Ortadoğu
İran-Suud normalleşmesinde Çin etkisi: İsrail’de “ABD ittifakı” sorgulanıyor

İran ile Suudi Arabistan’ın Çin arabuluculuğunda normalleşme adımları atması İsrail’de endişeyle takip ediliyor. Tel Aviv yönetimi gayri resmî açıklamalarla hem kendinden önceki hükümeti hem de ABD’yi suçlarken İsrail basını Çin’in bölgede artan ağırlığına dikkat çekiyor: “Bunun, Amerika ile ittifakı bölgedeki konumunu doğrudan etkileyen İsrail’e yansımaları olacak.”
İran ile Suudi Arabistan, 7 yıl aradan sonra Çin arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması konusunda anlaşmaya vardığını duyurdu. Anlaşma, İran’ı varoluşsal tehdit olarak gören ve ABD’nin desteğiyle Tahran’a karşı bölge ülkeleriyle ittifak kurmayı öncelikli hedef olarak belirleyen İsrail’de büyük hayal kırıklığı yarattı.
İsrail resmî kurumları anlaşmaya karşı sessizliği tercih ederken Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Roma ziyareti sırada İsrail medyasına konuşan üst düzey bir hükümet yetkilisi anlaşmanın kendinden önceki hükümet döneminde filizlendiğini ve İsrail ve ABD’nin zayıf görünmesinden kaynaklandığını söyledi: “Batı ve İsrail’in zayıflığı İran’ın daha fazla tanınmasına yol açıyor. İsrail ve Amerikan gücü bunun olmasını engelleyebilir.”
Buna karşın muhalefet ise yüz binlerce kişinin katıldığı kitlesel protestolara yol açan yargıdaki yetkilerin kısıtlandığı Netanyahu hükümetinin yasal düzenlemelerinin, İran-Suud anlaşmasının önünü açtığı eleştirisini yöneltti. Ana muhalefet lideri Lapid, yaptığı yazılı açıklamada, Suud-İran yakınlaşmasını “İsrail hükümeti dış politikasının tehlikeli ve tam bir başarısızlığı, İran’a karşı inşa ettikleri bölgesel savunmanın çöküşü” olarak niteledi. Netanyahu hükümetinin yasal düzenlemelerine işaret eden Lapid, “İran için gerekeni yapmak, ABD ile ilişkileri güçlendirmek yerine hukuki çılgınlıklarla uğraşırsanız olacağı budur” ifadelerini kullandı. Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett de anlaşmanın Tahran için siyasi bir başarı olduğunu kaydederek, “İsrail içinse ciddi ve tehlikeli bir gelişme. Bu İran karşıtı bölge kurma çabasına karşı ağır bir darbe” dedi.
“ABD geri adım attı”
Dünya basını, İran-Suud yakınlaşmasını, Tel Aviv yönetiminin Tahran’a karşı bölgesel bir ittifak kurma çabasına “ağır darbe” olarak yorumladı.
Reuters anlaşmayla ilgili, “İsrail için başarısızlık” dedi: “Suudi-İran yumuşaması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Tahran’ı tecrit etme çabasını engelliyor, ancak bunun aynı zamanda Netanyahu’nun Riyad’a ulaşmasını veya İran’ın nükleer tesislerine yönelik herhangi bir askeri saldırı planlamasını da engelleyip engellemediğini zaman gösterecek. Bazı uzmanlara göre, İsrail için daha acil endişe, Çin’in aracılık ettiği anlaşmanın, tam da Netanyahu hükümetinin en çok ihtiyaç duyduğu anda ABD’nin bölgede geri adım attığını göstermesi.”
Haberde görüşlerine başvurulan ve şahin politikaları savunan Washinton merkezli düşünce kuruluşu Demokrasileri Koruma Vakfı’nın SEO’su Mark Dubowitz, “Bu (anlaşma) Çin ve İran’ın Suudi-İsrail normalleşmesini baltalamak için parlak bir darbe. Bu, krizin eşiğindeki Tahran’ı soğuktan kurtarmaya yardımcı oluyor ve ABD ile İsrail’in, nükleer silaha yaklaşan İran’a karşı bölgesel bir koalisyon kurma çabalarını baltalıyor” dedi.
‘ABD-İsrail koordinasyonunun değişikliğe ihtiyacı var’
Eski Askeri İstihbarat Şefi Amos Yadlin ise sosyal medya hesabından yaptığı değerlendirmede anlaşmanın Netanahu hükümeti için uyarı işareti olması gerektiğini söyledi. Netanyahu’yu “ulusal güvenliği olağanüstü zarar vermekle” suçlayan Yadlin,“Hükümetin, ülkeyi parçalayan ve İsrail’i her boyutta zayıflatan yargı reformuna odaklanması, Netanyahu ile uluslararası jeopolitik eğilimler arasındaki derin kopukluğu yansıtıyor” dedi. Yadlin, hükümetin yargı reformunu rafa kaldırması ve İsrail-Suudi bağlarını nasıl geliştireceği ve İran’ın nükleer gelişimine karşı ortak mücadele konusunda Biden ile yakınlaşması gerektiğini sözlerine ekledi.
Netanyahu’nun eski Savunma Bakanı Ehud Barak da Yedioth Ahronoth’a verdiği demeçte İran’ın nükleer devlet olma yolunda emin adımlarla ilerlediğine dikkat çekti ve “ABD-İsrail koordinasyonu savunma alanında güçlü, ancak saldırıda zayıf ve değişikliğe ihtiyacı var gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.
Wall Street Journal ise “Anlaşma, Orta Doğu diplomasisinin artık yalnızca İsrail’in en büyük ve en önemli müttefiki olan ABD’nin hakimiyetinde olmadığını gösteriyor” yorumunda bulundu.
Anlaşmayı İsrail boyutundan ele alan WSJ’ye göre, anlaşma Netanyahu’nun temel dış politika hedefine darbe indiriyor: “İran’ı tecrit temelinde inşa edilmiş bölgesel ittifak yaratmak.”
WSJ, İsrail’in nükleer programı ve Hizbullah-Hamas gibi güçlere verdiği destek nedeniyle Tahran’ı en önemli düşmanı olarak gördüğünü hatırlattı ayrıca, Netanyahu’nun İran’a karşı Sünni Arap ülkeleri ile ilişkileri normalleştirmeyi ana hedef haline getirdiğine dikkat çekti. İsrail eski Genelkurmay Başkanı Aviv Bushinsky, WSJ’ye verdiği demeçte, “Netanyahu’nun öncelikli hedefleri İran’ı tecrit ve Arap ülkeleriyle normalleşmekti. Ve şu anda ikisinde de başarısız oldu” dedi.
Tel Aviv’de bulunan Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nden araştırmacı Yoel Guzansky de gazeteye verdiği demeçte, “Washington’ın ana rakibi Çin’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmayı müzakere etmesi İsrail’i endişelendirmeli” dedi ve ekledi: “Bölgede ABD’nin etkisi ne kadar az olursa, İsrail için o kadar kötü olur.”
‘ABD’nin eksikliğinin sonucu’
İsrail basını da anlaşmayı temelde İsrail için başarısızlık olarak gördü ancak ABD’nin Ortadoğu’da azalan etkisine dikkat çeken yorumlar öne çıktı. Konuyu başyazıda ele alan Jerusalem Post, “İran ve Suudi Arabistan ilişkileri yeniden kurduğunda ABD neredeydi” diye sordu ve İsrail’in Washington’daki müttefikleriyle konuşması, Biden yönetimini daha aktif olmaya zorlaması gerektiğini söyledi. “Her şeyden önce, Çin’in iki Orta Doğulu güç arasındaki bir anlaşmaya arabuluculuk yapması, ABD hakkında bir şeyler söylüyor” denilen başyazıda Amerika’nın rakibi olan Çin’in uzunca zamandır bölgede nüfuz kurmaya çalıştığına dikkat çekildi ve “Çin’in İran-Suudi açmazına girme yeteneği, ABD’nin bölgede angajman eksikliğinin yarattığı boşluğun bir sonucudur” ifadeleri kullanıldı.
Başyazıda özetle şu ifadelere yer verildi: “Biden ve ondan önceki Obama yönetiminin Ortadoğu’daki rollerini azaltmak istedikleri sır değil. Obama bunu, Suriye’de hiçbir zaman uygulanmayan kırmızı çizgiler belirleyerek ve Rusya’nın ülkeye girmesine izin vererek yaptı. Biden yönetimi de Suudilere ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne Yemen’de Husilerle mücadelede tek başlarına olduklarının sinyalini vererek aynısını yaptı.”
“Çin, Ortadoğu’da ABD’yi gölgede bıraktı ve bunun, Amerika ile ittifakı bölgedeki konumunu doğrudan etkileyen İsrail’e yansımaları olacak. Uzun süredir tartıştığımız gibi, ABD güçlü olduğunda ve bölgeye angaje olarak algılandığında, bu İsrail’i güçlendirir ve bunun tersi de geçerlidir.”
“Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşma Ortadoğu’da önemli bir gelişme. İsrail’in Washington’daki müttefikleriyle konuşması ve Biden yönetimini daha aktif olmaya zorlaması gerekiyor. Kenarda oturmak akıllıca bir politika değil; diğer oyuncular boşluğu dolduruyor.”
Haaretz’den Amos Harel de kaleme aldığı makalede, iktidar ve muhalefetin birbirini suçlamasına rağmen anlaşmanın büyük orada İsrail’le ilgisi olmadığı görüşünde: “Uzlaşma, bir dereceye kadar, İsrail hükümetlerinden değil, dünya liderliğindeki değişiklikten kaynaklanıyor.”
Ortadoğu
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız, Steven D. Grumbine tarafından kaleme alınan metin, teknik terimlerin ve nötralize edilmiş kavramların egemenliğindeki iktisat yazınında, paranın sınıfsal doğasını ve politik işlevini görünür kılarak iktisadı “yeniden” siyasileştirme çağrısı yapıyor. Grumbine bu kısa makalesiyle, Modern Para Teorisi’nin devletin sınıfsal karakterinden soyutlanarak araçsallaştırılmasına karşı, parasal egemenliğin ancak ve ancak sınıf mücadeleleri içinden devrimci bir imkâna dönüşebileceğini anımsatarak, teknik iktisat jargonu ardına gizlenmiş sınıf savaşımını teşhir ediyor. Kemer sıkma politikalarının, işsizliğin ve enflasyon korkularının nesnel değil, ideolojik ve sınıfsal tercihlerle inşa edildiğini göstermesi bakımından, akademik nötralitenin ötesine geçen ve hâkim iktisat anlayışlarına doğrudan meydan okuyan bir nitelik taşıyor.
Sınıf Mücadelesinden Yoksun Modern Para Teorisi, Muhasebeden İbarettir
Steven D. Grumbine
Real Progressives
11 Haziran 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Solun iktisat eğitimi uzun süredir iki ölümcül eksiklikten mustarip: Anaakım iktisadın kemer sıkma mitleri ile ortodoks Marksizmin meta-para fetişizmi. Pavlina Tcherneva’nın The Case for a Job Guarantee [İş Garantisi Savunusu] (2020) adlı çalışmasında gösterdiği üzere, hâkim sınıflar işsizliği, işçi gücünü ve ücretleri baskılamak amacıyla bir disiplin aracı olarak kasıtlı biçimde sürdürür, ki bu da, “kıtlığın” iktisadi bir zorunluluktan ziyade siyasal bir inşa olduğunun somut kanıtıdır. Öte yandan, Marx’ın siyasal iktisat eleştirisi (Kapital, Cilt 1, 1867) temel metin olmayı sürdürdüğü için, birçok sosyalist onun emek-değer kuramını yanlış biçimde uygulayarak parayı meta değişimiyle özdeşleştirmekte ve devlet tarafından yaratılan itibari paranın modern gerçekliğini göz ardı etmektedir. Bu kuramsal kargaşa, devrimci potansiyeli felce uğratmıştır.
Kapitalist devletin parasal egemenliği, Stephanie Kelton tarafından Deficit Myth [Bütçe Açığı Efsanesi] (2020) eserinde etraflıca açıklandığı gibi, kemer sıkma politikalarının sınıf savaşımından başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Nitekim para basma yetkisine sahip hükümetler, mali değil, fiziksel kaynak kısıtlarıyla karşı karşıyadır (Mitchell, Wray & Watts, Makroekonomi, 2019). Wynne Godley’nin sektörel denge yaklaşımının (Seven Unsustainable Processes, 1999) matematiksel olarak kanıtladığı üzere, politikacılar trilyon dolarlık askeri bütçeleri onaylarken “evrensel sağlık hizmetini karşılayamayız” dediklerinde, muhasebe hatası yapmıyor, sınıf önceliklerini dayatıyorlar. “Ulusal borç” denilen şey ise, gerçekte egemen sınıfa aktarılan reel kaynakların finansal yansımasından ibaret.
Ne var ki, seçim illüzyonlarını doğru şekilde reddeden Marksistler arasında dahi tehlikeli iktisadi yanılgılar varlığını sürdürüyor. Soldaki enflasyon fobisi, sıklıkla Godley’nin temel öngörüsünü, yani fiyat istikrarının soyut para arzından değil, reel üretim ile talep arasındaki dengeden kaynaklandığı gerçeğini, göz ardı eder. Şili oligarşisi Allende’yi devirmek için kasıtlı olarak kıtlık yarattığında, Marx’ın veciz sözünü (“Modern devletin yürütme organı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”, Komünist Manifesto, 1848) teyit etmiş oldu. Randy Wray’ın Modern Money Theory [Modern Para Teorisi] (2015, 2024) eseri, itibari paranın değerini herhangi bir metaya bağlı olmaktan değil, devletin vergi toplama ve dayatma otoritesinden aldığını ortaya koyar, yine de bazı sosyalistler hâlâ altın standardını veya emek bonolarını savunmakta, mevcut parasal sistemi ele geçirmek yerine ütopyacılığa sığınmaktalar.
Tcherneva ile Mitchell & Muysken (Full Employment Abandoned, [Tam İstihdamın Terk Edilişi] 2008) tarafından geliştirilen İş Garantisi (JG) önerileri, kapitalizm altındaki reformun diyalektik doğasını açığa çıkarır: Mevcut sistem içinde uygulandığında, JG, basitçe ücret disiplinini dayatmanın bir aracına dönüşebilir [çünkü] ancak işçilerin denetimi altında, işsizler ordusu tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu çelişki, MMT’nin tüm içgörülerinin belirleyici özelliğidir – yani bu içgörüler, yalnız ve yalnız sermayenin yapısal gücünü kıracak denli güçlü hareketlerin elinde devrimci bir niteliğe kavuşabilirler. Gramsci’nin kültürel hegemonya kuramı (Hapishane Defterleri, 1935), burjuvazinin kapitalist ilişkileri doğal ve kaçınılmaz göstermek yoluyla denetimi nasıl kurduğunu ve sürdürdüğünü açıklar.
Tarihin dersi açıktır. Wray’in belgelediği gibi, 1930’ların işyeri grevleri, politika belgeleriyle değil, Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası imzalanana kadar fabrikaların fiziksel işgali yoluyla kazanılmıştır. Mitchell’in savaş sonrası tam istihdam üzerine yaptığı çalışmalar, tam istihdamın yalnızca militan ve mücadeleci sendikaların grev kapasitesini koruduğu sürece var olabileceğini kanıtlamıştır. Gramsci’nin kültürel hegemonya anlayışını ve Godley’nin sektörel denge analizini içselleştirmiş günümüzün finansallaşmış oligarşisi, artık çok daha rafine baskı biçimlerine başvuruyor: Algoritmik ücret gaspı, finans piyasasına endekslenmiş konut hakkı ve her yere sirayet eden borç köleliği. Kelton haklı, tüm toplumsal ihtiyaçlara yetecek para mevcut; Tcherneva ispatladı, işler derhal yaratılabilir; ve Marx haklıydı, sermaye ayrıcalığını asla gönüllü olarak terk etmeyecek.
Dolayısıyla görevimiz “MMT politikalarını uygulamak” değil, ürettiğimiz artık değeri denetleyebilecek işçi sınıfı gücünü inşa etmektir. Mitchell’in JG modelleri, ancak kendiliğinden grevlerle birleştiği bir durumda devrimci nitelik kazanır. Wray’ın parasal analizi yalnızca kredinin spekülasyondan toplumsal ihtiyaçlara yönlendirilmesi söz konusu olduğunda önem arz eder. Gramsci’nin öğrettiği gibi, hem anlık mücadelelerin “siperlerinde” (kira grevleri, borçların reddi) hem de ideolojinin “katedralinde” (paranın sınıfsal bir silah olarak teşhiri) eş zamanlı savaşmalıyız. Kelton’un bütçe açığı gerçekleri ile Marx’ın artık-değer kuramı tek bir talepte kesişiyor: Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek. Seçimlerle falan değil- 1917, 1936 ve 1968’de olduğu gibi sermayeyi tir tir titreten örgütlü bir güçle.
Para, işçilere karşı oynanan hileli bir oyunda burjuvazinin skor tablosudur. Tcherneva’nın JG planları, Godley’nin sektörel denge analizleri ve Wray’ın vergi temelli para teorisi, başka bir dünyanın teknik olarak mümkün olduğunu gösteriyor. Fakat Marx’ın dediği gibi, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele onu değiştirmektir.” Değiştireceğiz: Grev hatlarımız onların polislerini sayıca aştığında, direnişlerimiz onların rezervlerini tükettiğinde ve dayanışmamız yeni bir kültürel hegemonya haline geldiğinde. Fabrikalar âtıl halde, işçiler hazır bekliyor; bizi engelleyen tek şey sermayenin şiddet tehdidi. O şiddeti tarihin çöplüğüne yollayalım.
Ortadoğu
İranlı diplomat: Amerika ve İsrail’in asıl hedefi İran’ın içeriden çöküşüydü

İranlı eski diplomat Gulamrıza Ensari, Amerika’nın son savaşlarının hiçbirinde başarılı olamadığını ve Yemen’de de gemilerine zarar geleceği bahanesiyle geri çekildiğini belirtti. Ensari, ABD ve İsrail’in asıl hedefinin İran’ın içeriden çökertilmesi olduğunu ve uluslararası kuruluşların bu hedefler doğrultusunda hareket ettiğini ifade etti.
İranlı eski diplomat ve reformist siyasi aktivist Gulamrıza Ensari, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) son dönemdeki savaşlarının hiçbirinde başarılı olamadığını ve Yemen’de de gemilerinin zarar göreceği bahanesiyle geri çekildiğini ifade etti.
Ensari, ABD ve İsrail’in asıl hedefinin İran’ın içeriden çökertilmesi olduğunu vurguladı.
Mehr haber ajansına konuşan Ensari, “Geçtiğimiz kırk yıl boyunca uluslararası kuruluşlar, İran ile ilgili konularda sözleri ile eylemlerinin bir olmadığını fiilen kanıtlamışlardır. Bazı konuları farklı şekilde gündeme getirseler de pratikte temel eylemlerini ABD ve küresel emperyalizmin hedefleri doğrultusunda düzenliyorlar,” dedi.
Ensari, ABD ve İsrail’in nükleer meselesini başından beri bir saptırma olarak kullandığını belirterek, “Amerika ve Siyonist rejimin asıl isteği İran’ın içeriden çöküşüydü,” diye ekledi.
‘Toprak bütünlüğü onurumuzdur’
İran halkının Batılı liderler tarafından tanınmadığını söyleyen eski diplomat, şu ifadeleri kullandı:
“Son 20 yıldır uğursuz Siyonist rejimin başbakanı, İran’ın nükleer silah sahibi olmaya altı ay uzaklıkta olduğunu defalarca ilan etti. ABD başkanının ve birçok Batılının İran halkına yönelik değerlendirmeleri, İranlıları tanımadıklarını gösteriyor. Çünkü toprak bütünlüğü halkımız için bir masal değildir. Milletin onuru, ülkenin toprak bütünlüğüne bağlıdır.”
Tarihteki toprak kayıplarına da değinen Ensari, “Kaçar döneminde Kafkasya’nın İran’dan ayrılması, İngiltere’nin desteğiyle Herat’ın ayrılması ve aynı komplolarla Bahreyn’in İran’dan koparılması gibi olaylar yaşandı. Saddam da İran’ı bölme ve üç günde fethetme hayaliyle saldırıya geçti ancak kendi yarattığı bataklıkta sekiz yıl boyunca gömülü kaldı,” dedi.
Eski CIA analisti McGovern: İstihbarat ‘İran nükleer silah yapmıyor’ diyor, başkan dinlemiyor
Trump ve Siyonist lobinin yanılgısı
Ensari, Donald Trump ve Siyonist lobinin büyük bir yanılgı içinde olduğunu belirterek, İran’a yönelik bir saldırı durumunda halkın yönetime destek vermeyeceğini düşündüklerini söyledi.
Ensari, “Trump ve ona bağlı Siyonist lobi ile uğursuz Siyonist rejim, İran’da bir saldırı olursa halkın kesinlikle rejimle birlikte hareket etmeyeceğini düşünüyordu. Askeri alanda yaşanacak en ufak bir gürültüyle, devrim karşıtı gruplar, Batı’ya bağımlı unsurlar, casuslar ve Siyonist rejime paralı askerlik yapan yabancı uyruklular aracılığıyla İran’ın savunma ve saldırı kapasitesini iki üç gün içinde yok edebileceklerini sandılar,” şeklinde konuştu.
Bu çevrelerin, ülkedeki ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle halkın bir kısmının bu saldırganlık karşısında sessiz kalacağını, bir kısmının ise rejimle işbirliği yapmayacağını ve böylece içeriden çöküşü kolayca organize edebileceklerini düşündüklerini de sözlerine ekledi.
Uluslararası kuruluşların rollerini yerine getirmediğini vurgulayan Ensari, “Bugün Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar gerçek rollerini oynamadılar. Cenevre Sözleşmesi’ne göre nükleer tesislere saldırı tamamen yasaklanmıştır. Ancak Siyonistlerin nükleer merkezlerimize en çok saldırıyı düzenlediğini görüyoruz ve buna en ufak bir göstermelik tepki bile vermediler,” dedi.
Ensari, İran silahlı kuvvetlerinin ABD destekli Siyonist rejimin saldırganlığına karşı caydırıcı ve cezalandırıcı yanıtlar verdiğini, bununla birlikte ciddi diplomatik faaliyetlerin de yürütülmesi gerektiğini belirtti.
Karin Kneissl: Trump, İran’a saldırarak aptalca bir karar verdi
ABD için savaşın maliyeti yüksek
Olası bir ABD saldırısı ve Trump’ın savaşa doğrudan müdahil olması ihtimaline de değinen Ensari, Hürmüz Boğazı’nın önemine dikkat çekti.
Ensari, “Hürmüz Boğazı, günde 20 milyon varilden fazla petrolün geçtiği bir yatak ve bu boğaz dünya ekonomisini zora sokacaktır. Yaşanan son gelişmeler ve Siyonist rejimin saldırganlığı göz önüne alındığında, bu rejimin ciddi müttefiklerine karşı harekete geçebiliriz,” dedi.
Ensari, sözlerini şöyle tamamladı:
“Amerika son savaşlarının hiçbirinde başarılı olamadı. Körfez Savaşı ve Irak’ta ABD’ye korkunç zararlar verildi. Yemen meselesinde Trump, Amerikan gemilerine saldırılmaması bahanesiyle çok çabuk kenara çekildi. Savaşın yayılması Amerika için çok zararlıdır ve bizim de diplomasiyi geliştirerek savaşın yayılmasını engellememiz gerekiyor.”
Ortadoğu
İran: Nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin vermeyeceğiz

İran Atom Enerjisi Kurumu, Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislere yönelik saldırıları ‘vahşi bir eylem’ olarak nitelendirdi. Kurum, ABD Başkanı Trump’ın sorumluluğunu üstlendiği saldırıları kınayarak uluslararası toplumu bu ‘orman kanununa dayalı hukuksuzluğu’ kınamaya çağırdı ve nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin verilmeyeceğini vurguladı.
İran Atom Enerjisi Kurumu, Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerine yönelik saldırıları “vahşi bir eylem” olarak nitelendirerek, bu saldırıların uluslararası hukuka ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) aykırı olduğunu bildirdi.
Kurum tarafından yapılan açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump’ın saldırıların sorumluluğunu üstlendiği belirtilerek, uluslararası toplum bu durumu kınamaya davet edildi.
‘UAEA’nın kayıtsızlığı ve suç ortaklığıyla yapıldı’
İran Atom Enerjisi Kurumu’ndan yapılan açıklamada, “Siyonist düşmanın son günlerdeki barbarca saldırılarının ardından İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesisleri bu sabah uluslararası hukuka, özellikle de NPT’ye aykırı vahşi bir saldırıya maruz kalmıştır,” ifadeleri kullanıldı.
Açıklamada, bu eylemin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) “kayıtsızlığı ve hatta suç ortaklığı” gölgesinde gerçekleştirildiği öne sürüldü.
Kurum, ABD’nin, UAEA tarafından sürekli denetlenen bu tesislere yönelik saldırının sorumluluğunu üstlendiğini duyurdu.
Açıklamada, “Amerikalı düşman, siber ortam üzerinden ve başkanının diliyle, söz konusu tesislere yönelik bu saldırının sorumluluğunu üstlendiğini ilan etmiştir,” denildi.
Uluslararası topluma kınama çağrısı
Açıklamada, uluslararası toplumun “orman kanununa dayalı bu hukuksal kaosu” kınaması ve meşru haklarını elde etme yolunda İran’ın yanında yer alması beklentisi dile getirildi.
İran Atom Enerjisi Kurumu, düşmanların komplolarına rağmen nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin verilmeyeceğini vurguladı.
Açıklamada, “Kurumumuz, binlerce devrimci ve gayretli bilim insanı ve uzmanın çabasıyla, nükleer şehitlerin kanlarının bir meyvesi olan bu milli sanayinin gelişim seyrinin durdurulmasına izin vermeyecektir,” ifadelerine yer verildi.
Kurumun, gerekli yasal takibat dahil olmak üzere İran halkının haklarını savunmayı öncelikleri arasına aldığı belirtildi.
Trump saldırıları üstlenmişti
ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Amerikan kuvvetlerinin Fordo, Natanz ve İsfahan dahil olmak üzere İran’a ait üç nükleer tesise başarılı saldırılar düzenlediğini bildirmişti.
Trump, “Operasyona katılan tüm uçaklar İran hava sahasını terk etti,” diye eklemişti.
-
Görüş7 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu5 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Avrupa5 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta