Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail-İran gerilimi tırmanırken Arap ülkeleri denge arayışında

Yayınlanma

Ürdün, pazar günü erken saatlerde hava sahasına giren ve İsrail’e ateşlenen düzinelerce İran füzesi ve insansız hava aracını düşürmesinin ardından “İsrail’in müttefiki” olmakla eleştirilerin hedefi haline geldi.

İsrail’in Gazze’deki savaşını sert bir şekilde eleştiren Ürdün, Tahran’a karşı eylemlerini İsrail’i savunmaktan ziyade vatandaşlarının güvenliğini “sağlamak” için gerekli bir adım olduğunu iddia etti. İsrail’deki yetkililer diğer Arap ülkelerinin de ya hava sahalarını açarak ya da istihbarat ve erken tespit desteği sunarak yardım ettiklerini ima ettiler. Ancak oynadığı rolü açıkça kabul eden tek ülke Ürdün oldu.

Ürdün’ün eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı Marwan Muasher, Financial Times’a (FT) “[Ürdün] olayların tırmanması halinde bir risk alıyor olabilir” ancak “şu ana kadar bu, sınırlı bir risk” dedi.

Amman’ın eylemlerinin İsrail yanlısı olmadığı iddia eden Muasher, “Bu, gerilimin tırmanmasını önlemenin bir yoluydu. Çatışmaların Gazze’nin ötesine taşınması başta Ürdün olmak üzere kimsenin yararına olmaz” dedi.

İsrailli yetkililer, ABD, İngiltere ve Fransa’nın yanı sıra komşularının sağladığı yardımı vurgulamaya çalıştılar ve Savaş Kabinesi Bakanı Benny Gantz “bölgesel işbirliğini” övdü.

FT’de yer alan habere göre İsrail’in açıklamalarına rağmen Arap hükümetleri çoğunlukla sessiz kaldılar, herhangi bir müdahaleyi ne doğruladılar ne de reddettiler. Bölge, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği baskından bu yana pek çok kişinin korktuğu savaşa yaklaşırken itidal çağrısında bulundular.

Ürdün için bu dengeyi sağlamak özellikle zor. Krallık, İsrail’le aynı sınırı paylaşıyor ve Kudüs’teki El Aksa Camii’nin (Mescid-i Aksa) koruyuculuğunu yapıyor, bu da İsrailli yetkililerle düzenli işbirliğini gerektiriyor. Amman ayrıca İsrail’in Hamas’a karşı yürüttüğü savaşın özellikle işgal altındaki Batı Şeria’dan kendi sınırlarına sıçramasından korkuyor.

Ancak İsrail’in bu ay Suriye’deki İran konsolosluğuna düzenlediği ve Devrim Muhafızları’nın üst düzey komutanların ölümüne yol açan saldırıya Tahran’ın verdiği yanıt sırasındaki Ürdün’ün tavrı, ülke içinde İsrail’in çıkarlarının ülke çıkarları pahasına savunulduğu gerekçesiyle eleştirilerin hedefi oldu.

Hükümeti eleştirdiği için baskıya uğramaktan korktuğu için adının açıklanmasını istemeyen 30 yaşındaki Ürdünlü bir kadın, FT’ye “Koalisyon uçaklarının hava sahasını kullanmasına izin vermek başka bir şey, Filistinli kardeşlerimize soykırım uygulayan bir ülke uğruna bu insansız hava araçlarını aktif olarak düşürmek ve halkınızın güvenliğini riske atmak bambaşka bir şey” dedi.

Ürdün nüfusunun üçte ikisinden fazlası Filistin kökenli olduğunu biliniyor.

Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi, Ürdün’ün birkaç hava aracını engellediğini teyit ederek “Çok açık söyleyeyim, bu insansız hava araçları nereden gelirse gelsin, İsrail’den, İran’dan ya da başka herhangi bir yerden, biz yine aynısını yapacağız” dedi.

Ürdün, İsrail ve Arap müttefikleri en azından 2022’den bu yana, radar ve erken uyarı ağı drone ve füze fırlatmalarının izlenmesini sağlayan ABD ordusunun merkez komutanlığı (CENTCOM) tarafından yönetilen Orta Doğu Hava Savunma İttifakına dahiller.

Ürdün’ün İran ile diplomatik ilişkileri var ancak bu ilişkiler soğuk. Yarı resmi Fars haber ajansının bildirdiğine göre, İran’ın İsrail’le işbirliği yapması halinde Ürdün’ün “bir sonraki hedef” olacağı tehdidinde bulunması gerginliğin boyutunu bir kez daha gösterdi.

Körfez’in en büyük iki gücü olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da İran’a karşı aynı derecede temkinli. Uzun zamandır İran’ı “düşman” güç olarak görüyorlar ancak son yıllarda İran ile ilişkileri normalleştirerek bölgedeki gerilimi azaltmaya çalıştılar. Suudi Arabistan geçen yıl Çin’in aracılık ettiği bir anlaşmayla Tahran ile diplomatik ilişkilerini yeniden kurdu.

Aynı zamanda İsrail’e de yakınlaşıyorlardı. BAE 2020’de İsrail ile ilişkilerini normalleştirdi ve Suudi Arabistan da 7 Ekim’de başlayan Gazze’de savaşından önce ABD destekli benzer bir anlaşmaya hazırlık yapıyordu.

7 Ekim’den sonra BAE, Washington’a, ABD’nin kendi topraklarından herhangi bir askeri operasyon başlatmadan önce onay için kendisine başvurulmasını istediğini bildirdi. BAE’deki herhangi bir ABD varlığının İran hedeflerine karşı kullanılmasını istemediği konusunda uyarıda bulundu.

Bu yaklaşım, ABD’nin BAE’yi İran’dan veya Yemen’deki İran destekli Husi isyancılarından gelecek karşı saldırıya karşı daha fazla füze savunması ve daha fazla istihbaratla korumaya ne ölçüde kararlı olduğu konusundaki belirsizlikten doğdu.

BAE ve Suudi Arabistan, Yemen’deki iç savaşa müdahale eden Arap koalisyonuna liderlik etmelerine rağmen, Husilerin geçen yıl Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını engellemek için ABD öncülüğünde kurulan deniz görev gücüne katılmadı.

Suudi Arabistan için de Körfez’deki komşusuna benzer hesaplar söz konusu.

Kraliyet sarayına yakın bir Suudi yorumcu olan Ali Şihabi, Riyad’ın ABD’nin İran’a karşı eylemler için topraklarını kullanmasına resmi olarak izin vermeyeceğini, ancak “ABD’nin sonuçların sorumluluğunu üstlenmesi halinde izin verebileceğini” söyledi.  Ancak Krallık, gerilimin tırmanmasının tehlikelerine karşı temkinli davrandı çünkü ‘sonuçta bir bedel ödeme riski yüksek.’

Şihabi, “Herkes İran’ın yeteneklerinin azaltılmasını ister çünkü İran kötü niyetli bir aktördür ve Körfez’in güvenliğini tehdit ediyor. Fakat Amerika tam gaz gelmediği sürece bir saldırının parçası olarak görülmek istemiyorlar . . . riske atmayacaklar” dedi.

Suudi analist Aziz Alghashian da FT’ye Suudi Arabistan’ın İran füzelerini engellemiş olma ihtimalinin düşük olduğunu çünkü taraf tutuyor gibi görünmek istemediklerini söyledi.

Londra’daki Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nde Orta Doğu uzmanı olan H.A. Hellyer, “Riyad tam da bu tür bir senaryodan kaçınmaya çalışıyordu” dedi: “Bu, Suudi çıkarlarına hiçbir faydası olmayan, gerilim üstüne gerilim.”

Suudi Arabistan ve BAE’de, 2019’da Suudi petrol altyapısına yapılan ve İran’ın sorumlu tutulduğu saldırı ile 2022’de Abu Dabi’ye yapılan Husi füze ve insansız hava aracı saldırılarına, ABD’nin verdiği ılımlı tepkiler nedeniyle uzun süredir hayal kırıklığı yaşanıyor.

Alghashian, “Suudi, İsrail-ABD dinamiğinin farklı olduğunu anlasa da İsrail’in ABD’ye yük olduğu kadar ABD’ye yük olmadığına inanıyor, ancak (neredeyse) koşulsuz bir muamele görüyor” dedi.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English