleri, Akdeniz kıyısından İsrail birliklerinin işgali başlattığı Metula çevresindeki tepelik araziye kadar yılan gibi kıvrılan ve iki ülkeyi ayıran BM tarafından belirlenmiş “Mavi Hat”tın nispeten yakınında kalmaya devam ediyor.

İsrail’in ilerleyişini gösteren yüksek çözünürlüklü uydu görüntüleri 100 km’lik sınırın tamamı için mevcut değil. Ancak Marun er-Ras bölgesinden alınan görüntülerde İsrail tankları ve diğer araçların Lübnan içinde kısa bir mesafede ilerlediğini gösteriyor. Yaklaşık 27 araçlık bir grup sınırın 250 metre içinde, başka bir daha küçük grup ise sınırın bir km kadar içine girmiş durumda. Diğer görüntüler, İsrail güçlerinin Avivim ve Yiron köyleri yakınında sınırı ihlal ettikleri noktaları gösteriyor.

İsrailli yetkililere göre bu saldırının amacı, Hizbullah’ın sınır ötesi saldırı tehdidini ortadan kaldırmak ve İsrail topluluklarına yönelik tanksavar füzeleri gibi silahların doğrudan ateş hattını temizlemek, böylece çatışmalar nedeniyle yerinden edilen İsraillilerin evlerine dönmesini sağlamak.

Birçok Lübnanlı, ABD’nin İsrail’in Hizbullah’a karşı artan saldırılarına yeşil ışık yaktığından endişe ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller bu hafta Washington’ın “Hizbullah’ın kapasitesini azaltma çabalarında İsrail’i desteklediğini” belirtti. Ancak Miller, “nihayetinde bu çatışmaya diplomatik bir çözüm bulmak istediklerini” de ekledi.

WSJ: ABD, İsrail’in Lübnan işgalini fırsata çevirmeye çalışıyor

Hizbullah geçen yıl Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısından sonraki günlerde İsrail’e ateş açmaya başlamış, 50’den fazla kişinin ölümüne yol açmış ve 60 bin İsrailliyi kuzeydeki evlerini terk etmek zorunda bırakmıştı. O tarihten bu yana geçen bir yıl içinde İsrail’in Lübnan’a düzenlediği saldırılarda iki bin 100’den fazla kişi öldü ve çoğu son birkaç hafta içinde olmak üzere bir milyon 200 binden fazla kişi yerinden oldu. Bombardıman aynı zamanda büyük bir yıkıma yol açarak sınıra yakın köy ve kasabaları yerle bir etti.

Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nden Ehud Yaari, İsrail’in saldırısını, Mavi Hat’tın kuzey tarafında, kara birlikleri ile iki km derinliğindeki bir şeritte hava saldırılarından daha kolay tespit edilen hedeflere yöneltilen bir “öğütücü” olarak nitelendirdi.

İsrailli yetkililer çatışmaların ilk haftasında 500 Hizbullah savaşçısının ve dokuz İsrail askerinin öldürüldüğünü iddia ediyor.

Yaari şöyle dedi: “Hizbullah’ın sınır bölgesinde kurduğu sistemleri yerle bir ediyorlar. Güçler tek bir şeye odaklanmış durumda: Hizbullah’ın bu bölgedeki tüneller, sığınaklar, silah ve mühimmat depoları gibi şaşırtıcı büyüklükteki askeri altyapısını yok etmek.”

“Bu sistemlerin bazıları köylerin içinde, ancak diğerleri bu sistemleri gizlemek için kullanılan sık çalılık ve çalılıklarla dolu kırsal alanlarda bulunuyor” diye ekledi.

Sınır boyunca yürütülen operasyonlara İsrail ordusunun İran’ın Hizbullah güçlerine ikmal yapma girişimlerini engelleme çabaları da eşlik ediyor. İsrail geçen ay saldırılarını genişlettiğinden beri jetleri Lübnan ile Suriye arasındaki sınır kapılarını ve Suriye’nin güneyindeki diğer hedefleri defalarca bombaladı. Ayrıca örgütün güçlü olduğu Bekaa Vadisi’ndeki Hizbullah hedeflerini de vurdular.

İsrail’e BM askerini vurmak bile serbest

Cuma günü İsrail jetleri Suriye ile Lübnan arasında 3,5 km uzunluğunda bir tüneli imha etti. İsrailli yetkililer tünelin Hizbullah’ın silah sevkiyatı yapmakla görevli 4400 numaralı birimi tarafından kullanıldığını söyledi. Geçen hafta başında İsrail Beyrut’ta düzenlediği bir hava saldırısında birimin komutanı Muhammed Cafer Kasır’ı öldürmüştü.

Eski bir İsrail Savunma Kuvvetleri istihbarat yetkilisi olan ve şu anda Meir Amit İstihbarat ve Terörizm Bilgi Merkezi’nin başında bulunan Shlomo Mofaz, “Suriye’den Lübnan’a ve Irak’tan Suriye’ye giden tedarik zincirini kesiyoruz” dedi.

İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal ederek ülkenin güneyinde 18 yıl süren bir işgale dönüşmesi de dahil daha sonra genişleyen operasyonlar başlatma geçmişi ve kuvvetlerinin sınırlı kayıplar verdiği göz önüne alındığında, batılı yetkililer İsrail birliklerinin eninde sonunda Lübnan’ın derinliklerine doğru ilerleyeceğini düşünüyor.

Salı günü sosyal medyada yayınlanan görüntülerde İsrail askerlerinin Marun er-Ras’ta ülke bayrağını göndere çektiği görülüyordu.

İsrailli yetkililer, 2006’daki son savaşın sonunda kabul edilen ancak iki tarafın da uygulamadığı 1701 sayılı BM kararında öngörüldüğü üzere, nihai hedeflerinden birinin Hizbullah’ı Mavi Hat’tın 30 km kuzeyine kadar uzanan Litani nehrinin gerisine itmek olduğunda defalarca ısrar ettiler.

Ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda muğlak kaldılar.

Batılı bir yetkili şunları söyledi: “Bence İsrailliler Hizbullah’a mümkün olduğunca çok zarar vermek ve sınır ile Litani nehri arasında mümkün olduğunca çok alanı temizlemek istiyor. Ancak bundan sonrası net değil.”

“Şimdi durmalarını ve zaten büyük ölçüde üzerinde anlaşılmış olan siyasi bir planı kabul etmelerini istiyoruz. Ancak öyle görünüyor ki askeri başarıları onları devam etmeye teşvik ediyor.”

Hizbullah: Bizim için tek çözüm direnmek

Netanyahu’nun eski ulusal güvenlik danışmanı ve Washington’daki Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü’nde araştırmacı olan Yaakov Amidror kara harekâtının nasıl gelişeceğinin siyasi ve askeri bir mesele olduğunu söyledi.

Ancak operasyonun askeri “mantığının” Hizbullah’ın Litani’nin güneyindeki varlığını kuşatmak ve yok etmek, ardından da geri dönmesini engellemek olduğunu söyledi.

Amidror şunları söyledi: “Başka cephelerde başka sorunlarımız varken, mevcut koşullarda bunu yapabilir miyiz? Daha uzun bir savaşa İsrail’in tepkisi ne olur? İsrail’in en azından güneyde Hizbullah’ı ezme planına devam ettiği açıkken dünyanın tepkisi ne olur? [Ama] askerî açıdan bakıldığında kara kuvvetleriyle yapılacak bir işgali haklı çıkarabilecek tek mantık bu.”

Mofaz, İsrail’in saldırısının hala Hizbullah’ı yok etmekten ziyade zayıflatmayı ve ardından ABD ve Fransa gibi uluslararası oyuncuların desteğiyle Hizbullah’ın Güney Lübnan’a dönmesini engelleyecek bir siyasi anlaşmaya ulaşmayı amaçladığına inandığını söyledi.

Ancak İsrail’in önceki operasyonlarının bunun değişebileceğini gösterdiğini de sözlerine ekledi: “Şimdilik bu sınırlı bir operasyon. Ancak Lübnan’da nerede ve ne zaman başlayacağınızı bilirsiniz. Ama ne zaman ve nerede bitireceğinizi asla bilemezsiniz.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Savaşın yayılması ABD’nin gizli gündemi mi?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD’nin savaşı sürdürme ve genişletmeye çalışan İsrail’i dizginlemeye çalıştığı iddialarının gerçeği yansıtmadığını savunuyor. Veriler ve uzman görüşleri ile desteklenen makale Demokratlar içindeki neo-muhafazakâr gündeme ve isimlere dikkat çekiyor:

***

Biden yönetimi gerilimi azaltmaya mı çalışıyor yoksa Orta Doğu’yu savaşa mı sürüklüyor?

Washington bölgesel ateşkes çağrısı yaparken İsrail’e siyasi ve askeri destek sağlamaya devam ediyor. Genişleyen savaş başarısız bir diplomasi mi yoksa ABD’nin gerçekten istediği şey mi?

Ali Harb

ABD Başkanı Joe Biden şubat ayında elinde bir dondurma külahıyla Gazze’de ateşkesin birkaç gün içinde gerçekleşebilecek kadar “yakın” olduğunu ilan etti.

Aradan yedi aydan fazla bir süre geçmesine rağmen İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı devam etmekle kalmadı Ortadoğu’da tırmanan gerilim ve şiddet İsrail askerlerinin Lübnan’ı işgal etmesi ve bombalamasıyla genişledi.

Biden yönetimi sözlü olarak gerilimi azaltma çağrısı yapmaya devam ederken İsrail’e siyasi destek ve savaşlarını sürdürmesi için sürekli bomba tedariki sağladı.

Washington, İsrail’in bu yıl attığı neredeyse her tırmandırıcı adımı memnuniyetle karşıladı: Beyrut ve Tahran’da Hamas liderlerinin öldürülmesi, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah suikastı ve Lübnan’ın güneyinin işgali.

Gazze’de savaşın başlamasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen İsrail, kuşatma altındaki Filistin topraklarında yaklaşık 42 bin kişinin ölümüne neden olan yıkıcı saldırılarını sürdürürken Beyrut’u her gün bombalıyor ve İran’a karşı bir saldırıya hazırlanıyor.

Gazze’deki çatışma şiddetlenip bölgeye yayıldıkça, ABD’nin söylemi ile politikası arasındaki uçurum da büyüyor.

Peki, birçok liberal yorumcunun öne sürdüğü gibi Biden yönetimi İsrail’i dizginlemekte başarısız mı oluyor? Yoksa aslında kaosu; İran, Hamas ve Hizbullah’a karşı şahin bir gündemi ilerletmek için mi kullanıyor?

Kısa yanıt: Analistlere göre İsrail’e askeri ve diplomatik desteğini sürdüren ABD, itidal açıklamalarına ve ateşkes çağrılarına rağmen bölgedeki şiddetin temel itici gücü olmaya devam ediyor. Yönetimin güdüleri ya da gerçek niyetleri hakkında spekülasyon yapmak zor olsa da Biden yönetiminin İsrail ile aynı safta yer aldığını, sadece meydan okunan pasif bir müttefik olmadığını gösteren kanıtlar giderek artıyor.

ABD şimdiye kadar ne söyledi ve ne yaptı?

Gazze’de ateşkes için aylarca süren kamuoyu baskısının ardından ABD, İsrail’in Lübnan’daki saldırısını desteklemeye odaklandı.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin geçen hafta İsrail’in Lübnan’ın güneyinde başlattığı ve ülkeyi tamamen işgal etme riski taşıyan kara harekâtını destekledi.

İsrailli mevkidaşı Yoav Gallant ile yaptığı görüşmenin ardından 30 Eylül’de bir açıklama yapan Austin, “ABD’nin İsrail’in kendini savunma hakkını desteklediğini açıkça ifade ettim” dedi.

Filistinli grup Hamas’ın İsrail’in güneyine düzenlediği ve en az bin 139 kişinin öldüğü saldırıya atıfta bulunan Austin, “Lübnan Hizbullahı’nın İsrail’in kuzeyindeki topluluklara 7 Ekim tarzı saldırılar düzenleyememesini sağlamak için sınır boyunca saldırı altyapısının yok edilmesi gerektiği konusunda mutabık kaldık” dedi.

Lübnanlı grup, Hamas saldırısının ardından Gazze’ye karşı başlattığı savaşı sona erdirmesi için İsrail hükümetine baskı yapmak amacıyla geçen yıl Ekim ayında İsrail askeri mevzilerine saldırmaya başlamıştı.

Aylar boyunca neredeyse her gün yaşanan çatışmalar büyük ölçüde sınır bölgesiyle sınırlı kaldı. Şiddet, sınırın her iki tarafından on binlerce insanı kaçmaya itti. Hizbullah, İsrail’in kuzeyinde yaşayanların ancak ülkenin Gazze’ye yönelik savaşı sona erdiğinde geri dönebileceklerini savundu.

Hizbullah’ın üst düzey askeri yetkililerine yönelik suikast saldırılarının ardından İsrail 23 Eylül’de Lübnan genelinde büyük bir bombardıman başlattı ve yüzlerce köy ve kasabada sivillere ait evleri yerle bir etti.

O tarihten bu yana İsrail şiddeti Lübnan’da 1 milyondan fazla insanı yerinden etti.

İsrail’in bu adımlarından önce Beyaz Saray aylardır Lübnan-İsrail sınırındaki krize diplomatik bir çözüm bulunması için çalıştığını söylüyordu. ABD elçisi Amos Hochstein, görünüşte gerilimin tırmanmasına karşı uyarıda bulunmak üzere bölgeye defalarca ziyarette bulundu.

Lübnan’daki düşük düzeyli çatışmaların hızla topyekûn bir savaşa dönüşmesi üzerine Biden yönetimi Arap ve Avrupa ülkelerini bir araya getirerek 25 Eylül’de çatışmaların durdurulması için 21 günlük “acil” bir ateşkes önerdi.

Ancak iki gün sonra İsrail, Beyrut’taki birçok konutu yerle bir eden ve yakın bir ateşkes ihtimalini fiilen ortadan kaldıran büyük bir bombalı saldırıda Nasrallah ‘ı öldürdüğünde Beyaz Saray bu saldırıyı “adaletin bir ölçüsü” olarak övdü. Nasrallah’ın öldürülmesi emrini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere bulunduğu ABD topraklarından verdi.

Syracuse Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Osamah Khalil, Biden’ın diplomatik çabalarının samimiyetini sorguladı ve Hochstein’ın İsrail’e itidal çağrısında bulunduğuna dair basında çıkan haberlere şüpheyle yaklaştı.

Halil, ABD’nin İsrail’in Gazze ve bölgenin geri kalanındaki eylemlerinin doğrudan bir katılımcısı ve destekçisi olduğunu ancak Biden yönetiminin ateşkes görüşmelerini kendisini ülke içindeki eleştirilerden korumak için bir “iç politika” manevrası olarak kullandığını vurguladı.

Halil geçen ay El Cezire’ye verdiği demeçte, “Tüm bunlar, özellikle de savaş karşıtlığı popüler hale geldikçe, müzakereler ediyormuş gibi görünmek için yapılan müzakerelerdi” dedi.

‘Orta Doğu’yu yeniden şekillendirmek’

ABD medyasında yakın zamanda çıkan iki haber Halil’in iddiasını doğrular nitelikte.
Politico’nun 30 Eylül’de kimliği açıklanmayan kaynaklara dayandırdığı haberine göre Hochstein ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Ortadoğu koordinatörü Brett McGurk’ün de aralarında bulunduğu üst düzey ABD’li yetkililer İsrail’in Hizbullah’a yönelik askerî harekâtını özel olarak destekliyor.

ABD’li yayın organının haberine göre “Hochstein, McGurk ve diğer üst düzey ABD ulusal güvenlik yetkilileri perde arkasında İsrail’in Lübnan operasyonlarını önümüzdeki yıllarda Orta Doğu’yu daha iyi bir şekilde yeniden şekillendirecek tarihi bir an olarak tanımlıyorlar.”

Axios’un geçen haftaki haberine göre ABD, İsrail’in Hizbullah’a vurduğu darbelerden faydalanarak Washington’un desteklediği bir ismin Lübnan cumhurbaşkanı seçilmesi için bastırıyor.

Lübnan’da cumhurbaşkanlığı makamı yaklaşık iki yıldır boş ve parlamento yeni bir lider seçmek için uzlaşma sağlayamıyor.

Salı günü ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller Lübnan’daki savaşı ülkeyi siyasi olarak değiştirmek için bir “fırsat” olarak nitelendirdi. Miller, Washington’un Lübnan halkının “yeni bir cumhurbaşkanı seçme [ve] Hizbullah’ın ülkedeki çıkmazını kırma yeteneğine” sahip olmasını istediğini söyledi.

Hizbullah ve müttefikleri, ülkedeki serbest seçimler sonucunda Lübnan parlamentosunda onlarca sandalyeyi kontrol ediyor.

Bölgeyi yeniden şekillendirmek, ABD’nin neo-muhafazakâr hareketi için her zaman bir hedef oldu: İsrail’e destek veren ve ABD dostu hükümetleri, şahin dış politika ve askeri müdahaleler yoluyla iktidara getirme. Bu yaklaşım en açık şekilde eski ABD Başkanı George W. Bush döneminde görülmüştü.

Hatta 18 yıl önce Bush döneminde, İsrail Hizbullah ile son büyük savaşını yaşadığında, dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice “yeni bir Ortadoğu’nun doğum sancılarından” söz etmişti.

Halil, Bush döneminin birçok yeni muhafazakârının şu anda Demokrat Parti’ye üye olduğunu ve Kasım seçimlerinde başkanlık için Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i desteklediğini belirtti.

Harris, sözde “teröre karşı savaşın” ve 2003 yılında ABD öncülüğünde Irak’ın işgalinin baş mimarlarından olan eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin desteğini memnuniyetle karşıladı.

Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak Biden’ın kendisi de Irak’taki savaşı desteklemişti. O dönemde komitede Demokrat personel direktörü olarak görev yapan Dışişleri Bakanı Antony Blinken da öyle. McGurk Bush’un Beyaz Saray’daki danışmanlarından biriydi ve ABD’nin Irak’ı işgalinde kilit rol oynamıştı; Hochstein ise daha önce İsrail ordusunda görev yapmıştı.

Khalil, “Demokrat yönetimin içinde neo-muhafazakâr bir gündem var” dedi.

Gazze başarısızlıkları

Lübnan’da savaş sürerken ve dünya İran ile İsrail arasında olası bir gerilimi izlerken, birçok analist bölgeyi bu noktaya getiren şeyin Biden’ın Gazze’deki savaşı sona erdirememesi olduğunu söylüyor.

Arab Center Washington DC Direktörü Halil Cahşan da Biden yönetiminin Netanyahu hükümetine verdiği koşulsuz desteğin tüm bölgeyi “bilinmeze” götürdüğünü söyledi.

El Cezire’ye konuşan Cahşan, Gazze savaşının başlamasından bu yana geçen bir yılda ABD’nin sadece İsrail politikalarına değil, aynı zamanda “İsrail’in aşırılıklarına” da tam olarak “körü körüne destek” verdiğini söyledi. “Bu, çatışmanın başından beri herhangi bir rasyonalite unsurunu kabul etmeyi reddeden tek taraflı bir politikanın sonucudur” dedi.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği saldırının hemen ardından Biden ABD’nin müttefikine tavizsiz destek verdi.

İsrail’in Hamas’a karşı “hızlı, kararlı ve ezici” bir yanıt vermesini destekledi. Beyaz Saray ayrıca savaşın finansmanına yardımcı olmak üzere İsrail’e askeri yardım için Kongre’den ek fon talep etmekte acele etti.

Washington aylardır büyüyen insani krize rağmen ateşkes çağrılarına direniyor ve İsrail’in Hamas’ın peşinden gitmeye “hakkı” olduğunu savunuyordu.

ProPublica ve Reuters haber ajansının son haberleri, Biden yönetiminin İsrail’in Gazze’de işlediği olası savaş suçlarıyla ilgili iç uyarıları aldığını ve bunları görmezden gelerek İsrail’e silah transferlerini sürdürdüğünü gösterdi.

İsrail’in Gazze’nin büyük bölümünü yerle bir etmesi, 2,3 milyon Filistinlinin neredeyse tamamını yerinden etmesi ve açlık sınırına getirmesinin ardından iç ve uluslararası hoşnutsuzluk arttıkça Biden üslubunu yumuşatmaya başladı.

Geçen aylarda ABD, Gazze’deki çatışmaların sona ermesini ve kuşatma altındaki bölgede Filistinli grupların elindeki İsrailli esirlerin serbest bırakılmasını sağlayacak bir anlaşma çağrısında bulunmak için “ateşkes” terimini benimsedi.

Ancak Netanyahu’ya bir anlaşmayı kabul etmesi için pek baskı yapmadı.

Biden ve yardımcıları gerçekten bir ateşkes istemiş ve bunu başaramamış da olsa diplomatik çabayı dikkatleri İsrail’in ABD destekli savaşının dehşetinden uzaklaştırmak için kullanmış da olsa sonuç aynı: Savaş yayılıyor ve on binlerce masum insan öldürülüyor.

Tahran ile ABD diplomasisini destekleyen ABD merkezli National Iranian American Council’de (NIAC) politika direktörü olan Ryan Costello, “Kanıtlar, bir ateşkesi desteklediklerini söylemenin, ancak bunu sağlamak için hiçbir şey yapmamanın onlar için siyasi olarak avantajlı olduğunu gösteriyor” dedi.

Cahşan ayrıca Biden yönetiminin İsrail’i silahlandırmaya devam ederken adil ateşkes önerileri sunmadığını söyledi, “Ateşkesi önerenler, taraflardan birine savaş araçları sunmaya devam ederse ateşkesin ne değeri kalır ki. Bu bir ateşkes değil; savaşa devam etmek için bir davet” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Küresel ticarette tehlike çanları: Lloyd’s’tan 14 trilyon dolarlık kayıp uyarısı

Yayınlanma

İngiltere merkezli sigorta devi Lloyd’s of London, olası bir jeopolitik çatışmanın önümüzdeki beş yılda küresel ekonomiye 14,5 trilyon dolarlık zarar verebileceğini ve dünya ticaretini altüst edebileceğini öngören bir rapor yayımladı.

Lloyd’s of London, olası bir jeopolitik çatışmanın küresel ekonomiyi derinden sarsabileceği konusunda uyarıda bulundu. Sigorta devi, böyle bir senaryonun önümüzdeki beş yıl içinde 14,5 trilyon dolarlık (yaklaşık 11,89 trilyon sterlin) zarara yol açabileceğini ve küresel ticareti altüst edebileceğini öngörüyor.

Reuters ajansının aktardığına göre söz konusu tahmin, Lloyd’s’un sistemik risk serisi kapsamında hazırladığı yeni bir senaryonun parçası. Bu seri, hükümetlere, sigortacılara ve risk yöneticilerine en acil küresel tehditler hakkında kritik bilgiler sunmayı amaçlıyor.

Söz konusu senaryo, büyük çaplı bir jeopolitik çatışmanın küresel ticaret düzenini bozması halinde ortaya çıkabilecek ciddi ekonomik sonuçlara odaklanıyor.

Dünya ithalat ve ihracatının yüzde 80’inden fazlasını oluşturan yaklaşık 11 milyar ton malın her an okyanuslar üzerinde hareket halinde olduğu düşünüldüğünde, hayati ticaret yollarının kapanmasının ekonomileri felce uğratabileceği açıkça görülüyor.

Rapor, olası zararın iki yönlü -bir yandan çatışma bölgelerindeki altyapının tahrip olması, diğer yandan yaptırımlar ve tehlikeye giren nakliye hatları nedeniyle küresel ticaret ağlarının yeniden düzenlenmek zorunda kalması- olacağını vurguluyor.

Etkinin boyutu, ülkelerin çatışmaya dahil olma durumuna ve uluslararası ticarete olan bağımlılık derecesine göre farklılık gösterecek. Örneğin, otomobil ve elektronik üretiminde kullanılan yarı iletkenler gibi kritik mallarda büyük ölçüde dış tedarikçilere bağımlı olan Avrupa’nın 3,4 trilyon dolara varan kayıplarla karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor.

Lloyd’s, bu senaryonun önemini vurgulamak için yakın geçmişten bir örnek veriyor. 2021 yılında, Doğu ve Batı’yı birbirine bağlayan hayati ticaret yolu Süveyş Kanalı’nda yaşanan tıkanıklığın günde 9,6 milyar dolarlık mala, yani saatte 400 milyon dolara mal olduğu tahmin edilmişti.

Lloyd’s kurumsal ilişkiler direktörü Rebekah Clement, son senaryoyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Sigortanın değeri, jeopolitik çatışmanın ikincil etkilerini de kapsıyor. Bu etkiler arasında, etkilenen ticaret ortakları ve tedarikçilerden kaynaklanan aşağı yönlü gecikmeler ve kesintiler de yer alıyor.”

Clement sözlerine şöyle devam etti: “İşletmelerin kendilerini bu etkilere karşı korumalarına yardımcı olabilecek sigorta teminatlarına örnek olarak siyasi risk sigortası ve şarta bağlı iş kesintisi sigortasının yanı sıra özel savaş riski sigortası verilebilir.”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English