Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrail’in Silikon Vadisi çöküşün eşiğinde

Yayınlanma

Çevirmenin notu: On yıllardır işgal rejiminin özene bezene büyüttüğü teknoloji sektörü, Aksa Tufanı’ndan sonra şirket çalışanlarının askere çağrılması nedeniyle “zor zamanlar” geçiriyor. İsrail basını, teknoloji sektörünün Filistinlilere karşı hayati önem taşıdığına ve uygulamanın ülkenin aleyhine olduğuna dikkat çekiyor.


İsrail’in Silikon Vadisi çöküşün eşiğinde

Kawthar Zantour

Al Majalla

24 Ekim 2023

Yedek askerlerin çoğu orduya katılmak üzere işlerinden ayrıldıkça teknoloji şirketleri personelsiz kalıyor

Aksa Tufanı operasyonunun başlamasından birkaç gün sonra İsrail makamları, 360 bin yedek askerin geri çağrıldığını duyurdu; İsrail basınında çıkan haberlerde, bunların çoğunun İsrail ve ABD’deki teknoloji şirketleri tarafından istihdam edildiği ortaya çıktı.

Aslında yaşanan şey, askere alımların bölünmeler ve Tel Aviv’in Kaliforniya’nın meşhur Silikon Vadisi’nden sonra dünyanın en büyük ikinci teknoloji ekosistemine sahip olması nedeniyle ekonomisinin gururu olarak nitelendirdiği canlı sektör üzerindeki muhtemel yansımalarına ilişkin uyarılarla başlamasıydı.

İki hafta önce, Yahudi devletindeki tartışmalı askere alımların başlangıcında çıkan ifadeler ve haberler iki konuya işaret ediyor: Birincisi bu alımların, faaliyetlerinin aksaması ışığında, İsrail topraklarından ayrılmalarına veya çökmelerine yol açabilecek büyük ve küçük şirketler üzerindeki yansımaları.

İkinci mesele ise, Hamas’ın kripto para fonlarının “kurutulmasında” oynadıkları rol gibi, savaş alanındaki teknolojik katkılarının kapsamı.

Reuters’in dev İsrailli teknoloji şirketlerinin yetkililerine dayandırdığı haber, sektörün 7 Ekim’de Hamas ile askeri çatışmanın başlamasından bu yana savaş halinde olduğunu ortaya koydu.

Sektördeki İsrailli yatırımcılar, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne dönük geniş çaplı bir saldırıya geçmesi halinde yaşanabilecek aksaklıklar nedeniyle Tel Aviv’in teknoloji şirketlerinin güvenliğini artırması gerektiğini dile getirdi.

Ekranlardan tanklara

Buna ilave olarak, çoğu teknoloji şirketinin personelinin yedekler saflarına yeniden yönlendirilmesine başlandı. Reuters’a göre İsrailli yetkililer tarafından açıklanan rakam daha önce görülmemiş bir rakam ve muhtemelen çoğu ABD merkezli teknoloji şirketlerinden çağrılan 360 bin yedek askerin bile üzerine çıkacak.

İsrail, uzun vadeli bir savaş senaryosunun muhtemel yansımalarına ilişkin korkularına karşılık olarak teknoloji sektörünün, özellikle de topraklarında faaliyet gösteren önde gelen şirketlerin çoğunun devam eden gelişmeler nedeniyle ülkeyi terk etmesi halinde, ekonomisi açısından “korku” senaryolarıyla uğraşmak zorunda kalacağını söylüyor.

Mumbai’den yayın yapan The Economic Times’a göre, İsrail merkezli yüzlerce çok uluslu teknoloji şirketi, stratejik çıkarlarını ve üretim ve geliştirme alanındaki yatırımlarını muhafaza etmek ve operasyonlarını sürdürmek için acil durum planlarını değerlendirmeye aldı.

Teknolojik ürünlerin geliştirilmesine dönük planlama, yıllar öncesinden detaylandırılmış belirli bir zaman çizelgesine göre gerçekleştirilir; geliştirmede yaşanacak herhangi bir gecikme, en ufak bir gecikme bile, dev şirketlerin şiddetli rekabet karşısında karşılayamayacağı büyük kayıplar anlamına gelebilir.

Plan, bu şirketlerin faaliyetlerini Hindistan’a, Orta Doğu’daki diğer ülkelere veya Doğu Avrupa ülkelerine kaydırarak “göç etme” ihtimalini dikkate alıyor.

Everest Group CEO’su Peter Bendor-Samuel, İsrail’deki teknoloji hizmetlerinin kısa ve orta vadede etkileneceğini dile getiriyor.

Bendor-Samuel, gazeteye verdiği mülakatta bunun nedenini “bölgedeki çatışmaların şirketlerin merkezlerinin ve cihazlarının güvenliği konusunda yarattığı kaygılar ve ayrıca yerel çalışanlarının pek çoğunun yedek orduya katılmak üzere çağrılmış olması” olarak açıklıyor.

CEO’lar şirketlerine veda ediyor

Aksa Tufanı operasyonu, son dönemde Tel Aviv’de yargı değişikliklerine ilişkin protestolara yoğun bir şekilde katılan yatırımcılar ve girişimciler arasında halihazırda “belirsizlikten” mustarip olan İsrail’in teknoloji sektörünün sıkıntılarını daha da artırdı.

Bazı şirketler geçen ayki gösterilere katılmaları için çalışanlarının ulaşım masraflarını karşılamıştı. Şimdi, bu sektördeki istisnasız tüm işçiler yedek orduya katılmaya davet edilebilir.

Finans piyasaları üzerine uzmanlaşmış İsrail gazetesi The Marker, 17 Ekim’de yayımladığı “CEO’lar şirketlerinin sonunun geldiğini bilerek yedek orduya gitti,” başlıklı haberinde, askere alımların başladığına dair tanıklıkları aktardı.

Yeni kurulan şirketlerdeki işçileri de kapsayan askeri alımların söz konusu şirketlerin çökmesine ve İsrail ekonomisinin ağır kayıplara uğramasına yol açacağına dikkat çekildi.

Savaş, ilk günlerinden bu yana yüksek teknoloji sektörüne zarar verdi; tehlikeler esas olarak daha önce finansman bulmakta zorlanan küçük girişimleri sardı. Çalışanlarının ve yöneticilerinin çağrılmasının ardından faaliyetlerinin tamamen kesintiye uğraması, muhtemelen kapanmalarına yol açacak.

Tarım girişimi Mata’nın iki kurucusunun askere alınması ve çalışanlarının yüzde 100’ünün yedek orduya yönlendirilmesi gibi bazı örnekler sunuldu. Gazeteye konuşan şirketin CEO’su, yedek askerliğe alındıktan iki ay sonra çalışacak bir şirket bulamadan görevine dönmeyi bekliyor.

Teknoloji sektöründen binlerce askere alım

“Binlerce kişi askere alındı,” başlıklı bir haber yayımlayan Y-net’e göre teknoloji şirketlerinden askere alınanların sayısı binlerle ifade ediliyor: “Savaş teknoloji şirketlerini sarsıyor,” başlıklı makalede, bu şirketlerde çalışan ve çoğu genç olan işçilerin yüzde 10 ila 15’inin (yaklaşık 400 bin) yedek orduya çağrıldığı, diğerlerinin ise evde kalmaya zorlandığı belirtildi.

Yapay zekâ ve grafik teknolojileri ve sistemlerinde kullanılan çiplerin dev üreticisi NVIDIA, İsrail’deki 3 bin 300 çalışanından 400’ünün askere çağrıldığını bildirdi.

CEO Jensen Huang, bir şirket çalışanının Hamas tarafından esir alınanlar arasında olduğunu ve eski bir çalışanın çatışmalarda ölenler arasında olduğunu doğruladı; ayrıca eski bir NVIDIA çalışanı olan Mellanox’un kurucusunun kızının da öldüğünü belirtti.

Şirket ayrıca, bu ayın ortasında Tel Aviv’de (pilot kent olarak nitelendiriliyor) yapılması planlanan ve 2 bin 500’den fazla katılımcının yer alacağı Yapay Zekâ Zirvesi’nin ertelendiğini duyurdu.

Teknoloji şirketleri ve geliştirme merkezleri, yazılım bilimi ve geliştirme, yapay zekâ teknolojileri, veri, robotik ve siber güvenlik sistemlerinde yazılım geliştiricileri, mühendisleri, programcıları ve yüksek nitelikli kişileri ellerinden alan çağrıların neden olduğu eksikliklerle başa çıkmak için gerçek bir acil durum yönetimi zorluğuyla karşı karşıya. Bu da telafinin kolay olmayacağı anlamına geliyor.

Hamas’ın kriptosundan intikam almak

Elbette bu durum, İsrail’den gelen haberlere göre hızlı gelişmelere ayak uydurmaya çalışan ve krizin ciddiyetine rağmen Demir Kılıç Harekâtında İsrail ordusunu desteklemek için tekniklerini kullanan şirketlerin hisseleri açısından kayıp anlamına gelecek.

İsrailli ekonomi gazetesi Globes’un “Yüksek teknoloji girişimcilerinin misillemesi,” başlıklı haberine göre, Hamas’ın kripto para tedarik hattının kapatılması, hareketin finansman kaynaklarının kurutulması amaçlı, İsrailli “acemiler” ve teknoloji şirketleri tarafından yürütülen entegre bir çalışma mevcut.

Haber, finansman operasyonlarının elektronik finansal işlem platformları ve kripto para birimleri aracılığıyla yürütüldüğüne dikkat çekiyor. Rapid ve PayPal platformlarının Hamas finansmanını daha hızlı izlemek ve yasaklamak amacıyla İsrail, ABD ve diğer ülkelerde faaliyet gösteren özel bir HML kurduğunu gösteriyor.

Finansman, Telegram, X (eski adıyla Twitter), Facebook ve TikTok’taki bağış toplama kampanyaları aracılığıyla yapılıyor ve PayPal ve Wise aracılığıyla çeşitli para birimi ve kripto para transfer ağlarında kanalize ediliyor.

Savaşta yapay zekâ

Pratikte, askere alınan bir dizi girişimci yapay zekayı yoğun bir şekilde kullanarak ve Hamas’ın mali kaynaklarını kısıtlamak için her ülkenin iç mevzuatını kullanarak aktif sosyal medya araştırmalarını benimsiyor.

Haber, İsrail’de yaklaşık 300 çalışanı bulunan PayPal’ın incelemelerini özellikle Hamas’a para aktarımına ve özel bir CML aracılığıyla hesapları kapatmak için daha hızlı onay almaya odakladığını ortaya koyuyor. Şirket, ayrıca Hamas’a destek ifade eden bir videoda yer alan tüm kullanıcı hesaplarını ya da sayfalarını kapatıyor.

Globes’un bir PayPal çalışanından aktardığına göre, “yedek orduya çağrılan çalışanların çoğu savaş çabalarına yardımcı olma konusunda kritik bir yol arıyordu. Bu, birkaç saat içinde geliştirilen yöntemlerden biriydi. Nihayetinde hesapları kendileri tespit eden ya da yurttaşlardan soru alan bu çalışanlar (acemi askerler) oldu.”

Haberde ayrıca, yedek orduya alınan İsrailli teknoloji öncüleri arasında yer alan yüksek teknoloji girişimcisi ve Any.do’nun CEO’su Omer Perchik’in rolüne de dikkat çekildi; Perchik’in görevi ABD’deki büyük sosyal medya kuruluşlarıyla doğrudan iletişim kanalları açmaktı. Perchik, bu kuruluşlara Hamas’a para toplanması çağrısında bulunan bağlantılar içeren sayfaları engellemeleri için talepler gönderiyor.

Habere göre, silah altına alınanlar (girişimciler, yenilikçiler ve startup yöneticileri) başta Binance ve Paybit olmak üzere kripto para birimi değişim platformlarının taranması ve izlenmesinde yer alıyordu. Borsalardaki kişilere talepler göndererek Hamas işlemlerini tespit edip engelleyebilmişlerdi.

İsrailli şirketlere çalışan psikiyatristler

Haberde ayrıca CryptoJungle’ın kurucusu Ben Samocha’nın kendisinin ve bir ekip üyesinin kripto para birimlerinin izlenmesine katıldığını ve Gazze için bağış toplama girişimi olarak etiketlenen 600 işlemi izlediklerini söylediği aktarılıyor. Samocha, bunun Hamas tarafından bağış toplamak amacıyla kullanılan bir kripto cüzdanı olduğunun ortaya çıktığını söylüyor.

Globes’un haberine göre kanıtlar, Lahav 433’ün izleme birimine gönderilerek Binance’in paraları İsrail hazinesine aktarması talep edildi.

Bu atmosfer iş ortamında gerginliğe neden oldu ve çalışanları yedek orduya çağrılan “teknoloji şirketlerini izlemek” ve bu çalışanların şirketlerinin savaş sonucunda yaşayacağı dönüşümleri daha iyi anlamalarına yardımcı olmak için psikiyatristler işe alındı.

Habere göre, bu doktorlardan biri olan Eldad Rom, finans ve iş dünyasında uzmanlaşmış bir İsrail gazetesinde yayımlanan makaleye göre, “ulusal psikolojik bozukluk” ortamında bir arada yaşamak için kriz yönetimi ve rehabilitasyonu izleme rolüne sahip.

Teknoloji sektörü, İsrail’in en eski ve en önemli sektörlerinden biri; Intel’in ülkede kurulduğu 1974 yılında faaliyete geçti ve startup’ların kuruluş tarihi 1990’lara kadar uzanıyor.

O zamandan bu yana İsrail, bu alanda geniş bir üne kavuştu ve yarım yüzyıllık yatırımların ardından, binlerce şirketin yerleştiği Amerikan Silikon Vadisi’nden sonra ikinci küresel teknoloji merkezi haline geldi.

Apple, Google ve Intel gibi teknoloji şirketleri İsrail’de on binlerce çalışanı olan geliştirme merkezleri işletiyor ve Gazze savaşından önce krizde olan yüksek teknoloji sektörünün bel kemiğini oluşturuyor.

Aralarında dünya devlerinin de bulunduğu 400 şirket

Resmi raporlara göre, yüksek teknoloji sektöründeki yaklaşık 400 bin çalışan ve işçiden yaklaşık 400 araştırma ve geliştirme merkezi ve çeşitli uyruklardan yaklaşık 70 bin işçi, İsrail’deki çok uluslu teknoloji şirketleri adına çalışıyor.

Bu şirketler arasında Intel, Apple, Google, IBM, Facebook, Microsoft, Nvidia, Oracle ve Cisco bulunuyor. Bu şirketlere Check Point ve Amdocs gibi devleşen İsrailli şirketler de eklendi.

İsrail’de teknoloji şirketlerine yapılan yatırımlara ilişkin çalışmalar, on yıllardır savaş ve siyasi istikrarsızlığın yanı sıra bürokrasi, iktisadi krizler ve son olarak da yaygın tartışmalara yol açan yargı değişiklikleri yaşayan ülkede hesaplanmamış sonuçların ortaya çıkma riskini tanımlıyor.

İsrail yine de bugün milyarlarca insan tarafından günlük olarak kullanılan Intel ve Apple bilgisayar işlemcileri, iPhone yüz tanıma teknolojileri ve Samsung cep telefonu kameraları gibi birçok uygulamanın kaynağı olmayı başardı.

Fakat küresel devlerin krizi ve İsrail’deki durumla ilgili soru işaretleri ve yatırımlarını genişletme olasılıkları halihazırda aylardır dile getiriliyordu ve bunlar Gazze savaşıyla birlikte daha da arttı.

Globes’da yer bulan bir haber, Apple’ın CEO’su ile kıyaslanabilecek uluslararası bir ekonomik figür olan küresel elektronik devi Samsung’un başındaki Lee Jae-Yong’un Aksa Tufanı operasyonu başlamadan bir hafta önce gizlice İsrail’i ziyaret ettiğini ortaya çıkardı.

Son on yılda bu büyüklükteki uluslararası şirketlerin CEO’ları tarafından gerçekleştirilen pek çok kamusal ve gizli ziyaretten biri olan bu ziyaret, İsrail anlatısına göre, ülkedeki iştiraklerinin sahip olduğu merkezi konumu yansıtıyor. Ancak söz konusu ziyaretler, yılın başından bu yana ciddi ölçüde kötüleşen iş ortamının gerçeklerini değerlendirmek için yapılmıştı.

İsrail Yenilik, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, ülkenin yüksek teknoloji sektörüne yapılan yatırımların azaldığı uyarısında bulundu. Bu durumun belirsizlikten kaynaklandığı belirtildi.

İsrail’de yüksek teknoloji yatırımları bu yıl şu ana dek 5 milyar dolar civarında gerçekleşerek 2019’dan bu yana en düşük rakama geriledi; 2021’de 25 milyar doları aşarak zirve yapmıştı.

Bugün korkular artık “belirsizlik” durumuyla ilgili değil, zira mevcut savaş uzun vadeli bir savaşa dönüşüyor ve yakın zamana kadar yenilmez bir ordu, İsrail’in dünyanın gözlerini kamaştıran siber güvenlik ve dünyanın en gelişmişleri arasında yer alan casusluk teknolojileri ve askeri sistemlerle güçlendirilen iç cephesine ciddi zarar veriyor.

DÜNYA BASINI

Pezeşkiyan’ın hedefi sandığa gitmeyenler, silahı ise “korku”

Yayınlanma

İran’da 14. dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ikinci turuna kalan adayların seçim kampanya süreci yeniden başladı.

İran devlet televizyonuna göre, 5 Temmuz’da yapılacak cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu için yarışacak reformistlerin adayı Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakarların adayı Said Celili’nin kampanya süreci 3 Temmuz’da sona erecek.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz adayların birbirlerine yönelik suçlamalarına ve seçim kampanyalarında kullandıkları argümanlara odaklanıyor:

***

İran’da reformcuların cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için sosyal yardım ve korku faktörüne güveniyor

Amwaj.media

Reformist Mesud Pezeşkiyan ve muhafazakâr Said Celili, 28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday oyların çoğunluğunu alamadığı için ikinci turda karşı karşıya gelecek.

Pezeşkiyan’ın kampanyası şimdi ilk turu boykot eden seçmenlerle iletişim kurmaya ve katılımı artırmak için olası muhafazakâr yönetimin tehlikelerini vurgulamaya hazırlanıyor. Celili’nin ekibi ise reformist rakibini plansız olarak göstermeye çalışıyor.

Sonuçlar: 28 Haziran seçimleri, muhafazakâr eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin geçen ay bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesiyle tetiklendi. İran anayasasına göre erken seçimlerin 50 gün içinde yapılması gerekiyor.

Milletvekili Pezeşkiyan ve eski nükleer baş müzakereci Celili, İran’da 28 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yeterli oyu alamadıkları için 5 Temmuz’da karşı karşıya gelecekler.

-Pezeşkiyan 10,5 milyon (yüzde 42,5) oy alırken, Celili 9,5 milyon (yüzde 38,6) oy aldı.

-Başlangıçta seçimin favorisi olarak görülen muhafazakâr Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ise 3.4 milyondan az (yüzde 13.8) oy alarak üçüncü oldu.

-Muhafazakâr eski adalet bakanı Mustafa Purmuhammedi ise kullanılan oyların yüzde 1’inden azını alarak (yaklaşık 200.000) sonuncu oldu.

Katılım oranı: Kamuoyu yoklamaları, 2021 seçimlerinde seçmen katılımının bir önceki rekor düşük seviye olan yüzde 48,8’den daha yüksek olacağını öngörmesine rağmen, seçime katılım sadece yüzde 39,9 oldu.

Rekor düşük katılım oranı, 2020’de başlayan ulusal seçimlere düşük katılım eğilimini tersine çeviremedi. Seçmen ilgisizliği ve reform yanlısı adayların neredeyse tamamının seçime katılımının engellenmesi bu eğilimi tetikledi.

-Muhafazakârların parlamentoyu ılımlılardan ve Reformistlerden geri aldığı 2020 yasama seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yüzde 42’sinden biraz fazlası oy kullandı.

-Reisi’nin genel olarak “tek atlı yarış” olarak görülen seçimi kazandığı 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin yüzde 48,8’i oy kullandı ki bu o zamana kadar bir cumhurbaşkanlığı oylaması için en düşük katılım oranıydı.

-Bu yıl mart ayında yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda da seçmenlerin yaklaşık %41’i oy kullanmıştı.

Yankıları: Pezeşkiyan için kampanya yürüten eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (2013-21) katılımın düşük olmasını halkın “yönetim şeklimizden memnun olmamasına” bağladı ve geçmişteki eksiklikler için özür diledi.

-Siyaset sosyoloğu Mehran Solati, 30 Haziran’da reform yanlısı Hammihan gazetesine verdiği demeçte, özellikle etnik azınlıkların çoğunlukta olduğu sınır illerindeki düşük katılımın, ülkenin seçimler konusunda “derinleşen öfke ve artan bir hayal kırıklığı” ile karşı karşıya olduğunu gösterdiğini söyledi.

Muhafazakâr Kayhan gazetesi ise katılımın düşük olmasından ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (2013-21) hükümetinin ekonomik performansını sorumlu tuttu.

-Kayhan, ekonominin durumu nedeniyle halkın hayal kırıklığına uğradığını ve Ruhani’nin halefi, son cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin (2021-24) Ruhani’nin kendisine bıraktığı ekonomiyi düzeltmek için yeterli zamanı olmadığını iddia etti.

-Muhafazakâr gazete 28 Mayıs’ta Reisi’nin çabaları sayesinde seçime katılımın “gözle görülür şekilde yüksek” olacağını öngörmüştü.

Pezeşkiyan’ın ekibi, 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde kampanya çalışmalarına başlarken, ilk turda sandığa gitmeyenlere ulaşmaya çalışıyor.

-Zarif, Reformcu kampa bağlı kampanyacılara yaptığı bir konuşmada, halkın “yalan bombardımanına” tutulduğu için “doğrudan insanlarla konuşmalarını” önerdi. Pezeşkiyan için kampanya yürütenler 30 Haziran’da Tahran’ın farklı bölgelerinde bir araya gelerek sıradan İranlıların sorularını yanıtladılar.

Pezeşkiyan 30 Haziran’da, 5 Temmuz’daki zaferinin mecazi bir tren kazasını önlemek için gerekli olduğunu ima ederek dikkatleri üzerine çekti.

-Reformist aday, bir çiftçinin, rayları tıkayan kayalara çarpmadan önce gelen trenin sürücüsünü durdurmak için kıyafetlerini ateşe verdiği bilinen bir grafiği paylaştı. “Fedakâr çiftçi” hikayesi -1961 yılının bir Kasım gecesi yaşanan Rizali Khajavi’nin gerçek eylemlerini konu alıyor- İran ilkokullarında vatanseverlik ve görev bilinci örneği olarak öğretiliyor.

-İran’ı trene ve 28 Haziran seçimlerini boykot eden seçmenleri de yolcularına benzeten Pezeşkiyan, ülkenin “İran’ın geleceği tehlikede olduğu için” yolcuları uyarmak amacıyla “fedakâr çiftçi” gibi insanlara ihtiyaç duyduğunu söyledi.

-Pezeşkiyan’ın paylaşımına tepki olarak Khajavi’nin oğullarından biri internette bir video yayınlayarak kendisinin ve ailesinin Celili’ye oy vereceğini söyledi.

Reformcu adayın destekçileri de muhafazakâr bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesinin kötü sonuçlar doğurabileceği korkusundan faydalanarak destek toplamaya çalışıyor.

-Eski Bilgi ve İletişim Teknolojileri Bakanı (2017-21) ve Pezeşkiyan’ın kampanyasının destekçisi olan Muhammad Cevad Azar Cahromi 29 Haziran’da olası bir Celili yönetimini Taliban tarafından yönetilen bir hükümete benzetti.

-Siyasi yorumcu Muhammed Ali Ahangaran 29 Haziran’da Pezeşkiyan’a oy vermenin işleri “mutlaka” daha iyi hale getirmeyeceğini, ancak “seçimi boykot etmenin ya da Celili’ye oy vermenin kesinlikle felaket getireceğini” yazdı.

Bu arada Celili’nin destekçileri 69 yaşındaki Pezeşkiyan’ın sağlığını ve cumhurbaşkanı olmak için gereken özelliklere sahip olup olmadığını sorguladı.

-Muhafazakâr milletvekili ve Celili’nin destekçisi Hamid Rasaee 30 Haziran’da “söylentilere” dayanarak Pezeşkiyan’ın hastalığı nedeniyle Celili ile televizyonda yapılacak bir tartışmaya katılmayacağını söyledi ve Pezeşkiyan’ın dört yıl boyunca ülkeyi yönetecek kadar sağlıklı olup olmadığını sordu. Pezeşkiyan’ın tartışmadan çekildiğine dair resmi bir açıklama yapılmadı.

-Muhafazakâr bir milletvekili ve eski bir televizyon sunucusu olan Emirhüseyin Sabeti, Pezeşkiyan’ı ülkenin sorunlarını ele alacak bir “planı olmamakla” suçladı. Sabeti ayrıca reformist adayın yarışı kazanması halinde benzin fiyatlarının sekiz kattan fazla artacağını iddia etti.

Adaylar: Eğitimli bir kalp cerrahı olan Pezeşkiyan, Batı ile ilişki kurma ve temel sosyal ve kültürel özgürlükleri güvence altına almak için mücadele etme mottosuyla yarışıyor.

– Tecrübeli milletvekili, yolsuzlukla mücadele etme sözü verdi ve İran’ı yıllardır kara listesinde tutan hükümetler arası kara para aklama karşıtı bir kuruluş olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ile işbirliğinden yana konuştu.

-Pezeşkiyan, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney tarafından belirlenen politikalardan övgüyle bahsetti. Bu nokta, İslam Cumhuriyeti’ni eleştirenler tarafından Pezeşkiyan ve muhafazakâr rakibi Celili’nin birbirinden farkı olmadığı iddia etmek için sıklıkla referans gösteriliyor.

Celili aşırı muhafazakârlar arasında popüler ve Reisi yönetimindeki pek çok kişinin desteğine sahip.

-Muhafazakâr Celili 2007-2013 yılları arasında Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi (YGK) sekreteri olarak görev yaptı ve bu dönemde Batı ile nükleer müzakereleri de yürüttü. Müzakereler hiçbir yere varmadı.

-Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olan ve 2015 nükleer anlaşmasına da şiddetle karşı çıkan Celili şu anda Hamaney’in YGK’deki kişisel temsilcisi olarak görev yapıyor.

Öngörü: İki cumhurbaşkanı adayı 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde televizyonda yayınlanacak iki münazarada karşı karşıya gelecek.

-Celili, Kalibaf’ın oylarının kendi lehine döneceğini umuyor ancak meclis başkanının destekçilerinin Celili’nin davasına ne kadar bağlı olduğu konusunda soru işaretleri var. Şimdiden, en azından bazı oyların Pezeşkiyan’a gideceğine dair işaretler söz konusu

-İkinci turu kazanmak için Pezeşkiyan’ın katılımı artırmak için elinden gelen her şeyi yapması gerekiyor. Kampanyası, kısmen kullanılmayan her oyun Celili’ye oy vermek anlamına geldiğini savunarak ilk turu boykot edenleri kazanmaya odaklanacak.

-Sosyal medyadaki söylem, Reformist adayın Celili gibi muhafazakâr birinin cumhurbaşkanı olmasından endişe duyan seçmenlerden fayda sağlayacağını gösteriyor. Ancak bu korku faktörünün seçmen ilgisizliğini yenmeye yetip yetmeyeceğini zaman gösterecek.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Sergey Glazyev ile mülakat: Devasa sermaye kaçışı devam ediyor

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ukrayna’daki savaşın Rusya’nın ya da Rus sermayesinin Batı’dan büyük ölçüde kopuşunu beraberinde getirdiği doğru. Fakat bu kopuşun niteliklerine dair tartışılacak çok fazla noktanın olduğu da doğru. Bu kopuş henüz nihai aşamasına ulaşabilmiş değil. Ve Rusya’nın sermayedarları ve politikacıları, 90’lardan kalma köhnemiş fikir ve anlayış biçimlerini terk etmiş değiller, Glazyev bu konuda haklı.


Glazyev: Devasa sermaye kaçışı devam ediyor

Yuriy Pronko

Tsargrad

29 Haziran 2024

Rusya, Avrupa’dan ithalatı Çin ve Hindistan’dan gelen mallarla tamamen ikame edebilir mi? Neden hala Boeing’lerle uçuyoruz? 1998’deki temerrüt bize nasıl fayda sağladı? 300 milyar doları kaybetmemek için ne yapmamız gerekiyor? Rusya Bilimler Akademisi’nden Sergey Glazyev anlattı.

Yeni Volga modelinin halka tanıtımı sırasında pek de duygusal olmayan Başbakan Mihail Mişustin yetkililere şunu sormuştu: Direksiyonunuz Çin üretimi mi? Ve otomobil markasının neden hem Rusça olmayıp hem Kiril alfabesiyle yazıldığını anlamıyorum. Gerçekten ithal ikamesi mi yapıyoruz yoksa Çin, Batı’nın yerini mi aldı?

Bu duruma göre değişiyor. Çin bugün her şeyi üretiyor. Hindistan da öyle. Ve bu iki dev ile ticaretteki büyüme şaşırtıcı: Yaptırımlara rağmen yıllık yüzde 25 ila 30. Avrupa’dan yapılan ithalatı tamamen Çin ve Hindistan’dan yapılan ithalatla ikame edebiliriz. Bu arada, Çin ile ticaret AB ile ticaretten daha iyi değil, aksine daha kötü bir yapıya sahip.

Hammadde payı AB’ye kıyasla daha büyük, nihai ürün payı ise daha küçük. AB’nin hammadde sağlayan uzantısı olduğumuzdan daha büyük ölçüde Çin’in hammadde sağlayan uzantısı haline geliyoruz. Bu eğilimin üstesinden gelmek için nihai ürün üretimini ve iş birliğini artıracak kredilere ihtiyacımız var. Çin ile birlikte katma değerli zincirlerin oluşturulmasını teşvik etmeliyiz. Farklı sektörlerde durum oldukça farklı. Otomotiv sektöründe, uzun yıllar süren endüstriyel montajın ardından, Batı’dan ithal edilen bileşenleri Doğu’dan gelenlerle ikame etmemiz gerekiyor.

Hayali başarılar

Ancak bu gerçek bir ithal ikamesi midir?

Yetkililerimiz Kaluga oblastında Volkswagen’in üretimini kurduklarıyla övünürken —zira her şey robotlara dayanıyordu— 300 istihdam yaratmıştı. Peki Avtovaz’da kaç kişinin işine son verildi? Nerede tam bir iş birliği zincirimiz var?

Ürettiğimiz nihai ürünlerle, neredeyse tüm teknolojik zincir boyunca ilgilenmemiz gerekiyor. İthal bileşenlerden makine yapımında elde ettiğimiz başarıların hayali başarılar olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Rusya ve Avrasya Ekonomi Birliği (AEB) içinde yer alan yerli katma değer zincirlerimize dayalı daha derin ithal ikamesi fırsatlarını zorluyoruz.

Devlete ait bir şirket olmasına rağmen Aeroflot neden tamamen Rusya üretimi Tu-214 uçağı almaya ikna edilemiyor? Ya da Tamamen Rusya üretimi İl-76 satın almaya? Üç yerine iki pilotu olması gerektiği, motorunun daha az ekonomik olabileceği hakkındaki tüm iddialar saçmalık. Kendi üretimimiz uçaklara; Tu-204, 14, Tu-334, İl-96, İl-112’ye geçmemiz gerekiyor. An-70 ve An-124, Ukrayna ekipmanına sahip olmasına rağmen An-124 bile üretilebilir. Bunların hepsini kendimiz yapabiliriz.

Batı’nın servis vermediği ve motorları arızalanan Boeing’ler ise kaldırılmıyor.

Tu-214’lerimizi satın alma yükümlülüklerini yerine getirmek yerine, bir şeyler icat etmeye başladılar. Batı ile karşı karşıya geldiğimiz bir durumda, şirketleri hesaba almayıp büyük kararlar almalıyız. Kendi uçaklarımıza geçelim. Onları işletmek daha pahalı olabilir, bakımlarını yapmak daha zor olabilir.

Batı tarafından ambargo geldiğinde ve bize uçak parçaları vermeyi kestiklerinde, havacılık idaremizin kafası karıştı. Zira hem bakım hem de satın alma her şeyi yurt dışına yaptırıyorlardı. Nereden ne alacaklarını bile bilmiyorlardı. Batı ekipmanları üzerinde asalak bir yaşam sürüyorlardı ve bu da yönetimimizin tamamen gevşemesine yol açtı. İthal ekipman satın almakla değil, ülke içinde üretimi organize etmekle meşgul olunmalı.

Bu insanlar bir şeyleri değiştirebilecek kapasitede mi?

Yönetici pozisyonlarına sadece bir cepten diğerine nasıl para aktarılacağını bilen ne üzerine ihtisas yaptığı belli olmayan yöneticileri değil, mühendisleri terfi ettirmeliyiz. Yerli üretimin çıkarları, ikinci el bir Amerikan motoru nasıl alınır, Afrika üzerinden nasıl ithal edilire odaklanan konjonktürün çıkarlarından daha yüksek olmalı. Artık uzun vadeli stratejik kararlar alma zamanı. Yerli teknolojik tabana dönme zamanı.

Buna yönelik bir potansiyel olduğunu düşünüyor musunuz?

Potansiyel var. Bu da 2021 yılında yılda en az yüzde 5 oranında büyümemizi sağlıyor. Son iki yılın dinamikleri, sektörün üretim fırsatlarındaki artışa kolayca yanıt verdiğini gösteriyor.

1998 yılında Primakov-Geraşçenko’nun politikası sayesinde, eylül ayından itibaren temerrütten sonra, ithal ikamesi temelinde sanayi üretiminde patlayıcı bir büyüme yaşandı. Daha sonra ithalatın fiyatı hızla yükseldi ve Merkez Bankası enflasyon oranının altında bir oranda kredi verdi. Model mükemmel bir şekilde işledi. Sanayi her ay yüzde 2 oranında büyüdü. Dokuz aylık çalışma sonunda sanayi üretimindeki büyüme yüzde 20 oldu. Belki bugün böyle bir büyüme yok. Ama üretimde yüzde 10’a kadar büyümeyi sürdürebiliriz.

Dünyadaki en yüksek emek sömürüsü

Ve bunun için beyinlerimiz var mı?

Hem beynimiz hem de insanımız var. Ve sanayi bölgelerimizin bu deneyimi, hükümet yerli ürünlere olan talebi artırmaya başlar başlamaz, sanayinin hemen karşılık verdiğini gösteriyor. Belki işgücü piyasasında lokal açıklar var. Ancak bununla ciddi bir şekilde ilgilenmemiz gerekiyor. Uzmanlar, teknik uzmanlar, mühendislik personeli yetiştirmemiz gerekiyor. Ve ücret artışları kaçınılmaz. Ücretlerin GSYİH’deki payının diğer ülkelere kıyasla bir buçuk kat daha düşük olduğunu unutmayalım.

Üretimi ücretlere böldüğümüzde, işçilerimizin her bir ruble ücret başına Avrupa ya da ABD’ye kıyasla üç kat daha fazla üretim yaptığı ortaya çıkıyor. Dünyadaki en yüksek emek sömürüsüne sahibiz. İnsanlar “oh be ücretler artmaya başladı” derken, 1990’ların başında ücretlerin kat kat düştüğünü unutuyorlar. Ve daha fazla da artmadı.

Ücret artışlarının altına girmek zorundasınız. Bu normal bir olgudur. Bu, işgücü verimliliğindeki büyümeyi geriletiyor. Fakat bunun olmaması için otomasyona, robotlaşmaya yatırım yapmamız gerekiyor. Eğer yeterli sayıda işçimiz yoksa, istihdam edilen bin kişi başına düşen robot sayısı bakımından neden dünyada son sıralardayız?

Batı’nın hırsızlığına karşı uyarı

2014’ten bu yana Rusya’nın döviz rezervlerinin çalınabileceği konusunda uyarıda bulunan birkaç uzmandan biri, hatta tekiydiniz. Kenara itildiniz; “orada yasalar var, kimse hiçbir şeye dokunmayacak,” denmişti.

Düşmana döviz rezervlerimizle operasyon yapma fırsatı vermiş olmamız beni çok üzüyor. Ukrayna Silahlı Kuvvetleri bu rezervler karşılığında finanse ediliyor. Batı, rezervlerimize siyasi düzeyde el koymaya hazır. Ancak finansörler hala direniyor ve palyatif çözümler arıyor. Fakat bunun onlar için siyasi olarak çözülmesi gereken bir mesele olduğunu anlamalıyız.

Bu devasa meblağı kayıp mı ettik?

Batı’da iktidarda olanlar bize karşı savaş üzerine bahse girdiler, bu yüzden intihar eğilimlerini değiştiremezler. Bunun iyi bir şey getirmediği hakikatini göze alıyorlar. Avrupa’da giderek büyüyen bir ekonomik ve sosyal felaket görüyoruz. Avrupa rekabet gücünü hızla kaybediyor ama kilit pozisyonlarda Amerikan kuklaları oturuyor. Bir Rusya düşmanı daha NATO Genel Sekreteri seçildi. Bekleyeceğiz, belki birkaç yıl içinde Avrupa ülkelerinde yeniden seçim dalgası başlayacak. Belki Fransa bir ay içinde hükümetini değiştirecek.

Ancak von der Leyen’e Avrupa Komisyonu başkanı olarak beş yıl daha görev süresi tanındı.

Belki de ABD’de kaos öyle bir seviyeye ulaşacak ki, Rusya’ya karşı savaşın durumlarını daha da kötüleştirdiğini fark edecekler. Bu tamamen öznel bir durum. Paramız bize verilmiyor. Onu geri alıp alamayacağımız, bizden kendileri için olumlu şeyler isteyecekleri zaman göreceli bir siyasi soru.

Şu anda bizi yok etmeye çalışıyorlar. Ve cevabın asla kendilerine gelmeyeceğini düşündükleri sürece, yüzsüzce ve dizginlenemez bir şekilde davranıyorlar.

Batı toplumu buna daha ne kadar tahammül edecek?

Batı toplumu Rusya ile dost olmak ve ilişkileri yeniden tesis etmek isteyen siyasetçileri iktidara getirdiğinde bu soru gündeme gelecektir. Zira yaptıkları şey, finans terminolojisinde temerrüt olarak adlandırılır. Batı temerrüde düşmüş durumda, ülkeler kredibil değil. Sadece bize değil, bir dizi başka ülkeye olan borçlarını ödeyemiyorlar.

Onlara iflas etmiş muamelesi yapmalıyız. Ve tüm bu kredi notlarımız Batılı ülkelere karşı temerrüde düşürülmeli. Ahlaki açıdan bakıldığında Batı’nın yaptığı şey soygundur. Finansal açıdan bakıldığında temerrüttür. Siyasi açıdan ise bu onların stratejik hatasıdır.

Rusya’nın bu formülasyondaki durumu değerlendirmeye hazır olup olmadığından şüpheliyim. Maliye Bakanlığı’nın eylemlerine bakıyorum, Merkez Bankası’‘nın söylemlerini işitiyorum. Perde arkasında bile böyle bir şey söylenmiyor. Aynı simalar, Sergei Yuriyeviç, kameraların, sıkı sıkıya kapalı kapılar ardında konuştuğunuz simalar, size “hayır, böyle olmayacak, [bu varlıklar] hiçbir yere gitmedi,” dediler mi?

Bir hatayı kabul etmek cesaret ve nitelik gerektirir. Ne yazık ki Merkez Bankası hem dünyanın hem de bilimin uzun zaman önce terk ettiği ilkel modellere göre yön alan niteliksiz insanlar tarafından yönetiliyor.

Ancak bunun bedeli 300 milyar dolar.

Merkez Bankası şu an bile IMF’nin tavsiyelerine körü körüne bağlı. IMF tarafından kendilerine dolar ve avro dışında rezervlerinizi koyabileceğiniz başka bir varlık olmadığı, zira bu para birimlerinin likit olduğu ve iyi bir faiz oranına sahip olduğu söylendi. Onlar da Washington’dan gelen tavsiyelere uydular.

Her şeyden önce döviz rezervlerine el konulacağı konusunda defalarca uyarıda bulundum, 2014’te bu aşikardı. Gözlerimizin önünde İran’ın, Afganistan’ın, Venezuela’nın rezervlerine el konuldu. Venezuela’nın sadece döviz rezervlerine el koymakla kalmadılar, varlıkları muhalefete aktardılar.

Fakat Rusya’nın sözde muhalefetine 300 milyar verecek halleri yok.

SWIFT ile ilişkimizin kesileceğini 12 yıldan uzun bir süre önce ilk söyleyen bendim. Sonra Merkez Bankası başkanı bana dedi ki: “Merkez Bankası’na atom bombası atılması gibi bir riski göze alamayız”. Ben de “Yaparlar, atom bombasının bununla ne alakası var?” dedim. İran dışarıya kapatıldı ve biz de kapatılacağız.

Şükür ki Devlet Başkanı’nın bankalar arası bir finansal haberleşme sistemi zamanında oluşturuldu. Bu sistem, Devlet Başkanı zamanında talimat verdiği için var. Kendi başlarına ne SPFS’yi ne de Mir kartı asla yapamazlardı. Biz en azından bilişim ve teknik altyapıda, ödeme ve finans sisteminde kendimizi hazırladık.

Rezervleri elden çıkarmış olmamızın stratejik bir hata olduğunu düşünüyorum. Bundan kolayca kaçınılabilirdi. Nereye yatırım yapacağımızı bile düşünmeyebilirdik, yalnızca kendi ürettiğimiz altını satın alabilirdik. Altın ihraç etmeye devam ediyoruz. Farklı para birimlerinde oldukça büyük bir döviz kazancımız var ve bu kazançları altın biriktirmek ve rubleye dönüştürmek için kullanabilirdik. İhracatçılara ruble verip gelirlerini altına çevirebilirdik…

Son olarak, bu parayla altın satın alın. Pek çok ihtimal var, bu yüzden ellerimizi havaya kaldırmamız gerekiyor. Ve hataların tekrarlanmamasını ummalıyız.

Batı basını da neredeyse her gün çıkan makalelerle Merkez Bankası yönetimini övüyor.

Bu yüzden övülüyorlar, zira oradan gelen talimatlarla hareket ediyorlar. Ve ekonomimizin gelişmesini yasaklayarak hareket etmeye devam ediyorlar. Yatırımları engelliyorlar ve dövizi ülke dışına itiyorlar. Orada herhangi bir para birimini doğrudan kote etmelerini sağlamak zor. Yuanın kote edilmesi iyi bir şey. Ama rupi henüz kote edilmedi. Rupi neden kote edilmiyor?

Başbakan Modi’nin Moskova’ya yapacağı ziyaretten sonra belki durum değişir?

Rupinin neden kote edilmediği hiç de açık değil. Çok büyük bir döviz akışı var. İhracatçıların satacak hiçbir yeri yok. Aslında para otoriteleri, aşırı ısınma ve aşırı döviz arzı hakkında her türlü peri masalını uydurarak ekonomimizin kalkınmasını engellemeye devam ediyor.

Dolar ve avro cinsinden değil ama diğer para birimleri cinsinden devasa bir sermaye kaçışı devam ediyor. Ve yıllardır içinde sallanıp durduğumuz kısır döngüyü iktisadi refah döngüsüne dönüştürecek yatırımlardan feci şekilde yoksunuz. Bunun için ucuz kredilere, üretken yatırımları finanse edecek, ülkenin stratejik planları, Devlet Başkanı’nın açıkladığı öncelikler doğrultusunda hedefli kredilere ihtiyacımız var. Hem bilim ve teknoloji politikası hem de kalkınma hızı açısından bu önemli.

Milli ölçütlerimiz siyasi olarak formüle edildi.

Ancak bu talimatlar için para yok. Sadece bütçe var. Ve bütçe iktisadi politikanın ana aracı değildir. Bütçenin başka pek çok görevi vardır. İktisadi politikanın ana aracı kredidir, bütçe değil. Stratejik planların ve ülke liderliği tarafından belirlenen siyasi hedeflerin ana uygulayıcıları bankalar olmalıdır. Bankalar, ekonominin hızla kalkınacağı yönlerde kredi vermelidir, bu yönler görülebilir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Avrupa’nın depremi: Popülist bir geri tepme

Yayınlanma

Avrupa’nın depremi

Štefan Auer
Prospect
15 Haziran 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Deprem epey uzun zamandır bekleniyordu. Geniş ölçekte tahmin de ediliyordu. Fakat yaşananlar yine de pek çok kişiyi şaşırttı. Avrupa entegrasyonuna şüpheyle yaklaşan siyasi güçlerin Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettiği olağanüstü başarı kıtayı önemli ölçüde değiştireceğe benziyor. AB’nin en üst düzey görevleri için kaotik bir müzakere ve at pazarlığı dönemine girilirken, Avrupa’nın on yıl sonra nerede olacağını tahmin etmek, on gün içinde nasıl bir şekil alacağını tahmin etmekten belki de çok daha kolay görünüyor.

Ayrı kimliklere sahip halklar Avrupa siyaset sahnesine çıkma tehdidinde bulundukça daimî bir birliğin fikri dahi ortadan kalkıyor. “Halklar” ifadesini kasti olarak çoğul olarak kullanıyorum zira birçok Avrupa yanlısı akademisyen ve yorumcunun kabul etmeyi reddettiği bir gerçeği en baştan söylemek istiyorum: Avrupa, ulus devlete benzer bir siyasal yapı teşkil etmiyor. Bunun yerine, 27 ayrı demosu olan 27 üye devletten oluşuyor. Bu durum, Oxfordlu akademisyen Kalypso Nicolaidis tarafından savunulan öncü bir kavram olan “demoikrasi”den farklı bir anlama geliyor. Nicolaidis Avrupa’yı “hem devletler hem de yurttaşlar olarak anlaşılan, birlikte yöneten ama tek olmayan bir halklar birliği” olarak görmek istiyor. Ancak böyle bir Avrupa, nihai otorite sorununu göz ardı ettiği için özellikle kriz zamanlarında işleyemez hale geliyor. Böylesi bir siyasal yapıda egemen kim olacaktır? İstisnaya kim karar verecektir? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bu sorulara yanıt olarak gerçek anlamda egemen bir Avrupa’nın yaratılmasını savunuyor. İşte tam da bunun için Macron ve Alman mevkidaşı Şansölye Olaf Scholz mayıs ayında “Avrupa’mız ölümlüdür” ve “Bu zorluğun üstesinden gelmeliyiz” diye yazmışlardı.

Ne var ki bu zorluğun üstesinden gelemediler ve bana kalırsa Avrupa’nın geleceğini şekillendirecek bir konumda da olmayacaklar. Scholz’un iktidardaki Sosyal Demokrat Partisi (SDP) oyların yalnızca yüzde 14’ünü alarak aşırı sağcı ve Avrupa şüphecisi Almanya için Alternatif’in (AfD) ardından üçüncü sırada yer aldı. Fransa’da da Macron’un Rönesans partisi sadece yüzde 15 oy alabildi ki bu oran Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (RN) partisinin yarısından daha az bir oy almış olduğu anlamına geliyor. Ancak pek çok açıdan, bu Avrupa seçimleri değil, 27 (ayrı) ulusal seçim demek. Hukukçu Alberto Allemano’nun da ifade ettiği gibi, bu seçimlerde “insanların ulusal adaylar çıkaran, ulusal gündemler sunan ulusal partilere oy verdiğini gördük.”

Allemano teşhislerinde haklı olsa da reçetelerinde yanılıyor. Zira halen Avrupa’nın daha da Avrupalılaştırılması çağrısında bulunuyor. “Seçimleri gerçekten Avrupa düzeyinde yaparsanız, bir Avrupa demosu yaratacak ve bu da bir Avrupa demokrasisinin doğmasına yol açacaktır. Mükemmel olmayacak, tartışmalar devam edecek, ancak insanlar seslerini duyuracak ve Avrupa giderek daha demokratik hale gelecek”, argüman bu şekilde ilerliyor. Oysa bunlar bir işe yaramaz. Avrupa’da demokrasiyi kurtarmak için, siyasal yapılar daha fazla Avrupalılaştırılmamalı, tersine ulusallaştırılmalıdır. Zaten bu durmak bilmeyen Avrupalılaşma süreci bizi şimdi bulunduğumuz yere getirdi: Yalnızca liberalizme karşı değil, demokrasiyi mümkün ve sürdürülebilir kılan temel ilke ve değerlere karşı popülist bir geri tepme.

Önümüzdeki yıllarda bu seçimler Avrupa için önemli bir dönüm noktasını teşkil edecek ve AB’nin kendini uluslarüstü, yarı egemen bir federasyona dönüştürme hedeflerinin sonunu işaret edecek gibi görünüyor. Gittiğimiz Avrupa, sadece Brexit referandumundan önce David Cameron’ın talep ettiğine değil, aynı zamanda mevcut Avrupa Birliği’nin oluşturulmasına karşı çıkan Margaret Thatcher’ın savunduğuna da çok daha yakın olacak. Cameron hem AB dışından hem de içinden gelen göçün daha fazla kontrol edilmesini istemişti, Thatcher ise bilindiği üzere ulus devletler Avrupa’sı için mücadele etmişti. Kendisinin 1988’de Bruges’deki [Avrupa Birliği’ne binlerce bürokrat yetiştirmiş olan] Avrupa Koleji’nde yaptığı bir konuşmada ifade ettiği gibi, “Avrupa, birbirini daha iyi anlayan, birbirini daha çok takdir eden, birlikte daha çok şey yapan fakat ortak Avrupa çabamız kadar ulusal kimliğimizi de yücelten bir milletler ailesi olsun”.

Thatcher’ın mesajı bugün Birlik genelinde -memnuniyetsizliklerini ana akım uzlaşıya karşı çıkan sağ ya da sol partilere oy vererek ifade eden- seçmenler arasında yankı bulacaktır. Bu, seçmenlerin tek tek üye ülkelerdeki kaygıları arasındaki büyük farklılıkları küçümsemek anlamına gelmiyor. Ama Avrupa her zaman farklı halklar için farklı anlamlar ifade etmiştir, ki bu kurucu altı ülke olan Belçika, Fransa, Batı Almanya, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda için dahi geçerlidir. Sadece Fransa ve Almanya arasındaki farklılıkları düşünün. Fransız elitleri Avrupa projesini Fransa’yı büyütmek için bir araç olarak görürken, birçok Alman için Avrupa’nın amacı İkinci Dünya Savaşı esnasında barbarlığa sürüklenen uluslarının itibarını yeniden kurabilmekti. Tam da bu doğrultuda Almanya, gücünü gizleyebilmek amacıyla Avrupa’yı kullandı.

Fransa’daki seçim sonrası gelişmeler, eğer ihtiyacımız varsa, iç politikanın ne denli merkezi olduğunu bize yeniden hatırlatıyor. Sayısız iç soruna rağmen Macron epey yakın bir zamana kadar Avrupa’nın lideri olarak görülüyordu. Partisinin Avrupa Parlamentosu oylamasındaki kötü performansının ardından erken seçim çağrısında bulunması, onun sonunu hızlandıracaktır. Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i Fransa Ulusal Meclisi’nde salt çoğunluğu elde etmesi de ya da buna yaklaşması durumunda, Macron’un sosyal tabanı büyük ölçüde eriyecektir. Bu da demek oluyor ki artık Fransa ve -daha önemlisi- Avrupa açısından güvenilir bir lider olarak görülmeyecektir.

Buna karşılık, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi (Fratelli d’Italia – FdI) ulusal oylardaki en büyük payı (yüzde 29) topladı. Bu durum, Avrupa Parlamentosu’ndaki parti grubunun toplam büyüklüğüne (ana akım merkez sağ parti, bir merkez sol parti ve Macron’un Renew Europe partisinden sonra dördüncü sırada yer almasına) rağmen Meloni’nin demokratik itibarını ve demokratik referanslarını daha da güçlendirdi. Böylece Avrupa yenilenecek fakat Meloni ve takipçilerinin bir süredir savunduğu doğrultuda. Yani, Avrupa’yı egemen kılmak yerine, üye devletler ulusal egemenliklerini Avrupa’dan geri kazanmaya çalışacaklar. Hem kolektif olarak hem de tek tek ulus devletler olarak, göç üzerinde daha fazla kontrol sağlamanın yanı sıra ulusal ekonomileri üzerinde (bir miktar) kontrol sağlamak için bastıracaklar.

Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinde Donald Trump’ın olası yeniden iktidarının hayaleti dolaşıyor. Ukrayna’daki durum ise vahametini koruyor. Rusya’nın ülkeyi yok etme konusundaki arzusu azalmış görünmüyor. Ancak yetkilerin bir kısmının kurucu üye devletlere geri verildiği bir Avrupa, Ukrayna için her zaman kötü haber demek değil. Bir bütün olarak AB, zor durumdaki bu ülkeye sürekli bol kepçeden söz verip ama vaat ettiğinin çok altında verdi. Ukrayna’nın kararlı destekçileri genellikle üye devletler ve AB dışındaki ülkeler, yani ABD ve İngiltere olmuştur. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte de bu ülkelerin rolü hem NATO içinde hem de NATO’nun dışında daha da önemli hale gelecektir.

Peki ya egemen Avrupa? Hatırlayın, dünyada kendi çıkarlarını önceleyecek ve savunacak bir Avrupa? Bağımsız, özerk, dirençli, ABD ve Çin de dahil olmak üzere diğer büyük güçlerden bağımsız bir Avrupa? İşte o Avrupa zaten hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir gelecek düşüydü. Gücünü ve güvenilirliğini yeniden kazanmak için Avrupa’nın kendi vatandaşlarına karşı daha duyarlı olması gerekiyor. Bunun da ulus-devletler düzeyinde başarılması, oluşmakta olan uluslarüstü bir yönetimden çok daha olasıdır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English