Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Gelecek yıl Irak ve Suriye’den çekilmek için alan olacak”

Yayınlanma

Çin ile Asya Pasifik’te hesaplaşmak isteyen ve Gazze savaşı öncesinde Orta Doğu’ya “ilgisini” kaybeden ABD’nin bölgedeki geleceği tartışılmaya devam ediyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede ABD’nin son Suriye büyükelçisi Robert Ford, Biden yönetiminin 2024’te Orta Doğu’daki tüm üslerinden çekilmeyeceğini ancak Irak ve Suriye’deki askeri güçlerinin geleceğinin belirsiz olduğunu söylüyor. Ford’a göre ABD güçleri Irak’tan ayrılmazsa daha fazla saldırıya maruz kalacak. Ford, bu saldırıların Washington’un askerleri Irak ve Suriye’de tutmasının temel gerekçesini zayıflatmasına rağmen Biden yönetiminin seçim döneminde Irak ya da Suriye’den asker çekmek gibi bir adım atmasının pek mümkün olmadığını düşünüyor. Ancak “Gelecek yıl, seçimlerden sonra, Biden ya da Donald Trump çekilmek için çok daha fazla siyasi alana sahip olacak.”

***

Amerika’nın Orta Doğu’da değişen hesapları

İran destekli milislerin ABD güçlerine yönelik saldırılarının çoğalması, Amerika’nın ülkeden ayrılması yönündeki baskıları artırdı.

ROBERT FORD

Biden yönetimi 2024 yılında Orta Doğu’daki tüm üslerinden çekilmeyecek, ancak Irak ve Suriye’deki askeri güçlerinin geleceği daha belirsiz.

Orta Doğu’daki 30 bin Amerikan kuvvetinin çoğu Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki üslerde bulunuyor. Amerikan Donanmasının Basra Körfezi filosu için İngiliz ordusunun 1971’de bu sulardan ayrılmasından bu yana karargâhı var.

Bahreyn karargâhı başlangıçta Sovyetlerin Körfez’e girmesini engellemeyi amaçlıyordu. Son yirmi yılda bu misyon İran’ı caydırmaya ve Arap Denizi’nde korsanlıkla mücadeleye odaklandı. Bu görevler deniz kuvvetlerinin Husilere karşı mücadelesi sona erdikten sonra da devam edecek.

Amerikalılar ayrıca Kuveyt’in 1991’de Saddam Hüseyin’den kurtarılmasından sonra kurulan iki Kuveyt üssünde de kara ve hava birlikleri bulunduruyor.

Katar’daki El Udeid hava üssü bölgedeki en büyük Amerikan üssü ve önemli bir komuta merkezi.

Amerikalılar 11 Eylül’den sonra Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki El Dafra hava üssünü kullanmaya başladılar ve Ürdün ile Suudi Arabistan’da da eğitim ve danışmanlık misyonları var. Bu Arap devletleri Amerikan varlığını memnuniyetle karşılıyor.

Washington’un İran’la ilgili kaygıları ve Çin’in bölgede artan rolü, Arap hükümetleri Amerikalılardan ayrılmalarını talep etmedikçe Washington’un bu üsleri terk etmesini pek olası kılmıyor.

Ancak Irak ve Suriye’deki Amerikan güçlerinin durumu daha zor çünkü İran destekli milislerin saldırılarının artması onlarca askerin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu ve güçlerin etkinliğini azalttı.

Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları müfettişlerinin 5 Şubat tarihli raporunda, milis saldırılarının Amerikan misyonunu Irak ve Suriye’de İslam Devleti (IŞİD) kalıntılarını takip etmek ve ortak güçleri güçlendirmek için gerekli kaynakları başka yönlere yönlendirdiğini belirtti.

Raporda Amerikalı subaylar ile yerel askeri ve siyasi figürler arasındaki toplantıların ertelendiği ya da iptal edildiği de belirtildi.

Daha olumlu bir not olarak, Şubat raporunda Amerikan istihbaratının Irak ve Suriye’de IŞİD’in “askeri olarak yenildiği” ve sadece hayatta kalmaya çalıştığı yönündeki sonucu da aktarıldı.

IŞİD “ne Suriye’de ne Irak’ta ne de yabancı devletlerde büyük ve karmaşık saldırılar gerçekleştiremiyor.” Küçük IŞİD grupları Irak ve Suriye’de hâlâ küçük pusular kurabiliyor, ancak şehirlerdeki hükümet kontrolünü tehdit etmiyorlar.

Özellikle Irak’ta IŞİD, Kerbela ve Bağdat’taki son yerel seçimleri ya da dini törenleri engelleyemedi.

Irak’taki varlığı

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak güçlerinin Irak’ta kalan IŞİD unsurlarını kontrol edebileceğini ve bu nedenle iki hükümetin uluslararası koalisyonun Irak’taki varlığına son verilmesi için müzakere etmesi gerektiğini vurguladı.

Sudani, askeri ilişkiler de dahil Washington ile ikili ilişkilerin iyi olmasını umuyor. Iraklılar F-16 savaş uçakları gibi Amerikan silahlarının bakımı için Amerika’nın teknik yardımına ihtiyaç duyuyor.

Ocak 2023’te Sudani bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, ABD güçlerinin çekilmesine ilişkin bir takviminin olmadığını söyledi. Ancak hükümetinin tavrı değişiyor.

Geçen ay Sudani’nin sözcüsü, Irak’taki Amerikan hava saldırılarını ve Amerikalılara saldıran milis liderlerine yönelik suikastları “istikrarsızlaştırıcı” ve “Irak egemenliğinin ciddi ihlali” olarak nitelendirdi.

En önemlisi, Sudani’nin yardımcıları hükümetin, Irak’ın İran ve ABD’nin hesaplaşma sahası haline gelme riskini reddettiğini vurguluyor.

Irak Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın sözcüsü Tümgeneral Yehia Rasool’un Irak’taki Amerikan hava saldırılarını sert bir dille eleştirmesi ve Amerikalıların ülkeyi terk edeceği tarihin belirlenmesi için müzakere çağrısında bulunması da dikkat çekici.

Irak ordusunun Amerikan güçlerinin geleceğiyle ilgili ikili müzakerelerdeki pozisyonu önemli çünkü Pentagon, müzakerelerin aslında Irak ordusunun yeteneklerinin Amerikalıların IŞİD’le mücadeleyi kendilerine bırakması için yeterince iyi olup olmadığına dair teknik bir değerlendirme olduğunu düşünüyor.

Rasool, 11 Şubat’ta yaptığı açıklamada tonunu yumuşatarak teknik değerlendirmenin sürdüğünü ve bunun koalisyon güçlerinde “kademeli, planlı bir azalmaya” ve ikili askeri ilişkilere geçilmesine yol açması gerektiğini belirtti.

Bu arada Kürt ve Sünni Arap siyasi figürler kamuoyu önünde çok konuşmuyor.

Ancak, Ocak 2020’de İranlı General Kasım Süleymani ve milis lideri Mehdi Ebu Mühendis’in ABD tarafından öldürülmesinin ardından Iraklı Şii İslamcılar arasında çıkan kargaşada olduğu gibi, Kürt ve Sünni Arap milletvekilleri ABD güçlerinin derhal çekilmesini talep eden özel parlamento oturumundan kaçındı.

10 Şubat’taki oturuma 329 milletvekilinden sadece 77’sinin katılmış olması, İran ve müttefiklerinin şu ana kadar Bağdat’ın Irak’taki Amerikan güçlerinin akıbetine ilişkin son sözünü etkilediğini ancak kontrol edemediğini gösteriyor.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırının ardından milis saldırılarının artmasıyla daha da zorlaşan operasyon ortamına rağmen, Biden yönetiminde ya da Kongre’de Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesi konusunun kamuoyunda bu kadar az tartışılması dikkat çekici.

Amerikalıların 2011’de Irak’tan ayrılmasından sonra IŞİD’in yükselişini hatırlayan Amerikalı yetkililer, mümkünse Irak güçlerini güçlendirmek için daha fazla zaman istiyor. Amerikalılar ayrıca milislerin saldırıları karşısında zayıf görüneceklerinden korktukları için çekilmeyi aceleye getirmek istemiyor.

Örneğin ABD, 28 Ocak’ta Ürdün’de üç askerinin öldürülmesinin ardından Irak’taki güçlerinin geleceğine ilişkin müzakereleri erteledi. Son olarak Irak’ın ısrarı üzerine iki hükümet, 11 Şubat’ta bir tur görüşme daha gerçekleştirdi.

Erbil’deki varlığı

Ancak ABD askerleri Bağdat’tan ve Irak’ın batısındaki Esad hava üssünden ayrılıp Peşmerge ile eğitim operasyonları yürüttükleri ve bir lojistik merkezi işlettikleri Irak Kürdistanı’ndaki Erbil havaalanında kalabilir mi?

Kürt Başbakan Mesrur Barzani 8 Şubat’ta Amerikan televizyon kanalı NBC’ye verdiği demeçte ABD’nin Irak’taki varlığının devamının “gerekli” olduğunu söyledi ve Erbil’in müttefiklerinden daha fazla destek beklediğini vurguladı.

Ancak Irak Anayasası’nın 110. maddesi Bağdat’taki federal hükümete dış politika ve ulusal güvenlik politikası konusunda münhasır yetki veriyor.

Dolayısıyla Bağdat’tan gelen Erbil’deki Amerikan askeri operasyonlarının sonlandırılması yönündeki talimatı görmezden gelmek Kürt Bölgesel Hükümetini yasal açıdan zor bir duruma sokacaktır.

İlginçtir ki 9 Şubat’ta Barzanilerin Kürdistan Demokratik Partisi’nden Meclis Başkan Yardımcısı Şakhwan Abdullah, Irak’taki Amerikan hava saldırılarını ve İran’ın Erbil havaalanına düzenlediği saldırıyı kınadı.

Abdullah, Bağdat hükümetinin Irak’ın ulusal egemenliğini yeniden tesis edecek diplomatik ve güvenlik adımlarını atma konusunda tam yetkiye sahip olduğunu da sözlerine ekledi.

Erbil hükümetinin şu anda memurlarına ödeme yapmak için Bağdat’taki federal hükümete bağlı olduğunu belirtmek önemli.

Ayrıca milis liderleri Amerikalıların Erbil’de kalmasına karşı çıkıyor ve Kürt Bölgesel Hükümeti, Bağdat’ın misilleme yapması ve Peşmerge ile geçmişte Kerkük çevresinde çatışan İran destekli milisler arasında gerilimin tırmanması riskini hesaplamak zorunda kalacak.

Suriye’deki varlığı

Erbil’deki Amerikan lojistik merkezi, ABD’nin Suriye’deki varlığının geleceği açısından kilit önem taşıyor. Iraklılar ABD ordusunu Erbil’den çıkarırsa, ABD güçleri de Suriye’den ayrılmak zorunda kalacak.

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Victoria Nuland, 28 Ocak’ta Ankara’da yaptığı açıklamada Pentagon’un çekilme planları yapmaya başladığına dair haberlere rağmen ABD’nin Suriye’den ayrılmayacağını vurguladı.

Askerlerin tahliyesi için askeri bir plan yapmak, çekilme yönünde siyasi bir karar almaktan çok farklı. Ancak aralık ayında Orta Doğu’dan sorumlu savunma bakan yardımcısı Dana Stroul’un istifası, ABD’nin Suriye’nin doğusundaki askeri misyonunu destekleyen güçlü bir sesi ortadan kaldırdı.

Suriye’nin doğusundan bir yetkili 10 Şubat’ta bana, Amerikalı yetkililerin kendisine askerlerin sonsuza kadar kalmayacağını söylediğini ve bunun da bir ton değişikliğine işaret ettiğini söyledi.

Amerikalılar nihayet Suriye’den çekildiklerinde ortakları, Halk Savunma Birlikleri (YPG) adlı Suriyeli Kürt milislerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) zor seçimlerle karşı karşıya kalacak.

Geçmişte YPG’yi Rusya ve Suriye Hükümeti ile taktiksel anlaşmaları kabul etmeye zorlayan Türkiye’nin YPG’ye düşmanlığı sona ermeyecek.

YPG 2019’da Ruslar ve Suriye Hükümeti ile iki anlaşma yaparak Türkiye’nin olası işgallerini caydırmak için Rusya ve Suriye hükümet güçlerinin Suriye’nin kuzeyindeki varlığını genişletti.

Bu nedenle Halep ve Haseke vilayetlerinde birçok yerde, İran yanlısı milisler de dahil Şam’a bağlı güçler YPG milis savaşçılarıyla birlikte konuşlanmış durumda.

Amerika’nın nihai çekilmesinden sonra bir tarafta YPG ve SDG, diğer tarafta Rusya ve Suriye hükümeti arasında varılacak kapsamlı bir anlaşmanın üç zor meseleyle yüzleşmesi gerekecek.

Suriye’nin doğusundaki Haseke ve Deyrezor vilayetlerinde güvenliğin geleceği şu anda yaklaşık bin Amerikan askerinin işbirliğiyle SDG tarafından kontrol ediliyor.

Suriye Arap Ordusu, terör örgütünün, gücünü yeniden inşa etmek için kurtarmak istediği on binlerce IŞİD mahkumunu ve ailelerini barındıran gözaltı kampları da dahil Suriye’nin doğusunu kontrol edecek insan gücünden yoksun.

Dolayısıyla Suriye Arap Ordusu’nun IŞİD’i kontrol altına almak için mevcut YPG ve SDG savaşçılarına ihtiyacı var. Ancak Şam ile YPG ve SDG’nin Suriye Arap Ordusu ile nasıl çalışacakları konusunda anlaşmaları gerekiyor.

İkincisi Haseke ve Deyrezor’dan elde edilen ve hem özerk yönetimin hem de Şam’ın göz diktiği küçük ama önemli petrol gelirlerinin geleceği.

Son olarak, tüm Haseke ve Deyrezor vilayetleri üzerindeki Şam otoritesi ile yerel yönetimin yetkileri arasındaki sorunun çözülmesi gerekiyor.

Geri çekilmenin dinamikleri

ABD, çekilmesi için İran’ın artan siyasi ve askeri baskısı altında.

Amerika’nın milislere karşı misillemesi, ABD güçlerinin geleceğine ilişkin müzakerelerde Sudani’nin manevra alanını giderek daraltıyor. Bu nedenle, özellikle de ikili müzakereler Amerika’nın hızlı bir şekilde ayrılmasına yol açmazsa, daha fazla milis saldırısı olacak.

Dahası, bu milis saldırıları Washington’un askerleri Irak ve Suriye’de tutmasının temel gerekçesini zayıflatıyor zira IŞİD ile mücadele ve güçlü ortak güçler oluşturma yetenekleri azalıyor.

Seçim yılında Biden’ın zaten çok zayıf olan IŞİD’e karşı marjinal fayda için Irak ve Suriye’de giderek daha riskli hale gelen bir askeri misyonu sürdürme amacıyla İran ile daha büyük bir savaş başlatmak istemesi pek olası görünmüyor.

Aynı zamanda Biden, mecbur kalmadığı halde Suriye ve Irak’tan çekildiği için Kongre’deki pek çok kişiden sert eleştiriler alacak. Gelecek yıl, seçimlerden sonra, Biden ya da Donald Trump çekilmek için çok daha fazla siyasi alana sahip olacak.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English