Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İran, Orta Asya ülkeleri için “parya”dan “kilit ülkeye” nasıl dönüştü

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale Rusya’ya uygulanan yaptırımlar nedeniyle Rusya üzerinden geleneksel ticaret yollarını kullanmakta sıkıntı yaşayan Orta Asya ülkelerinin yönünü İran’a dönme sürecine ışık tutuyor:  

***

Orta Asya devletleri bölgesel transit koridorlarını genişletmek için gözlerini İran’a çeviriyor

Bruce Pannier

Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan hükümetleri 1991’in sonlarında bağımsızlıklarını kazandıkları ilk günlerden bu yana Orta Asya’nın doğu-batı ve kuzey-güney ticareti için önemli bir transit merkezi olma potansiyelini göstermek için haritayı işaret ettiler.

Bu potansiyeli hayata geçirmek o kadar da kolay olmadı.

Çin, Orta Asya kaynaklarını (petrol, doğal gaz ve mineraller) Çin’e getirecek altyapının inşasına yardımcı olma konusunda istekliydi ve bu da Orta Asya ticaretini doğuya açtı.

Hazar Denizi üzerinden geçen deniz yolu, kargo Azerbaycan’a ulaştığında bir darboğazla karşılaşıyor. Güney Kafkasya’dan Karadeniz’e ya da Türkiye’ye sadece birkaç karayolu ve demiryolunun geçmesi, Orta Asya’dan gelen malların bu koridor üzerinden batıya doğru taşınmasını kısıtlıyor.

Batıdaki ülkelerle ticaret yapma isteğinin yanı sıra Orta Asya uzun zamandır Hindistan, Orta Doğu ve doğu Afrika’daki pazarlara erişmek için güneye giden yolları açmak istiyor. Ancak on yıllardır Afganistan’daki istikrarsızlık ve ağır yaptırımlara maruz kalan İran’ın bölge ötesi ticaret koridorlarına dahil edilmesiyle ilgili siyasi sorunlar bunu imkânsız kılıyordu.

Rusya’nın Şubat 2022’nin sonlarında Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı işgalini başlatması, Orta Asya devletlerini ve diğerlerini İran’ın transit ülke olarak potansiyel rolünü yeniden gözden geçirmeye sevk etti. İki yıldan biraz daha uzun bir süre içinde Orta Asya’nın İran’a bakışı uluslararası parya konumundan kârlı ticaret yollarının kilit halkasına dönüştü.

Sorunlu ilişkiler

Beş Orta Asya devletindeki hükümet sistemleri, farklı derecelerde de olsa, hala Sovyetler Birliği’ni model alıyor. Bugün bile, çöküşünden 30 yıldan fazla bir süre sonra, Orta Asya hükümetlerindeki üst düzey yetkililerin çoğu, siyasi kariyerlerine Sovyet döneminde başladı. Sovyet ateist geçmişinden gelen yetkililer için en büyük korkulardan biri İslami esintili bir isyanla devrilmek. İran’ın teokrasisi, Orta Asya’daki çoğu insanın inandığı Sünni İslam’ın aksine Şii İslam’a dayansa da Afganistan’da Taliban tarafından uygulanan Sünni İslam’ın köktenci Deobandi biçimi gibi Orta Asya hükümetleri için tehlikeli bir model.

Buna ek olarak, bağımsızlıktan sonra on yıldan fazla bir süre boyunca Orta Asya devletlerinin çoğu ABD ile daha yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. İlk başlarda ABD, eski sömürge efendisi Rusya tarafından olası bir yeniden entegrasyona karşı koruma sağlayarak bir denge unsuru olarak hizmet etti. 11 Eylül’den sonra ABD, komşu Afganistan’da Taliban’ı deviren dünya gücü haline geldi. Orta Asya hükümetlerinin çoğu 1990’ların sonlarında Taliban’a düşmanca davrandı, özellikle de Özbekistan ve Tacikistan hükümetleri Afganistan’ın kuzeyindeki Taliban karşıtı Özbek ve Tacik güçlerini destekledi, Taliban da buna 1999 ve 2000 yazlarında Kırgızistan ve Özbekistan’ın bazı bölgelerine saldıran Orta Asyalı bir militan grubu barındırarak karşılık verdi.

Orta Asya hükümetlerinin bu yıllarda İran ile güçlü bağlar kurmaya hevesli olmamaları şaşırtıcı değil. Eski Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov 1995 yılında ABD’nin İran’a uyguladığı ticari ambargoyu destekleyecek kadar ileri gitti. Halkın çoğunluğunun ve Tacik dilinin Farsça kökenli olduğu Tacikistan’da bile İran’la ilişkiler zaman zaman buz gibi oldu.

İran Tacikistan’da yeni bir hidroelektrik santralinin inşasına ve ülkenin kuzey ve güney bölgelerini birbirine bağlayan önemli bir otoyolun bazı bölümlerinin yapımına yardım etti. Ayrıca İran’ın kuzey komşusu Türkmenistan’dan gaz ihraç etmek için iki gaz boru hattı inşa edildi ve Kazakistan ile İran arasında bir petrol takas anlaşması yapıldı. Ancak genel olarak İran ile Orta Asya arasında 30 yıl boyunca çok az etkileşim oldu.

Şubat 2022 sonrası

Batılı ülkelerin 2022’de Ukrayna’yı işgal ettiği için Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar, Orta Asya’nın durumunu büyük ölçüde değiştirdi. Bağımsızlıklarından 2022’nin başına kadar Orta Asya, kısmen Hazar Denizi üzerinden deniz ticaret yollarının açılmasındaki yavaş ilerleme nedeniyle, Türkiye ve Avrupa ile ticaret için ağırlıklı olarak Rusya üzerinden geçen karayolu ve demiryolu ağlarına bağımlı olmaya devam etti.

Bu ticaret aniden tehdit altına girdi ve Orta Asya hükümetleri alternatif arayışına başladı.

Mayıs 2022’nin sonunda Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman Tahran’ı ziyaret etti, onu bir sonraki ay Türkmenistan Cumhurbaşkanı Serdar Berdimuhammedov ve Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev izledi.

Rahman’ın ziyareti, Tacikistan yetkililerinin, İran’ı 1992-97 iç savaşı sırasında ve sonrasında Orta Asya ülkesindeki siyasi suikastların arkasında olmakla suçladığı Ağustos 2017’den bu yana İran-Tacikistan ilişkilerinin durgun olması nedeniyle önemliydi.

Türkmenistan Devlet Başkanı’nın ziyareti, Ocak 2017’de Türkmenistan’ın, İran’ın itiraz ettiği 10 yıllık gaz ödemeleri borcunu gerekçe göstererek İran’a gaz ihracatını durdurmasıyla başlayan sürtüşmenin onarılmasına yardımcı oldu.

Tokayev’in ziyareti, bir hafta önce Kazakistan’ın kuzeydoğusundan yola çıkan ve yeni güzergahın deneme seferinde Türkiye’ye mal taşıyan bir yük treninin Tahran’a varışıyla aynı zamana denk geldi. Söz konusu demiryolunun Kazakistan’dan Türkiye’ye ulaşması yaklaşık 12 gün sürüyor.

Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev Haziran 2023’te İran’a gitti; bu, 20 yıl aradan sonra bir Özbekistan cumhurbaşkanının ülkeye yaptığı ilk ziyaretti.

Tüm bu ziyaretlerin gündeminde Orta Asya ile Türkiye arasında, daha genel anlamda Çin ile Avrupa Birliği arasında ulaşım ve transit konusu üst sıralarda yer aldı.

Haziran 2022’de Kazakistan’dan gelen yük trenini, birkaç ay sonra farklı bir rotada ilerleyen başka bir tren takip etti. Tacikistan, ilk yük treninin Tacikistan’ın güneyindeki Kulob istasyonundan ayrılmasıyla 19 Ekim 2022’de Özbekistan, Türkmenistan ve İran üzerinden Çin’den Türkiye’ye çok modlu rotasını başlattı. Bu çok modlu rota Duşanbe’den Çin’e karayoluyla bağlanıyor.

Rus birlikleri Şubat 2022’nin sonlarında topluca Ukrayna’ya girdiğinde bu ticaret yolları zaten yapım aşamasındaydı ve tamamlanmak üzereydi, projeler İran’ı doğu-batı ticaret koridorlarını genişletme planlarına dahil etme kapısını açmış gibi görünüyordu.

Kazakistan Başbakan Yardımcısı Serik Jumangarin ve Özbekistanlı mevkidaşı Cemşit Hocayev’in Temmuz 2023’te bir araya geldiği toplantıda, İran’dan Çin’e uzanan çok modlu güzergâh hakkında görüşmeler yapıldı. Ağustos ayında Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan cumhurbaşkanları, ülkeleri ve İran üzerinden ticaret ve transit koridorlarını içeren görüşmeler için Aşkabat’ta bir araya geldi.

Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Türkiye ve İran’dan ulaştırma bakanlıkları temsilcileri, karayolu ve demiryolu kullanımının artırılmasını görüşmek üzere Ekim 2023 sonunda bir araya geldi.

Buna ek olarak, Çin-Kırgızistan-Özbekistan (CKU) demiryolu projesi 25 yılı aşkın bir süredir devam eden tartışmalar ve planlamaların ardından nihayet ilerliyor. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın üye olduğu ve Türkmenistan’ın da bu yıl içinde statüsünü gözlemcilikten tam üyeliğe yükseltmesi beklenen Türk Devletleri Teşkilatı Örgütü (TDT), CKU demiryolunu İran üzerinden Türkiye’ye uzanan ulaşım ve transit koridorlarına bağlamayı tartışıyor. CKU’nun açılması Çin’den Türkiye’ye seyahat süresini sekiz güne kadar kısaltacak.

Kuzey-güney ticaret koridorunun geliştirilmesi

Orta Asya ülkeleri otuz yıldır Hindistan’a giden ticaret yolları arıyor. Hindistan’a Afganistan üzerinden 2022’den bu yana karayoluyla yük taşınması ve Hindistan’dan mal sevkiyatı için Pakistan limanlarının kullanılmasıyla bazı geçici ilerlemeler kaydedildi. Ancak, Afganistan’daki zayıf karayolu ağı ve demiryolu eksikliği ile Pakistan ve Hindistan arasında malların taşınmasına yönelik kısıtlamalar nedeniyle hacimler mütevazı kalıyor.

12 Temmuz 2022’de, Kazakistan’dan Türkiye’ye giden trenin Tahran’a varmasının üzerinden bir ay geçmeden Rusya’dan inşaat malzemeleri taşıyan bir tren Türkmenistan-İran sınırındaki Sarakahs istasyonuna vardı. Bu tren İran’ın Basra Körfezi’ndeki limanı Bender Abbas’a devam etti ve burada kargo bir gemiye yüklenerek Hindistan’a götürüldü.

Özbekistan da Hindistan’a giden rotaya katılmaya ilgi gösterdi. Eylül 2022’de Yatırım ve Dış Ticaret Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCAP) temsilcileriyle Özbekistan’dan Türkmenistan, İran ve Basra Körfezi’ndeki Çabahar limanı üzerinden Hindistan’a uzanan bir ulaşım koridorunun geliştirilmesini görüşmek üzere bir toplantı düzenledi. Ocak 2023’te Özbekistan kuzey-güney ticaret koridorunu kullanırken Hindistan’dan gelen susam tohumu sevkiyatı İran, Türkmenistan ve Özbekistan’dan geçerek Kazakistan’ın Almatı kentindeki alıcılara ulaşıyordu. Hindistan’ın Mundra kentinden Almatı’ya yapılan yolculuk 20 gün sürdü.

İran ve Özbekistan, Bender Abbas ve Çabahar’da ortak bir lojistik merkezi kurulması ve Özbekistanlı işletmelerin her iki limanda terminal ve depolama tesislerinin inşasında yer alması için anlaşmalar imzaladı.

İran Orta Asya ülkelerine Bender Abbas ve Çabahar limanlarını kullanmayı teklif ediyor. Tahran, 2023 yılının başlarında Kırgızistan’a, Çin’den Orta Asya üzerinden İran’a ve daha ileride Hindistan, Orta Doğu ve Doğu Afrika’ya uzanan ticaret yollarına katılması için teşvik olarak bu limanların kullanılmasını teklif etti.

Mayıs 2024’te India Ports Global Ltd. şirketi Çabahar limanını geliştirmek ve işletmek için 10 yıllık bir sözleşme imzaladı; bu da tesisin kullanımını Hindistan ile ticaret yapmak isteyen Orta Asya ülkeleri için daha da cazip hale getirecekt.

Sonuç

Rusya üzerinden geleneksel ticaret yollarının kullanılmasına yönelik siyasi sınırlamalar, Orta Asya hükümetlerini nihayet ve enerjik bir şekilde alternatifler aramaya zorladı. Asya Kalkınma Bankası’nın Orta Asya Bölgesel Ekonomik İşbirliği (CAREC), Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Rotası (TITR) veya Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) gibi rotalar zaten mevcuttu ancak Orta Asya devletleri için ikincil önemdeydi. Şimdi ise bu koridorlar Orta Asya için hayati önem taşıyor ancak bu güzergahlardan azami fayda sağlamak için İran’ın da dahil olması gerekiyor.

İran’ın bu katılımı, Batılı ülkeler tarafından hoş karşılanmayabilir ancak ABD ve Avrupa, Orta Asya’nın Rusya üzerinden batıya giden ticaret yollarını kesiyor ve Hazar ötesi rotalar Rus koridorunun yerini almak için hala yetersiz.

Ayrıca Orta Asya’dan İran’a uzanan güzergahlar Çin, Türkiye ve Arap ülkelerinin güçlü desteğine sahip, dolayısıyla Orta Asya ülkeleri, Batılı ülkelerin itiraz etmesi halinde bu ülkelerin desteğine güvenebilirler.

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun Kongre’deki içi boş ‘zaferi’

Yayınlanma

İsrail Başbakanı ABD Kongresi’ndeki tartışmalı konuşmasını yaptı. Dakikalarca ayakta alkışlanan konuşması İsrailliler için ne ifade ediyor? Aşağıda çevirisini okuyacağınız köşe yazısı bu soruya yanıt vermeye çalışıyor:

***

Netanyahu’nun Kongre’deki İçi Boş ‘Zaferi’ Lafta Kazanıyor, Savaşta Kaybediyor

Hasbara klişeleri, boş vaatler, coşkulu Cumhuriyetçiler: Netanyahu’nun konuşması savaş zamanı gerçekliğinden ve İsraillilerden kopuktu.

Anshel Pfeffer

Benzion Netanyahu’nun istediği olsaydı ve eşi Cila tarafından 1948’in sonlarında Kudüs’e dönmeye zorlanmak yerine ailesini New York’ta tutabilseydi, Binyamin Netanyahu orada doğacaktı. Belki de siyasete atılacak ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk Yahudi başkanı olacaktı. Çarşamba akşamı bu paralel evrene bir bakış attık.

Netanyahu’nun Kongre’nin ortak toplantısındaki konuşması, başlangıçta salondaki seçkin konukların tanınması ve sondaki “Tanrı Amerika Birleşik Devletleri’ni korusun” ile tamamlanan, başkanlık ulusa sesleniş konuşmasının titizlikle taklit edilmesiydi.

Ancak Netanyahu ABD’de doğmadı. O İsrail’in Başbakanı ve rekor kıran dördüncü konuşmasının 52 dakikasının hiçbir yerinde (evet, en başta kendisine bu onurun kaç kez verildiğinden bahsetmeyi ihmal etmedi) İsrail’i içinde bulunduğu trajik çıkmazdan nasıl kurtarmayı planladığına dair en ufak bir ipucu bile yoktu.

Netanyahu, çoğunluğu Cumhuriyetçi olan coşkulu izleyiciler tarafından 52 kez ayakta alkışlanmış olabilir ancak Washington’un yerlilerini bu denli etkileyen söylemi, ülkesinde kendisini izleyen İsrailliler için hiçbir şey ifade etmiyordu.

Konuşmasının ilk yarısı 7 Ekim’de İsrail askerlerinin kahramanlık hikayelerine ve Hamas’ın o günkü vahşetinin çarpıcı ayrıntılarına ayrılmıştı. Ancak bu anlatımda eksik olan çok şey vardı. Ülkesini 15 yıl boyunca yönetmiş bir Başbakanın stratejik hesaplarının o gün nasıl çöktüğüne dair hiçbir şey yoktu. Hamas’ın istediği zaman rehineleri öldürmesine ve kaçırmasına izin veren başarısızlıklar hakkında hiçbir şey yoktu. Ya da bir soruşturma komisyonu kurmayı reddetmesi hakkında.

O, 7 Ekim’de savaşan IDF askerlerini “boyun eğmeyen, yılmayan, korkmayan” askerler olarak övdü ve elbette IDF’yi temsil etmek üzere getirilen askerler Etiyopyalı-İsrailli bir paraşütçü ve Bedevi bir başçavuştu. Netanyahu’nun bariz gösterişine rağmen bu askerler gerçekten de takdire şayan. Ancak o gün yıkıma uğrayan kibbutz topluluklarından herhangi biriyle görüşme cesaretini henüz toplayamadı.

Eski rehine Noa Argamani’nin çektiği çileden bahsetti; izleyiciler arasında rahatsız bir şekilde dururken Sara Netanyahu onu bir koluyla kavradı ve diğer koluyla sevdi. İki koltuk ötede, Miami’deki zengin, vergi mükellefleri tarafından sübvanse edilen sürgününden günübirlik bir geziye çıkmış, yüzü gülen bir serseri olan oğlu Yair duruyordu. Babasının konuşması için vitrin süsü olarak getirilen cesur askerlerle hiçbir ortak yanı olmayan 33 yaşındaki İsrailli.

Her yerinde Netanyahu yazan bir konuşmaydı. Onun defalarca kullandığı eski hasbara klişeleri, Larry King’den aldığı ve sadık kaldığı ipucu olan klişe şaka ve Yahudi ayeti. Ancak bu Netanyahu’nun olağanüstü derecede uzak olduğu bir gerçeklikle ilgili bir konuşmaydı. Hamas’tan bahsederken “7 Ekim’i tekrar ve tekrar ve tekrar gerçekleştirecekler. Bugün size yemin ederim ki bunun olmasına asla izin vermeyeceğim” dedi ve izleyen ve Bibi’ye tapan gittikçe küçülen tarikatın üyesi olmayan her İsrailli o anda kendi kendine “ama zaten yaptın!” dedi.

Salonda bazı aksaklıklar ve protestocular vardı. Rehine ailelerin yedi üyesi Kongre Binası Polisi tarafından dışarı çıkmaya zorlandı. Bu küçük düşürücü durum, Netanyahu’nun onlara sevdiklerini kurtarmak için “şu anda çabaların sürdüğüne” dair boş bir sözden başka bir şey vermemesiyle daha da arttı.

Yaklaşık 10 aydır bu vaatleri duyuyorlar ve gerçeği biliyorlar. Netanyahu’nun Kasım ayındaki ilk rehine kurtarma anlaşmasına karşı çıktığını ve bunun gerçekleşmesi için Başkan Joe Biden’ın tüm baskısını kullandığını ve son birkaç ayı aşırı sağcı koalisyon ortaklarının baskısı altında başka bir anlaşmayı geciktirerek ve engelleyerek geçirdiğini.

Konuşmadan önce çevresi, Gazze’nin ve bölgenin geleceği için bir “vizyon” sunacağı bilgisini verdi. Nihayetinde bu vizyon “askerden arındırılmış ve radikalizmden arındırılmış” bir Gazze’den ibaretti. Ultra-Ortodoks ortaklarını, çocuklarına matematik öğretmeleri konusunda bile ikna edemeyen Netanyahu’nun, “Yahudilerden nefret etmemeyi öğrenmesi gereken yeni bir nesil” yetiştirme planı tam olarak net değildi, ancak o, İsrail ile “ılımlı” Arap ülkeleri arasında bir “İbrahim İttifakı” hakkındaki bir sonraki slogan turuna çoktan geçmişti. Ancak bir kez daha, bu ittifakın ilk koşulu olan “iki devletli çözüm” kelimelerini bile ağzına almasına izin vermeyen koalisyonundan bahsetmeyi unuttu.

Netanyahu için bu bir zaferdi. Kendisi için bir anlam ifade eden her şeyi elde ettiği bir gündü. Ancak İsrailliler hiçbir şey elde edemedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English