Bizi Takip Edin

AMERİKA

Hindistan’ın nükleer enerji için Rusya’ya bağımlılığı ABD’yi endişelendiriyor

Yayınlanma

Hindistan’ın askeri teçhizat ve teknoloji için uzun süredir Rusya’ya bağımlı olmasından rahatsız olan Washington, bu durumu dengeleyebilmek için çeşitli anlaşmalar yoluyla Hindistan’ın askeri pazarındaki Rusya hakimiyetini azaltma peşinde.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin, Haziran ayında ABD’ye yaptığı ziyarette Joe Biden ile görüşmesi sırasında ABD yapımı savaş uçağı motorlarının ortak üretimi, 31 silahlı insansız hava aracı satışı ve Hindistan’ın ABD liderliğindeki Ay’a tekrar astronot göndermek için başlatılan Artemis projesine katılımı da dahil olmak üzere çok sayıda anlaşma yapmıştı.

Rusya’dan Hindistan’a askeri ithalat yavaş yavaş azalırken, ABD ise son on yılda rolünü genişletmeye çalışıyor.

Ancak Washington, Yeni Delhi ile özellikle nükleer işbirliği yapmak istiyor.

Biden ve Modi görüşmesi sonrası yapılan açıklamada, “Liderler, Nuclear Power Corporation of India Limited ile Westinghouse Electric Company arasında Hindistan’da altı nükleer reaktörün inşası için devam eden müzakerelere dikkat çekti” ifadeleri kullanılmıştı.

Hindistan’ın ABD ile ilişkilerinde Rus silahları faktörü

Hindistan’ın nükleer enerji serüveni

Nükleer enerjiyi ilk kullanan ülkeler arasında yer alan Hindistan, bağımsızlıktan sadece bir yıl sonra, 1948’de Atom Enerjisi Yasasını çıkardı ve nükleer enerji araştırma ve geliştirmeye başladı. Ülke ilk olarak General Electric tarafından yapılan küçük reaktörleri piyasaya sürdü ve 1969’da nükleer santralleri işletmeye başlayan ilk Asya ülkesi oldu.

Başlangıçta Hindistan nükleer enerjiyi yalnızca barışçıl amaçlarla kullansa da  sınır anlaşmazlıkları yaşadığı Çin’e karşı 1974’te bir nükleer deneme yaptı.

Yaptırımlar nedeniyle teknoloji ve ekipman kesintiye uğradığından, Hindistan nükleer teknolojiyi kendi başına geliştirmek zorunda kaldı. Ülke, 1998’de ikinci bir nükleer deneme yaparak uluslararası tepkilere ve yaptırımlara rağmen kendisini nükleer güç ilan etti.

1971’de Hindistan ve Sovyetler Birliği, fiili bir askeri ittifak olan Hint-Sovyet Barış, Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı imzaladı. Batı yaptırımlarına rağmen, iki ülke 1988’de 1 milyon kW’lık bir nükleer santral inşa etmeyi kabul etti.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya, 2002 yılında iki reaktörün inşasına başlama anlaşmasını devraldı. Reaktörler sırasıyla 2014 ve 2017’de faaliyete geçti.

Hindistan’ın toplam üretimi 7,48 milyon kW olan 23 reaktörü çalışıyor. Reaktörlerin çoğu, 200.000 kW’lık bir çıkışla Hindistan yapımıdır.

Hindistan, her ikisi de Rus yapımı olan ve toplam üretimin yaklaşık %30’unu oluşturan yalnızca iki büyük reaktöre sahip. İnşası devam eden 10 reaktörden Rus yapımı dört reaktör, 8 milyon kW’lık üretimin yarısını oluşturacak.

Nükleer santraller şu anda Hindistan’ın enerji üretiminin yaklaşık %2’sini oluşturuyor, ancak ülkenin nüfusu ve ekonomisi büyüdükçe elektrik kesintileri ciddi bir sorun haline geldi.

Ayrıca Hindistan, 2070 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonu elde etme sözü verdi. Bu nedenle, ülkenin ek nükleer santraller inşa etmeden elektrik kesintileriyle başa çıkması zor olacağından, Rusya’nın işbirliği Hindistan için umut veriyor.

2008’de ABD devreye girdi

Ülke diğer yandan, 2008’de ABD ile ve 2018’de Fransa ile işbirliği yapmak için harekete geçti, ancak Nükleer Hasar için Hukuki Sorumluluk Yasası nedeniyle planlar gerçekleşmedi.

Hindistan Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasını (NPT) veya Kapsamlı Nükleer Testleri Yasaklama Anlaşmasını (CTBT) imzalamasa da, ABD 2008’de bir nükleer anlaşma imzalayarak Hindistan’ın fiili bir nükleer güç olduğunu kabul etti ve Hindistan’a özel muamele göstermek için, ilgili silahların ihracatını engelleyerek nükleer silahların yayılmasını kontrol etmeyi amaçlayan nükleer tedarikçi ülkelerden oluşan ulusötesi bir kuruluş olan Nükleer Tedarikçiler Grubu’na sordu. Bu da, ABD’nin Hindistan’a nükleer ihracatını mümkün kıldı.

Ancak Rusya hala Hindistan’ın nükleer enerji üretiminde kritik rolde.

Bu durumu dengelemeye çalışan Biden, Modi ile yaptığı zirvede, jet motorlarının ortak üretimine başlandığını duyurdu. Bu, Washington’un Hindistan’ı, Yeni Delhi’nin silahlarının %60’ını tedarik ettiği ülke olan Rusya’dan çevirme niyetinin bir göstergesi olarak yorumlandı.

Savaş’ta ABD’nin Pakistan’ı desteklemesi Rusya’ya itti

Pek çok Hintli askeri yetkili ve planlamacının, özellikle de Soğuk Savaş döneminde reşit olanların, Amerika’nın 1971’de Hindistan ile olan savaşı sırasında Pakistan’ın yanında yer alma kararından rahatsız olduğu ifade ediliyor.

Hindistan’ın eski Rusya büyükelçisi D.B. Venkatesh Verma, o dönemi şöyle anlatıyor: “Amerikalılar bizim Sovyet yanlısı olduğumuzu hissettikleri için Hindistan-ABD ilişkilerinde kayıp bir otuz yıl oldu. Sovyetlere döndük çünkü bize sunulan hiçbir şey yoktu.”

Verma ayrıca, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Hindistan yeni ticari ilişkiler kurmaya hevesliyken, Hindistan’ın nükleer silah kapasitesini geliştirme hırsıyla ilgili endişeler nedeniyle ABD’nin askeri teçhizat sağlama konusunda isteksiz kaldığını söyledi.

2008’de Hindistan ve ABD’nin nükleer güç konusunda koordineli hareket ettiği nükleer anlaşma, Hindistan ile ABD arasındaki ilişkilerde önemli bir dönüm noktası olarak sunuluyor.

AMERİKA

ABD’de seçim günü: Para konuşur

Yayınlanma

ABD’de aylardır süren seçim maratonu bugün büyük oranda sona erecek.

Cumhuriyetçi aday Donald Trump ile Demokrat aday Kamal Harris arasında geçen seçimlerde bir de “görünmeyen aday” vardı: Para.

Kâr amacı gütmeyen kuruluş OpenSecrets’a göre bugün oylanacak başkanlık ve Kongre kampanyalarına toplamda 15,9 milyar dolar aktarıldı.

Karşılaştırmak gerekirse, 2020 kampanyaları 15,1 milyar dolar, 2016 kampanyaları ise 6,5 milyar dolar (enflasyona göre ayarlanmamış) toplamıştı.

11.000’den fazla Siyasi Eylem Komitesi (PAC) ve diğer siyasi gruplar bu seçimin rekor harcamalarının finanse edilmesine yardımcı oldu.

Bağışların neredeyse üçte ikisi milyarderlerden yüklü miktarda para alan sadece 100 gruptan geldi.

400’den fazla Amerikalı en az 1 milyon dolar bağışta bulundu ki bu rakam 2004 seçimlerinde 23 kişiydi.

Bu yıl, zenginler her iki partiye ve adaya da yöneldi, fakat daha fazla para Demokrat adaya gitti.

Forbes’un verilerine göre, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i destekleyen 83 milyarder varken, eski Başkan Donald Trump’a 52 milyarder arka çıktı.

Kampanya komiteleri ve seçim çalışmalarını destekleyen PAC’ler arasında ise Kamala Harris yine önde. Michael Bloomberg, Bill Gates, Melinda French Gates, Laurene Powell Jobs, Reed Hastings ve Dustin Moskovitz gibi zengin bağışçıların yardımıyla Demokrat aday kampanyası için 1,6 milyar dolar topladı.

Trump ise 1,1 milyar dolar toplarken, bu miktarın beşte biri Elon Musk ve bu seçimin en büyük bireysel bağışçısı olan bankacılık devi Timothy Mellon’dan geldi. Eski başkan ayrıca Las Vegas Sands Corp’un çoğunluk sahibi Miriam Adelson’dan da 100 milyon doların üzerinde bağış aldı.

Perspektif vermesi açısından, Kanada’nın 2021’deki son federal seçim kampanyaları sadece 69 milyon dolara mal olmuştu (enflasyona göre ayarlanmış).

Wall Street Journal’a göre benzer şekilde, Birleşik Krallık ve Almanya’daki seçimlerde kişi başına harcanan para ABD’dekinin kırkta biri kadar.

Pew Research’e göre her 10 Amerikalıdan 8’i paranın ABD seçimleri üzerinde çok fazla etkisi olduğunu düşünüyor.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD’de seçim günü: Süreç nasıl işliyor?

Yayınlanma

Bugün tüm dünyada büyük bir ilgiyle beklenen ABD başkanlık seçimleri yapılıyor. Siyasetçiler ve uzmanlar, bugünün yalnızca Amerika’nın değil, tüm dünya düzeninin geleceğini etkileyeceğine inanıyor. Ancak seçim günü, bu uzun soluklu seçim sürecinin yalnızca bir aşaması; hatta sürecin sonu bile değil.

ABD’de başkanlık seçimleri, kasım ayının ilk salı günü yapılan ana oylamanın çok öncesinde başlıyor ve oylar sayıldıktan sonra bile aylarca sürebilen bir süreç.

ABD’de başkanlık seçimlerinin dolaylı bir seçim olduğu bilinir: 538 üyeden oluşan Seçiciler Kurulu’nda yüzde 50’den fazla oy alan, yani en az 270 oya ulaşan aday Beyaz Saray’ın başına geçer. Bu sistem, halk oyuyla kazananın başkan olmasını şart koşmaz.

“Dolaylı seçim” terimi kafa karışıklığına yol açabilir ve sanki ABD vatandaşları sürecin dışında bırakılmış gibi görünebilir. Fakat gerçekte, Amerikalılar bu sürecin doğrudan içinde. Başkanlık yarışı, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin ön seçimleriyle ocak veya şubat ayı gibi erken bir tarihte başlar.

Bu dönemde, Oval Ofis’e talip politikacılar, partilerinin desteğini kazanmak için yarışır. Her eyalette yapılan bu ön seçimlerde Amerikalılar, ülkenin iki büyük partisinin başkan adaylarını doğrudan belirleme sürecine katılır.

Ön seçimlerde en sert rekabet, görevdeki başkanın iki dönem görev yapmış ve yeniden aday olma hakkını kaybetmiş olduğu yıllarda yaşanır. Örneğin, 2016’da pek çok siyasetçi başkanlık hırsıyla ortaya çıkarak partilerinin desteğini almak için yoğun bir mücadele vermişti. Görevdeki başkanın yeniden aday olduğu yıllarda ise en çok ilgi, muhalefetin ön seçimlerine odaklanır. Bu durumda, muhalefetin adayları, seçmenlere kendilerinin başkanı devirebilecek kişi olduğuna ikna etmeye çalışır.

2024 yılı ön seçimleri, bu rekabetin farklı bir versiyonunu sundu. Demokrat Parti, Joe Biden’ı ikinci dönem aday gösterirken, Cumhuriyetçilerde ise eski Başkan Donald Trump öne çıktı. Trump, parti içindeki gücü sayesinde diğer adayları hızlıca saf dışı bıraktı.

Bu yılın ön seçimlerinde, temmuz sonunda Demokratlar sürpriz bir değişiklik yaparak, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i aday gösterdi. Joe Biden’ın sağlık durumu ve yaşı nedeniyle seçimi kazanamayacağı endişesiyle yapılan bu hamle, Demokrat seçmenlerin desteğini büyük ölçüde kazandı.

Sonuç olarak, görevdeki Başkan Yardımcısı Harris ve eski Başkan Trump, bugün kıyasıya bir final mücadelesine girişiyor.

2024’te rekor erken katılım

2024 seçimlerinde dikkat çeken bir diğer nokta ise rekor düzeyde erken oylama katılımı oldu. Koronavirüs pandemisi sırasında, 2020’de yüzde 66’sı erken oy kullanarak bir rekora imza atmıştı. Bu yıl, daha fazla Amerikalı seçmenin sandık başına gitmesi bekleniyor.

1 Kasım itibariyle, 66 milyon kişi oyunu kullanmış durumda ve bunların yüzde 53‘ü şahsen, yüzde 47’si ise posta yoluyla oy kullandı. Bu rakam, 2020 seçimlerinde 154 milyon seçmenin katılım gösterdiği rekor oranının yüzde 40’ını temsil ediyor.

Erken oylamada, başkanlık yarışının sonucunu belirleyebilecek kritik eyaletlerdeki yüksek katılım da dikkat çekiyor. Bu eyaletlerdeki seçmenlerin yoğun katılımı, seçim sonuçları hakkında ipucu arayan stratejistlerin ve uzmanların ilgisini çekiyor.

ABD’deki başkanlık seçimleri dolaylı bir seçim sistemine dayanır ve bunun en doğrudan sonucu “salıncak eyaletler” olgusu. ABD’nin kurucu babaları, ülkenin ilk federasyon yapısını oluştururken, her eyaletin yönetim belirleme sürecinde özel bir rol oynaması gerektiği konusunda hemfikirdi.

Böylelikle hem küçük eyaletlerin seçim sonucuna etki edebilmesi sağlanmış hem de büyük eyaletlerin baskın iradesinin diğer eyaletleri gölgede bırakmasının önüne geçildi.

Bu kapsamda Seçiciler Kurulu tasarlandı ve 538 üyeden oluşan bu organ, eyaletlerin ABD Kongresi’ndeki temsil oranına göre belirli sayıda seçmenden oluşuyor. Temsilciler Meclisi’ndeki sandalye sayısı eyalet nüfusuna göre dağıtılırken, Senato’da her eyalete iki sandalye verilerek bu oran dengelendi. Örneğin, Kaliforniya 54 seçmene sahipken, Alaska sadece 3 seçmenle temsil ediliyor. Columbia’da ise 3 seçmen hakkı tanınıyor.

Seçmenlerin, eyaletlerinde hangi adaya oy vereceği halk oylaması ile belirlenir. Çoğu eyalette “kazanan hepsini alır” ilkesi uygulanır; bu da bir adayın, eyalet halk oylamasını kazanması halinde tüm seçmen oylarını aldığı anlamına gelir.

Fakat Maine ve Nebraska gibi eyaletlerde daha orantılı bir sistem mevcut. Seçim sonuçlarının öngörülemez olduğu ve her iki adayın oy farkını kapatma mücadelesi verdiği bu kararsız eyaletlerde, başkanlık yarışının kaderi belirlenir. 2024 yılı itibariyle Wisconsin, Michigan, Pennsylvania, Georgia, Kuzey Carolina, Arizona ve Nevada gibi eyaletler bu kritik konumda yer alıyor.

ABD seçimlerinin karmaşıklığı yalnızca oy verme günü ile sınırlı değil. Oy sayımı tamamlandığında, hangi adayın önde olduğu genel hatlarıyla netleşse de Seçiciler Kurulu yaklaşık bir buçuk ay sonra, 17 Aralık’ta toplanarak oylama yapar. Bu süreçte, eyaletlerin seçmenleri yasal olarak halk oylamasını kazanan adaya oy vermeye zorlanmaz; yanlış oyu kullanan seçmenler ise en fazla 1000 dolar cezaya tabi tutulur.

Fakat bu tür durumlar çok nadir ve Seçiciler Kurulu halk iradesine saygı gösterir. Örneğin, 2016 seçimlerinde “yanlış” oy kullanan yalnızca on civarında seçmen vardı ve sonuç üzerinde bir etkisi olmadı.

Seçim süreci burada da sona ermez. 6 Ocak’ta Kongre’de, başkanlık yarışının resmi olarak onaylandığı bir oturum düzenlenir ve yeni başkan ile başkan yardımcısının görevi devralması 20 Ocak’ta yemin töreni ile gerçekleşir.

Seçim sonuçları çoğu kez çarşamba sabahı netleşir ve Seçiciler Kurulu oylaması ya da Kongre onayı formalite haline gelir.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein

Yayınlanma

ABD’de hem siyaset alanı hem de seçimler her zaman iki parti ve iki aday arasında geçiyor gibi görünse de, modern zamanlarda kimi zaman “üçüncü/bağımsız adaylar” da önemli roller oynadıları.

Modern Amerikan tarihinde bu “üçüncü adayların” en mahiri ve meşhuru, siyasi kariyerine bir Demokrat olarak başladıktan sonra sendikal alanda faaliyet yürüten ve ünlü Pullman Grevini örgütleyen, Eugene V. Debs’ti. Pullman Grevi o kadar etkili olmuş ve egemen sınıflar arasında panik yaratmıştı ki, dönemin ABD Başkanı Grover Cleveland onlarca eyalette yüz binlerce işçinin katıldığı grevi ordu ile bastırmış ve Debs’i hapse attırmıştı.

İşte o Debs, Amerika Sosyalist Partisi’nin başkan adayı olarak beş seçime katılmış, 1912 seçimlerinde yüzde 6 oy almıştı. Debs’in, I. Dünya Savaşı’na ABD’nin katılmaması için yürüttüğü savaş karşıtı faaliyet nedeniyle de 1918’de 10 yıl hapis cezasına çarptırıldığını hatırlatalım.

Üçüncü kez başkan adayı

2024 seçimlerinde üçüncü kez başkan adayı olan Yeşil Partili Jill Stein da “üçüncü aday” geleneğini sürdürüyor.

İlk kez 2012’de başkan adayı olan Stein, o seçimlerde oyların %0,4’ünü almıştı. 2016’da ise oyların %1,6’sını elde etti. Son anketlerde %1,5 ila 2 arasında değişen oy oranlarına sahip görünen Stein, özellikle Gazze savaşına karşı tutumu nedeniyle Arap-Müslüman seçmenlerin önemli bir desteğine sahip görünüyor.

Massachusettsli bir hekim olan Stein, son güncellemelere göre Arizona, California, Florida, Louisiana, Michigan, Minnesota, New Jersey, North Carolina, Ohio, Pennsylvania, Teksas, Washington, West Virginia, Montana, Utah, Nevada, Alaska, Arkansas, Wisconsin, Tennessee, Maine, Maryland ve Missouri’de de oy pusulasında yer alacak. Yeşil Parti ise Mississippi, Güney Carolina ve Hawaii’de oy pusulasında yer alıyor.

Stein’ın bazı eyaletlerde, Yeşil Parti’nin ise diğer eyaletlerde oy pusulasında yer almasının nedeni oy pusulasına erişim prosedürleri.

Stein’ın kampanya yöneticisi Jason Call yaz aylarında Newsweek’e yaptığı açıklamada, “Yeşil Parti’nin oy pusulasına otomatik erişiminin olmadığı eyaletlerde dilekçe vermek zorunda kaldık. Bazı durumlarda Yeşil Parti adayı olarak dilekçe verebiliyorduk, bazılarında ise bağımsız olarak dilekçe vermemiz gerekiyordu,” dedi.

Stein’ın kampanyası, tüm prosedürler tamamlandığında Washington DC dahil 40 oy pusulasına sahip olmayı beklediklerini söylemişlerdi.

Son kampanya verilerine göre Stein Nevada, Oklahoma, Kuzey Dakota, Güney Dakota ve Indiana’da pusulada yer almayacak.

Stein ve Yeşil Parti’nin programı

Stein partisinin barışın, çevresel eylemlerin ve Yeni Yeşil Mutabakat’ın (New Green Deal) partisi olduğunu söylüyor.

Pittsburgh’da CBS’e konuşan Stein, “Havamızı zehirleyen hidrolik kırılma gibi şeyler yaşıyoruz. Özellikle Pittsburgh’da ciddi hava kalitesi sorunlarımız var. Hükümetimiz, her iki siyasi parti, hem Kamala Harris hem de Donald Trump, şu anda Bibi Netanyahu tarafından yürütülen bu sonsuz savaşa bağlılık sözü veriyor ve vergilerimizin çoğu bu sonsuz savaş makinesine gidiyor,” dedi.

Çevre ve barış gibi birbirine bağlı konuların kendisini Trump ve Harris’ten ayırdığını savunan Stein, oy pusulasında kendisinin Trump ve Harris’e karşı bir alternatif olduğunu belirtiyor.

Stein, tüm yeni hidrolik kırma işlemlerine derhal son vereceklerini ve ardından hidrolik kırma işlemlerini durduracaklarını söylüyor. Yeşil Parti adayı, “İdeal olarak önümüzdeki on yıl boyunca [hidrolik kırılmayı] aşamalı olarak durduracağız,” diyor.

Ukrayna ve Gazze savaşlarına son verme çağrısı

Ukrayna ve Filistin’deki savaşlar söz konusu olduğunda her ikisini de sona erdirmek istediğini kaydeden Stein, Ukrayna konusunda ABD’yi NATO’nun nükleer silahlarını Rusya’nın sınırlarına yerleştirmekle ve Rus tepkisini kışkırtmakla suçluyor.

Çözüm olarak “müzakere ve diplomasi” öneren Yeşil Parti adayı, ABD’nin bunu reddettiğini ileri sürerken, “Rusya müzakere etmeye hazırken biz müzakere etmeyi reddettik,” ifadelerini kullanıyor.

Stein, İsrail’in Filistinlilere yönelik savaşında acil bir ateşkesi desteklemek için Amerikan kaynaklarını kullanmaya istekli tek başkan adayının kendisi olduğunu söylüyor.

Stein, “Biz çok farklı olurduk. Telefonu elime alır ve Bibi Netanyahu’ya hemen bir ateşkese ihtiyacımız olduğunu söylerdim. Aslında Amerikan halkının ezici bir çoğunlukla desteklediği şey de budur çünkü Gazze halkına yönelik bu soykırım saldırısına tanık olmak yıkıcıdır,” diyor.

İsrail’e silahları ABD’nin sağladığını ekleyen Stein, “Diplomatik koruma sağlıyoruz. Bunun sona ermesinin zamanı geldi. Eğer sona ermezse, eğer burada uluslararası hukuka uymazsanız, siz uyana kadar tüm yardımları keseceğiz,” vaadinde bulunuyor.

Demokratlardan Stein’a “oyları bölme” suçlaması

Siyasi açıdan bazıları Stein’ı, Kamala Harris’ten oy alarak Donald Trump’ın 2016’da olduğu gibi bu yıl da kritik eyalet Pennsylvania’yı kazanmasını sağlayan bir “oyunbozan” olarak nitelendiriyor.

Örneğin New York’tan Demokrat Kongre üyesi Alexandria Ocasio-Cortez Yeşi Parti’nin “ciddi olmadığı” eleştirisini dile getiriyor. Ocasio-Cortez geçen ay Instagram’da yaptığı paylaşımda, “Tek yaptığınız dört yılda bir ortaya çıkıp haklı olarak kızgın olan insanlarla konuşmak, ama bunu yapmak için dört yılda bir ortaya çıkıyorsunuz, ciddi değilsiniz. Bana göre bu gerçekçi değil. Bu yağmacılık olarak algılanıyor,” demişti.

Stein buna karşı çıkıyor. Stein, “Soykırım karşıtlarının oyları Kamala Harris’ten alınmıyor. O zaten onları kaybetti,” diyor.

Avrupalı Yeşiller, ABD’li Yeşillere karşı

Öte yandan Avrupalı Yeşil partiler, bir çağrı yayınlayarak Stein’ın yarıştan çekilerek Kamala Harris’e destek olmasını istediler.

Avrupalı Yeşiller, “Kamala Harris’in Donald Trump’ı ve onun antidemokratik, otoriter politikalarını Beyaz Saray’dan engelleyebilecek tek aday olduğu konusunda netiz,” diye yazdılar.

ABD’li Yeşiller ise cevap olarak, Avrupalı Yeşillerin “yoğun partizan saldırganlık, karalama, yanlış bilgilendirme ve Demokrat Partinin konuşma noktalarını” tekrarladığını söylüyor.

Ayrıca ABD Yeşillerinin iki ana adaydan herhangi birine oy vermek istemeyen kişilerden destek aldığını öne sürüyorlar.

Yeşil Parti, “Avrupalı Yeşiller ABD seçimlerinde istedikleri kişiyi destekleyebilirler, ancak biz onları pozisyonlarımızı ve seçimlere katılımımızı anlamak için bizimle doğrudan iletişim kurmaya ve sözde oyları bölme faktörünü ortadan kaldıracak olan başkan için sıralı seçim oylaması (RCV) yoluyla ulusal bir halk oylaması talebimizi desteklemeye davet ediyoruz,” diyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English