Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

‘İsrail’e destek Washington’un Afrika’daki konumuna zarar veriyor’

Yayınlanma

Aşağıdaki çevirisini okuyacağınız makale, Batı’nın özellikle de ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz desteğin Afrika ülkelerindeki siyasi yansımalarını inceliyor. Quincy Enstitüsü’nde araştırmacı olan Alex Thurston’un kaleme aldığı analizde, İsrail’in saldırılarıyla hayatını kaybeden Filistinli sivil sayısı artıkça Washington’un Afrika’daki nüfuzu da tehlikeye giriyor: “Washington’un şu anda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hükümetine ve İsrail Savunma Kuvvetleri’ne verdiği muazzam mali, diplomatik ve askeri destek göz önüne alındığında, Afrika hükümetlerini Rusya’ya karşı- ya da küresel olarak ilgili diğer çatışmalarda- sıraya dizmesi daha da zor bir hale gelebilir.”

***

Afrikalılar ABD ve Batı’nın Gazze’de İsrail’e verdiği desteğin ikiyüzlülük olduğunu düşünüyor

Alex Thurston

IDF’nin saldırısı Washington’un Afrika’daki hükümetlerle ilişkilerini zora sokarken, bu ülkelerde Filistinlilerle dayanışmanın artması diplomatik zorlukları da beraberinde getiriyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden savaşının ABD için yarattığı pek çok diplomatik risk arasında ilk sıralarda Afrika dahil Küresel Güney’i daha da yabancılaştırmak yer alıyor.

Özellikle mevcut şiddete ilişkin kıta çapında yayınlanmış anket verileri olmadığı için Afrika kamuoyu hakkında genelleme yapmak zor. Ancak Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e saldırmasıyla başlayan çatışmalarda Afrikalı hükümetlerin başlangıçtaki bölünmüş tepkilerinden sonra şu anda çoğu Afrika hükümetinin, önde gelen Afrika siyasi gruplarının ve Afrika kamuoyunun önemli bir kısmının Filistin davasına sempati duyduğuna ve İsrail’in Gazze’deki mevcut askerî harekâtından dehşete düştüğüne dair çok sayıda gösterge var.

Birçok Afrika hükümeti tarihsel olarak bağımsız bir Filistin’i destekliyor. Ancak son yıllarda İsrail, her zaman istikrarlı bir şekilde olmasa da kıtadaki diplomatik varlığını artırdı. Örneğin 1999’da İsrail’i tanıyan Moritanya 2009’da İsrail’le ilişkilerini askıya aldı. Ancak mevcut krizin ortasında, Afrika hükümetlerinin neredeyse tamamı İsrail’in Gazze’yi bombalamasına ve işgaline karşı çıktı.

Örneğin 23 Ekim’de Ürdün’ün “düşmanlıkların durdurulmasına yol açacak acil, kalıcı ve sürekli bir insani ateşkes” çağrısında bulunan kararı, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 120 lehte, 14 aleyhte ve 44 çekimser oyla kabul edildi. Aralarında 2020 sonlarında İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesini öngören İbrahim Anlaşmalarını imzalayan Fas ve Sudan’ın da bulunduğu 35 Afrika ülkesi (Kuzey Afrika ülkeleri de dahil) karar lehinde oy kullandı. Hiçbir Afrika ülkesi karara karşı oy kullanmazken, Kamerun ve Etiyopya gibi bazı ülkeler de çekimser kaldı. Bu tür kararlara verilen destek doğrudan Amerikan isteklerine ters düşüyordu.

Diplomatik düzeyde, Afrika Birliği iki devletli çözümü desteklemeye devam ediyor ve 15 Ekim’de barış çağrısında bulunan ve İsrail’in ağır bombardımanından kaynaklanan yüksek sivil kayıplara gönderme olarak “toplu cezalandırmayı” kınayan açıklamasında Arap Birliği’ne katıldı.

Bu arada iki Afrika ülkesi İsrail’deki diplomatlarını geri çağırdı: Güney Afrika ve Çad. Güney Afrika’nın iktidardaki Afrika Ulusal Kongresi (ANC), 1994 yılında iktidara gelmeden önce bile Filistin davasının ve özellikle de ANC’den Nelson Mandela’nın “olağanüstü bir özgürlük savaşçısı” olarak nitelendirdiği Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nün uzun süredir destekçisiydi. 6 Kasım’da Pretoria, ve Dışişleri Bakanı Naledi Pandor’un İsrail’in Gazzelileri “toplu cezalandırması” olarak adlandırdığı ve hükümetinin de “soykırım” olarak nitelediği Gazze’deki sivil ölümleri gerekçe göstererek İsrail’deki büyükelçisini geri çağırdı.

İki gün önce de Çad, Tel Aviv’deki maslahatgüzarını geri çağırarak, “Filistin sorununa kalıcı çözüm getirecek ateşkes” çağrısında bulunmuştu. Çad’ın bu adımı özellikle önemli zira İsrail ile diplomatik ilişkilerini kısa bir süre önce geliştirmiş ve geçen şubat ayında büyükelçiliğini açmıştı.

Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının hemen ardından İsrail’e destek veren bazı Afrika ülkeleri, İsrail’in karşılık vermesiyle ölü sayısı arttıkça daha nüanslı bir tutum sergilemeye başladılar: Örneğin Kenya, başlangıçta İsrail ile güçlü bir “dayanışma” açıklaması yaptı, ancak o zamandan beri gerilimi azaltma çağrılarını destekledi.

BM Genel Kurulu’ndaki oylamalara rağmen, Afrika hükümetleri kendi topraklarında Filistin yanlısı kitlesel eylemlere izin verme konusunda biraz daha temkinli davrandılar. Bu ihtiyatın en az iki nedeni var: bu tür gösteriler iç siyasi muhalefetleri tarafından kullanılabilir ve bazı hükümetler İsrail ile olan bağlarını sessizce sürdürmeyi umuyor.

Kuzey Afrika’da Filistin yanlısı protestolar Sahra Altı Afrika’dakinden daha güçlü oldu, İbrahim Anlaşması’nı imzalayan ve İsrail için önemi giderek artan bir ortak olan Fas bile büyük protestolara izin verdi. Öte yandan Sahra Altı Afrika’da, çoğunluğu Müslüman olan bazı ülkelerin hükümetleri bile protesto gösterilerine izin verme konusunda isteksiz davrandı: Örneğin 28 Ekim’de Senegal, Filistin Davası için Ulusal İttifak’ın bir miting düzenlemesine izin vermedi, ancak sonunda Dakar’da bir protesto düzenlendi. Bu arada Güney Afrika, yukarıda bahsedilen tarihsel dayanışmalar ve ANC’nin solundaki açık sözlü bir parti olan Ekonomik Özgürlük Savaşçıları’nın varlığı nedeniyle, Sahra’nın güneyindeki en büyük protestolardan bazılarına sahne oldu. Hem Sünni hem de Şii Müslümanlar arasında bir diğer önemli protesto alanı Nijerya’ydı.

Afrika kıtasının farklı bölgelerinde İsrail politikasına yönelik kınamalar, ABD’nin Afrika hükümetlerini Ukrayna savaşında taraf tutmaya ikna etme çabalarının büyük ölçüde başarısız olduğu bir dönemde geldi. Aralık 2022’de Washington’da düzenlenen ABD-Afrika Liderler Zirvesi öncesinde ve sonrasında, Biden yönetimi yetkilileri, Uganda’nın Yoweri Museveni’si gibi uzun süredir müttefik olanları bile Rusya’dan tamamen kopmak istemediklerini tespit etti.

Washington’un şu anda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun hükümetine ve İsrail Savunma Kuvvetleri’ne verdiği muazzam mali, diplomatik ve askeri destek göz önüne alındığında, Afrika hükümetlerini Rusya’ya karşı- ya da küresel olarak ilgili diğer çatışmalarda- sıraya dizmek daha da zor bir hale gelebilir.

Batılı hükümetler (İrlanda gibi birkaç istisna dışında) İsrail’in askeri saldırılarına neredeyse koşulsuz destek verirken, “kurallara dayalı uluslararası düzen” fikri Küresel Güney’de pek çok hükümet ve halkları için giderek daha boş geliyor. Uluslararası Af Örgütü gibi Batı merkezli büyük uluslararası insan hakları örgütleri ve Sınır Tanımayan Gazeteciler gibi büyük medya özgürlüğü gruplarına göre, bu eylemler toplu cezalandırma, sivillerin hedef alınması, gazetecilerin hedef alınması ve gıda, su ve elektriğin kesilmesine karşı uluslararası yasaları açıkça ihlal ediyor.

Etkili bir Güney Afrika dergisi olan The Continent’te önde gelen bir yorumcu, ABD’yi (ve diğerlerinin yanı sıra Almanya’yı) Örneğin, Almanya Devlet Başkanı Frank-Walter Steinmeier’in bu ayın başında Tanzanya’da soykırım düzeyindeki sömürgeci baskılar nedeniyle kamuya açık özür dilemesinin bazı Afrikalılar için tuhaf karşılanması gibi Filistin konusunda da derin bir ikiyüzlülükle suçluyor. Kenyalı bir yazar Birleşmiş Milletler’in etkisiz olduğundan, ABD hükümetinin Filistinlilerin ölümleri konusunda “umursamaz” göründüğünden ve “Batı medyasının… ABD ve İsrail propagandasının sözcüsü haline geldiğinden” yakınıyor.

Bu arada hem Ukrayna savaşı hem de Gazze’deki krizin ortasında, bazı Afrikalılar kıtanın kendi çatışmalarının ve trajedilerinin (Sudan, Etiyopya ve ötesinde) göz ardı edildiğini düşünüyor ki bu da deneyimli gözlemcilerin uyarıda bulunduğu bir dinamik. Dolayısıyla Washington, Afrikalıları ABD’nin belirli bir dizi evrensel değeri temsil ettiğine ikna etmekte giderek daha fazla zorlanabilir.

Afrika’da Filistin’in durumu etnik, dini, siyasi ve daha pek çok dayanışmayı çağrıştırıyor. Bu dayanışmalar mevcut çatışmanın ortasında büyüyor, İsrail’in diplomatik kazanımlarından bazılarını ortadan kaldırıyor ve Washington’un kendi diplomatik nüfuzuna uzun vadeli zorluklar yaratıyor.

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English