Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

FT: Macron, eski sömürgesi Lübnan’da yeniden nüfuz arayışında

Yayınlanma

Macron-Mikati

Emmanuel Macron, Fransa’nın Orta Doğu’da hala önemli bir arabulucu olabileceğini göstermek amacıyla Lübnan’a yönelik destek çabalarını artırıyor. Bu doğrultuda, İsrail’in Hizbullah’a karşı saldırılarının arttığı bir dönemde, Lübnan’da insani yardım toplamak ve savaşı sona erdirme girişimlerine ivme kazandırmak için uluslararası bir konferans düzenliyor. Aşağıda çevirisini okuyacağız makalede Fransa’nın bu adımı neden attığının tarihsel arka planına odaklanılıyor:

***

FT: Macron Lübnan’a yardım için destek bulmaya çalışıyor

Fransa Cumhurbaşkanı’nın yabancı yetkililerle görüşmesi, Paris’in eski sömürgesinde yeniden nüfuz kazanma çabasına işaret ediyor

Leila Abboud, Raya Jalabi, Andrew England 

Emmanuel Macron, Fransa’nın Orta Doğu’da sadece bölgenin en etkili dış gücü olan ABD’nin izinden gitmediğini ve bu bölgede hala önemli bir arabulucu olabileceğini göstermek amacıyla Lübnan’a desteğini artırıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı, bugün İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırısını artırdığı bir dönemde savaşı sona erdirme çabalarına ivme kazandırmak ve Lübnan’a insani yardım toplamak için onlarca üst düzey yabancı yetkiliyi bir konferansta ağırlayacak.

Macron geçen hafta Berlin’de ABD Başkanı Joe Biden ve Almanya ve İngiltere liderleriyle yaptığı görüşmenin ardından “Lübnan’ın egemenliği Fransa’nın her zaman savunacağı temel bir meseledir. Lübnanlı kurumlara bu tehlikeli dönemde ayakta kalabilmeleri için gerekli imkânların sağlanması elzemdir” dedi.

Macron ve önceki Fransız cumhurbaşkanları tarihsel olarak Fransa’nın eski himaye bölgesi olan Lübnan’a diplomatik önem veriyorlar ve Fransız nüfuzu Afrika’da Orta Doğu’ya doğru azalsa da yaklaşık 5 milyon nüfusa sahip bu küçük ülke, Fransa için hala öncelik.

Fransız yetkililer son zamanlarda Lübnan’ın iç savaşa sürüklenebileceği uyarısında bulundu. Ancak İsrail-Hizbullah savaşı Paris’in Lübnan’da yeniden hakimiyet kurmaya çalışması için yeni bir fırsat yarattı. Macron, Fransa’nın Beyrut’la olan tarihi bağlarından faydalanmak ve ABD’nin doğrudan yapmadığı bir şeyi yaparak Hizbullah ve hamisi İran’la konuşma yeteneğini kullanmak istiyor.

Fransız yetkililer konferansta Lübnan’da ateşkes sağlanması konusunda ilerleme kaydedilmesi şansının zayıf olduğunu kabul ediyor ve İsrail üzerinde önemli bir baskı gücüne sahip tek gücün ABD olduğunu özel olarak itiraf ediyorlar.

Ancak Avrupalı ve Arap müttefiklerini diplomatik ve insani cephelerdeki çabalarını desteklemeleri için ikna etmeye çalışmanın değerli olduğunu düşünüyorlar.

WSJ: ABD, İsrail’in Lübnan işgalini fırsata çevirmeye çalışıyor

Bir Elysée yetkilisi, “[Lübnan’daki] bu sorunlara somut yanıtlar getirmemiz önemli. Bu nedenle hızla ateşkese ve ardından tüm tarafları içeren siyasi bir çözüme doğru ilerlemek istiyoruz” dedi.

ABD ve Fransa, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik saldırısıyla tetiklenen ve Orta Doğu’da tırmanan krize nasıl yanıt verileceği konusunda zaman zaman farklı görüşler dile getirdiler.

Filistinli militan grup Hamas’ın bin 200 kişiyi öldürdüğü ve 250 kişiyi rehin aldığı saldırının ardından Fransa, diğer ülkeler gibi İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu söyledi. Ancak Macron, Gazze’deki kayıpların artması üzerine geçen Kasım ayında acil ateşkes çağrısında bulunan ilk büyük batılı güç lideri oldu.

Eylül ayında Fransa Hizbullah ve Lübnan arasında 21 günlük bir ateşkes sağlanması için ABD ile birlikte girişimde bulundu, ancak bu çaba, İsrail’in Lübnanlı militan grup Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ı suikastle öldürmesi ve İran destekli gruba karşı yürüttüğü kampanyayı genişletmesinin ardından başarısız oldu.

Washington daha sonra İsrail’in Hizbullah’ı geriletme hedeflerini desteklediğini açıklayınca hayal kırıklığına uğrayan Fransız yetkililer ateşkes çağrısında bulunmaya devam etti.

Savaşın yayılması ABD’nin gizli gündemi mi?

O zamandan beri pek çok Lübnanlı Fransa’yı ABD’den daha dürüst bir arabulucu olarak görmeye başladı. Onlara göre ABD, İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırısını artırmasına göz yummuştu.

Eylül ayından bu yana İsrail’in saldırıları Lübnan’da bin 500’den fazla kişinin ölümüne neden oldu ve İsrail bombardımanının Hizbullah’ın kalelerinin ötesini vurması nedeniyle bir milyon 200 binden fazla kişiyi -nüfusun yaklaşık dörtte birini- evlerini terk etmek zorunda bıraktı.

Macron, 7 Ekim’in yıldönümünden günler önce yaptığı “Gazze’deki çatışmaları yürütmek üzere silah sevkiyatını durdurma” çağrısıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu kızdırdı.

Fransa, İsrail’e yalnızca küçük miktarlarda silah parçaları ihraç ettiği için, bu yorumlar bazıları tarafından, İsrail’e milyarlarca dolarlık silah desteği veren ABD’ye yönelik bir mesaj olarak yorumlandı.

Netanyahu şu sözlerle karşılık verdi: “Ne büyük bir rezalet.”

İsrail-Hizbullah çatışması, İran destekli gücün Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısından kısa bir süre sonra Filistinli militan grupla dayanışma amacıyla İsrail’in kuzeyine ateş açmaya başlaması ve 60 bin İsrailliyi evlerini terk etmeye zorlamasıyla patlak verdi.

Lübnan, iki ülkenin ortak tarihi ve ülkedeki büyük Lübnan diasporası nedeniyle Fransa’da duygusal bir konu.

Ancak konu Macron için siyasi açıdan hassas çünkü Paris aynı zamanda İsrail’in geleneksel bir müttefiki ve Avrupa’nın en büyük Yahudi ve en büyük Müslüman nüfusuna ev sahipliği yapıyor.

Perşembe günkü konferansın amacı, Lübnan’daki “insani felaketin” önüne geçmek için BM’nin bu ay başında talep ettiği 420 milyon doların karşılanması için fon toplamak.

Macron ayrıca Lübnan ordusunu güçlendirmek için destek sağlamayı hedefliyor. Ordu, çatışmanın bir tarafı değil, ancak olası bir çözümde kritik ve istikrar sağlayıcı bir oyuncu olarak görülüyor; buna rağmen kaynak yetersizliği nedeniyle uluslararası yardıma bağımlı durumda.

ABD’nin Paris’e daha alt düzeyde bir heyet göndermesi bekleniyor. Dışişleri Bakanı Antony Blinken Orta Doğu turunda.

İsrail, Lübnan saldırılarının şiddetini artırıyor

Savaş patlak vermeden önce Lübnan derin bir siyasi ve ekonomik krizin içindeydi ve İsrail saldırılarının başlamasından bu yana koşullar daha da ağırlaştı.

Lübnanlı yetkililer, ülkenin 250 binden fazla yerinden edilmiş insanı barındırmak ve beslemek için temel ihtiyaç malzemelerini tedarik etmede zorlanıyor. Sağlık altyapısı çatırdıyor ve 400 binden fazla çocuk okula gidemiyor.

Bu, Macron’un Lübnan’a yardım etmek için- çoğunlukla başarısız bir şekilde- kendini ortaya attığı ilk sefer değil. Kentin limanında meydana gelen büyük patlamanın ardından 2020’de kahraman gibi Beyrut’a koşarak yeniden inşa için yardım sözü vermiş ve Lübnan’ın işlevsiz siyasi sınıfını eleştirmişti.

Lübnan için üç yardım konferansı toplandı. Hizbullah da dahil çeşitli siyasi gruplara siyasi çözüm önerileri sunmaları için temsilciler gönderildi ancak bu çabalar çok az sonuç verdi.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda analist olan Rym Momtaz, Macron’un bu çabaları nedeniyle takdiri hak ettiğini söyledi. Fransa ve Avrupa ülkelerinin “Gazze’de sahip olmadıkları bir nüfuza Lübnan’da sahip olduklarını” çünkü Lübnan ve İsrail arasındaki tampon bölgede BM barış gücü misyonuna büyük bir asker grubu gönderdiklerini belirtti.

İsrail’in Lübnan’da ateşkes için öne sürdüğü şartlar BMGK kararlarına aykırı

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden Emile Hokayem de Macron’un “başka hiçbir Batılı ülkenin, Lübnan’ın tamamen çökmesi halinde istikrarı sağlamak için gereken siyasi sermayeyi, askeri kaynakları ve ekonomik desteği harcamaya hazır olmayacağının farkında olduğunu” söyledi.

Hokayem, “Eğer Fransa şu anda çözüm parametrelerini belirlemek için müdahil olmazsa, bunu daha sonra, daha kötü koşullar altında tek başına yapmak zorunda kalabilir” dedi ve ekledi: “Macron için, ama aynı zamanda Fransa için de Lübnan hassas bir nokta.”

DÜNYA BASINI

WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir

Yayınlanma

Yazar

Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmalar, bölgedeki güvenlik dinamiklerini derinden etkileyen kritik bir dönüm noktasına ulaştı. Üst düzey liderlerini kaybetmiş olmasına rağmen Hizbullah, İsrail’in saldırılarına karşı koyma yeteneğini sürdürüyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız ve uzman görüşleri ile desteklenen makalede son haftalarda artan saldırıların Hizbullah’ın İsrail’in askeri gücünü zayıflatma kapasitesini ortaya koyduğu değerlendiriliyor. Ancak asıl sınavın İsrail’in Lübnan’ın içlerine doğru ilerlemeye çalıştığında verileceğine dikkat çekiliyor:

***

Hizbullah İsrail’den aldığı darbelere nasıl karşılık veriyor?

Lübnanlı militan grup zayıflamış olsa da dirençli. Tırmanan tepkileri çatışmanın uzama tehlikesini gösteriyor.

Jared Malsin

İsrail’in bir dizi ağır darbesine maruz kalan Hizbullah, Lübnan’daki İsrail birliklerine pusu kurarak ve İsrail’in içlerine doğru İHA ve füze saldırılarını artırarak karşılık veriyor.

Üst düzey liderlerini öldüren ve bazı silahlarını imha eden İsrail saldırıları nedeniyle zayıflamış olsa da Hizbullah bu saldırılarıyla Lübnan’ın son on yıllardaki en ölümcül çatışmasını İsrail için uzun bir eziyete dönüştürme kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor.

Hizbullah Gazze’deki Filistinlilerle dayanışma göstermek için bir yıldan uzun bir süredir İsrail’e füze atıyor. Bu füzeler sadece sınırlı hasara ve az sayıda can kaybına yol açmış olsa da İsrail’in kuzeyinde on binlerce insanı yerinden etti ve İsrail, bu füzeleri engellemek için yaptığı harcamalar nedeniyle kaynaklarını tüketti.

İsrail’in Eylül sonunda Lübnan’ın güneyine yaptığı ve yüz binlerce insanı yerinden eden saldırısının amacı Hizbullah’ı saldırılarını durdurmaya zorlamaktı. Ancak aksine, Hizbullah bu saldırıları artırmaya devam ediyor.

Hafta sonu Hizbullah’a ait bir insansız hava aracının İsrail Başbakanı’nın Lübnan sınırına 40 milden fazla mesafede yer alan Caesarea’daki konutunu vurmasıyla örgütün bir hafta içinde ikinci kez İHA’larla İsrail’in hava savunmasını aşma becerisini gösterdi.

Hizbullah’ın İHA’sı Netanyahu’nun evini vurmuş

Günler önce yine İsrail’in orta kesiminde, ordunun seçkin bir birimine ait bir üsse düzenlenen saldırıda dört İsrail askeri öldürülmüştü.

Pazartesi günü Hizbullah, Lübnan’ın güneyindeki Ramyeh köyünde bir grup İsrail askerini vurduğunu söylediği video görüntülerini yayınladı. Füzenin kendisinden çekilen videoda, 2006 yılında İsrail ile girdiği son savaşta en ölümcül silahı olan güdümlü tanksavar füzelerinin kullanıldığı görülüyordu.

İsrail ordusuna göre Hizbullah’ın roket atışları da arttı; grup hafta sonu boyunca her gün 200, salı günü ise 140 roket fırlattı. Önceki haftalarda günde ortalama sadece birkaç düzine roket atılıyordu.

Hizbullah’ın fırlattığı roketlerin sayısı, İsrailli yetkililerin geniş çaplı bir savaş durumunda beklediğinden daha düşük ve bu da örgütün kapasitesinin azaldığının bir işareti. İsrail ordusu, Hizbullah’ın saldırılarının çoğunun İsrail hava savunması tarafından engellendiğini, bunun da İHA başına yaklaşık 100.000 dolar ve düşürülen her füze için birkaç milyon dolar maliyet getirdiğini söylüyor.

Yine de Hizbullah baskı altında hızla yeniden toparlanma becerisini gösteriyor. Askeri analistlere göre Hizbullah’ın silahlı birimleri bir dereceye kadar özerk hareket edebilecek şekilde eğitildikleri için üst düzey liderleri öldürüldüğünde ve iç iletişimleri kesildiğinde bile savaşmaya devam edebiliyorlar.

Bu hayatta kalma ve savaşmaya devam etme yeteneği, İsrail’in ordusunu kanlı ve uzun süreli bir çatışmaya sokma riskini artırıyor.

Carnegie Europe’un Paris merkezli güvenlik analisti Rym Momtaz, “Hizbullah’ın temel stratejisi hala İsrail’in her türlü kara saldırısı, akını ya da ilerlemesi karşısında güneydeki topraklarını korumak. Burası Hizbullah’ın ana sahası. Her köşe bucağı biliyorlar ve bu avantajı kullanacaklar” dedi.

Zayıfladılar ama caymadılar

İran destekli Şii militan bir grup ve siyasi parti olan Hizbullah, 1980’lerde İsrail’in Lübnan’ı işgaline tepki olarak kuruldu. Daha önceki iki savaşta İsrail ordusunu Lübnan’dan çekilmek zorunda bırakmıştı.

Çatışmaların son tırmanışı, İsrail’in Gazze’deki Hamas lideri Yahya Sinvar’ı öldürmesinin ardından patlak verdi; bazı analistler bu ölümün, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya hem Gazze hem de Lübnan’daki savaşları sona erdirmek için bir çıkış yolu sağlayabileceğini düşünüyordu. Ancak Netanyahu, ertesi gün savaşın devam edeceğini belirtirken, Hizbullah, Lübnan’a yapılan saldırılara karşı tepkisinin dozajını artırma sözü verdi.

Lübnan’da 5 İsrail askeri öldürüldü: Hizbullah yeni bir aşamaya geçiyor

İsrailli liderler, İsrail’in kuzeyindeki toplulukların güvenliğini sağlama hedefinin ötesinde, en son saldırıları için daha iddialı hedefler dillendirmeye başladı. İsrail ordusu bu hafta, Hizbullah’a bağlı bir bankanın şubelerine hava saldırıları düzenledi; İsrailli yetkililer bunun, İslamcı grubun halk tabanını zayıflatmayı amaçladığını belirtti.

Netanyahu da bu ayın başlarında Lübnan halkını Hizbullah’a karşı ayaklanmaya çağırdı.

Üst düzey bir İsrailli askeri yetkili “Orada savaşmak çok karmaşık. Amaç Lübnan’daki güç dengesini değiştirmek için Hizbullah’ı ağır bir şekilde zayıflatmak” dedi.

İsrail şimdiye kadar hava gücü, sofistike istihbarat ve gözetleme operasyonları gibi avantajlarını kullanarak Hizbullah’ı savunmaya çekmeyi başardı. İsrail, Hizbullah üyelerini öldüren ve yaralayan bombalı çağrı cihazları kullandı ve grubun en üst düzey lideri Hasan Nasrallah’ı ve birçok seçkin savaşçısını öldüren hava saldırıları düzenledi.

Hizbullah çarşamba günü yaptığı açıklamada bir İsrail saldırısında Nasrallah’ın halefi Haşim Safiyuddin’in de öldüğünü söyledi.

Askeri analistler İsrail saldırılarının Hizbullah’ın füze gücünü de zayıflattığını söylüyor. Elektronik dinlemeler ve Lübnan semalarında sürekli vızıldayan İHA’lar da dahil İsrail’in gözetimi, örgütün orta ve uzun menzilli füze rampalarını kullanmasını zorlaştırdı. Bunların kurulması daha kısa menzilli silahlara göre daha fazla zaman alıyor ve tespit edildiklerinde İsrail hava saldırılarına maruz kalıyorlar.

İsrail ordusu Eylül ayı sonunda Hizbullah’ın savaştan önce 150,000 civarında olduğu tahmin edilen füze stokunun yaklaşık %50’sini imha ettiğini açıkladı. Hizbullah askerî açıdan hala güçlü olduğunu söyledi ancak silah kayıpları konusunda bir rakam vermedi.

FT: İsrail anti balistik füze sıkıntısıyla karşı karşıya

Askeri analistler ve diplomatlar, örgütün yok edilen bazı silahların yerini doldurmak için hala silah ithal edebileceğini, bunun büyük ölçüde Suriye sınırı üzerinden gerçekleştiğini ve öldürülen üst düzey liderlerin yerini doldurabileceğini belirtiyor.

Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde kıdemli bir araştırmacı ve eski bir ABD hükümet yetkilisi olan Daniel Byman, “Uyum sağlayabilen bir grup. Çok zeki. Çok kararlı. Kayıp vermeye hazırlar. Hizbullah’ı asla yok saymam ama bence çok ağır bir darbe aldılar” diyor.

Hizbullah saldırılarını İsrail’in içlerine kadar genişletebileceğini gösterdi. Silahlı Çatışma Bölgeleri ve Olay Verileri’nden alınan ve CSIS tarafından derlenen verilere göre, 22 Eylül haftasında, İsrail’in çağrı cihazı saldırısından yaklaşık bir hafta sonra, Hizbullah saldırılarının ortalama derinliği İsrail sınırının yaklaşık 17 mil içindeydi. Bu, daha önce yaklaşık bir yıl süren sınır ötesi çatışmaların ortalama derinliği olan 2,4 milden epey fazla.

Gerilla savaşı

Hem İsrail ordusu hem de Hizbullah için asıl sınav, İsrailli liderlerin kuvvetlerini Lübnan topraklarının derinliklerine göndermeyi tercih etmeleri ve Hizbullah savaşçılarının kendi sahalarında savaşma avantajına sahip olmaları durumunda yaşanacak.

İsrail ve Hizbullah tarafından yapılan açıklamalara ve bir istihbarat danışmanlık firması olan Le Beck’in verilerine göre İsrail güçleri şu ana kadar hepsi sınırın bir mil içinde olmak üzere en az sekiz köye girdi.

İsrailli askeri yetkililere göre Hizbullah güçleri uzaktan patlatılan bombalar, havan topu ve roketle karşılık verdi.

Hizbullah, güneydeki savaşa yaklaşımının, 2006’da İsrail’le yaptığı savaştaki yaklaşımıyla tutarlı olarak, işgalci İsrail askerlerine yönelik saldırıları artırmadan önce başlangıçta geri çekilmek olduğunu söylüyor. Savaşa katılan eski İsrailli asker ve subaylara göre, Hizbullah savaşçıları güneydeki kasaba ve köylerde İsrail güçleri için pusu kurdu.

Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım 15 Ekim’de televizyonda yaptığı konuşmada “Direnişin misyonu, orduyu takip etmek ve nerede ilerlerse ona karşı operasyonlar gerçekleştirmektir. Gençler direnişe katılmak için bekliyor” dedi.

İsrail ordusu, Hizbullah’ın bu ay İsrail’deki Golani piyade tugayı askeri üssüne düzenlediği İHA saldırısında ölen dört askere ek olarak Lübnan’ın güneyinde 17, İsrail’in kuzeyinde ve Lübnan sınırında da beş askerin öldüğünü duyurdu. İHA İsrail güçlerini atlatarak askerler yemek yerken bir yemekhaneyi vurmayı başarmış ve 60’tan fazla kişinin yaralanmasına neden olmuştu.

FT: İsrail anti balistik füze sıkıntısıyla karşı karşıya

İHA’lar İsrail için başlıca potansiyel zorluklardan biri. Çok katmanlı hava savunması Gazze, Lübnan ve son zamanlarda İran’dan gelen füze saldırılarını engellemek için tasarlandı ancak yavaş uçan İHA’ları vurmakta zorlanıyor.

***

Adam Chamseddine ve Anat Peled bu makaleye katkıda bulunmuştur.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Foreign Policy: BRICS nihayet Batı ile başa çıkabilir mi?

Yayınlanma

Keith Johnson, Foreign Policy
21.10.2024

Son 25 yıldaki en dikkat çekici gelişmelerden biri, bir yatırım bankacısının gelişmekte olan piyasa ekonomileri dörtlüsü için kullandığı keyfi kısaltmanın bir isyan başlığı haline gelmesidir.

BRICS ülkeleri -ya da BRICS+, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve daha sonra Güney Afrika’dan oluşan ilk grup o zamandan beri dört üyeyi daha içerecek şekilde genişledi- bu hafta Rusya’nın Volga kıyısındaki gösterişli Kazan kentinde ana zirveleri için bir araya geliyorlar. İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin resmi olarak bloğa dahil olmasından sonraki ilk tam zirve olan bu yılın gündeminde, ABD ve Batı hegemonyasına meydan okuyacak gerçek anlamda çok kutuplu bir dünya düzeni yaratmaya yönelik olağan konuşmalar olacak. Bunun büyük bir kısmı, özellikle İran ve Rusya gibi yaptırımlardan zarar gören üyeler için, ABD dolarının küresel hakimiyetine karşı uygulanabilir alternatifler bulma çabaları olacaktır.

Goldman Sachs bankacısı Jim O’Neill’in (şimdi Lord O’Neill) geleceğin ekonomileri gibi görünen ülkeler için şık bir kısaltma olarak “BRICs” terimini icat etmesinden 23 yıl sonra bu yılın en önemli sorusu, giderek birbirinden farklılaşan bu kulübün Batı liderliğindeki uluslararası düzene gerçek bir alternatif oluşturmayı başarıp başaramayacağı ya da sadece özentiler için bir dövüş kulübü haline gelip gelmeyeceğidir.

Brezilya’da bir üniversite ve düşünce kuruluşu olan Getulio Vargas Vakfı’nda BRICS uzmanı olan Oliver Stuenkel, “Rusya için bu, Batı’ya izole olmadığını göstermek için önemli bir an ve diğer ülkelerin Rusya’nın açıkça istediği şeye – BRICS’i şu anda olduğundan daha açık bir şekilde Batı karşıtı yapmak – ne kadar istekli olduklarını görmek gerçekten ilginç olacak” dedi.

“Brezilya ve Hindistan açıkça buna karşı çıkmak istiyor, dolayısıyla Kazan zirvesi bize BRICS ülkeleri arasında küresel güneydeki gerçek siyasi dinamikler hakkında gerçekten ilginç bir fikir verecek” ifadelerini kullandı.

Genişletilmiş BRICS gerçekten de çok çeşitli bir grup. İçinde Marksist-Leninist bir süper güç ve rövanşist bir otoriter devlet var. Dünyanın en büyük demokrasisinin yanı sıra Latin Amerika’nın en büyüğünü de içeriyor. Yeni üyeler arasında ABD güvenlik şemsiyesi altındaki ülkeler ve ABD yaptırımları altındaki ülkeler yer alıyor. Muhtemel üyeler arasında Türkiye gibi NATO ülkeleri ve Kuzey Kore ve Suriye gibi küresel parya ülkeler bile yer alabilir.

Batı, BRICS’i dikkate aldığında, bu gruplaşmayı tutarsız bir torba olarak görme eğilimindedir.

Ancak 1955’te küresel güneyin cesur yeni bir dünya yaratma çabalarını başlatan Bandung Konferansı’nın arkasında olduğu kadar sağlam bir ortak nokta var. Washington, G-7 ve Avrupa Birliği dışında Batı’nın ikiyüzlülüğü ve hegemonyasına karşı duyulan kızgınlığın ne kadar büyük olduğunu anlamak zordur ve bu harç BRICS’in gevşek üyeliğini birbirine bağlamaya yardımcı olmaktadır. Bu durum özellikle Orta Doğu’daki çatışmalar, ABD yaptırımlarının silaha dönüşmesi ve doların fahiş ayrıcalığının orta gelirli ülkelere maliyeti gibi konularda daha da belirgin hale geldi.

Brookings Enstitüsü’nden Aslı Aydıntaşbaş, “Bu uyumlu bir blok değil, ancak alternatif bir küresel düzen arzusuyla ilgili uyumlu mesaj büyük ekonomilerden geliyor” dedi.

BRICS ülkelerinin keyfi kısaltmalarını düzgün bir gruplaşmaya dönüştürmeleri sekiz yıl, alternatif bir küresel düzenin temellerini atmaya başlamaları ise altı yıl sürdü. 2015 yılına gelindiğinde BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası (NDB) adında bir bankası vardı ve bu banka Dünya Bankası gibi Batı’nın egemenliğindeki kredi kuruluşlarına bir alternatif sunmayı amaçlıyordu. Bir bakıma işe de yaradı: Dünya Bankası’nın iki finansman aracı tarafından dağıtılan 73 milyar dolara kıyasla NDB’nin geçen yıl yaklaşık 8 milyar ila 10 milyar dolar değerinde kredi vermesi bekleniyordu. Ancak “BRICS Bankası” dolar dışı kredileri artırmayı hedeflerken, yine de gerçeklikle çarpışıyor. NDB, ABD’nin Moskova’ya yönelik yaptırımları nedeniyle üye ülkelerden Rusya’daki faaliyetlerini askıya almak zorunda kalmıştı.

O zamandan bu yana geçen yıllarda üye ülkeler ticaret ve yatırım, diplomasi, hukuk, finans ve daha birçok alanda ilişkileri derinleştirmek için sürekli orta düzey toplantılar yaparak görünmez ama son derece önemli bağlar da kurdular. BRICS’in özünde, gelişmekte olan ekonomilerin leviathan’ı güneşin dışına itmedikleri sürece ortaya çıkamayacakları fikri yatmaktadır.

BRICS’in arkasındaki canlandırıcı fikirler (yeniden şekillendirilmiş küresel yönetişim ve daha fazla siyasi ve mali egemenlik) bugün hala genişleyen üyelerin tamamını barındıracak kadar geniş. (Her zaman olmasa da: Arjantin kulübe katılmaya hazırlanıyordu, ta ki yeni seçilen Başkan Javier Milei, daha derin bir dolarizasyonun savunucusu olarak ülkesinin teklifini geri çevirene kadar).

Her türden ülke, özellikle de BRICS’te jeopolitik etkiden çok ekonomik ağırlığa sahip olanlar, dünyanın yönetilme biçiminde, yani Birleşmiş Milletler’in işleyişinde, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi çok taraflı finans kuruluşlarındaki kota ve liderlikte ve çok daha fazlasında reformlar görmek istiyor.

Bunların hepsi, az ya da çok, uluslararası ilişkilerin düzenleyici ilkesi olarak egemenliğin içgüdüsel bir şekilde yeniden onaylanmasını paylaşmaktadır; Borussia Dortmund’dan daha fazla Vestfalya’cıdırlar. Batı’nın, özellikle de ABD’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü, iç politika ve diplomasi gibi alanlara müdahalesi, çoğu zaman ikiyüzlü olduğu için hoş karşılanmıyor.

Hepsi az ya da çok, doların tiranlığından kaçmak için anlaşılabilir bir arzuyu paylaşıyor; Fransa ve Almanya gibi BRICS dışındaki sadık ABD müttefikleri bile doların kelepçelerinden rahatsız oldular.

Ve hepsi de, farklı derecelerde de olsa, düşüşte olan bir Batı’nın artık şehirdeki tek güç olmadığı bir dünya öngörüyorlar ve bu da sonrasında olacaklara hazırlanmayı, hatta acele etmeyi zorunlu kılıyor. Bu durum, son yirmi yılını Batı’yı diğerlerine karşı dengelemekle geçirmiş olan Türkiye gibi müstakbel üyeler için bile geçerli.

Aydıntaşbaş, “BRICS’in popüler olmasının nedeni, ülkelerin Amerikan sonrası düzene karşı kendilerini korumaya almaları” diyor. “BRICS bu ülkelerin çoğu için bir sigorta poliçesi.”

BRICS’i bağlantısız bir dış politika tercihlerinin tezahürü olarak gören Brezilya ve Hindistan gibi üyeler için özellikle vahim olan sorun, bloğun tek bir yöne doğru hizalanıyor olması. Rusya ve Çin’in sertleşen Amerikan karşıtı tutumlarına şimdi İran gibilerin de katılmasıyla blok, Amerikan sonrası bir dünyaya hazırlıklı bir kulüp olmaktan çok onu hızlandırmaya çalışan bir grup haline geliyor. Bu belki de bloğun en büyük çatlağı ve kapatılması zor olabilecek bir çatlak.

BRICS ilk on yılı aşkın bir süre boyunca açık bir soğuk savaşın olmadığı bir dünyada yaşadı. Stuenkel, “Şimdi, jeopolitik gerilimler bağlamında, ülkeler BRICS’in bir parçası olmanın bir maliyeti olup olmadığını, bunun Batı ile ilişkilerinde gerçek bir sürtüşmeye neden olup olmadığını düşünmek zorundalar” dedi ve ekledi: “Rusya, Çin ile birlikte BRICS’i Çin merkezli bir küresel yapının parçası olan Çin-Rusya dünya düzenine bilinçli olarak entegre etmeye çalışıyor.”

BRICS, kuruluşundan bu yana yeni bir küresel düzen yaratma konusunda somut bir şey yapmaktan çok daha fazla konuştu. Çin’in başını çektiği grubun özellikle aktif olduğu alanlardan biri de para. Doların tahttan indirilmesi BRICS’in temel hedeflerinden biri olmuştur ve olmaya da devam edecektir; geçen yılki zirve, bunu gerçeğe dönüştürecek bir planın hazırlanması gibi açık bir misyonla sonuçlandı.

BRICS üyelerinin, şimdilik onları birleştirmeye yarayan ama aynı zamanda genişlemeyi bekleyen çatlakları da ortaya çıkaran doların merkeziliği konusunda farklı şikayetleri var. Çin, Rusya ve İran gibi bazıları için dolara alternatif, ekonomilerini yaptırımlara karşı korumanın bir yolu anlamına geliyor. Rusya ve İran zaten kuşatma altında ve Çin son birkaç yılını mali surlarını güçlendirmekle geçirdi. Batı’nın 2022 başlarında Rusya’nın denizaşırı merkez bankası varlıklarını dondurması ve potansiyel olarak el koyması, egemen bir komşuyu işgal etmeye çalışmasalar bile sıranın kendilerine gelebileceğinden korkan ülkeler için yakıcı ve uyarıcı bir hikaye olmaya devam ediyor.

Dolar, sınır ötesi ticarette en çok kullanılan para birimi ve merkez bankası kasalarındaki ana para birimi olmaya devam ettiğinden ve ABD bankaları nihayetinde neredeyse her dolar işleminde yer aldığından, ABD yaptırımlarının erişimi küresel ve ezici. Rusya ve Çin son birkaç yıllarını Batı ödeme sistemlerine alternatifler inşa etmekle geçirmediler, kaçış kapsülleri inşa ediyorlar.

Diğer BRICS üyeleri de doların hakimiyetinden rahatsızlar ancak bunun nedeni yaptırımlardan korkmaları değil (Etiyopya gibi bazıları da korkuyor). Endişe duydukları şey doların ekonomik hayatlarına hakim olması ve bu konuda hiçbir söz haklarının olmaması. Birçoğu emtia ihracatçısı ve emtia piyasaları dolar cinsinden olduğu için dolarla ticaret yapmaktan başka seçenekleri yok. Dolar kıtlığı ticareti felç edebilir ve kamu maliyesini kutuplaştırabilir. Hepsi, paralarının değerini düşürebilecek, enflasyonlarını yükseltebilecek, sermaye dengelerini bozabilecek ve borçlarını sürdürülemez hale getirebilecek ABD Merkez Bankası faiz oranı kararlarının değişkenliklerine maruz kalmaktadır.

Gerçek şu ki, dolar baskın olmaya devam ediyor. Son yıllarda sınır ötesi işlemlerdeki payını artırdı ve merkez bankaları için tercih edilen başlıca para birimi olmaya devam ediyor (azalsa da). Çin renminbisi sınır ötesi ticaretteki payını biraz artırdı, ancak bunun nedeni çoğunlukla Çin’in çok büyük bir ticaret ülkesi olması ve para biriminin ticaretinin çoğunun Çinli karşı tarafların alım ya da satımını içermesidir; doların dirençli payını dikkate değer kılan şey, ABD’den tamamen uzak üçüncü ülkeler için tercih edilen para birimi olmaya devam etmesidir. Rusya ve Çin, artan sınır ötesi ticaretlerinde renminbi kullanımını artırmak için adımlar atmış ve Çin, yuan ile ödenecek birkaç göstermelik petrol ticareti imzalamış olsa da, bunlar küresel bir para biriminin habercisi değil.

Carnegie Endowment for International Peace uzmanı ve Patomak Global Partners adlı finansal danışmanlık şirketinde başkan yardımcısı olan Robert Greene, “Statüko paradigmasından şikâyet etmek kolay, ancak gerçekçi olarak ulaşılabilir bir alternatifin neye benzeyeceğini tasavvur etmek daha zor” dedi ve ekledi: “Ödemeler için renminbi kullanımının artması ile gerçek anlamda dolarsızlaşma arasında fark var.”

BRICS’in genişlemesi ile doların yerini alma hırsının genişlemesi arasında da buna bağlı bir çarpışma var. Orta halli ülkeler aslında ABD dolarına Çin gibi büyük ekonomilerden daha fazla bağımlı. Pek çok ülke için doları aracı olarak kullanmadan bırakın ödeme yapmayı, para ticareti yapmak bile neredeyse imkansız. BRICS büyüdükçe, dolar kendi üyeleri için daha da yapışkan hale geliyor.

Son olarak, tek ciddi alternatif renminbi iken grubun dolara bir alternatif bulma çabalarında felsefi bir sorun var.

Çin, Çin para birimini ortak ülkelere hazır hale getirmek için ikili takas hatlarını artırmak gibi teknik alanlarda büyük adımlar attı ve bankalar arasındaki işlemleri denetleyen Batı kontrolündeki SWIFT platformunu bir kenara bırakabilecek paralel bir ödeme sistemi oluşturdu. Hatta Çin bir zamanlar Arjantin gibi BRICS’in müstakbel üyelerine, IMF gibi kuruluşlara olan dolar borçlarını ödeyebilmeleri için bol miktarda yuan finansmanı sağladı. Tüm bunlar, bazı yerlerde ve bazı zamanlarda dolara alternatif sağlama yolunda küçük bir yol kat ediyor. Ancak doları tahtından indirmenin ve böylece Washington’u etkisiz hale getirmenin tek yolu Çin’i dünyanın finans ustabaşısı yapmaksa, bu çok kutuplu bir sistem yaratmak değildir. Bu sadece bir efendiyi diğeriyle takas etmek olur.

Greene sordu, “Hindistan’ın renminbinin Asya’da hakim para birimi olduğu bir dünya isteyeceğini düşünüyor muyuz?”

BRICS Zirvesi Putin’in vereceği akşam yemeğiyle başlıyor

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Güney Kore, silah pazarında nasıl yükseldi?

Yayınlanma

Editörün notu: Güney Kore, savunma ürünleri ihracatında çeşitli ülkelerle önemli anlaşmalar imzalayarak küresel silah pazarındaki varlığını güçlendirmeye devam ediyor. 2024’ün başında, LIG Nex1 Suudi Arabistan’a 3,2 milyar dolarlık Cheongung-II hava savunma sistemleri tedarik anlaşmasını tamamladı, ardından Birleşik Arap Emirlikleri ve Irak ile benzer anlaşmaların yapılması bekleniyor. K239 Chunmoo çok namlulu roketatar sistemine yönelik ilgi Polonya, Norveç, Filipinler ve Romanya’dan geliyor. Ayrıca, Hanwha’nın K21 Redback zırhlı muharebe araçları Avustralya, İtalya ve Romanya gibi ülkelerde tanıtılırken, K9 Thunder kundağı motorlu obüsleri dünya genelinde 8 ülkeye tedarik ediliyor. Güney Kore savunma sanayi şirketleri, müşteri ülkelerde yerel üretim yapma, teknoloji transferi sağlama ve yerinde eğitim ve bakım hizmetleri sunma gibi esnekliklerle rakiplerinden ayrılıyor. Koreliler, ABD ile askeri-teknik iş birliğine büyük önem veriyor ve Çin’e bağımlı olmaktan kaçınarak küresel silah pazarında Washington’un stratejik çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. ABD’nin Asya’daki müttefikleriyle olan yakınlaşması, Güney Kore’nin bu pazarda Amerikan dış politikasına katkıda bulunmasını sağlıyor.


Demir Kore dalgası: Küresel silah pazarında Seul’ün liderliği

Andrey Gubin

Valday Tartışma Kulübü

16 Ekim 2024

Ekim ayının başlarında, Güney Kore’nin Gyeryongdae’deki askeri tesisinde (Seul’un 160 kilometre güneyinde) düzenlenen KADEX-2024, Kore Cumhuriyeti’nin uluslararası savunma sanayi fuarına ev sahipliği yaptı. Etkinliğe yaklaşık 500 şirket katıldı ve 50’den fazla ülkeden gelen ziyaretçilerin toplam sayısı 70 bini aştı. Güney Kore savunma sanayisinin, yerel silahlı kuvvetler için hazırladığı yeni ürünlerin yanı sıra, ihracat için sunulan pek çok silah sistemi de sergilendi; bununla birlikte çeşitli ortak projeler de tanıtıldı. Bu yıl, özellikle çeşitli amaçlar ve ortamlar için geliştirilen insansız sistemler ile kinetik, elektromanyetik ve lazer prensiplerine dayanan anti-drone savunma sistemleri büyük ilgi topladı.

KADEX-2024, Seul’ün küresel silah ve askeri teçhizat (W&ME) pazarında yeni sınırları fethetme amacının net bir göstergesi oldu. Özellikle, ülkenin Savunma Bakanı Kim Yong-hyun, yıl sonuna kadar yeni küresel ihracat teslimatları, askeri teknolojilerin transferi ve uzmanlar için eğitim ve yeniden eğitim programlarının açılması sayesinde ihracatın 15 milyar doları aşacağını ifade etti.

Tehlike sınırında kazançlar

Güney Kore Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı’na göre, 2023 sonunda askeri ürün ve hizmet ihracatının toplam hacmi 14 milyar dolar olarak gerçekleşti ve bu da ülkeyi dünyanın önde gelen silah ihracatçıları arasında 9. sıraya yerleştirdi. 2022 yılında, Seul ilk kez ilk 10’a girdiğinde, bu rakam 17,3 milyar dolarla rekor kırmıştı ve bu yıl 20 milyar dolara ulaşma planları vardı. Fakat, bazı sözleşmelerin muhtemelen ortakların mali zorlukları ve çeşitli alanlarda görüşmelerin durması nedeniyle ertelenmesi bekleniyor. Dikkat çekici bir husus, Güney Kore’nin 2000 yılında dünya çapında silah ve askeri teçhizat üreticileri arasında yalnızca 31. sırada yer alması.

Gelişmiş bir üretim üssü ve ileri teknolojilere erişim, ulusal savunma sanayisinin hem iç talepleri karşılama hem de ihracat siparişlerini yerine getirme konusundaki başarısına büyük katkı sağlıyor. Koreli üreticilerin tanınması ve “Sabah Sakinliği Diyarından” gelen ürünlerin itibarı da savunma sanayisinin başarısında önemli bir rol oynuyor. Aynı zamanda, şirketler kendi teknolojik gelişmelerini aktif olarak kullanarak bunları bağlı kuruluşlara ve taşeronlara devrediyor, bu da net maliyeti düşürse de (fiyatı değil!) önemli bir avantaj sağlıyor. Güney Kore’nin büyük finans ve sanayi grupları, yani “chaebol”lar, siyasi lobi faaliyetleri açısından geniş imkanlara sahip ve bu durum genellikle Seul’ün diplomatik yönelimini belirliyor. Özellikle, Güney Kore’nin en büyük savunma grubu olan Hanwha Group, deniz, kara ve hava silahlarının üretiminin yanı sıra, uzay teknolojisi, elektronik, mühimmat, enerji santralleri ve dronlar üzerinde çalışıyor ve giderek Amerikan Lockheed Martin şirketiyle boy ölçüşebilecek bir üretim ve bütçe ölçeğine yaklaşıyor.

SIPRI’ye göre, 2024 yılı başı itibarıyla, Kore Cumhuriyeti askeri uçak ihracatında dünyada üçüncü, tanklar ve kundağı motorlu topçu sistemleri ihracatında ise imzalanan sözleşmelere göre birinci sırada yer alıyordu.

Yoon Suk Yeol yönetimi, 2027 yılına kadar küresel silah teslimatlarında 4. sıraya yükselmeyi ve dünya genelindeki siparişlerin en az yüzde 5’ini almayı hedefliyor. Aynı zamanda, NATO’nun 2022’deki Madrid zirvesinden sonra, aslında mevcut Güney Kore liderinin kişisel himayesi altında Avrupa ülkeleriyle istikrarlı bağlar kurma fırsatı doğdu.

Kore silahlarının popülaritesi, tehditlerin artması ya da en azından “agresif ve revizyonist devletlerden” kaynaklanan tehlike hissi ile destekleniyor. Seul, bu endişeyi dağıtmak yerine, aksine, müşterilerinin savunma kapasitesini artırmaya hazır olduğunu dile getiriyor.

Kore silahlarının popülerliğinin sebeplerinden biri de Ukrayna’daki çatışma. NATO ülkeleri, çatışmalara dolaylı olarak dahil olduktan sonra, nispeten ucuz ve çeşitli amaçlar için kullanılabilecek, ittifak standartlarına yakın büyük miktarda teçhizata ihtiyaç duymaya başladılar. Bu talep, Kiev’e yapılan teslimatlar nedeniyle kendi stoklarının tükenmesinden ve özenle körüklenen Rusya karşıtı histerisinden kaynaklanıyor. Orta Doğu ve Asya-Pasifik bölgesindeki bazı ülkeler, Avrupa’nın güvenlik sorunlarına ya da ABD-Çin çekişmesine doğrudan dahil olmamalarına rağmen, kendi savunma kapasitelerini güçlendirmeyi amaçlıyor ve bağımsız bir ortak olarak Güney Kore’yi tercih ediyor. Bunun yanı sıra Koreliler, uluslararası fuarlara katılım ve askeri ürünlerini modern teknoloji alanındaki askeri olmayan etkinliklerde bile sunarak agresif bir pazarlama stratejisi izlemeye başladılar. Yazar, Seul’ün wunderwaffe (mucize silah) reklamlarına, oldukça masum akademik seminerlerde bile tanık oldu.

Panterler yine sınırda

Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol’un Temmuz 2023’te Polonya’ya gerçekleştirdiği resmi devlet ziyareti, Kore tarihindeki en büyük silah ihracatı sözleşmesinin imzalanmasıyla sonuçlandı. Varşova ile yapılan anlaşmalar kapsamında, yaklaşık 1000 adet K2 Black Panther tankı, 672 adet K9 Thunder kundağı motorlu obüs, 48 adet FA-50 Golden Eagle hafif saldırı uçağı, 288 adet K239 Chunmoo çok namlulu roketatar sistemi (MLRS) ve 400 adet KIA Raycolt zırhlı keşif aracı üretimi ve teslimatı üzerinde mutabık kalındı. Toplamda 15 milyar doları aşan bu dev anlaşma, Kore savunma sanayisi açısından önemli bir dönüm noktası oldu. 180 tank, 212 kundağı motorlu topçu ve 12 uçaktan oluşan ilk büyük parti 2025 yılına kadar teslim edilecek; zırhlı araçlardan oluşan deneme partisi ise Aralık 2022’de Polonya’ya ulaşmıştı. Aynı zamanda, tüm bu sistemler sadece Güney Kore’den satın alınmakla kalmayıp, Polonya’daki yerli işletmeler tarafından da yerli ve yabancı bileşenler kullanılarak üretilecek. Ayrıca, bakım üsleri ve profesyonel eğitim merkezleri de kuruluyor. Haziran 2023’te, Kore-Polonya Savunma ve Askeri Sanayi İş birliği Ortak Komitesi’nin ilk toplantısı yapıldı. Gelecek vadeden projeler arasında 120 mm ve 155 mm mermi üretimi için bir tesis inşası, K808 Baekho zırhlı personel taşıyıcı temelli ortak üretimler, KSS-II ve KSS-III denizaltılarının olası ihracatı, Cheongung-2 hava savunma sistemleri, el bombası atıcılar ve taşınabilir hava savunma ve tanksavar füze sistemleri (MANPADS ve ATGM) yer alıyor. Varşova, Türkiye’nin yaptığı gibi, Kore teknolojilerinin transferi sayesinde dış pazarlara açılmayı hedefliyor.

Seul, KOEXIM Bank aracılığıyla kredi ve garanti şeklinde mali destek sağlıyor, ancak bu kurumun limitleri yalnızca sözleşmelerin bir kısmını kapsıyor. Polonya ile olan iş birliği gibi daha fazla anlaşmayı teminat altına almak için yeni yardım paketleri 15,6 milyar dolardan fazla kaynak gerektirecek ve bu durum doğrudan devlet müdahalesini ve yasal finansman ve sigorta limitlerinde değişiklikleri zorunlu kılacak. Mart 2024’te, Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi, yabancı ortaklarla yapılacak işlemlerin sınırını yıllık 18,1 milyar dolara çıkaran ve sözleşme sayısını ve değerini artırmayı mümkün kılan ilk askeri-teknik iş birliği teşvik yasasını kabul etti.

Silah ağları

Seul’ün savunma ürünleri yelpazesini ve iş ortaklarını çeşitlendirme hedefini doğrulayan temaslar arasında bazıları özel bir dikkati hak ediyor. 2024’ün başlarında, LIG Nex1 şirketi, Suudi Arabistan’a toplamda 3,2 milyar dolar değerinde Cheongung-II (Iron Hawk) hava savunma sistemleri tedariki için bir sözleşme imzaladı. Bu sözleşmenin ardından Birleşik Arap Emirlikleri ve Irak ile de sözleşmelerin yapılması bekleniyor. Ayrıca Riyad, büyük Polonya siparişinden etkilenmiş olmalı ki, 800 milyon dolar değerinde bir K239 Chunmoo çok namlulu roketatar sistemi (MLRS) siparişi verdi. Norveç, Filipinler ve Romanya da bu sistemle yakından ilgileniyor. K239 Chunmoo, modüler bir tasarıma sahip ve çok kalibreli bir yapıda, yani farklı tipte güdümsüz ve güdümlü 130 mm, 227 mm, 239 mm ve daha büyük mühimmatları kullanabiliyor. Koreliler, bu sistemin operasyonel-taktik füzeleri fırlatacak şekilde modifiye edilmesini de mümkün görüyor.

Ayrıca, Avustralya ile yapılan 129 K21 Redback zırhlı muharebe aracı (IFV) tedarik anlaşmasından (başlangıçta 450 araç planlanmıştı) sonra, Koreli şirket Hanwha bu aracı İtalya, Romanya ve Letonya’da da tanıtmaya başladı. Koreli silah üreticilerinin şüphesiz en büyük başarı öykülerinden biri de 8 ülkeye (Türkiye, Polonya, Hindistan, Finlandiya, Norveç, Estonya, Avustralya ve Mısır) halihazırda tedarik edilen K9 Thunder kundağı motorlu obüs. Bu araç, dünya pazarındaki bu segmentin yaklaşık yarısını elinde bulunduruyor. Dünyanın pek çok ülkesinde yeniden silahlanma için verilecek olası siparişler, Güney Kore tarafından yakından takip ediliyor ve bu süreçte kullanım ömrü verileri ve askeri yetkililerin açıklamaları dikkatle izleniyor. Ancak bazı durumlarda yabancı rakipler, Koreli firmaları ihalelerden saf dışı edebiliyor. Örneğin, Çinliler Tayland’a denizaltı ve Malezya’ya MLRS tedarikini “kapmış” durumda, ayrıca Filipin Donanması muhtemelen Fransız dizel-elektrikli denizaltılarını satın alacak (ancak Koreliler, Endonezyalı gemi yapımcılarını sürece dahil ederek hâlâ bir şansa sahip). Görünüşe göre Almanya da Norveç için ana muharebe tankı sözleşmesini almış durumda. Fakat Güney Koreli üreticiler, ülkenin liderliğinin doğrudan desteğiyle, kendi ürünlerini tanıtma konusunda son derece ısrarcı davranıyorlar.

Güney Kore savunma sanayi şirketleri, diğer rakiplerinden farklı olarak, kendi tasarımları olan ekipmanların müşterinin ülkesinde üretimini organize etmeye, ek sistemlerin ve bileşenlerin üretimini yerelleştirmeye ve yerinde bakım hizmeti ile eğitim sunmaya hazır olmalarıyla öne çıkıyor. Ayrıca, sözleşmelerin imzalanmasından ilk ürünlerin teslimine kadar geçen süre sadece birkaç ay sürüyor. Bu başarı, yükleniciler arasındaki iş dağılımının iyi organize edilmesi, iç bürokratik engellerin azaltılması ve Seul’ün ihracat taleplerini karşılamak için yerel siparişlerin bir kısmını erteleme yeteneği sayesinde gerçekleşiyor.

Yine de Koreliler, askeri-teknik alanda ileri çözümlerin ana kaynağını hâlâ ABD’de görüyorlar ve “kritik” alanlarda Çin’e bağımlı hale gelmekten kaçınmaya çalışıyorlar. Bu karar, Washington’un Pekin’i kapsamlı bir şekilde sınırlama stratejisine de uyuyor. Bu strateji, Güney Kore’yi, Amerikan sanayisinin yükünü hafifletmek ve Rusya ile Çin’i küresel silah ve askeri teçhizat pazarından çıkarmak için “resmi olarak bağımsız” bir aktör olarak kullanmayı içeriyor. Bununla birlikte, Ağustos 2023’te imzalanan Camp David Anlaşması sonrasında ABD’nin iki ana Asyalı müttefikiyle yakınlaşması göz önüne alındığında, Seul’ün yabancı ülkelerle askeri-teknik iş birliğini geliştirmesi, Amerikan dış politika araçlarına faydalı bir katkı sağlıyor. Bu durum, hegemonik gücün doğrudan müdahalede bulunmadan etkisini yaymasına olanak tanıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English