Amerika
Gümrük vergileri, Triffin ikilemi ve doların akıbeti

İktisatçı Michael Roberts, ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’e yönelik gümrük vergisi politikasının geri teptiğini ve ABD ekonomisine Çin’den daha fazla zarar verdiğini savunuyor. Roberts, doların küresel hakimiyetinin henüz sona ermediğini ancak ticaret açığını giderecek asıl faktörün gümrük vergileri değil, olası bir ekonomik durgunluk olacağını belirtiyor. Ayrıca, Triffin ikilemi gibi teorilerin mevcut durumu açıklamakta yetersiz kaldığını vurguluyor.
İktisatçı Michael Roberts, kişisel blog sayfasında yayımladığı makalede, ABD Başkanı Donald Trump’ın gümrük vergisi politikalarını ve bunun ABD ekonomisi ile doların geleceği üzerindeki etkilerini ele aldı.
Roberts, Trump’ın Avustralya’nın güneybatısındaki penguenlerin yaşadığı Heard ve McDonald Adaları da dahil olmak üzere dünyadaki her ülkeye uygulamayı planladığı tuhaf karşılıklı gümrük vergilerinden geri adım atmasına rağmen, ticaret savaşının bitmekten çok uzak olduğunu belirtti.
Roberts’a göre, Çin’e yönelik artırılan gümrük vergileri, ABD’nin toplam efektif gümrük vergisi oranını Trump’ın geri adım atmadan önceki seviyesinden daha yüksek bir noktada bırakıyor.
Capital Economics’ten Stephen Brown’a atıfta bulunan Roberts, Trump’ın Çin’e yüzde 125’lik gümrük vergisi vaadinin, ABD’nin efektif gümrük vergisi oranını yüzde 27’ye çıkardığını ifade etti.
‘Trump’ın geri adım atmasının nedeni tahvil piyasasındaki stres’
Roberts, Trump’ın geri adım atmasının nedenini, tahvil piyasasında görülen ve özellikle önemli miktarda ABD tahvili bulunduran risk fonları için kredi sıkışıklığına yol açabilecek ciddi stres belirtilerine bağladı.
Roberts, “Tahviller düşerse, başta ABD’deki tüm şirketlerin yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan ağır borçlu ‘zombi’ şirketler olmak üzere birçok şirket için iflaslar yaşanabilir,” uyarısında bulundu. İflasların ekonomiye yayılarak finansal bir çöküşe ve durgunluğa yol açabileceğini de ekledi.
Roberts’a göre, Trump için tek sorun bu değildi. Çin’den ithalata getirilen yüzde 125’lik gümrük vergisi artışı, Çin’de yerleşik Amerikan şirketlerinin yüksek teknolojili tüketim malları ihracatını potansiyel olarak fiyat dışı bırakıyordu.
Roberts, “Çin’den iPhone gibi ürünlerin ana ihracatçısı olan Apple gibi Amerikan şirketleri ağır darbe alacaktı. Apple’ın iPhone üretim ve montajının kabaca yüzde 90’ı Çin’de bulunuyor. Bir iPhone örneğini ele alırsak, maliyetinin yüzde 2’sinden azı telefonu yapan Çinli işçilere giderken, Apple’ın telefonlarında tahmini yüzde 58,5 brüt kâr marjı elde ettiği tahmin ediliyor,” diye belirtti.
Bu tedarik zincirini bozmanın Çin’den çok ABD’yi vuracağını ifade eden Roberts, Amerikan şirketlerinin tepkisi üzerine Trump’ın tekrar geri adım atmak zorunda kaldığını ve Çin’den yapılan tüm ABD ithalatının yüzde 22’sini oluşturan tüketici teknolojisi ürünlerinin muaf tutulduğunu kaydetti.
Çin gümrük vergilerini yüzde 125’e çıkararak ABD’ye karşılık verdi
Trump’ın gümrük vergisi öfkesinin mantıksızlığı
Roberts, Trump’ın gümrük vergisi politikasındaki tutarsızlıklara da dikkat çekti. “Trump’ın gümrük vergisi öfkesinin mantıksızlığı, iPhone ve iPad’lere giren bileşenlerin hâlâ gümrük vergisi artışına tabi olması, ancak nihai ürünün olmaması gerçeğiyle de ortaya çıkıyor,” diyen Roberts, ABD Ulusal İmalatçılar Birliği’ne göre ABD’ye ithal edilen malların yüzde 56’sının aslında imalat girdileri olduğunu ve bunların büyük kısmının Çin’den geldiğini belirtti.
Buradaki fiyat artışlarının birçok nihai ürüne yansıyacağını vurgulayan Roberts, tüketici teknolojisi ürünlerine tanınan muafiyetlerin yalnızca karşılıklı gümrük vergileri için geçerli olduğunu, karşılıklı vergilendirmeden muaf mallar da dahil olmak üzere Çin’den yapılan tüm ithalatın hâlâ ek yüzde 20’lik gümrük vergisine tabi olduğunu hatırlattı.
Ayrıca, Trump’ın yarı iletken ithalatına yönelik gümrük vergisi artışları planladığını ve bunun Apple gibi şirketleri vuracağını ekledi.
Roberts, ABD’nin Çin’den çok sayıda temel mal ithal ettiğini belirterek, 2024’te tekstil ve giyim ithalatının yüzde 24’ünün (45 milyar dolar değerinde), mobilya ithalatının yüzde 28’inin (19 milyar dolar) ve elektronik ve makine ithalatının yüzde 21’inin (206 milyar dolar) Çin’den yapıldığını aktardı.
Roberts, “Gümrük vergilerinde yüzde 100’lük bir artışın işletmeler ve tüketiciler için daha yüksek fiyatlara yol açacağı kesin görünüyor. Dolayısıyla Trump’ın gümrük vergileri Çin’e zarar vermek yerine ABD ekonomisini daha da sert vuracak,” değerlendirmesinde bulundu.
Çin’in ABD’ye ihracata bağımlılığının aslında çok az olduğunu, bunun GSYİH’sinin yüzde 3’ünden azına denk geldiğini belirten Roberts, Amerikalı tüketicilerin ve üreticilerin keskin fiyat artışlarından muzdarip olacağını ve bunun önceki gümrük vergisi programlarının deneyimi olduğunu ifade etti.
Ayrıca Roberts, bir ülkenin ithalata büyük bir gümrük vergisi artışı uyguladıktan sonra GSYİH’sinin düşme eğiliminde olduğunu ve üretim düşüşünün büyüklüğünün yıllar geçtikçe arttığını, yani uzun vadeli acının kısa vadeli acıdan daha kötü olduğunu belirtti.
Mevcut durumda ham petrol fiyatlarındaki önemli düşüşün ABD petrol üretiminin kârlılığını zaten tehlikeye attığını belirten Roberts, Çin’in gıda ve tahıl alımlarını Brezilya’ya kaydırmasıyla Amerikalı çiftçilerin dünya pazarlarında ciddi kayıplar yaşadığını vurguladı.
Roberts, “Halihazırda ABD’nin Çin’in gıda ithalatındaki payı 2016’da yüzde 20,7’den 2023’te yüzde 13,5’e düşerken, Brezilya’nın payı aynı dönemde yüzde 17,2’den yüzde 25,2’ye yükseldi. Şimdi Brezilya’nın Çin’e sığır eti satışı 2025’in ilk çeyreğinde bir önceki yıla göre üçte bir oranında artarken, ABD’nin Çin’e tarım sevkiyatları yüzde 54 oranında düştü,” dedi.
Çin’in ABD mal ihracatının yüzde 7’sini veya ABD GSYİH’sinin yüzde 0,5’ini oluşturduğunu belirten Roberts, Pantheon Macroeconomics’e göre, Çin’in agresif misillemelerinin ABD ihracatına vereceği darbenin, “karşılıklı” gümrük vergilerinin iptalinden kaynaklanacak GSYİH artışından daha ağır basacağını aktardı.
Trump ve danışmanlarının, gümrük vergisi gelirlerinin şirketlere vergi indirimleri için kullanılacağını ve böylece yatırımı artıracağını savunduğunu belirten Roberts, Tax Foundation düşünce kuruluşunun son tahminlerine göre (Trump’ın Çin ithalatına yüzde 104 vergi ile çıtayı yükseltmesinden önce), yılda ortalama yaklaşık 300 milyar dolar gelir elde edileceğini, bunun Trump’ın günde 2 milyar dolarlık iddiasından önemli ölçüde düşük olduğunu ve gümrük vergisi önlemlerinden kaynaklanan reel gelir kaybına kıyasla “devede kulak” kaldığını ifade etti.
Doların hakimiyetinin sonu mu geldi?
Finans piyasalarının son birkaç haftada kaydedilen büyük kayıpların ardından toparlanma belirtisi göstermeden gergin ve belirsiz kaldığını belirten Roberts, bunun pek çok analistin belki de dolar hakimiyeti günlerinin sona erdiğini ve Trump’ın dolarda diğer para birimlerine kıyasla kalıcı bir düşüşe ve Amerika’nın ticaret ve yatırım için istediği gibi dolar basabilme konusundaki “fahiş ayrıcalığının” sonuna neden olduğunu savunmasına yol açtığını aktardı.
Roberts, 1959’da Belçikalı-Amerikalı iktisatçı Robert Triffin’in, ABD’nin diğer ülkelerle ticaret açığı vermeye devam edip yurt dışına yatırım yapmak için sermaye ihraç ederken aynı zamanda doların gücünü sürdüremeyeceğini öngördüğünü hatırlattı.
Triffin’in, “Eğer Amerika Birleşik Devletleri açık vermeye devam ederse, dış yükümlülükleri dolarları talep üzerine altına çevirme kabiliyetini çok aşacak ve bir ‘altın ve dolar krizi’ne yol açacaktır,” dediğini aktaran Roberts, Triffin’in, para birimi diğer uluslar tarafından uluslararası ticareti desteklemek için döviz rezervi olarak tutulan küresel rezerv para birimi olan bir ülkenin, bu döviz rezervlerine yönelik dünya talebini karşılamak için dünyaya kendi para birimini sağlamak zorunda kaldığını ve bunun kalıcı bir ticaret açığı vermesine yol açtığını savunduğunu belirtti.
Triffin ikilemi ve yanlış yorumlar
Bunun yanı sıra Roberts, Triffin’in uluslararası para birimini sağlayan bir ülkenin ticarette kaybetmesi şeklindeki ikileminin, Trump’ın Beyaz Saray ekonomi danışmanı Steve Miran tarafından ele alındığını söyledi.
Miran’ın, ABD ile ticaret fazlası veren tüm ülkelerin, ticaret ve yatırım için doları sağlama “fedakarlığı” nedeniyle ABD’yi tazmin etmesi gerektiği sonucuna vardığını aktaran Roberts, Keynesyen guru Larry Summers’ın buna, “Eğer Çin bize gerçekten düşük fiyatlarla bir şeyler satmak istiyorsa ve işlem sonucunda biz güneş kolektörleri veya elektrikli arabalara koyabileceğimiz piller alıyorsak ve onlara bastığımız kağıt parçalarını gönderiyorsak. Bunun bizim için iyi bir anlaşma mı yoksa kötü bir anlaşma mı olduğunu düşünüyorsunuz?” sözleriyle karşılık verdiğini belirtti.
Summers’ın devamında, günün sonunda kimin daha fazla “aldatıldığı” sorusunu sorduğunu aktardı: Çok düşük fiyatlarla, bıçak sırtı marjlarla mal üreterek zor işi yapan taraf mı, yoksa tüm bunları ödemek için neredeyse sonsuz miktarda itibari para basan taraf mı?
Roberts, hem Triffin hem de Miran’ın hikayeyi tersten anlattığını savundu. Roberts, “ABD, on yıllardır ucuz ithalat yapabildi ve bunu yapmak için ticaret açığı verdi çünkü ABD’ye ihracat yapan ülkeler ödeme olarak dolar almayı ve hatta bu dolarları ABD devlet tahvillerine veya diğer dolar araçlarına geri yatırmayı kabul ettiler,” yorumunu yaptı.
Ticaret fazlası veren ülkelerin ABD’ye açık ‘dayatmadığını’; sadece ABD ihracatçılarının en azından mal ticaretinde (ABD hizmet ticaretinde büyük bir fazla veriyor) rekabet edemediğini belirten Roberts, şans eseri ABD şirketleri ve tüketicileri için, fazla veren ülkelerin şimdiye kadar ödeme olarak dolar kabul ettiğini ifade etti.
Roberts, “Eğer etmeselerdi, o zaman ABD ekonomisi —uluslararası kabul görmüş bir para birimi olmayan dünyanın birçok yoksul ülkesi gibi— gerçek zorluk içinde olurdu ve doları devalüe etmek ve/veya daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanmak zorunda kalırdı,” diye ekledi.
Roberts, kapitalizm altında ekonomiler arasında her zaman ticaret ve sermaye dengesizlikleri olduğunu, bunun nedeninin daha verimli üreticinin daha az verimli olana açık “dayatması” olmadığını, kapitalizmin dengesiz ve bileşik bir gelişme sistemi olduğunu, daha düşük maliyetli ulusal ekonomilerin uluslararası ticarette daha az verimli olanlardan değer kazanabildiğini belirtti.
Roberts’a göre, ABD’li kapitalistleri asıl endişelendiren şey, fazla veren ülkelerin onları dolar basmaya zorlaması değil, Çin’in ABD ile arasındaki üretkenlik ve teknoloji farkını kapatıyor olması ve dolayısıyla ABD’nin ekonomik hakimiyetini tehdit etmesi.
Buna rağmen, bazı ana akım iktisatçıların Miran’ın gülünç argümanını ve Triffin yanılgısını kabul ettiğini belirten Roberts, şu anda çok popüler olan Çin merkezli iktisatçı Michael Pettis’in bunlardan biri olduğunu söyledi.
Pettis’in, Çin gibi ülkelerin “kendi imalatını sübvanse etmek için iç talebi bastırdıkları” ve böylece ortaya çıkan imalat ticaret fazlasının “ticaret ve sermaye hesapları üzerinde çok daha az kontrol uygulayan ortakları tarafından emilmeye zorlandığı” için ticaret fazlaları oluşturduğunu savunduğunu aktaran Roberts, yani ticaret dengesizliklerinin nedeninin ABD imalatının Asya ve hatta Avrupa’ya kıyasla dünya pazarlarında rekabet edememesi değil, Çin’in (veya yakın zamana kadar Almanya’nın) hatası olduğunu belirttiğini ifade etti.
Roberts, dünya yönetişimi ve para birimleri konusunda uluslararası işbirliği olmadığını varsayarak, Pettis’in Miran ile aynı fikirde olduğunu belirtti:
“ABD, şu anda yaptığı gibi, yurt dışındaki politika çarpıklıklarını karşılama rolünü tersine çevirmek için tek taraflı hareket etmekte haklıdır. En etkili yol muhtemelen, fazla veren ülkelerin ABD varlıkları edinerek fazlalarını dengeleme yeteneklerini sınırlayan ABD sermaye hesabına kontroller uygulamak olacaktır.”
Çin, beyaz kitabını yayımladı: ‘Tek taraflılık ve korumacılık ilişkilere zarar veriyor’
Komşuyu zarara sokma politikası
Roberts, bunun özünde, Çin’in ihracat avantajını zayıflatmak ve ABD’yi güçlendirmek için doların değerini düşürmenin başka bir yolu, yani kılık değiştirmiş bir ‘komşuyu zarara sokma’ politikası olduğunu savundu.
Miran ve Pettis’in, Nixon’ın 1971’de doları altın standardından çıkararak (ABD rezerv para birimi rolü, dönemin ABD Hazine Bakanı John Connally’nin 1971’de dolar-altın standardının sona erdiğini duyurduğunda AB maliye bakanlarına “Dolar bizim paramız ama sizin sorununuz,” demesini teşvik etmişti) ve ABD’nin benzer şekilde 1985’te Japonya gibi fazla veren ülkeleri faiz oranlarını artırmaya ve yen’i güçlendirmeye zorlayarak Japon ihracatını azaltan sözde Plaza Accord ile yaptığı gibi doların değerini düşürmeye yönelik bir politika sunduğunu belirtti.
Roberts’a göre, şimdi Çin’in ihracat ve imalat başarısının cevabı görünüşe göre dolar varlıklarını silmek ve doları zayıflatmak.
Ancak Roberts, bu politikanın işe yaramayacağını savundu. “Bu politika, 1970’lerde veya 1980’lerde ABD imalat sektörünü kurtarmadı. Kârlılık keskin bir şekilde düştükçe, ABD’li üreticiler ucuz işgücü ekonomilerinde daha iyi kârlılık bulmak için yurt dışına yerleşti,” diyen Roberts, bu sefer dolar zayıflarsa, yurt içi enflasyonun daha da artacağını (1970’lerde olduğu gibi) ve ABD’li üreticilerin eve dönüp yatırım yapmak yerine, gümrük vergisi olsun ya da olmasın, yurt dışında başka yerler bulmaya çalışacağını belirtti.
Doların diğer para birimlerine karşı değer kaybetmesi durumunda, Çin, Japonya ve Avrupa gibi dolar sahiplerinin alternatif para birimi varlıkları arayacağını da ekledi.
Doların hakimiyeti ve BRICS
Roberts, bunun dolar hakimiyetinin bittiği ve çok kutuplu, çok para birimli bir dünyada olduğumuz anlamına gelip gelmediği sorusunu gündeme getirdi.
Soldaki bazılarının bu eğilimi desteklediğini belirten Roberts, ancak doların uluslararası rolünün çökertilmesinden önce gidilecek uzun bir yol olduğunu ifade etti.
Alternatif para birimlerinin de güvenli bir bahis gibi görünmediğini, zira tüm ekonomilerin rekabet etmek için para birimlerini ucuz tutmaya çalıştığını ve finans piyasalarında altına hücumun nedeninin bu olduğunu belirtti.
BRICS ülkelerinin ABD dolarının yerini alacak durumda olmadığını savunan Roberts, bunun, ABD emperyalizminin hedeflerine bir miktar direnç göstermek dışında çok az ortak noktası olan, çeşitli ekonomilerden ve siyasi kurumlardan oluşan gevşek bir gruplaşma olduğunu söyledi.
Roberts, doların çöktüğüne dair tüm bahislerin aksine, gerçekliğin, Trump’ın zikzaklarına rağmen doların diğer ticari para birimlerine karşı tarihsel olarak hala güçlü olduğu olduğunu belirtti.
‘Ticaret açığını durgunluk bitirecek’
Diğer yandan Roberts, ABD ticaret açığını bitirecek olanın ABD ithalatına uygulanan gümrük vergileri veya ABD’ye yapılan yabancı yatırımlara yönelik kontroller değil, bir durgunluk olduğunu savundu.
Roberts, “Durgunluk, tüketici ve üretici alımlarında ve yatırımlarında keskin bir düşüş anlamına gelir ve dolayısıyla ithalatta bir düşüşe neden olur. ABD ekonomisi ne zaman bir durgunluk içinde olsa (aşağıdaki grafikte gri alanlar), ithalat keskin bir şekilde düşerken ticaret açığı daralır veya ortadan kalkar, dolar ise güçlenir,” ifadesini kullandı.
Roberts, 2025’in ikinci çeyreğine girerken ABD ekonomisinin aşağı yönlü seyrettiğini dile getirerek Atlanta Fed’in altın alımları hariç tutulduğunda, 2025’in ilk çeyreğinde reel GSYİH’de yüzde 0,3’lük bir düşüş öngördüğünü, ancak iç talebin hala yılda yüzde 2 ile yavaş büyüdüğünü aktardı.
Ancak bunun, gümrük vergilerinin fiyatları ve üretimi vurmasından önce olduğunu belirten Roberts, yatırım bankası Goldman Sachs’ın gümrük vergilerinin ardından bu yıl ABD’de yüzde 45 resesyon olasılığı gördüğünü (tüm yıl için yüzde 0,5 GSYİH büyüme tahmini ile) ifade etti.
Daha önce, gümrük vergisi çılgınlığından önce, GS’nin ABD için yüzde 2,5 GSYİH büyümesiyle “başka bir sağlam büyüme yılı” öngördüğünü hatırlattı.
Roberts, mart ayında ekonomi yavaşlarken ve tüketiciler alımlarını azaltırken ABD enflasyonunun düştüğünü, ancak büyük olasılıkla enflasyonun bu yılın ikinci yarısında ekonomi daha da gerilerken tekrar yükseleceğini belirtti.
Roberts, durumu “stagflasyondan slumpflasyona (durgunluk içinde enflasyon)” olarak nitelendirdi.
Amerika
Pentagon, transseksüel askerleri tespit edecek

ABD ordusu ve Pentagon, transseksüel askerleri nasıl bulup tespit edeceklerini ve ordudan uzaklaştırmak için nasıl bir yol izleyeceklerini 30 gün içinde belirlemek zorunda.
Bu zorlu görev, askerlerin kendi kendilerini ihbar etmelerine veya meslektaşlarını ispiyonlamalarına bağlı olabilir.
Pentagon’un Çarşamba günü geç saatlerde bir davaya yanıt olarak sunduğu bir notun ardından perşembe günü Savunma Bakanlığı yetkililerine gönderilen bir memoranda, ordunun 26 Mart’a kadar “cinsiyet disforisi” (cinsel kimlik bozukluğu) teşhisi konulan veya tedavi gören askerleri tespit etmek için prosedürler oluşturması emredildi.
Ardından, bu askerleri ordudan uzaklaştırmaya başlamak için 30 gün süreleri olacak.
Bu emir, Başkan Donald Trump’un göreve başladıktan kısa bir süre sonra imzaladığı, transseksüel bireylerin orduda hizmet etmesini yasaklamaya yönelik adımları belirleyen başkanlık kararnamesini genişletiyor. Bu kararname mahkemede itiraz edilmişti.
Üst düzey bir savunma yetkilisi perşembe günü, şu anda aktif görevde, Ulusal Muhafız ve Yedek Kuvvetlerde “cinsiyet disforisi” teşhisi konulan yaklaşık 4.200 asker olduğunu düşündüklerini söyledi.
Personel meselelerini tartışmak için ismini vermek istemeyen yetkili, 2015 ile 2024 yılları arasında psikoterapi, cinsiyet kimliğini doğrulayan hormon tedavisi, cinsiyet kimliğini doğrulayan ameliyatlar ve diğer tedaviler için toplam maliyetin yaklaşık 52 milyon dolar olduğunu söyledi.
Amerikan ordusunda yaklaşık 2,1 milyon asker görev yapıyor.
Trump ve Savunma Bakanı Pete Hegseth, tıbbi durumlarının askeri standartlara uymadığını savunarak onları ortadan kaldırmak için çalışıyor.
Personel müsteşarı Darin Selnick, yeni notunda, “Cinsiyet disforisi tanısı almış, geçmişi olan veya buna uygun semptomlar gösteren bireylerin tıbbi, cerrahi ve ruh sağlığı kısıtlamaları, askerlik hizmeti için gerekli olan yüksek zihinsel ve fiziksel standartlarla bağdaşmamaktadır,” dedi.
Memorandumda, “ordunun ölümcüllüğü ve bütünlüğünün”, transseksüel personelin kendilerini tanımladıkları cinsiyete geçiş sürecinde yaşadıklarıyla “uyumsuz” olduğu iddia ediliyor ve cinsiyetin “değişmez, bir kişinin hayatı boyunca sabit” olduğu belirtiliyor.
Trump’ın başkanlık kararnamesine karşı dava açan altı transseksüel askerin avukatları, mahkeme dosyalarında, bu kararnamenin transseksüel kişilere karşı açıkça “düşmanlık” ifade ettiğini ve onları “eşit olmayan ve gereksiz” olarak nitelendirerek, diğer askerlerin ve halkın gözünde onları aşağıladığını savundu.
İnsan Hakları Kampanyası’nın hukuk işlerinden sorumlu başkan yardımcısı Sarah Warbelow, yeni politikanın askerleri zor durumda bıraktığını ve transseksüel askerleri kendilerini ifşa etmeye zorladığını söyledi.
Warbellow, “Birdenbire kendinizi ifşa etmek zorunda kalacaksınız. Diğer insanlar sizi ifşa etmek zorunda kalacak. Eğer orduda transseksüel olduğunuzu bilen bir en iyi arkadaşınız varsa, bu yeni yönergeye göre, o arkadaşınız, eğer transseksüel bir kadınsanız, bugünden itibaren size [erkek kişi zamiri] ‘o’ ve ‘efendim’ diye hitap etmek zorunda kalacak,” dedi.
Askerler, “arkadaşlarının güvenliği ile doğrudan emirlere uymamak arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor” diyen Warbelow, transseksüel askerlerin, kendilerini ifşa etmemeleri halinde cezalandırılabileceklerini bildikleri için kendilerini ifşa etme baskısı hissedebileceklerini de sözlerine ekledi.
Perşembe günü, ABD yetkilileri, ilk rakamlara göre Donanmada yaklaşık 600, Kara Kuvvetlerinde 300 ila 500 ve Deniz Piyadelerinde 50’den az transseksüel askerin hızlı bir şekilde tespit edilebileceğini söyledi. Yetkililer, bireylerin örneğin belgelenmiş tıbbi tedavilerle tespit edilebileceğini ve bu sayının muhtemelen artacağını kabul etti.
Fakat yetkililer, bazı askerlerin geçiş sürecinden sonra orduya katılmış olabileceği ve kendilerini tanımlayabilecek tıbbi veya cerrahi işlemlerden geçmemiş olabileceği için ilk rakamların gerçek toplam rakamların altında olabileceğini belirtti.
Yetkililer ayrıca, kayıtlardan neyi ayırt edebilecekleri ve neyi rapor edebilecekleri konusunda sağlık gizliliği yasalarıyla sınırlı olabilecekleri konusunda uyarıda bulundu.
LGBT konularını araştıran Palm Center tarafından 2018 yılında yapılan bağımsız bir araştırmada, 2 milyondan fazla askerin arasında tahmini 14.000 transseksüel asker olduğu tahmin edildi.
Pentagon’un yeni politikası iki istisna öngörüyor: Askere alınmak isteyen transseksüel personel, savaş faaliyetlerini doğrudan desteklediğini vaka bazında kanıtlayabilirse veya cinsiyet disforisi teşhisi konmuş mevcut bir asker, belirli bir savaş ihtiyacını desteklediğini ve kimlikle özdeşleştirdiği cinsiyete geçiş yapmadığını kanıtlayabilir ve 36 ay boyunca “klinik olarak önemli bir sıkıntı yaşamadan” biyolojik cinsiyetinde istikrarlı olduğunu kanıtlayabilirse.
Cinsiyet disforisi, bir kişinin biyolojik cinsiyeti ile cinsiyet kimliği uyuşmadığında ortaya çıkıyor.
Muafiyet verilmesi durumunda, başvuru sahibi tuvaletler, yatakhaneler ve hatta “efendim” veya “hanımefendi” gibi resmi hitaplarda sadece biyolojik cinsiyetinin tanınması gibi bir durumla karşı karşıya kalacak.
Warbelow, transseksüel askerlerin, askerlik hizmetlerini etkileyebilecek herhangi bir adım atmadan önce, ordudan ve komutanlarından ek açıklama beklemeleri gerektiğini söyledi ve devam eden davaların bu politikayı etkileyebileceğini de belirtti.
Amerika
Kokainin yasallaşmasını savunan Kolombiya liderine bağımlılık suçlaması

Kolombiya eski Dışişleri Bakanı Álvaro Leyva, ülkenin Devlet Başkanı Gustavo Petro’yu uyuşturucu bağımlısı olmakla suçladı. Leyva, suçlamasını Petro’nun Haziran 2023’teki Paris ziyareti sırasında iki gün boyunca ‘kaybolmasına’ dayandırırken, Petro daha önce yaptığı açıklamada tek bağımlılığının kahve olduğunu belirtmişti.
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, ülkenin eski Dışişleri Bakanı Álvaro Leyva tarafından uyuşturucu bağımlısı olmakla suçlandı.
Leyva’nın suçlaması, Petro’nun kısa süre önce kokain satışının yasallaştırılması çağrısı yapmasının ardından geldi.
Petro, kokainin “viskiden daha kötü olmadığını” ve “şarap gibi” talep göreceğini savunmuştu.
Petro’nun kendisi ise daha önce tek bağımlılığının kahve olduğunu söylemişti.
Levya’ya göre, bu suçlamanın temelinde Petro’nun Haziran 2023’te Kolombiya heyetinin Fransa’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında Paris’te iki gün boyunca “kaybolması” yatıyor.
Financial Times gazetesinin aktardığına göre eski Dışişleri Bakanı, X platformunda yayımladığı açık mektupta, “İşte Paris’te uyuşturucu sorunlarınız olduğunu doğrulayabildim. Maalesef iyileşmeniz gerçekleşmedi,” diye yazdı.
Hangi uyuşturucudan bahsettiğini belirtmeyen Leyva, Ağustos 2022’den itibaren yaklaşık iki yıl boyunca Petro’nun ilk dışişleri bakanı olarak görev yapmıştı.
Mektubunda, “Çok sık yalnızlık, endişe, depresyon ve üstesinden gelmesi zor diğer durumlar yaşadığınız iyi biliniyor,” ifadelerini kullandı.
Daha önce, Kasım 2023’te araştırmacı gazeteci María Jimena Duzán, Petro’nun “sık sık ortadan kaybolmasının” gizli tutmak istediği bir bağımlılıktan kaynaklandığını yazmıştı.
Petro, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Tek bağımlılığım sabahları içtiğim kahve,” diye yanıt vermişti.
Devlet Başkanı, önemli toplantılara sık sık geç kalması veya katılmaması, hatta bazen günlerce kamuoyunun gözünden kaybolmasıyla biliniyor.
Şubat ayında Petro, ülkede kokain satışının yasallaştırılması çağrısı yaparak, kokainin “viskiden hiçbir farkı olmadığını” ve “şarap gibi” talep göreceğini belirtmişti.
Bundan önce, Kolombiya İçişleri Bakanı Armando Benedetti de kendi uyuşturucu bağımlılığıyla mücadelesini anlatmıştı.
Kolombiya, dünyanın en büyük kokain üreticisi ve Petro’nun devlet başkanlığı döneminde bu uyuşturucunun üretim hacimleri son yirmi yılın en yüksek seviyesine ulaştı.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi istatistiklerine göre, 2023 yılında Kolombiya’da 2 bin 664 ton saf kokain üretildi (bir önceki yıla göre yüzde 53 artış).
Ülkede kokain yapımında kullanılan koka bitkisinin ekim alanı 253 bin hektara yükselerek neredeyse Lüksemburg’un yüzölçümüne ulaştı.
Petro, Ağustos 2022’de devlet başkanlığı görevine başladı. Sol ve merkez sol siyasi güçleri bir araya getiren “Kolombiya İçin Tarihi Pakt” ittifakından aday olan Petro, ikinci tur seçimlerini az farkla kazanmıştı.
Amerika
Apple, ABD’de satılan tüm iPhone’ların montajını Hindistan’a kaydırmayı planlıyor

Konu hakkında bilgi sahibi kişilere göre, Başkan Donald Trump’ın ticaret savaşı teknoloji devini Çin’den uzaklaşmaya zorlarken Apple, ABD’de satılan tüm iPhone’ların montajını gelecek yıl itibariyle Hindistan’a kaydırmayı planlıyor.
Apple’ın tedarik zincirini çeşitlendirme stratejisine dayanan bu hamle, Financial Times’ın haberine göre, yatırımcıların takdir ettiğinden daha ileri ve hızlı bir şekilde ilerliyor. 2026 yılı sonuna kadar ABD’de yılda satılan 60 milyondan fazla iPhone’un tamamının Hindistan’dan tedarik edilmesi hedefleniyor.
Bu hedef, Apple’ın 3 trilyon dolarlık bir teknoloji devi haline gelmesini sağlayan dünya çapında bir üretim hattı oluşturmak için Çin’de büyük harcamalar yaptığı neredeyse yirmi yılın ardından, Hindistan’daki iPhone üretiminin iki katına çıkarılması anlamına geliyor.
Apple’ın iPhone’larının çoğunu Foxconn gibi üçüncü taraflar aracılığıyla ürettiği Çin, ABD başkanının en agresif vergilerine maruz kaldı, ancak Washington o zamandan beri Pekin ile müzakere etmeye istekli olduğunun sinyalini verdi.
Trump’ın Apple’ın piyasa değerinden 700 milyar dolar silen gümrük vergisi açıklamalarının ardından şirket, Çin’e uygulanan daha yüksek gümrük vergilerinden kaçınmak için Hindistan’da üretilen mevcut iPhone’ları ABD’ye ihraç etmek için acele etti.
Apple son yıllarda Hindistan’da fason üreticiler Tata Electronics ve Foxconn ile istikrarlı bir şekilde kapasite geliştiriyor, ancak akıllı telefonlarının çoğunu hala Çin’de monte ediyor.
Üretim sürecinin son adımı olan iPhone montajı, Apple’ın hala büyük ölçüde Çinli tedarikçilere bağımlı olduğu yüzlerce bileşeni bir araya getiriyor.
Trump başlangıçta Çin’den yapılan ithalata yüzde 100’ün üzerinde “karşılıklı” gümrük vergisi uygulanacağını duyurmuş, ancak daha sonra akıllı telefonlar için geçici bir erteleme önermişti. Bu cihazlar hala Çin’den yapılan tüm ithalat için geçerli olan %20’lik ayrı bir orana tabi.
Hindistan’a yüzde 26’lık sözde karşılıklı bir tarife uygulandı, ancak Yeni Delhi ABD ile ikili bir ticaret anlaşması için bastırırken bu uygulamaya ara verildi. Bu hafta Hindistan’ı ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı JD Vance iki ülkenin “çok iyi ilerleme” kaydettiğini söyledi.
International Data Corporation’a göre ABD, Apple’ın 2024 yılındaki 232,1 milyon küresel iPhone sevkiyatının yaklaşık yüzde 28’ini oluşturuyor.
Apple’ın ABD’den gelen tüm siparişleri karşılamak için Hindistan’daki kapasitesini daha da artırması gerekecek.
Geçen yıl iPhone üreticisi Hindistan’daki üretimini artırmaya çalışırken Foxconn ve Tata Çin’den önceden monte edilmiş bileşen setleri ithal etmeye başladı.
Futurum Group araştırma şirketinin CEO’su Daniel Newman, “Bunun Apple’ın büyümesini ve ivmesini sürdürebilmesi için önemli bir hamle olacağına inanıyoruz,” dedi. “Bu kaynaklara sahip bir şirketin tarife riskini ele almak için nasıl görece ışık hızında hareket ettiğini gerçek zamanlı olarak görüyoruz” diye ekledi.
Yatırımcılar Trump’ın gümrük vergisi planlarının etkisini anlamaya çalışırken Apple önümüzdeki hafta üç aylık kazançlarını açıklayacak. Şirket, kazançlar konusunda kesin bir rehberlik sunmuyor ve tarifeleri tartışmaktan kaçınıyor.
İcra Kurulu Başkanı Tim Cook, ocak ayında başkanın yemin törenine katıldığından beri Trump ve yönetimiyle düzenli temas halinde.
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’da savaşa hazırlık tam gaz: Fransız askeri haritacılar Romanya’da ne arıyor?
-
Söyleşi2 hafta önce
Çin uluslararası sistemi nasıl değerlendiriyor? Şanghay, Hangzhou ve Pekin’den akademisyenlerle özel söyleşi
-
Görüş2 hafta önce
İran-ABD müzakereleri: Maskat görüşmesi ne anlama geliyor?
-
Ortadoğu1 hafta önce
“Suriye ve İsrail normalleşmeye hazırlanıyor” iddiası
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trump’ın anti-sosyal devleti
-
Dünya Basını2 hafta önce
FT: Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Beyaz Saray’da “İran” çekişmesi
-
Görüş1 hafta önce
ABD’nin İran’a baskısı: Yay gerildi ama henüz tam çekilmedi