Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

İran’ın Güney Kafkasya’da yeni strateji arayışı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İran’ın Kafkasya politikasının geçmişi ve olası geleceğine mercek tutan makale, Abu Dabi merkezi The Emirates Policy Center’da(EPC)yayınlandı. Merkezin İran çalışmaları biriminin ortak çalışması olan makalede, Tahran’ın Kafkas politikasını şekillendiren çoklu “tehditler”, iç dinamikler ve jeopolitik dengeler ele alınıyor. Tartışmaya açık bazı ifadelere karşın Tahran’ın Kafkasya’da izlediği politikayı anlayabilmek açısından dikkate değer bu çalışmayı dikkatinize sunuyoruz:

***

İran’ın Güney Kafkasya’da Yeni Strateji Arayışı

Güney Kafkasya’daki hızlı güç dengesi değişimleri İran’a yönelen en büyük tehditler arasında. Bu bölgede İsrail-Türk-Amerikan ekseni, NATO’nun ve Batı’nın etkisini önemli ölçüde artırıyor. Bu gelişmeler, dünya siyasetindeki değişimlerden, İran’ın bölgedeki rakiplerinin artan etkisinden, özellikle son yirmi yılda Tahran’ın çeşitli çatışmalarla meşgul olmasından ve İran’ın ABD ve diğer ülkelerle artan gerginliğinden kaynaklanıyor. Bu meşguliyetler, dışişleri bakanlığı uzmanları ve diplomatlarının durum analizleri ve hızlı gelişmeler de dahil profesyonel katkılarının ihmal edilmesine yol açtı.

Tahran, işbirliği ve kalkınma sloganı altında 3+3 formatının Tahran’daki toplantısına ev sahipliği yaptıktan sonra Güney Kafkasya’daki barış ve işbirliği sürecinin canlandırılmasında ilerleme kaydetmeyi umuyordu. İran yirmi yıllık eylemsizliğin ardından bölgedeki çıkarlarını aktif bir şekilde takip etmeye karar verdi. Bunun bir kısmı Tahran’ın Rusya ve Türkiye’nin yanı sıra bölgedeki etkili aktörlere ulaşma çabalarından da kaynaklanıyor. Örneğin İran, Aras koridorunu rayına oturttu. Ancak sahadaki gerçekler Tahran’ın vardığı son anlaşmaların, özellikle Hamas’ın İsrail’e saldırması ve Gazze’deki savaştan sonra, geçmişte olduğu gibi sadece kâğıt üzerinde kalacağı anlamına gelebilir. Tel Aviv, Tahran’ın saldırının ana kışkırtıcısı olduğunu söylüyor.

Gazze’deki krizin sona ermesinin ardından Güney Kafkasya’da İran’a karşı çok boyutlu bir tırmanış yaşanması bekleniyor. Azerbaycan’daki gerçekler Bakü’nün gerilimi tırmandırmaya hazır olduğunu gösteriyor. Ülkedeki medya kuruluşları geçici duraklamaya rağmen İran’a yönelik saldırılarını sürdürüyor. Bu da iki ülke arasındaki gerilimin geçen altı aya kıyasla daha da artabileceğine işaret ediyor. Bu durum Ermenistan’daki Rusya karşıtı hamlelerde ve İran’ın bölgesel çıkarlarına karşı diğer yabancı aktörlerin devreye girmesinde açıkça görülüyor.

Tahran Neden Şaşırdı?

İran’ın kuzeybatı sınırlarındaki son derece karmaşık değişiklikleri kavraması uzun zaman aldı. Çeşitli nedenlerden ötürü İran neredeyse yirmi yıldır Azerbaycan’ı bir tehdit olarak görmüyordu. Aynı zamanda Tahran’ın Ermenistan’dan gelebilecek tehditlere bakışı da Erivan ile Washington arasındaki yakın ilişkiler ve Ermenistan’ın diğer hamleleri nedeniyle değişiyor. Tahran, Türk milliyetçilerinin yarattığı risklerini ve kışkırtmalarını ciddiye bile almadı.

Pek çok kişi bu milliyetçilerin İran’da Azeri dilinin konuşulduğu dört eyaletin ayrılmasını istediğine inanıyor. Bazı nedenler İran’ın kuzeybatı sınırlarındaki tehdit kaynaklarını “geç anlamasına” yol açtı. Bu nedenler arasında İran’ın dış politika kurumlarındaki karar alma çevrelerinde büyük nüfuza sahip olan Azeri lobisinin etkisi de yer alıyor. Bu lobi Kafkaslardaki gelişmeler hakkında yanlış bilgiler sağladı. Buna Tahran’ın Şii Azeriler için dini verilere ve diğer analitik verilere odaklanmak gibi yanlış standartlara bağımlılığını da ekleyebiliriz.

Tahran’a yönelik ciddi tehditler, sınır değişikliklerinden daha kapsamlı. Bu tehditler çok katmanlı: Bölgesel rakiplerin ortak bir jeopolitik ve jeoekonomik proje yürütme çabaları, İsrail’in İran’ın kuzeybatı sınırlarında genişleyen varlığı ve ayrılıkçı hedefleri olan Azeri milliyetçilerin hamleleri.

Tüm bunlar Tahran için durumu daha hassas ve endişe verici hâle getiriyor. İran, NATO ve Erdoğan’ın yayılmacı politikalarını hayata geçirmeye çalıştığı düşünülen Turancılar için bir koridor olarak gördüğü Zengezur koridoruna karşı çıkarak bu olumsuz dinamikleri değiştirmeye çalışıyor. Bu nedenle Tahran yeni bir strateji geliştirmeye çalışıyor. Ancak bu çok geç kalınmış bir adım gibi görünüyor. Bu yanlış anlamanın İran’da yarattığı şok, 2020’de Karabağ’da yaşanan ikinci savaş sırasında açıkça görüldü. Tahran o zamana kadar Azerbaycan’daki ideolojik faaliyetlere yaptığı uzun vadeli yatırımlara güveniyordu.

İran’ın 2023’e Kadar Bir Stratejisi Yoktu

Rusya yirmi yılı aşkın bir süredir İran’ın Güney Kafkasya’da aktif bir rol oynamasını çeşitli nedenlerle istemiyor. Moskova, Rusya-Türkiye angajmanına öncelik verdi ve Tahran’ın istikrarlı bir yaklaşım benimsemedeki başarısızlığı bölgenin ideolojik yapısından farklılık gösteriyor. Tahran, özellikle ulaşım ve ekonomi alanlarında Azerbaycan ve İran’ı birbirine bağlamak için özel stratejiler tasarlamaya çalışmadı. Bu durum Güney Kafkasya’daki durumun sürekli kötüleşmesine yol açarak İran’ı olumsuz etkiledi.

İran; Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki ilk savaş sırasında, özellikle de Tahran’ın siyasi literatüründe işgal altındaki Filistin’e benzer terimlerle tanımlanan Karabağ bölgesinin Erivan tarafından işgal edilmesinden sonra Bakü’yü destekledi. Tahran her zaman Karabağ bölgesinin tamamının Azerbaycan ile yeniden birleşmesi gerektiğini savundu. Ancak Tahran-Bakü ilişkileri İran’ın bölgesel nüfuzunun azalmasıyla birlikte kötüleşmeye devam etti.

Azerbaycan’ın ikinci savaştaki zaferini kutlamak için 10 Aralık 2020’de Bakü’de düzenlenen askerî geçit töreni sırasında Azeri bir askeri komutan, çoğunluğu Azeri olan İran’ın Tebriz vilayetini övdü. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçit töreninin en önemli konuğu ve konuşmacısıydı. Erdoğan, Azerbaycan topraklarının bölünmesiyle ilgili, Türkiye’nin Bakü ile Tebriz’i birbirine bağlama ve birleşik bir Azerbaycan kurma arzusunu ifade eden bir Azeri-İran şiirinden bölümler okudu.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, tartışmalı Dağlık Karabağ bölgesinin bir parçası olan Şuşa kentinde, İsrail insansız hava araçlarını sergileyerek ve bir kediyle oynayarak (kedi, İran’ın kediye benzeyen haritasını sembolize ediyor) İran’a alaycı bir dille dolaylı tehditler savurdu. Bakü ayrıca İran’la işbirliği yapmakla ya da İran’a sadakatle suçlanan çok sayıda kişiyi de tutukladı. Bunlar, dış politika kurumunun 20 yılı aşkın ihmalkarlığının ardından Güney Kafkasya’daki ulusal çıkarlarına zarar veren çelişkiler de dahil zor durumun nihayet farkına varan Tahran için alarm zilleriydi.

Tahran nihayet bu sorunlarla yüzleşmek için harekete geçmeye başladı. Her zamanki gibi İran’ın ilk yaklaşımı tehditler yoluyla çatışmacı oldu. Ülkenin kurumları ve yetkilileri Azerbaycan’a karşı saldırgan bir söylem kullanmak için yarışırken denklemi değiştirecek pratik stratejiler geliştirmekte başarısız oldular. Güney Kafkasya’da İran’ın rolü ve etkisine dair korkular yayıldı çünkü Tahran’ın bölgede kışkırtma ve tehdit dışında bir stratejisi yoktu. Tahran, İran’da derin kökleri olan halklarla bağlarını güçlendirmek için kültürel ve ekonomik bileşenleri içeren stratejik planlardan yoksun.

Son yıllarda Azerbaycan İran’a baskı yapmak için çeşitli araçlar kullandı. Bunlar arasında Tahran’ın Bakü’deki hükümeti devirmeyi planladığı fikrine odaklanan medya kampanyaları da yer alıyor. Bir diğer yöntem ise Bakü’nün Rusya’ya giden İranlı kamyon şoförlerini Azerbaycan’dan geçerken taciz etmesi oldu. Bu şoförler, sınır geçişlerinde uzun gecikmelere maruz kaldı ya da uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlandı.

Ancak Tahran, başka yerlerde karşılaştığı ve baş etmek zorunda kaldığı baskılar nedeniyle Azerbaycan’ın sürekli baskısı karşısında temkinli davrandı. İran ayrıca ulusal birliği ve Azeri çoğunluğa sahip İran vilayetlerinin ayrılıkçı propaganda ve faaliyetlerden etkilenme olasılığı konusunda da endişeli. Bakü, Tahran’ı kamyon şoförleri aracılığıyla uyuşturucu kaçakçılığı yapmakla suçluyor. Cumhurbaşkanı Aliyev de dahil üst düzey Azeri yetkililer bu suçlamaları tekrarladı. İran bu suçlamaları defalarca reddetti ve bunları Tahran’a baskı yapmayı ve iki ülke arasında son yıllarda anlaşmazlık yaratmayı amaçlayan siyasi bir planın parçası olarak nitelendirdi.

Çok Boyutlu Etkileşim için Yeni Öncelik

Mevcut siyasi manzara İran’a çok az seçenek sunuyor. Rusya-Ukrayna savaşı devam ediyor, Moskova hem Bakü hem de Ankara ile anlaşmaya vardı, Ermenistan’da Nikol Paşinyan hükümeti gerilimi tırmandırmaya devam ediyor, Batı’nın (özellikle de ABD’nin) varlığı genişliyor, İran sınırları yakınında NATO varlığının potansiyeli artıyor ve Cumhurbaşkanı Aliyev’in tehditleri ile Bakü ve Erivan arasındaki gerilimin azalma eğilimi sürüyor.

Bu gerçekleri göz önünde bulunduran Tahran, en iyi seçeneğin Azerbaycan-Ermenistan güç dengesini yeniden kurmak olduğunu düşünüyor. Bu da Bakü ve Erivan’a karşı sopa ve havuç yöntemlerini kullanırken yeni önlemler almak için zaman gerektiriyor. İran, askeri güç dengesini yeniden kurmak için Ermenistan’a insansız hava araçları ve diğer silahları sağlamaya başladı bile.

Azerbaycan’ın Tahran’daki büyükelçiliğine ikinci kez yapılan saldırı gerilimi şaşırtıcı ve endişe verici bir seviyeye yükseltti. Bu nedenle İran’ın iktidar yapısı içindeki Azeri lobisinin bir kısmı, Azerbaycan İslami Direniş Hareketi’ne mensup, çoğunlukla Hüseyniyun olarak anılan iki üst düzey yetkilinin -Tevhid İbrahim ve Orkhan Mamedov- tutuklanarak Bakü’ye teslim edilmesini önerdi. Bu kişiler yıllarca İran’da faaliyet göstermiş ve Aliyev ailesinin sağlam muhalifleri olarak görüldüler. İran’ın resmi söylemi bu grubun Azerbaycan elçiliğine yönelik saldırıda herhangi bir rol oynamadığını iddia etti.

Raporlar failin kişisel ve ailevi nedenlerle tek başına hareket ettiğini söylüyor. İbrahim ve Mamedov’un tutuklanması devrim yanlısı siyasi çevrelerde ve direniş cephesinde bir protesto dalgasına neden oldu. Tahran’ı, destekçilerine ihanet etmekle suçladılar ve İran’ı birkaç gün gözaltında kaldıktan sonra onları serbest bırakmaya zorladılar. Özellikle Cumhurbaşkanı Aliyev 2018 yılında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’den Azerbaycan’a muhalif 20 kişinin tutuklanarak Bakü’ye teslim edilmesini bizzat istemişti. Bu talep, Azerbaycan güvenlik yetkililerinin Tahran’a yaptıkları ziyaretler sırasında da tekrarlandı.

Tahran iki ülke arasındaki gerilimi düşürmek için önlemler aldı. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan 13 Temmuz 2023’te Bakü’de düzenlenen Bağlantısızlar Hareketi bakanlar toplantısına katıldı. Tahran’daki Azerbaycan Büyükelçiliğine yapılan saldırının faillerinin cezalandırılması için Tahran’da açık talimatlar vardı. İran Bakü’den büyükelçiliği yeniden açmasını ve özellikle medya kampanyası olmak üzere gerilimi düşürmesini istedi. Cumhurbaşkanı Aliyev net bir yanıt vermedi ve Tahran’ı bir kez daha büyükelçiliğe yapılan saldırıda parmağı olmakla suçladı.

Abdullahiyan’ın Bakü ziyareti Azerbaycan devlet medyasının İran’a karşı yürüttüğü bir kampanyayla aynı döneme denk geldi. Kampanya, hiciv içerikli yayınlarla Abdullahiyan ve İbrahim Reisi gibi önde gelen isimleri hedef aldı. Hatta İran’daki bazı gruplar dışişleri bakanlığına büyükelçi rütbesindeki diplomatların etkinliğe gönderilmemesi tavsiyesinde bulundu. Bu zorluklara rağmen, Aliyev’i destekleyen İran’ın Azerbaycan Büyükelçisi’nin çabaları sayesinde Abdullahiyan’ın katılımı sağlandı. Azerbaycan medyasıyla yapılan basın toplantısında İran Dışişleri Bakanı sert sorularla karşılaştı. 13 Temmuz’da Channel One ve Azerbaycan Devlet Televizyonu “Son Dakika” haberi verdi: “İran Hatasını Kabul Etti- Dışişleri Bakanı Özür Dilemek İçin Bakü’ye Geldi.”

Abdullahiyan’ın ziyaretinden bir hafta sonra İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, 22 Temmuz’da Bakü’yü ziyaret etmesi için resmi bir davet aldı. Gallant ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Aliyev ve diğer üst düzey Azeri yetkililerle görüştü. İran’ın karıştığı iddia edilen suikastlar konusu bu görüşmelerin odak noktasını oluşturdu. İsrail Savunma Bakanı, Azerbaycanlı yetkililerden aldığı bilgiye atıfta bulunarak, İran’ın 19 Temmuz’da İsrail’in Azerbaycan’daki büyükelçiliğine yönelik saldırı planının engellendiğini açıkladı.

Ayrıca Rus-İsrailli bir araştırmacının Irak’ta Tahran’a bağlı gruplar tarafından kaçırıldığı iddialarına ilişkin haberler de ortaya çıktı. Buna ek olarak İran’ın Gürcistan ve diğer ülkelerdeki İsrail diplomatik merkezlerine saldırı düzenleme girişimlerine ilişkin açıklamalar da vardı. Azerbaycan Savunma Bakanı’nın İsrailli mevkidaşına İran’ın Ermenistan’ın Sevnik ilçesiyle olan sınırı hakkında bilgi verdiği bildirildi. Bu gelişmeler Abdullahiyan’ın ziyaretinin başarısız olduğunu ve Bakü’ye yönelik yeni bir politika belirleyemediğini gösteriyor.

Azerbaycan’ın İranlı Muhaliflere Desteği

Tahran, Azerbaycan’la özellikle medya alanındaki gerilimi azaltmada başarılı olduğunu iddia ederken, Azerbaycan hükümeti İran karşıtı bir medya kampanyası başlattı. Bu kampanya, Azerbaycan yönetiminin, Cumhurbaşkanı Aliyev ile İran Şahı’nın torunu Rıza Pehlevi’nin Almanya’daki görüşmesi de dahil İran muhalefetinin çeşitli kesimleriyle bir araya gelmesiyle hız kazandı. Daha sonra Şah Rıza Pehlevi’nin dul eşi Bakü’yü ziyaret etti. Hazar Denizi’nde yüzerken görüntülenmiş ve İranlılara hitaben bir video mesajı kaydetmiştir: “Şu anda size en yakın bölgedeyim.”

Bu olaylar Rıza Pehlevi’nin İran rejimine karşı muhalefetin bir bölümüne liderlik etme çabalarına rağmen gelişti. Bu çabalar zorluklarla karşılaştı ve özellikle Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından trajik bir şekilde öldürülmesinin ardından Batı kamuoyunu İran’a karşı harekete geçirme girişiminde istenen başarıyı elde edemedi.

Pehlevi ailesinin Bakü ziyaretinin niteliğine ilişkin dikkate alınması gereken birkaç nokta var: Öncelikle bu ziyaret, ailenin İsrail ziyaretinin ardından geldi. Tel Aviv’den Bakü’ye doğrudan uçarak İsrail’den Tahran’a açık bir mesaj gönderdiler. İkinci olarak İsrail, Pehlevi ailesine ziyaretleri sırasında bir koruma ekibi sağladı. Üçüncüsü, Azerbaycan hükümeti bu seyahati medyada geniş yer vererek kamuoyuna duyurdu. Kamuoyuna yapılan bu açıklamanın amacı Tahran’a Azerbaycan’ın İran ile ilişkilerinde kırmızı çizgileri olmadığını iletmekti.

İsrail’in, İran’ın Kuşatıldığı İddialarını Yeniden Değerlendirmeli

Güney Kafkasya’da yaşanan son dönüşümlerin ardından Tahran’ın bölgesel değişimleri belirleyen siyasi manzaraya ilişkin bakış açısı yeniden değerlendirmeye tabi tutuldu. Buna göre, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki her türlü ekonomik, siyasi ve sosyal işbirliği İran’ın ulusal çıkarlarına zarar verecektir. Türk hükümetinin iş modelinin önemi, Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki ulaşım güzergâhını ve iletişimi normalleştirme hedefiyle vurgulanıyor.

Bu çaba Türkiye’nin jeopolitik ve ekonomik hegemonik stratejilerini güçlendirebilir ve aynı zamanda NATO’nun İran sınırlarına yakın bölgelerdeki etkisini pekiştirebilir. Ekonomik açıdan, Türkiye’nin bölgesel etkisi arttıkça, İran önemli gelir kaybı yaşayabilir. Bu sonuç, Azerbaycan’dan geçen kamyon yollarının kapanması, Azerbaycan petrol ve gazının Türkiye’ye sorunsuz taşınması ve Türkiye’nin İran enerji kaynaklarına olan bağımlılığının azalması nedeniyle bekleniyor.

Türkiye’nin İran’ın Azeri çoğunluklu vilayetlerinde artan popülaritesi ve bu vilayetlerde Türk ticari, kültürel ve kimlik temelli faaliyetlerinin genişlemesi göz önüne alındığında, İran rejimi en az dört vilayette gücünü korumakta zorluklarla karşılaşabilir. Ayrıca kuzeybatı ve orta İran’da da güvenlik gerilimleriyle karşı karşıya kalacaktır. Bu riskler göz önüne alındığında, İran Dini Lideri Ermenistan ile sınır meselesinin İran için bir “kırmızı çizgi” olduğunu söyledi.

Ancak İran’ın diplomatik aygıtı son iki yılda başarısız oldu ve Erdoğan’ın yeni cumhurbaşkanlığı döneminde Tahran üzerindeki baskı arttı. Tahran’daki görüş, İran’ın Kafkasya’da devam eden gelişmelerde daha aktif bir rol oynayabileceği yönünde. Ermenistan ve Azerbaycan’daki potansiyelini ulaşım altyapısını geliştirerek, Ermenistan’da köprüler ve demiryolları inşa ederek ve Azerbaycan ile ulaşım programları ve medya girişimleri uygulayarak değerlendirmeyi amaçlıyor.

İran ayrıca güvenlik ve istihbarat operasyonlarını sektörler arasında genişletmeli. Tahran bunu hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin etkisini azaltacak bir avantaj olarak görüyor. Rusya’nın Bakü ve Erivan üzerindeki baskısını Batı’nın müdahalesini azaltacak şekilde yönlendirmeyi ve Tahran’ın bölgedeki eşsiz konumunu sağlamlaştırmayı hedefliyor. İki yıllık planlamanın ardından ve özellikle İran’daki 3+3 toplantısından sonra Tahran şunları başardığına inanıyor:

1-Güney Kafkasya’da yeni bir strateji tasarladı ve diğer paydaşların bu stratejiyi kabul ettiğine inanıyor.

2-Ermenistan’ın dış politikasındaki önemli değişimi, özellikle de Cumhurbaşkanı Paşinyan’ın Batı’ya yönelişini göz önünde bulunduran Tahran, Erivan’daki konumunu güçlendirmeye karar verdi. İran Ulaştırma ve Şehircilik Bakanı’nın 3+3 zirvesi sırasında Ermenistan’a yapmayı planladığı ziyaret stratejik bir zamanlamaya sahipti. Hedef, Türkiye, Rusya ve Azerbaycan’a, Tahran’ın Ermenistan’da ekonomik ve güvenlik alanındaki net bir plana sahip olduğunu iletmekti.

3-Moskova’da yapılan ve farklılıkların nihai bir açıklama yapılmasını engellediği önceki toplantıların aksine, 3+3 toplantısı net bir açıklamayla sonuçlandı. Tahran bu gelişmeyi önemli bir başarı olarak görüyor. Yol genişletme önerileri, Azerbaycan’ı İran üzerinden Nahçıvan’a bağlama ve Aras Nehri üzerinde bir köprü kurulması ile ilgili sonuçları güvence altına alarak olası yeni bir sınır krizini önlediğine inanıyor. Tahran, Aras Nehri üzerinde bir köprü inşa ederek güvenlik kapasitesini güçlendirmeyi hedefliyor.

4-Tahran yeni önerilerinin Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan’ı birbirine bağlayan ve daha önce üzerinde anlaşmaya varılan koridorun yönetiminde Rusya’nın etkisini sınırlamaya yardımcı olacağına inanıyor. Bu da Rusya’nın koridor üzerindeki güvenlik kontrolünün azalmasına yol açacak.

5- Tahran, birkaç ortak toplantıda Azerbaycanlı yetkililerin Tahran’daki büyükelçiliklerini yeniden açmaya hazır olduklarını ifade ettiklerini iddia ediyor. Bu altı ay önceki duruma kıyasla bir ilerleme olarak görülse de hâlâ belirli koşulların ve taleplerin karşılanmasına bağlı. Örneğin Azerbaycan’ın taleplerinden biri, Azerbaycan büyükelçiliğine saldıran kişiye karşı mahkeme kararının uygulanması. Tahran bu olayın medya propagandasında istismar edilmesini, özellikle de kamuoyunda Azerbaycan’ın bir zaferi olarak yansıtılmasını engellemeye çalışıyor.

Sonuçlar

Geçen iki yıl boyunca Tahran, Ermenistan üzerinden Azerbaycan’a baskı uygulamak için yoğun çaba sarf etti. Buna, güvenliği ve siyasi nüfuzu artırmak ve Türkiye’ye açık mesajlar göndermek için Kaban’da bir İran konsolosluğu açılması da dahil. Tahran, Ermenistan ile ortak projelerde aktif olarak işbirliği yaparak Erivan’ın altyapısını geliştirmesine yardımcı oldu. İran, Karadeniz’e uzanan bir kara yolunu tamamlamayı hedefliyor.

Ancak Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Tahran’a yaklaşımı tutarlı değil. Son aylarda Ermenistan güvenlik, siyasi, ekonomik ve diplomatik yetkililerin Türkiye, Fransa, ABD gibi farklı ülkelere ziyaretlerinin arttığına tanık olundu.

Ermenistan Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Armen Grigorian’ın temmuz ayında ABD’li güvenlik yetkilileriyle yaptığı uzun görüşmeler özellikle İranlı güvenlik yetkililerinin dikkatini çekti. Tahran; Türkiye, ABD, Fransa, Azerbaycan, Ermenistan ve İsrail arasında İran’a karşı dile getirilmeyen bir uzlaşının gerçekleşme ihtimalinden endişe duyuyor.

Tahran kuzey sınırı boyunca ciddi tehditler algılıyor. Ancak Azerbaycan ve Ermenistan’a baskı yapmak için diplomatik araçları kullanması henüz kayda değer bir sonuç vermedi. “Güney Kafkasya’da Barış, İşbirliği ve İlerlemenin Tesisi” şiarıyla yapılan son toplantılar, somut etki ya da gerçek sonuçlardan yoksun, sadece kağıt üzerinde başarılar olarak görülüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’yı 2025 yılına kadar Karabağ’ı terk etmeye çağıran açıklamalarına karşılık İranlı yetkililer bu fırsattan yararlanmayı ve Rusya ile kuzey ve güney Kafkasya bölgelerinde işbirliği arayışına girmeyi planlıyor. Bazı İran güvenlik kurumları, kuzeybatı sınırı boyunca geniş çaplı askeri tatbikatlar planlıyor. Ancak bazılarına göre İran’ın bu çabaları bölgedeki değişimler üzerinde kayda değer bir etki yaratmaya yetmeyebilir.

İran’daki durum hükümet üzerinde ciddi bir baskı yaratmış durumda ve Kafkasya’nın jeopolitik dinamiklerindeki herhangi bir büyük değişim İran içinde önemli kimlik, siyaset ve güvenlik sorunlarına yol açabilir. Tahran, konumunu güçlendirmek ve olası sorunların önüne geçmek için Aras Nehri geçiş yolu projesine odaklanıyor. Bu hedefi kolaylaştırmak için Azerbaycan hükümeti ile sözlü anlaşmalara varıldı. Tahran’ın Güney Kafkasya politikası aşırılık, ihmal ve duygusallık arasındaki hassas dengeden etkileniyor gibi görünüyor.

Bu durum İran rejimi içindeki aşırılık yanlısı iki grup arasındaki rekabetin bir sonucu: Biri Azerbaycan’ı destekliyor ve Ermenistan’a karşı çıkan, diğeri ise Ermenistan’ı destekliyor ve Azerbaycan’a karşı çıkıyor. Bu gruplar Bakü, Erivan ve Birleşik Krallık’taki büyükelçilik ve merkezlerin desteğiyle faaliyet gösteriyor. Aralarındaki temel anlaşmazlıklar tartışmalar ve kışkırtıcı söylemlerle kendini gösteriyor. Bu çatışma İran medyasının Güney Kafkasya’ya yaklaşımına da yansıyarak bu gruplar arasındaki anlaşmazlıklara ayna tutuyor.

Gazze’de devam eden gelişmeler ve Tel Aviv’in Tahran’ı Hamas’ın İsrail’e karşı yürüttüğü operasyonlara karışmakla suçlaması, Gazze krizi sona erdiğinde iki ülke arasındaki gerilimin tırmanmasına neden olabilir. Tel Aviv muhtemelen İran’ın bölgesel çıkarlarına karşı yeni bir strateji izleyecektir. Tahran bu konuda ciddi endişe duyuyor ve böyle bir senaryoyla yüzleşmek için hazırlık yapmayı planlıyor.

Bu zorlukların üstesinden gelebilmek için Tahran; Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye hakkında önyargılı görüşlere sahip hiziplerle ilgili duygusal olarak yüklü ve siyasi olarak bölücü politikalardan uzaklaşmayı düşünmeli. Daha gerçekçi bir yaklaşım ise işbirliğine dayalı bir yol haritasının geliştirilmesi ve derin ekonomik işbirliği yoluyla altyapının güçlendirilmesi olacaktır. Mevcut koşullar, Azerbaycan’ın çıkarlarını ilerletmek için İsrail ile bağlarını güçlendirmeye çalıştığını gösteriyor.

Dini Lider Ali Hamaney’in son Gazze olayları sırasında Müslüman ülkelere İsrail’e petrol ve gaz ihracatını durdurma çağrısı yapmasına rağmen Azerbaycan bu çağrıya yanıt vermediği gibi yakın zamanda böyle bir planı da yok gibi görünüyor. Azerbaycan ekonomik çıkarlarına öncelik veriyor ve kendisini İsrail’in önemli bir petrol tedarikçisi olarak görüyor. Bu da Tahran’ın bölgede sadece ideolojiye dayalı bir yaklaşım yerine ekonomik açıdan daha pragmatik bir yaklaşım benimsemesinin önemini vurguluyor.

Tahran, güvenlik konusunda geleneksel olarak güç ve caydırıcılığını göstermek için askeri tatbikatlara bel bağladı. Ancak, son gelişmeler, bu yaklaşımın genişletilerek Bakü ve Ankara arasında ortak uygulamalara dönüştürüldüğünü gösteriyor. 2023’te Azerbaycan ve Türkiye arasında düzenlenen Haydar Aliyev ve Kemal Atatürk tatbikatları gibi ortak eğitim programları, işbirliğinin derinleştiğine işaret ediyor.

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English