Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail müesses nizamında ‘Washington’ korkusu

Yayınlanma

İsrail’in İran tehdidine karşı potansiyel müttefik gördüğü Riyad’ın Tahran’la anlaşması, ABD’nin İsrail iç siyasetini açıktan eleştirmesi ve Biden’ın Netanyahu’ya mesafesi İsrail’in askeri bürokrasisinde endişe yarattı. Askeri bürokrasinin görüşlerini yansıtan INSS, ilk kez stratejik bir uyarı yayınladı.

Binyamin Netanyahu’nun, İsrail Başbakanı olarak göreve gelmesinin üzerinden 12 hafta geçti ancak kendinden önceki Başbakanların aksine hâlâ Beyaz Saray’a davet edilmedi. Üstelik Washington, ilk kez İsrail’in iç politikasını açıktan eleştiriyor. Bu, etrafı İran başta olmak üzere “düşmanlarla” çevirili olan ve bugüne kadar ABD’nin maddi manevi ve koşulsuz desteği sayesinde ayakta kalmayı başaran İsrail için yeni bir durum. Hâlihazırda ABD’nin bölgede azalan nüfuzundan derin endişe duyan İsrail askeri müesses nizamı, Washington’un iç politik gelişmeler nedeniyle İsrail’e desteğini çekmesini ülke için en kötü senaryo olarak görüyor. Üstelik askeri bürokrasiye göre bu felaket senaryosu, olabilecek en kötü zamana, yani İran’ın nükleer silaha en çok yaklaştığı ve İran tehdidine karşı potansiyel müttefiklerin Tahran’a kaptırıldığı bir zamana denk geliyor.

Washington yolunun şimdilik kapalı olduğunu anlayan ve iç politikadaki inadından vazgeçmeyen Netanyahu, Avrupa’dan destek arayışında. Netanyahu, peş peşe Avrupa başkentlerini ziyaret ederken İsrail’in askeri bürokrasinin görüşlerini yansıtan, kurucu ve çalışanlarının çoğu İsrail güvenlik teşkilatlarında üst düzey görevlerde bulunmuş, Tel Aviv Merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (INSS) ilk kez stratejik bir uyarı yayınladı. Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı faaliyet yürüten düşünce kuruluşu “yaklaşan kriz” nedeniyle, benzeri görülmemiş bir “acil stratejik uyarı” yayınlama yükümlülüğü bulunduğuna dikkat çekti: “İsrail, ulusal güvenliğine yönelik ciddi tehditler, ABD ile ilişkilerinde derinleşen çatlaklar ve küresel ekonomik krizin ortasında artan ekonomik risklerin uğursuz bileşimi ile karşı karşıya. Aynı zamanda İsrail toplumu, bu tehditleri büyüten ve mücadele yeteneğimizi baltalayan yargı reformu nedeniyle benzeri görülmemiş bir iç çatışmanın ortasında. (…) Sonuç olarak, yaygın bir halk tepkisi boyut ve yoğunluk olarak büyüyor ve kaçınılmaz olarak İsrail Orudusu (IDF) dahil İsrail’deki yaşamın tüm yönlerine sızıyor.”

Yirmi yıl önce İsrail’in iki cephede (İkinci İntifada ve Dot-com balonu) verdiği ve dayanışma sayesinde “kazandığı” mücadeleye dikkat çeken uyarıda, “Bu sefer üç cephede, yani İsrail’in ulusal güvenliği, uluslararası imajı ve ekonomik sağlamlığı gibi ciddi zorluklarla mücadele etmek zorundayız. Ancak önerilen yargı reformu, o zaman yaptığımız gibi safları sıklaştırmak yerine, siyasi kutuplaşmayı ve toplumsal ayrışmaları derinleştirmekte ve ulusal güvenliğin temel direklerinden olan toplumsal dayanıklılığı zayıflatmakta. Ayrıca reform, hükümetin dikkatini ve İsrail’in kolektif enerjisini, dış tehditlerle düzgün bir şekilde mücadele etme pahasına, bu yıpratıcı iç çatışmaya kaydırıyor” denildi.

Uyarı yazısında İsrail’e yönelen tehditler üç başlıkta özetle şöyle açıklandı:

1- Güvenlik Tehditleri: Birincisi İran fiilen nükleer devleti olmanın eşiğinde. Ukrayna savaşındaki rolünden askeri uzmanlık kazandı ve Rusya’dan gelişmiş silah sistemleri almaya hazır. Bu arada, Çin’in aracılığıyla Körfez komşularıyla ilişkilerini geliştirirken bölgesel nüfuzunu da derinleştiriyor. İkincisi, şu anda Filistin cephesinde endişe verici bir tırmanışla karşı karşıyayız. Üçüncüsü Hizbullah daha saldırgan bir davranış sergiliyor.

Bu korkunç koşullarda, İsrail’in tamamen bu ciddi tehditlerle yüzleşmeye odaklanmasını beklerdik, ancak ne yazık ki, iç çatlak İsrail’in bunu yapma kabiliyetini kötü bir şekilde etkiliyor. En şiddetli etki, her zaman iç çatışmaların üzerindeki tek örgüt olan IDF üzerinde. Yalnızca zorunlu askerlik değil, aynı zamanda derin aidiyet duygusuna ve ortak ahlaka da dayanan bu teşkilatta hizmete hazır olma durumu da etkileniyor. Etki, özellikle yedek kuvvetlerin seçkin birimlerde (hava kuvvetleri, komandolar ve askeri istihbarat) görev yapanlar üzerinde şiddetli.

Hiç şüphe yok ki, yalnızca yedek askerler açısından değil, aynı zamanda ordu içine ve onlar ile komutanları arasındaki uyum ve karşılıklı güvene de önemli hasarlar verildi. Dahası, İsrail’in davasının doğruluğuna olan inanç, IDF saflarındaki birçok kişinin gözünde, savaşa gitmek gibi kader kararlarından sorumlu olanlar demokratik ilkelere bağlı kalmayı bırakırsa sarsılabilir. Son olarak, İsrail’in düşmanlarının iç çatışmamızdan cesaret aldığına ve hatta tehlikeli eylemlerde bulunmaya yönelebileceğine şüphe yok.

2- ABD ile İlişkilere ve İsrail’in Uluslararası İmajına Verdiği Zarar: Dünya, önerilen reformun ardından yaşanan iç karışıklıkları yakından takip ediyor ve neredeyse devlet başkanlarından sokak protestolarına kadar uzanan evrensel tepki; şaşkınlık ve derin endişe. Özellikle, ABD ile yalnızca çıkarlara değil, aynı zamanda ortak değerlere de dayanan özel ilişki, reformun ardından gerilimin arttığının işaretlerini veriyor.

Bunlar endişe verici gelişmeler çünkü İsrail’in karşı karşıya olduğu en acil güvenlik tehdidi, yani İran karşısında, ABD’nin güçlü desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Dolayısıyla bu ilişkilerin bozulması, İsrail’in ulusal güvenliğinin temel taşlarından birini tehlikeye atıyor. İsrail’in diğer Batı demokrasilerindeki konumu da bundan etkileniyor ve otokratik devletler bile krizin ortaya çıkardığı istikrarsızlık ve iç çatlaklar karşısında şaşkına dönüyor. Bölge ülkeleri de özellikle BAE, İsrail ile ilişkilerini derinleştirme konusunda artık daha isteksiz.

3- Ekonomik Kriz: Koronavirüs, Ukrayna’daki savaş ve ABD ile Çin arasında tırmanan çatışma son yıllarda küresel ekonomiyi sarsarak yüksek enflasyona, faiz artışlarına ve küreselleşmenin gerilemesine neden oldu. Şok dalgaları İsrail’e de ulaşıyor, enflasyonu körüklüyor, yüksek teknolojide işten çıkarmalara neden oluyor ve büyümeye zarar veriyor. Durum yeterince ciddi ve 2008’deki büyük krizde olduğu gibi tüm sorumlu tarafları bununla ilgilenmeye sevk etmeliydi. Bunun yerine önerilen reform ekonomiye bir darbe daha vurmaya hazırlanıyor ve yurtdışındaki ekonomi çevreleri bunun ardından gelebilecek korkunç sonuçlar konusunda uyarıda bulunuyor.

Reformu yasalaştırma çabaları, İsrail’deki siyasi istikrarsızlığı ve ekonomik belirsizliği artırarak, yatırımcıların güvenini ve yatırım motivasyonunu zedeledi. Ayrıca, yüksek teknoloji çalışanları ve girişimciler, reform karşıtı protestolarda aktif ve dikkat çekici bir şekilde yer aldılar ve hatta bazıları ticari faaliyetlerini ülke dışına çıkarma niyetlerini açıkladılar. Yedeklerde olduğu gibi, mesele bu açıklamaların haklı olup olmadığı değil, daha vahim sonuçları olabilecek derin duyguları yansıttığı gerçeğidir.

Yargı reformu devam ederse, İsrail’in kredi notu büyük ihtimalle düşecek ve bunun ekonomi için korkunç sonuçları olacaktır. Her şeyden önce, İsrail’in onlarca yıllık sorumlu ekonomik politika, siyasi istikrar ve bağımsız ve güvenilir yargı üzerine inşa edilmiş, ekonomik başarı ile ilişkilendirilen ülke imajına verdiği zararı onarmak çok zor olacak. Bu ciddi kriz karşısında INSS, derin bir sorumluluk duygusuyla ve yüreği buruk bir şekilde ilk kez bu stratejik uyarıyı yayınlıyor.

İsrail-ABD İlişkileri: Hiçbir Şey Sonsuza Kadar Sürmez

INSS’nin uyarı yazısından sonra İsrail-ABD ilişkilerindeki bozulmanın İsrail güvenliğine verebileceği zararlar ayrı bir makalede işlendi. İsrail’in ortak temel değerlere ve çıkarlara aykırı hareket ettiğine inanırsa ABD’nin itiraz ve eleştiriden çekinmeyeceğine dikkat çeken analiz, “ABD’nin tepkisi, resmi kınamadan ABD’nin İsrail’e verdiği siyasi, ekonomik ve güvenlik desteğinin fiilen erozyona uğramasına kadar değişebilir” denildi.

Analizin tamamı şöyle:

Yaklaşık iki aylık bir aranın ardından ABD Başkanı Joe Biden, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu aradı. Görüşmeye ilişkin Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre Başkan, şu anda yönetimi ilgilendiren iki ana konuya değindi:

Filistin sahası: Önceki açıklamalara benzer şekilde Başkan Biden, İsrail ve Filistin Yönetimi’nin güvenlik işbirliğini artırmak ve gelecekte iki devletli bir çözüm olasılığını baltalayabilecek herhangi bir adımdan kaçınmak için birlikte çalışması talebini yineledi. Başkan; İsrail, Filistin Yönetimi, Mısır, Ürdün ve ABD’den üst düzey siyasiler ve askerler arasında yönetimin bakış açısıyla taraflar arasındaki gerilimi azaltmak için tasarlanmış olan Şarm El-Şeyh’teki toplantıyı memnuniyetle karşıladı. Başkanın yorumları, yönetimin Filistin cephesindeki gelişmelere ve sahadaki durumun kötüleşme potansiyeline ilişkin son birkaç ay içinde üst düzey ABD yetkililerinin yaptığı birçok açıklamaya benzerdi. Bu durum, yönetimin dikkatinin başka bir yere, özellikle Çin ile rekabete ve Ukrayna’daki savaşa odaklanması gerektiğine inandığı bir zamanda (bu alandaki) diplomatik olanaklarını artırmasını zorunlu kılacaktır. Yönetim, Ramazan ayı da dahil olmak üzere önümüzdeki dönemin bir yangına dönüşebileceği endişesiyle İsrail ve Filistinliler üzerinde yoğun baskı uyguluyor. Bu nedenle Şarm toplantısının sonunda yapılan açıklamada da belirtildiği gibi, bunun önüne geçmek için her iki taraftan da somut önlemler alınması talep ediliyor.

Yargı reformu: Başkan Biden, “demokratik değerlerin her zaman ABD-İsrail ilişkisinin ayırt edici özelliği olduğunu ve öyle kalması gerektiğini… ve temel değişikliklerin mümkün olan en geniş halk desteğiyle sürdürülmesi gerektiğini” belirtti. Başkan, demokratik toplumların temel ilkelerine yönelik değişikliklerin ancak mümkün olan en geniş halk desteğiyle yapılması için yürütülen uzlaşı çabalarına desteğini sundu.

Bu, İsrail hükümetinin yasa değişikliği girişiminin ABD ile İsrail ilişkilerinin temel dayanağı olan değerlere zarar verebileceğine dair gerçek endişeyi yansıtan, Başkan’ın konuyla ilgili şimdiye kadarki en kritik yorumu. Kural olarak, ABD başkanları İsrail’in iç işlerine müdahaleden kaçındı. Bu nedenle, Başkan Biden’ın konuyu Başbakan Netanyahu ile telefon görüşmesinde gündeme getirme kararı, yasanın sonuçlarıyla ilgili ABD liderliğinin üst kademesinde yaşanan olağandışı endişenin derinliğini yansıtıyor.

Başkanın, Başbakan Netanyahu ile görüşmesi, İsrail-ABD ilişkilerinin üzerine inşa edildiği sağlam temele ve Başkan Biden’ın İsrail’e yönelik derin dostluğuna ve desteğine rağmen, ABD yönetiminin, İsrail hükümetinin öncülük ettiği süreçlere ilişkin hoşnutsuzluğunu ve endişesini artık gizlemediği konusunda şüpheye yer bırakmıyor. Bunun açık bir göstergesi, Başkan’ın, son telefon görüşmesinde de açıkça görüldüğü gibi, Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet etmemeyi sürdürmesi. İkinci bir gösterge, İsrail’in Washington Büyükelçisi ile Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan özel bir toplantıydı.

ABD cephesindeki bir dizi endişe verici gelişme, iki ülke arasındaki ilişkilerin yaslandığı sağlam temelin ve anlaşmazlık zamanlarında bile bu dostluğu korumalarına izin veren şeyin baltalandığına dair gerçek bir endişe olduğuna işaret ediyor:

  • Yeni Gallup anketi, ilk kez Demokrat Parti destekçilerinin çoğunun (yüzde 49) İsraillilerden çok Filistinlilerle sempati duyduğunu ortaya koydu. Bulgular, yalnızca geçen yıla göre Filistinlilere verilen desteğin yüzde 11 arttığını gösteriyor. Filistinlilere desteğin artması, çoğunluğu İsrail’i desteklediğini ifade etse de, kendilerini bağımsız olarak tanımlayan seçmenler arasında da görülüyor. Öte yandan, Cumhuriyetçi seçmenlerin İsrail’e olan yüksek desteğinde bir değişiklik yok. Tüm veriler göz önünde bulundurulduğunda, İsrail hâlâ önde ama aradaki fark kapanıyor. Bu rakamlar, son yıllarda daha belirgin hale gelen bir eğilimi gösteren önceki anketleri destekliyor: Demokratların çoğu İsrail’e genel olarak olumlu baksa bile bu destek aşınıyor ve daha da önemlisi, İsrail ile Demokrat Parti’nin genç destekçileri arasındaki mesafe artıyor. Amerikalı Yahudi seçmenlerin çoğu, ilerici kanat olmasa da liberal olan Demokrat Parti’yi destekliyor.
  • İsrail yanlısı görüşleri ile tanınan, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin Orta Doğu, Güney ve Orta Asya ve Terörle Mücadele alt komitesinin son derece etkili başkanı Demokrat Senatör Chris Murphy, İsrail politikasına karşı verdiği bir röportajda sert bir dil kullandı ve Biden yönetiminin İsrail hükümeti üzerindeki baskıyı artırması gerektiğini söyledi: “Ya İsrail’e yardımı ya da ABD’ye ziyareti şarta bağlamak gibi bir önlemle özellikle iki devletli çözüme yönelik bu saldırının ABD-İsrail ilişkileri için çok kötü olduğu mesajını vermeliyiz.” Murphy ayrıca hükümetin yargı sistemi için önerdiği değişiklikleri eleştirdi ve “İsraillileri bir arada tutan bağları yıprattıklarını” söyledi. İsrail karşıtı eğilimler, daha önce, çoğunlukla soldan Demokrat düzene meydan okuyan, Demokrat Parti’nin ilerici kanadından milletvekilleri arasında belirgindi. Ancak son zamanlarda, ABD’nin İsrail’e askeri yardımını Filistin konusunda şarta bağlama fikri merkezdeki Demokrat politikacılar arasında bile destek bulmuş gibi görünüyor. Yönetim İsrail’e desteğini ve İsrail’in güvenliğine olan bağlılığını zorla da olsa vurgulasa bile kanıtların çoğu iki ülke arasındaki gerilimin, bu ilişkiyi çoktan etkilediğini gösteriyor.

Yakın vadede, Filistin sorunu birincil tehdit. Amman ve Şarm El-Şeyh’teki son toplantılarda verilen taahhütleri ihlal eden İsrail’in ek olarak aldığı tek taraflı önlemler ve bu hafta kabul edilen ve kuzey Samiriye’den çekilmeye ilişkin düzenlemeyi yürürlükten kaldıran yasa (ki kendisi de ABD’ye verilen güvencelerin sonucuydu), ABD’nin hoşnutsuzluğunu önemli ölçüde artırabilir. Yönetimin, geniş bir mutabakatın yokluğunda, İsrail yargı sisteminin değiştirilmesinin İsrail’in Orta Doğu’daki tek demokrasi karakterini değiştirebileceği ve böylece Amerikan desteği ve stratejik ortaklık rolünü baltalayabileceği yönündeki imaları ciddiye alınmalı.

İsrail’in ulusal güvenliği uzun süredir diğer hususların yanı sıra ABD ile olan özel ilişkilerine dayanıyor. Washington’da iki ülkenin özgürlük, demokrasi ve medeni haklar gibi değerleri paylaştığı anlayışı buna katkıda bulundu ve fikir ayrılıkları olsa bile iki ülke birbirini anladı ve birbirinin çıkarlarına saygı duydu. ABD yönetimleri, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, zaman zaman iç muhalefete rağmen İsrail’in ‘güvenlik ve refahını’ korumak için her zaman pratik adımlar attılar. İsrail’e ABD siyasi kuruluşu içinden destek, Amerikan halkının bu ilişkileri desteklediğinin ön kabulüne ve Yahudi devletinin güvenliğini koruma yükümlülüğüne dayanıyordu.

İsrail hükümeti, “ortak değerlerin” zarar gördüğüne ve İsrail’in doğrudan ABD’nin çıkarlarına karşı hareket ettiğine dair Amerikan inancının (yönetim içinde ve Kongre’de) ikili ilişkilerin samimiyetini aşındırabileceğini dikkate almalı. Bu, nükleer programını kararlılıkla ilerletmeye devam eden İran’ın başını çektiği güvenlik sorunlarının iki ülke arasında daha sıkı koordinasyon gerektirdiği bu hassas zamanda özellikle geçerli. Beyaz Saray’ın Biden-Netanyahu telefon görüşmesine ilişkin yaptığı açıklamada İran meselesine sadece laf arasında değinildi.

İsrail, ulusal güvenliği için önemli gördüğü şeyleri korumak zorundaysa, önümüzdeki dönemde ABD ile ilişkilerine, özellikle de iki lider arasındaki iyi ilişkileri sürdürebilme becerisine öncelik ve azami önemi vermeli. Yönetim, İsrail’in ortak temel değerlere ve ortak çıkarlara aykırı hareket ettiğine inanırsa ve özellikle Filistin cephesinde verdiği sözlerden dönerse, itiraz ve eleştiri yapmaktan çekinmeyecek gibi görünüyor. ABD’nin tepkisi, resmi kınamadan ABD’nin İsrail’e verdiği siyasi, ekonomik ve güvenlik desteğinin fiilen erozyona uğramasına kadar değişebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde sürmekte olan demografik, ekonomik ve sosyal süreçler göz önüne alındığında, İsrail’in tutumu ve ikili ilişkilerin doğası önemli, uzun vadeli sonuçlar doğuracak. Bazılarının doğrudan İsrail ile hiçbir ilgisi olmasa da, ABD’nin İsrail’e olan uzun vadeli taahhüdünün aşınmasına yol açabilir. Bu uyarıları görmezden gelmek er ya da geç iki ülke arasındaki özel ilişkilere darbe vuracağı için İsrail’in çıkarları açısından felaket olabilir.

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

Yayınlanma

Netanyahu’nun, Trump’a erken dış politika “hediyesi” olarak Lübnan’da ateşkes önerisi sunmaya hazırladığı iddia edildi. İsrail’in ateşkes arayışının arka planında ise Lübnan’ın güneyinde verdiği ağır kayıplar ve ordunun savaşmak istememesi yer alıyor.

İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer’in, ABD Başkanı seçilen Donald Trump ve damadı Jared Kushner’e Lübnan’da ateşkes anlaşmasını ilerletmek istediklerini ilettiği öne sürüldü.

The Washington Post gazetesinin üç mevcut ve eski İsrailli yetkiliye dayandırılan haberinde İsrail’in, Trump’a “erken bir dış politika zaferi kazandırmak amacıyla” Lübnan’da ateşkes anlaşmasını hızlandırmak istediği iddia edildi.

İsrail’in ateşkes isteğinin arka planında ise karadan işgal etmeye çalıştığı Lübnan’ın güneyinde ağır kayıplar vermesi ve ordunun Lübnan’da savaşmak istememesi yer alıyor. Washington Post haberinde ise İsrail’i ateşkes isteğine iten sahadaki bu gerçeklere değinilmedi.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

Haberde İsrailli Bakan Dermer’in, ABD’de Trump ve damadı Kushner ile pazar günü Lübnan’da ateşkese ilişkin teklifi görüştüğü, akabinde ise Beyaz Saray’a giderek Biden yönetimi yetkilileriyle Lübnan ile ilgili mevcut görüşmeleri ele aldığı kaydedildi.

İsrailli bir yetkilinin, “İsrail’in Trump’a ocak ayında Lübnan konusunda bir hediye vereceğine ilişkin anlayış olduğu” yorumuna yer verilen haberde, bir başka İsrailli yetkiliye göre “Trump ile görüşmeler, Batı ve Rusya işbirliğini içeren İsrail’in Lübnan’da ateşkes önerisine” odaklandı.

Haberde, İsrailli yetkililere göre ateşkes teklifinin şartlarından birinin, Hizbullah’ın Litani Nehri’nin ötesine çekilmesi olduğu belirtilirken, İsrailli bir askeri yetkili ise ateşkes görüşmelerinin başarısızlığa uğraması halinde Lübnan’da kara saldırılarını artırmak için planların oluşturulduğunu söyledi.

Hizbullah’a yakın bir kaynağa göre “Hizbullah’ın geçici ateşkes kapsamında Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmeye hazır olduğu” iddiasına yer verilen haberde, İsrailli bir yetkiliye dayandırılarak “Lübnan ordusunun, ABD ve İngiltere’nin gözetiminde, ilk 60 gün boyunca sınır bölgesinin kontrolünü sağlayacağı” ileri sürüldü.

Yedioth Ahronot gazetesi geçen hafta ismini açıklamayan ABD’li yetkililere dayandırdığı haberinde Trump’ın Biden yönetimine İsrail ile Hizbullah arasında ateşkese varılmasına ilişkin mesaj yolladığı ileri sürülmüştü.

WSJ: Hizbullah’ın direnişi İsrail için eziyete dönüşebilir

Lübnan’a karadan işgal etmeye çalışan İsrail ordusu, ağır kayıplar vermeye devam ediyor. Daha dün tek bir çatışmada 6 İsrail askeri öldürüldü. Üstelik Lübnan’a yönelik saldırılarının gerekçesi olan İsrail’in kuzeyindeki toplulukların evlerine dönmeleri sağlanamadığı gibi durum, İsrail açısından daha da kötüleşti. Lübnan’dan İsrail’e atılan füzeler ve İHA saldırıları İsrail’in iç kesimlerine yayıldı ve bu saldırılar her gün İsrail’in kuzeyi başta olmak üzere onlarca yerleşim yerinde sirenlerin çalması ve insanların sığınakları koşmasına neden oluyor.

Sahadaki bu durum karşısında son haftalarda İsrail ordusu, basına “Lübnan’da hedeflerin çoğuna ulaşıldığına” yönelik haberler servis etmeye başladı. Sızdırılan bu açıklamaların savaşın devamına karar verecek İsrail ordusuna bir mesaj olduğu tahmin ediliyor. İsrail ordusunun, Gazze cephesinde savaş devam ederken Lübnan’a kara operasyonu düzenlemesine itiraz ettiği de biliniyordu. İsrail’in ilan ettiği savaş hedeflerine ulaşılmasının imkansızlığı, ordunun “gönülsüzlüğü” ve verilen ağır kayıplarla birleşince İsrail hükümeti diplomasiyi yeniden öne almak zorunda kaldı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Yayınlanma

Katz-Halevi

Netanyahu tarafından görevden alınan Yoav Gallant’ın yerine atanan İsrail’in yeni Savunma Bakanı Israel Katz’ın İsrail’in hedeflerinden birinin Hizbullah’ın silahsızlandırılması olduğunu açıklarken Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi şaşkınlığını gizleyemedi.

İsrail Lübnan’ın güneyinde karadan ilerlemeye çalışırken Washington ve Beyrut’ta İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmaların müzakere yoluyla sona erdirilmesine yönelik müzakereler sürüyor. Ancak İsrail’in yeni Savunma Bakanı Israel Katz, İsrail’in tüm hedeflerine ulaşana kadar savaşmaya devam edeceğini söyledi.

Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi ile birlikte Kuzey Komutanlığı’nı ziyaret eden Katz, “Ateşkes yapmayacağız, ayağımızı gazdan çekmeyeceğiz ve savaşın hedeflerine ulaşılmasını içermeyen hiçbir düzenlemeye izin vermeyeceğiz” dedi.

Katz bu hedefleri “Hizbullah’ı silahsızlandırmak, Litani Nehri’nin ötesine itmek ve kuzey İsrail sakinlerinin güvenli bir şekilde evlerine dönmelerini sağlamak” olarak sıraladı.

Açıklamasının videosunda Halevi’nin Katz’ın Hizbullah’ı silahsızlandırmayı savaşın hedeflerinden biri olarak söylemesine şaşkınlıkla tepki verdiği görüldü, zira İsrail hükümetinin resmi olarak açıkladığı böyle bir hedefi bulunmuyor.

Katz, İsrail’in “[herhangi bir anlaşmayı] kendi başına uygulama ve her türlü terörist faaliyet ve örgüte karşı harekete geçme hakkı” konusunda ısrarcı olmaya devam edeceğini vurguladı ve “Şimdi tüm gücümüzle Hizbullah’ı vurmaya devam etmeliyiz” dedi.

6 İsrail askeri öldürüldü

Öte yandan Lübnan’ın güneyinde karadan işgalini ilerletmeye çalışan İsrail, Hizbullah’la girdiği çatışmada 6 askerini daha kaybetti. Çatışma, İsrail’in güney Lübnan’daki kara operasyonunu daha da genişleteceğini açıkladığı sırada, meydana geldi ve Lübnan’da kara işgalinin başlamasından bu yana İsrail’in tek günde verdiği en ağır kayıplardan biri oldu.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada askerlerin Golani Tugayı’nın 51. Taburunda görev yaptıkları belirtildi. Ordunun soruşturmasına göre askerler Lübnan’ın güneyindeki bir köyde bir binanın içinde en az dört Hizbullah militanıyla girdikleri çatışmada öldürüldü.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English