SÖYLEŞİ
Letonya Büyükelçisi: ‘Baltık Denizi NATO’nun iç denizi gibi oldu’
Yayınlanma
Yazar
Esra KarahindibaLetonya’nın Ankara Büyükelçisi Peteris Vaivars Harici’ye konuştu: “İsveç, Norveç, Finlandiya, Estonya, Letonya, hepimiz NATO’dayız. Yani, temelde, bu Baltık Denizi, bir tür NATO’nun iç denizi gibi.”
Rusya-Ukrayna savaşının Letonya ve Baltık ülkelerine etkilerini, NATO’nun Baltık stratejisini, Suwalki Koridoru’nun önemini değerlendiren Büyükelçi Vaivars, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine dair de değerlendirmelerde bulundu.
Görev süresi sona eren ve ülkesine dönmeye hazırlanan Büyükelçi Peteris Vaivars, gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlarken Türkiye’deki deneyimlerine ilişkin de anekdotlar paylaştı.
‘NATO üyesi olmak biz güvende tutuyor’
Letonya ve diğer Baltık devletlerinde Rusya’nın tehdit olarak görülmesiyle ilgili mevcut güvenlik endişeleri neler?
Genel güvenlik meseleleriyle başlayalım çünkü bu, elbette, şu anda Avrupa’da ana mesele. Bu, Avrupa Birliği ve NATO için de ana mesele. Rus tehdidi… Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ve zaten iki yılı aşkın süredir devam eden savaşlar var, çok fazla kayıp var ve dürüst olmak gerekirse, Rusya’nın bu saldırganlığının nihayete ereceğini görmek çok zor.
Rusya’nın bu saldırganlığı hakkında ne düşünüyoruz? Elbette, ülkemizin ve üç Baltık devletinin güvenliği, sadece bizim tarafımızdan sağlanan güvenlikle yeterli değil. Ancak NATO üyesi olmak elbette bize birçok fayda sağlıyor. Ve genel olarak, şu anda yeterince güvende olduğumuzu düşünüyoruz çünkü Rusya ile NATO arasında doğrudan askeri çatışma olasılığı hala son derece düşük. Bunun için farklı nedenler var. Birincisi, elbette, Rusya’nın Ukrayna ile çok meşgul olması. Hiçbir şey planladıkları gibi gitmedi. Muhtemelen sloganları hatırlıyorsunuz, “Üç günde Kiev’i alırız,” “Dünyanın en büyük ikinci ordusu,” ya da “Dünyanın en güçlü ikinci ordusu”, “sınırlı askeri operasyon hedeflerimizi birkaç gün içinde gerçekleştireceğiz.” Yani, her şey başarısız oldu. Bunu görebiliyoruz. Ve belki NATO yardımı, savaşın ve Rusya’nın saldırganlığının erken aşamalarında bile sınırlı olsa da Ukrayna Rusları durdurmayı başardı ve ardından da belirli bir süreden sonra, onları 2014’te başladıkları işgalin sınırlarına kadar geri itti. Bu savaş çok daha uzun sürer, ama tehditler tabi ki var. Hemen şu anda değil. Ama mevcut Rus rejiminin politikalarını ve siyasetini göz önünde bulundurduğumuzda, Ukrayna’da başarıya ulaşırlarsa iştahlarının kabaracağına şüphe yok. Hedeflerine ulaşabileceklerini anlayacaklar. Onlar için kolay olmuyor, ama yapabiliyorlar. Hedeflerine ulaşabilirler, toprakları işgal edebilirler, her yerde huzursuzluk yaratabilirler ve uluslararası kuruluşların zayıflığını, hukuk temelli düzenin zayıflığını gösterebilirler. Ve temelde ulaşmak istedikleri şey bu. Yani, hedeflerine ulaşırlarsa, bir süre sonra, 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl, 20 yıl, kimse bilmiyor, ama kesinlikle bir sonraki adım gelebilir.
Bunu nasıl önleyebiliriz ve kendimizi nasıl koruyabiliriz? Elbette, bizim için tek çözüm NATO ve mümkün olduğunca hazır olmamız gerektiği, doğrudan askeri tehdit oluştuğunda ya da herhangi bir hibrit veya küçük ölçekli operasyon başladığında hemen tepki vermeye hazır olmamız gerektiği. İlk olarak kendimizi mümkün olduğunca ve uzun süre korumaya hazır olmalıyız, sonrasında ek NATO yardımı ve NATO birliklerini bekleyip bu sorunla birlikte başa çıkmalıyız. Ve Madrid Zirvesi’nden sonra, ilk konuşlandırmalar taburlar düzeyinde yapıldığında, birçok adım atıldı. Şimdi, tüm üç Baltık devletinde ve Polonya’da uluslararası NATO tugayına sahibiz. Yani, aslında, NATO’nun askeri varlığı orada çok daha büyük.
Kendi hazırlığımız da çok daha büyük. Artık sadece bir zorunlu askerlik ordusuna değil, aynı zamanda zorunlu askeri hizmete de sahibiz. Bu kısmen gönüllü, bu yüzden gönüllüleri de katılmaya davet ediyoruz, ama bu sayı ordunun ihtiyaçlarından daha az olduğunda, aynı zamanda gençlerin askere gelmeleri için zorunlu bir kısım da var. Ayrıca farklı teşvikler de sunuluyor. Örneğin, bu askeri hizmete gönüllü olarak başvururlarsa, hükümet yüksek öğrenimlerini ödüyor. Örneğin, bundan sonra üniversitede ücretsiz eğitim görüyorlar. Bu arada oldukça popüler görünüyor. Bu tür teşvikler getirildi ve bence insanlarımızı Letonya’yı korumaya hazır olmaları için motive etmek açısından önemli. Ve ardından oldukça büyük bir sayıda gönüllü olan, sürekli eğitim gören ve herkesin gönüllü olarak katılabileceği ve olası tehditlere karşı hazırlıklı olabileceği bu toprak muhafızlarımız var.
‘Rusya’nın Suwalki Koridoru üzerinden saldırı başlatması gerçekçi bir ihtimal değil’
Şöyle bir tartışma var, Rus-Leton sınırından veya Suwalki Koridoru’ndan Rusya herhangi bir şekilde Baltık ülkelerine müdahale etmeye karar verirse, uzmanlar NATO’nun bir bütün olarak, Avrupa’nın geri kalanını, Almanya ve Fransa gibi Orta Avrupa ülkelerini, küçük Baltık ülkeleri için feda etmeyeceğini söylüyor. Bu tartışmaya yanıtınız nedir?
Yanıtım, bunun esas olarak Rusların halka dayatmaya çalıştıkları bir anlatı olduğu, çünkü Rusya’nın başarmak istediği şey, NATO ülkeleri arasında bir tür güvensizlik yaratmak için bu tür bilgileri yaymak. Ama hissim ve inancım ve üst düzey NATO toplantılarından gördüğümüz şey, NATO’nun ilk andan itibaren, bir şey olursa, ilk santimetreden itibaren çok güçlü bir şekilde tepki vermeye kararlı olduğudur. Bu birincisiydi.
İkinci olarak, Suwalki Koridoru meselesi… En başta Suwalki Koridoru ile ilgili olarak kullanılan birçok yanlış veya kısmen yanlış anlatı olduğunu söylemek istiyorum. İlki, bunun bir Rus anklavı olduğu ve Rusların buna ulaşmada bazı kısıtlamalar nedeniyle memnun olmadığı konusu… Bu doğru değil. Bununla başlayalım. Suwalki bir anklav değil. Hava yoluyla olduğu gibi, kara yoluyla, tren bağlantısıyla Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşmaya dayalı olarak serbest erişim var. Yani, hiç izole değil. Tek kısıtlamalar askeri mallar ve çift kullanımlı mallar için transit kısıtlamaları. Bu Rusya ile Rusya arasındaki bir bölge değil; bu Rusya, Belarus, Polonya ve İsveç arasındaki bir bölge, sonra tekrar Rusya’ya bağlanıyor. Yani, bu çok daha karmaşık bir mesele. Bu noktada Lukaşenko’nun tamamen sadık olduğunu ve bir şekilde herhangi bir askeri saldırıya izin vereceğini ya da başlatacağını düşünsek bile, Belarus’taki halkın görüşünü de dikkate aldığı için bu pek olası değil.
Ve Suwalki’de herhangi bir şey başlatmak için, Rus askerlerinin Rusya’dan birkaç yüz kilometre uzaklıktaki Belarus sınırına taşınması gerektiği anlamına gelir ve ardından bu 60, yaklaşık 62 kilometrelik koridoru ele geçirmeye çalışmak gerekir. Bu mümkün bir şey. Diğer bir nokta, jeopolitik olarak, biz Sovyetler Birliği tarafından işgal edildik, Polonya bağımsız bir devletti. Sovyet sınırı Litvanya ve Polonya arasındaki sınırdı. Bu sınırın çok az geçiş noktası ve bu sınır boyunca çok az yol ve altyapı vardı. Birkaç yerden geçilebilecek olsaydı… Neredeyse hiç yol yok, Belarus ile Kaliningrad’ı birbirine bağlayan tren yok. Tüm yollar, ardından Belarus’tan Litvanya’ya, Vilnius’a, Kaunas’a, ana şehirlere bağlanıyor ve ardından Rusya’dan Letonya’ya, Riga’ya ya da Tallinn’e… Ama aslında bu sınır boyunca yol yoktu, çünkü bu bir sınır bölgesiydi ve arazi çok karmaşıktı. Yani, yol yok. Burası oldukça alçak bir yer, birçok göl, birçok tepe, birçok orman var. Bir ordunun buradan hemen geçebileceğini düşünmek pek mümkün değil. Ne yapılabilir ve Rusların yine yaptığı şey, bu göç krizi gibi hibrit operasyonlar. Evet, bu bir sorun, ama yine askeri bir konu değil. Yani, köpürtmeye çalışıyorlar.
Fakat evet, bu Suwalki fikrini seviyorlar. Bu konuda konuşmayı seviyorlar ve gerçekten NATO üyeleri arasında bu güvensizliği inşa etmeye çalışmak hoşlarına gidiyor, ama biz buna kanmıyoruz. Yani, kısa cevap bu, söylemek istediğim şey bu.
Ve son olarak, bu makalelerin ve tüm bu tartışmaların çoğu, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından önce ve Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasından önce, 2022 yılı civarındaydı. Şimdi, kuzey Avrupa’daki jeopolitik durum tamamen farklı ve Suwalki Koridoru’nun önemi çok daha az. Özellikle askeri çatışma durumunda şimdi o kadar önemli değil, çünkü Avrupa’nın geri kalanından Baltık ülkelerine tedarik zinciri, askeri malların ve her şeyin tedarik zinciri konusunda başka alternatifler var. Çünkü İsveç NATO, Norveç NATO, Finlandiya NATO, Estonya, Letonya, hepimiz NATO’dayız. Yani, temelde, bu Baltık Denizi, bir tür NATO’nun iç denizi gibi. Ve Rusya’nın, bu tedarik zincirlerini, tedarik yollarını tamamen kesme kapasitesi yok. Ukrayna ile olan çatışmada Karadeniz filosunun başına ne geldiğini görüyoruz. Bu filo artık yok, aslında. Bir filosu olmayan ülke, Ukrayna, Rus filosunu tamamen yok etti. Yani, gerçekten acil bir tehdit olduğunu düşünmüyorum.
Elbette, yine, uzun vadede bakarsak, muhtemelen evet. Muhtemelen evet, Rusya bir yerde çatışma çıkarmaya çalışacak. Suwalki mi olacak? Letonya veya Estonya’ya doğrudan tehdit mi olacak, sınırımızın olduğu yer mi olacak? Belki Kuzey Avrupa, Kuzey Avrupa, Norveç, Rusya ve Finlandiya arasında büyük bir sınırın olduğu yer, hatta çok daha büyük.
Ama bir şey daha, şu anda gördüğümüz şey, Rusya’nın Baltık devletleri ve Polonya ile sınırının olduğu bu toprakları askeri olarak güçlendirmediği. Ve tersine, oradaki birçok asker ve ekipman, Ukrayna’nın ihtiyaçları için oradan kaldırıldı. Yani, sınırda Rus askeri varlığı çok daha az. Kaliningrad’da çok, evet, hala çok.
‘AB’ye katılmak isteyen, bu kulübün yasalarını kabul etmeli’
Letonya, Türkiye’nin AB üyeliğine katılımını destekleyen birkaç ülkeden biri. Türkiye ve AB, daha fazla ortak çıkar zemini nasıl bulabilir? Türkiye ve AB arasındaki temel zorlukların neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Genel olarak çok kapsamlı bir konu. Temel mesele, Türkiye’de mi daha fazla Avrupa olacak yoksa Avrupa’da mı daha fazla Türkiye olacak, bu çok önemli. Bizim için, her ikisi de ekonomik çıkarlarımız lehinedir. Ticaret rakamları çok büyük. Enerji konularında ve iklim konularında çok fazla bağlantımız var. Yani temelde olabildiğince yakınlaşmamız gerektiği anlamına geliyor. Ancak aynı zamanda bu felsefi bir soru. Avrupa Birliği, tarihsel olarak farklı yasaları ve düzenlemeleri birlikte kabul etmeyi kabul eden ülkeler beraberliğinde kurulmuştur. Ve diğer ülkeler de AB içinde bu yasaları ve düzenlemeleri kabul etmek istedikleri için AB’ye katılıyor. Bu kulübe katılmak isteyen hiçbir ülkenin bu kulüpten yasaları ve düzenlemeleri değiştirmesini istemesi vaki değildir.
‘Türkiye ile AB arasında, insan hakları ve demokrasiyle ilgili hoşnutsuzluklar var’
Türkiye bunu mu istedi?
Elbette bunu hissedebiliyoruz. Türk çıkarlarını anlıyorum. Türkiye’nin çok büyük ve önemli olduğunu, bu nedenle Avrupa’nın bazı şeyleri değiştirmesi gerektiğini söyleyen Türk politikacıları duyuyoruz. Ancak geriye dönüp baktığımızda, bu artık adil değil çünkü örneğin, Avrupa’ya katıldığımızda, Avrupa’ya şimdiye kadar sahip olduğu yasalar ve düzenlemelerle birlikte katıldık. Ve artık yalnızca üye ülkeler herhangi bir değişiklik konusunda anlaştığında değişiklikler yapıyoruz. Yani, bu genel olarak bir ikilem. Elbette, sorunların nerede olduğu, AB ile Türkiye arasında özellikle basın özgürlüğü ve hakları, insan hakları, demokrasiyle ilgili sorunlar konusunda nerede hoşnutsuzluk olduğu çok iyi biliniyor. Yine de anlayışımızda bazı şeyler var, Avrupalılar çok farklı. Ama yine de nasıl yakınlaşacağımıza bakmalıyız.
Bir diğer konu da yakın olduğumuz ekonomik hedefler. Gümrük birliğinin, ticaretin ve faydaların modernizasyonunun güçlü savunucularıyız. Ancak Gümrük Birliği Anlaşması çok eski ve güncel değil. Modernize edilmeli. Çok fazla adım atıldı. Bu konuda Avrupa Komisyonu’nun yetkilerinden öğrendiğime göre müzakereler devam ediyor. Avrupalı meslektaşlarımdan duyduğum kadarıyla, sözde rahatsız edici konuları çoktan çözmüşler, bu yüzden belirtildiğine göre her iki taraf da bu konularla ilgileniyor.
Enerji, iklim, kültür ve bu konular çok iyi gidiyor. Bir konu da vize konusu ve dolaşım. Bu çok yaygın bir konu ve bazen medyadan ve politikacılardan Türkiye’ye sırf Türkiye olduğu için bazı kısıtlamalar uygulanması yönünde siyasi bir politika olduğu yönünde iddialar duyuyoruz. Ancak bunun nedeni belgelerin uygun olmaması veya vize verme kapasitesinin sınırlı olması. Büyükelçi olarak, hükümetten veya Avrupa’dan Türkiye’ye kısıtlamalar uygulanması yönünde hiçbir zaman siyasi yönerge almadım. Bakanlığım bana özellikle Türk vatandaşları, turizm ve gençler arasında hareketliliği artırmam için talimat verdi. Ve bunu mümkün olduğunca yapmaya çalışıyoruz. Letonya’ya aldığımız öğrenci sayısı her yıl artıyor. Ancak kapasiteyle ilgili başka bir konu daha var. Örneğin, büyükelçiliğimiz çok kompakt ve burada çok az sayıda diplomatız. Vize verme kararını verme yetkisine sahip bir konsolosumuz var. Olumlu bir karar vermek 5 dakika, olumsuz bir karar vermek ise yarım saat sürüyor. Sahte belgeler veya seyahat masrafları için yeterli miktarda para yoksa böyle bir başvuruyu reddetmek çok zaman alıyor. Ancak vize başvurusunda bulunan ve Letonya’ya gitmek istemeyen bir kişi için yarım saat harcamak yerine şartları uyan başka bir kişiye vize verebiliriz. Bazı insanlar Almanya veya Hollanda’ya gitmek istiyor ancak orada uzun vize kuyrukları var ve sahte belgelerle bize başvuruyorlar ancak bunları kontrol etmek bizim için çok kolay.
İnsanların Letonya’ya gelmesini istiyoruz ancak gerçekten Letonya’ya gelmek isteyen insanları istiyoruz. Örneğin, siz geldiniz ve mutlusunuz. (Gülüyor) Ve Letonya’yı tekrar ziyaret etmenizi umuyoruz. İnsanların güzel ülkemizi ziyaret etmelerine açığız.
Bazen bunun arkasında bazı kuruluşlar var. Bazen aynı tür belgeler çok farklı insanlardan geliyor. Büyük olasılıkla vize alabileceklerine dair çok fazla söz alıyorlar ancak sonra “bizim hatamız değil, Elçilik başvuruyu reddetti; belgeler kusursuz, bu yüzden tekrar ödeme yapın ve tekrar deneyelim” diyorlar.
Açıkçası, Türk Dışişleri Bakanlığı durumun çok farkında ve bu sorunu çözmek için çalışıyorlar. Çok iyi bir iletişimimiz var ve iş, turizm ve eğitim için gelen daha fazla iyi arkadaşımız olmasını istiyoruz. Çok güçlü bir “hızlı geçiş” vize kolaylaştırma programımız da var.
‘Türkiye’de politikalar çok öngörülemez’
Kişisel olarak sizden bahsedelim. Burada görev süreniz boyunca 4 yıl Türkiye’de kaldınız. Diplomatik ilişkilerde en çok gurur duyduğunuz veya zorluk yaşadığınız konular nelerdi? Üst düzey bir diplomat olarak Türkiye ve Letonya arasındaki ikili ilişkilerde neyi başardınız? Lütfen deneyimlerinizi ve en memnun olduğunuz anları da anlatın.
Türkiye ile ilgili her şey çok güzel. Çok fazla olumlu duygu ve izlenimim var. İlk gelmem istendiğinde Türkiye hakkında hiçbir bilgim yoktu ama çok olumlu bir imajı da yoktu benim için.
Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olduğunu düşünüyor muydunuz?
Belki biraz, çok kalabalık diye düşündüm ama Güney Kore’de de çalıştım. Belki de organize bir ülke olmadığını düşündüm. Kovid dönemiydi geldiğimde. Kore’ye kıyasla çok fazla kültürel, tarihi ve doğal güzelliği olan yer olduğunu keşfettim. Tarihi seviyorum ve cennetin son noktası olan Efes, Sagalassos, Termessos, Side, Perge, Olympos vb. yerlere seyahat etmeyi çok seviyorum. Bu yerlerin hepsini ziyaret ettim. Çok güzeldi. Tarihinde çok farklı medeniyetler ve milletler var.
Güneydoğuyu da ziyaret ettiniz mi?
Evet, ettim. Van’a da gittim, geçen yaz Ararat Dağı’na tırmandım.
Siz Ararat mı diyorsunuz? Biz Ağrı diyoruz.
Biliyorum Türkçe’de Ağrı ama İngilizce’de Ararat ve Letonca’da Ararat çünkü eski Sovyetler Birliği’nde Ermenistan’da Ararat deniyordu. Özür dilerim. Kusura bakmayın. (Gülüyor) Ama farklı isimleri olsa da harika bir yer. Dağa bir Türk grubuyla gittim. Asistanım Türk grubuyla aramdaki tek bağdı. Türk halkının çoğunu seviyorum. Başka hiçbir yerde deneyimlemediğim bir dostluk, bir misafirperverlik gördüm. Ve en önemlisi, en tehlikeli şey yemekti. Çok lezzetliydi. (Gülüyor) Tatlı ve kebap yemeyi bırakamıyorsunuz ve özellikle meyve ve sebze, aslında her şey.
Toplamda Türkiye hakkında milyonlarca ton olumlu duygum var. Ama politikalar çok öngörülemez. Normalde başka bir ülkede bir yılda olan bir şey burada bir haftada veya bir gecede oluyor. Yani, bu elbette bir diplomat için çok zor bir durum.
Çalışmanızı doğrudan etkileyen bir şey oldu mu?
Elbette beni doğrudan etkiledi. Letonya Dışişleri Bakanlığı bana bir konu hakkında, mesela herhangi bir durumla ilgili ne olacak diye sorduğunda, bilmiyorum cevabını veriyorum. Yarın ne olacağını kimse bilemez. (Gülüyor) Bu yüzden benden beklenen hiçbir raporu yazamıyordum.
Yine de gözlemlemek ilginçti. Ve Türkiye’yi, hükümetini, cumhurbaşkanını, politikalarını ve içerideki, bölgesel veya küresel çıkarlarını tamamen anlayabiliyorum. Bunlar genellikle birbirine bağlı. Ve önemlisi, iç politika için yapılanların küresel politikadan farklı görünmemesi ve bunun tersi de geçerli. Bölgesel olarak yapılanlar içeride o kadar çekici değil. Ve bunu her gün gözlemliyoruz ve anlamaya çalışıyoruz.
Dışişleri Bakanlığı’nın beni aradığı hiçbir siyasi sorun veya sıkıntı yaşamadım. Benim asıl görevim iki ülke arasındaki bu çok, çok olumlu ilişkileri sürdürmekti. Yaklaşık üç hafta önce TBMM Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş ile veda konuşmamı yaptım. Son dönemde Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın Mehmet Kemal Bozay ile de görüştüm. İkisi de son derece samimiydi, bu yüzden Türkiye dostu olarak ayrılıyorum. Ve meslektaşlarımın ilişkileri çok iyi tutacağından eminim.
Özetle, iş ve kültür alışverişini geliştirmemiz gerekiyor. Ayrıca İstanbul’da düzenlenen Baltık Belgesel Festivali’nde lider ülkeyiz. Bizim sorunumuz kapasitemiz. İstanbul’da bir konsolosluğumuz yok. Bu biraz zorlayıcı.
4 yıldır Ankara’dasınız. 2 buçuk yıl Mevlüt Çavuşoğlu’nun, 1 buçuk yıl Hakan Fidan’ın bakanlığına tanıklık ettiniz. Fidan istihbarat teşkilatından geliyor ve Çavuşoğlu bu görevi bu kadar uzun süre yürüten ikinci bakandı. Gözleminize göre, bu iki üst düzey diplomat arasında ne fark var?
Derin bir analiz yapmak çok zor. Ama kişiliklerinin çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Belki de geçmişleriyle ilgilidir. Her iki üst düzey politikacı ile tanışma fırsatım oldu. Her ikisiyle de etkileşim kurmaktan keyif aldım. Çavuşoğlu çok dışa dönük bir insan, etrafında insanlar olmasını ve onlara hikayeler anlatmayı seviyor. Bakan Fidan daha içe dönük ama onunla konuştuğunuzda bilgisi, deneyimi ve becerileri açıkça görülüyor. Bana çok derin görünüyor. Özellikle Yakın Doğu bölgesi ve Kuzey Afrika konusundaki bilgisinden etkilendim. Birkaç ay önce, sizin de görüştüğünüz Marko Mihkelson ve üç Baltık ülkesinden heyetler Ankara’yı ziyaret etti. Bakan Fidan ile bir görüşmemiz oldu ve bilgisi çok etkileyiciydi.
Peki Baltık bölgesi hakkındaki bilgisi?
Biz karmaşık veya hilekar bir bölge değiliz. Bu yüzden politikalarımız hakkında brifing almak zor değil. Suyun altında çok fazla taş yok. (Gülüyor)
İlginizi Çekebilir
-
AB liderleri, küresel ve bölgesel zorlukları ele almak üzere Brüksel’de toplandı
-
AfD’nin seçim programına kısa bir bakış
-
AB ve Ukrayna, Biden’ı 2022’de Kiev’in ‘zaferine’ engel olmakla suçluyor
-
Almanya 2024’ü silahlanma rekorları ile kapatıyor
-
Kirillov suikastından sonra FSB’de üst düzey istifa
-
Bakanlık, Birleşik Krallık askeri bütçesinin yüzde 56 oranında artmasını istedi
SÖYLEŞİ
‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’
Yayınlanma
4 gün önce18/12/2024
Yazar
Esra KarahindibaTrump hükümetinin en etkili isimlerinden, eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve NATO eski Genel Sekreter Yardımcısı Guy B. Roberts Harici’ye konuştu: “Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum. Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.”
Önceki Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik Savunma Programları’ndan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yürüten Guy B. Roberts, ayrıca NATO’nun kitle imha silahları politikasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Nükleer Politika Planlama Direktörlüğü görevlerini de yürüttü.
Guy B. Roberts, ikinci Trump döneminde izlenmesi beklenen iç ve dış politikalara ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘Öncelik göç ve vergi politikası olacak’
Donald Trump’ın önceki kabinesinde Savunma Bakan Yardımcısı olarak yakın çalıştığınızı biliyorum. Onun politikalarını önceden nasıl yürüttüğünü biliyorsunuz ve ocak ayından itibaren nasıl devam edeceğini öngörebilirsiniz. Şu anki birincil beklentiniz nedir?
Aslında bu oldukça heyecan verici çünkü Başkan Trump’ın, seçim vaatlerinin hepsini yerine getirme konusunda kararlı olduğunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen ilk odaklanacağı konu, ABD’ye yasa dışı göç ve bunun yanı sıra vergi yapısını yeniden düzenleyerek orta sınıf Amerikalılar için vergi indirimlerini maksimize etmek olacak. Uluslararası alanda ise müttefikler ve ortaklara daha fazlasını yapmaları için baskı uygulamasını ve savunma harcamaları için taahhüt ettikleri, GSYİH’lerinin %2’si veya daha fazlasını harcama sözlerini yerine getirmelerini bekliyorum. Bu, ilk yönetiminde de kilit bir unsurdu ve ben de NATO karargahında onunla birlikteydim. Orada müttefiklerimizin bu konuda adım atması gerektiği üzerine uzun uzun konuştuk. Ekibini kurduktan sonra bu konuların öncelikli olarak ele alınacağını düşünüyorum. Tabii ki ABD sistemi gereği bunun gerçekleşmesi yaklaşık altı ay sürecektir.
‘Trump’ın Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum’
Ukrayna hakkında konuşalım. Trump, Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitirme sözü verdi. Ekibi bugün bile bu iddiayı tekrarlıyor. Son aylarda savaş Ukrayna için olumsuz bir seyir izlerken, Trump Ukrayna’ya barış getirebilir mi? Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir ateşkesi veya barış anlaşmasını kabul eder mi sizce?
Bu gerçek bir mesele. Trump’ın iddia ettiği gibi bu sorunu 24 saat içinde çözmesinin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu çok daha karmaşık bir durum. Ancak, Başkan Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum. Bunu yapacağını öngörebiliyorum; Putin üzerinde bir ateşkesi kabul etmesi ve bu sorunun çözümüne yönelik adımlar atması için baskı yapacaktır. Ukrayna, toprak vermek konusunda hevesli olmayabilir, ancak yeni silah sistemlerinin devreye girmesi gibi mevcut durumu göz önünde bulundurduğumuzda, Rusların Ukrayna’ya attığı son orta menzilli balistik füzeler ve Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine saldırıları, tarafların birbirine taviz verdiği bir tür müzakere için zemin hazırlayabilir. Bu müzakereler başlangıçta en azından bir ateşkes karşılığında bir şeylerden feragat etmeyi içerebilir. Barışın ise 24 saatten çok daha uzun süreceğine inanıyorum.
Görev süresinin sonlarına yaklaşan Başkan Biden, Trump için işleri zorlaştırabilecek bazı önemli hamlelerde bulundu. Örneğin, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ABD yapımı uzun menzilli füzeler kullanmasına izin veren bir yasa tasarısını imzaladı. İkincisi, Rusya’nın uluslararası para transferleri ve enerji ticareti için kritik öneme sahip olan Gazprombank’a yaptırımlar uyguladı. Birkaç diğer banka da yaptırım listesine alındı. Biden, görevinden ayrılmadan hemen önce ne yapmaya çalışıyor? Trump’ın eline bazı “bombalar” mı bırakıyor?
Bunun kesinlikle aklının bir köşesinde olduğunu düşünüyorum. Müzakereler için başarılı bir zemin hazırlıyor, Trump’a bu krediyi vermek istese de istemese de. Yönetimi muhtemelen bunu inkâr edecektir. Ancak, Biden’ın şimdi yetkilendirdiği uzun menzilli ateş gücü, onayladığı askeri teçhizat artışları ve diğer müttefiklere aynı şeyi yapmaları için verdiği cesaretin, başarılı bir ateşkes müzakeresine ulaşmada yardımcı olduğunu ve yardımcı olacağını düşünüyorum.
Trump’ın yaklaşan ikinci dönem başkanlığı hakkında konuşalım, Avrupa liderleri gerçekten hevesli değildi ve bazıları Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönecek olmasından mutlu değil. Yeni bir Trump dönemi için Avrupa’dan nasıl bir yeniden yapılanma bekliyorsunuz?
Bir ittifak perspektifinden bakıldığında, Genel Sekreter Rutte, selefi Genel Sekreter Jens Stoltenberg gibi, müttefiklerin daha fazlasını yapması gerektiği konusunda çok hevesli bir destekçi ve kampanyacı oldu. Genel olarak daha fazlasını yaptıklarını düşünüyorum. Örneğin, şimdi 21’den fazla ülkenin askeri harcamalarının GSYİH’nin %2’sini karşıladığını ve diğer ülkelerin de bu hedefe doğru ilerlediğini söyleyebilirim. Yeni müttefikler, Finlandiya ve İsveç gibi ülkeler, savunma ve eğitim harcamalarında çok sağlam bir tutum sergilediler; hatta nüfusun olası bir savaş durumunda belirli faaliyetlerde bulunması için kılavuzlar hazırlamaya kadar gittiler. Bu, bence, caydırıcılık değeri taşıyor. İttifakın gönderdiği mesaj şu: Biz bir ittifakız ve herhangi birimize saldırırsanız, hepimize karşı koymak zorunda kalırsınız.
Benzer şekilde, Hint-Pasifik bölgesinde Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yanı sıra Vietnam gibi bölgedeki ortaklarla bir koalisyon oluşturma çabalarını gördük. Kısa süre önce onlara bazı eğitim jetleri sattık ve diğer ülkelere de satışlar gerçekleştirdik. Trump yönetimi muhtemelen ittifak oluşturma konusuna daha az, savunma açısından kendi kendine destek sağlayan birebir ilişkilere daha fazla odaklanacaktır. Bu, Trump ve Biden yönetimleri arasında göreceğimiz değişimlerden biri olabilir.
‘Çin’e karşı caydırıcılık için ortaklık stratejisi’
Trump’ın kurumsal diplomasi yerine kişisel diplomasi tercih edeceğini mi söylüyorsunuz?
Evet, bence Biden yönetiminin koalisyon oluşturma konusuna odaklandığını görebiliyoruz. Örneğin, Beş Göz, NATO ittifakını taklit etmeye çalışan Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü (SETO) gibi 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarındaki benzer bir girişimi andırıyor. Birçok nedenden dolayı SETO işe yaramadı ve dağıldı. Ancak şimdi, Çin’in saldırgan davranışları, Güney Çin Denizi ve diğer bölgelerdeki iddiaları, Tayvan’a karşı saldırgan tutumu ve uluslararası adalet divanının deniz hukuku konusundaki görüşlerini kabul etmeyi reddetmesi, Filipinler ile olan düşmanca ilişkileri ve sınır adaları gibi konular, bu bölgeyi potansiyel bir sıcak nokta haline getiriyor. Çin’in bu şekilde hareket etmeye devam etmesini engellemenin ve caydırmanın tek yolunun bu ilişkileri inşa etmek olduğunun farkında. Bunu yapma konusunda çok fazla istek göreceğimizi düşünüyorum.
Kişisel diplomasi ve kişisel ilişkiler hakkında konuşacak olursak, Trump ve Xi Jinping, Trump ve Macron, Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında potansiyel ilişkileri nasıl tanımlarsınız?
Bu çok önemli bir konu ve Trump Yönetimi’nin tam olarak nasıl ilerleyeceğinden emin değilim. Ancak, Başkan Trump’ın ulusal liderlerle kişisel ilişkilere çok değer verdiğine inanıyorum. Bu yüzden büyük ortaklıklar kurmak yerine birebir ilişkiler kurma konusunda daha rahat ve bu konuda daha istekli olduğunu düşünüyorum.
Trump’ın, stratejik istikrarı sağlamak için önemli gördüğü Güneydoğu Asya, ittifak ortaklıkları, Akdeniz veya başka bir bölgede, çeşitli devlet başkanları ve başbakanlarla birebir görüşmeler yapacağı bir yaklaşımı çok daha fazla göreceğimizi düşünüyorum. Biden Yönetimi’nden daha proaktif bir şekilde kişisel ilişkiler kurmasını bekleyebiliriz.
Trump ve Erdoğan’dan, ABD ile Türkiye arasındaki işbirliği ve zorluklardan bahsedelim. Özellikle Türkiye için önemli bir konu olan PYD meselesi üzerinden: ABD, bir terör grubunu başka bir terör grubunu kullanarak yenmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye bir NATO müttefiki olmasına rağmen, ABD hala Ankara’nın PYD konusundaki endişelerini göz ardı ediyor. Bu, Türkiye’nin bir numaralı meselesi. Diğer yandan F-35 meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye yeniden F-35 programına katılabilir mi? Son olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da, özellikle Filistin’de barışı sağlamada ve İsrail ile savaşı sona erdirmede kolaylaştırıcı bir rol üstlenebileceğini düşünüyor musunuz?
Bana tüm günü alabilecek bir soru sordunuz. Türkiye ile olan ilişkilere ve liderliğine baktığımızda, Türkiye’nin bölgedeki barış ve istikrarı sağlamak için kritik bir ortak olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda çok fazla karmaşa var. Önemli bir mesele, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile uzun vadede görülen ilişkilerinin güçlenmesi, bu da NATO’nun Ukrayna’ya yönelik Rus saldırganlığı ve İran’ın Rusya’ya insansız hava araçları ve füzeler sağlayarak destek vermesi konusundaki pozisyonuyla tutarlı değil.
Aynı zamanda, şu anda Türkiye içinde önemli siyasi kargaşalar var, bunu benden daha iyi biliyorsunuz. Çözülmemiş konulardan biri, bölgede çeşitli savaşlar sonucunda yerinden edilmiş iki milyon insanla ne yapılacağıdır. Sanırım Başkan Trump, Erdoğan ile bir araya gelerek Suriye sorununu çözmeyi görüşmekten çok ilgilenecektir. Trump, ABD güçlerinin Orta Doğu’nun o bölgesinden çekilmesine olanak tanıyacak bir çıkış stratejisi arıyor gibi görünüyor. Kampanya sırasında bu tür bölgeleri, ABD’nin askeri olarak küresel ölçekte yer aldığı “Sonsuz Savaşlar” olarak nitelendirmişti.
Hamas, Hizbullah ve diğer terörist gruplara gelince, bunlar büyük zorluklar. Abraham Anlaşmaları’nın, tüm bölgenin benimseyeceği bir yaklaşım olacağını umuyordum. Bu da yine Trump’ın ilk döneminde İsrail, BAE, Sudan ve sanırım Fas gibi ülkeleri içeren bir girişimiydi. Bu ülkeler, ekonomik, bilimsel ve mühendislik alanlarında işbirliği yapmak ve bölgede terörist faaliyetlerden ve geçmişte yaşanan nefretin izlerinden arınmış bir barış ve güvenlik ortamını sürdürmek ve yaratmak için bir barış anlaşması imzaladılar. Hatta bu sürece katılmayı düşünen Suudi Arabistan gibi bir ülke bile gördüm; ancak şimdi bu süreç, Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in buna verdiği yanıt nedeniyle tamamen durdu. Pek çok kişi İsrail’in tepkisinin olanlara kıyasla oldukça aşırı olduğunu düşünüyor.
Bu gerçekten çok ilginç. Daha önce Ankara’da sizi röportaj için ağırlamıştım, hatırlarsanız. Bir saatlik bir röportajdı ve bu konuyu tartışmıştık. Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum; belki izleyicilerimiz o bölümü tekrar izleyebilir. Ancak yine, Batı söylemleri her şeyi 7 Ekim’de Hamas saldırısıyla başlamış gibi tekrarlıyor. Kimse 1948’den beri neler olduğunu konuşmuyor. Tamam, moderatör ve sunucuyum ama bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. Gerçekten anlamıyorum. ABD hükümeti Abraham Anlaşmaları ile bölgede barışı sağlamayı ve herkesin barış içinde bir dönem için bir araya gelmesini istiyorsa, Filistin’in BM kararlarına göre özgürlüğe sahip olma gereğini kabul etmesi lazım. 1948’den beri devam eden bu baskılar altında Filistin’e bu özgürlük verilmedi. İki devletli çözüm hâlâ beklemede. 7 Ekim’de kaç kişi yaralandı veya öldü? Tam sayıyı bilmiyorum. Ancak uluslararası kuruluşların raporlarına göre şu anda Gazze’de, Batı Şeria da dahil olmak üzere yaklaşık 100.000 kişi öldü. Batı Şeria hâlâ çok sayıda yerleşime tanık oluyor. Yerleşim yerleri ne anlama geliyor? İnsanların topraklarını ve evlerini almak, barışın var olamayacağı bir durum yaratmak anlamına geliyor. ABD, Orta Doğu’ya barış getirmek için iki devletli çözümü uygulaması için İsrail’e neden baskı yapmıyor?
Bu gerçekten çok iyi bir soru ve ele alınması gerekiyor. Zorluk şu ki, ben 1948’e değil, 1917’ye ve bugünkü ortamı yaratan Balfour Deklarasyonu’na geri dönerdim. Bu deklarasyon bir Yahudi yurdunu garanti etti. Sorun şu ki, Hamas, Filistin Yönetimi ve diğerlerinin, İsrail’i yok etmeyi amaçladıklarını belirten tüzükleri var. Bu birincil hedef olduğunda, barış anlaşması müzakere etmek için masaya oturmak çok zor. Bunun ötesine geçip bölgedeki tüm aktörler İsrail’in var olma hakkını kabul etseydi, şahsen inanıyorum ki bahsettiğiniz tüm sorunlar müzakere konusu olabilirdi. İsraillilerin, topraklarına yüzlerce roketin ateşlenmeyeceği ve sürekli terör saldırıları olmayacağı garantisine sahip olmak için oldukça fazla taviz vereceğini düşünüyorum.
İsrail’in meşru bir devlet olarak tanınması ve var olma hakkının kabul edilmesi müzakerelerin kapısını açacaktır. Bence diğer her şey müzakere konusu olabilir ve İsrailliler çok şeyden vazgeçebilir. Ama bu noktada, insan hakları ihlallerinde bulunan gruplar olduğunda—ve açıkça her iki tarafın da savaş hukuku veya insani ihlaller işlediğini söylemekten çekinmiyorum—insanların nefretle dolduğu bir ortam oluşuyor. Sonuç olarak, bu tutum bir sonraki nesle aktarılıyor ve 10 yıl içinde başka bir intifada ya da benzeri bir durumla karşılaşıyoruz; insanlar birbirlerinin boğazına sarılıyor. Burada oturup “Bir çözüm bulabiliriz” demek kesinlikle doğru—bir çözüm bulabiliriz. Ama kimsenin oturup “Tamam, iyi bir anlaşma yapalım” demeye istekli olduğu görünmüyor. Ve bu da gerçekleşiyor gibi görünmüyor. Keşke gerçekleşseydi.
Bence Trump yönetimi, Başkan Trump’ın kişisel müdahalesiyle, herkesin masaya gelmesini teşvik etmek için belirttiğiniz şeylerin bir kısmını müzakere etmek için büyük bir fırsata sahip. Daha önce de insanları masaya getirdik. Geçmişte, Orta Doğu’da kitle imha silahları veya silah kontrolüyle ilgili anlaşmalar yapmaya çalıştık. Harika fikirler bulduk—hepsi orada duruyor. Bunları uygulamak için sadece siyasi irade gerekiyor. Maalesef, bunu yapacak siyasi irade yok. Bu yüzden, sadece denemeye devam etmeli ve bölgedeki liderler arasında, insanların ve kendi çıkarları için oturup kalıcı bir barış tasarlamanın en iyisi olduğuna dair bir fikir birliği oluşturmaya çalışmalıyız. Ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda, 40 yıldır bu konuyu inceledikten sonra söylemeliyim ki, 10 yıl içinde başka bir şiddet döngüsüyle karşılaşma olasılığımız var. Bu, o bölgedeki durumun gerçeği.
Fakat Uluslararası Ceza Mahkemesi gerçeği var; İsrail Başbakanı Netanyahu için savaş suçları nedeniyle bir tutuklama emri çıkardığını duyurdu. Bu gerçek—on binlerce insandan bahsediyoruz. Hep 50.000 kişi deriz, ama bu sayı neredeyse 100.000 kişi, ve bu gerçekten delilik. Eğer bölgede savaş istemiyorsanız, asıl mesele şu: Kiminle savaştasınız? İran’la mı, Lübnan’la mı, Hizbullah’la mı? Müslüman Kardeşler’i sevmiyorsunuz, vs., ama bunların hepsi özgür bir Filistin devleti sorunuyla bağlantılı. Bu şekilde çözüm olmuyor, olmayacak da. Bu tartışmaya derinlemesine girmek istemiyorum çünkü bunun bir sonu yok.
Son beş dakikamızda Trump’ın dış politikasına geri dönmek istiyorum. İlk döneminde İsrail yanlısı bir tutum sergiledi ve elçiliği Kudüs’e taşıdı. Ancak daha sonra Netanyahu ile olumsuz anlar da yaşadı. 2024 kampanyası için ise bu kez daha fazla İsrail desteğini kazanmış durumda. Bu durum İran ve genel olarak Orta Doğu politikalarını nasıl etkileyecek?
Evet, kesinlikle. Şu anda bölgede en önemli oyuncu aslında İran, çünkü uluslararası terörizmin bir numaralı destekçisi olarak tanınıyor. Bu, Körfez İşbirliği Konseyi tarafından da tanınmıştır. Hamas ve Hizbullah’ı destekliyorlar; her ikisi de uluslararası terör örgütleri olarak tanımlanıyor. İran’dan İsrail’e roketlerin ateşlenmesiyle, buna karşılık olarak İsrail’in yanıt vermesiyle şiddet sarmalı devam ediyor. Bu durdurulmalı ve barış içinde bir arada yaşama yolları bulunmalı. Ancak bildiğimiz gibi, İran’ın retoriği “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm” şeklinde. Bu tür bir tutum barış müzakerelerini uygun hale getirmiyor. “Çözüm bu ve herkes bunu kabul edecek” diyebileceğim bir cevap vermeyi isterdim. Ancak dediğiniz gibi, Orta Doğu’daki sorunlar ve zorluklar hakkında saatlerce konuşabiliriz.
Örneğin, Lübnan’da olan biteni izliyorum ve aslında 1982’ye geri dönüyorum. O dönem Lübnan’daydım. Çeşitli gruplar arasında barışı sağlama girişimimiz oldu. Ardından İsrailliler Beyrut’a saldırarak kuşatma durumu yarattı, bağlantıları kesti. Bu, adeta bir deja vu gibi hissettiriyor. Şiddet döngüsünü nasıl durdurabiliriz? Gerçekten bunu çözmek benim kapasitemin ötesinde. Bu meseleyle uzun zamandır ilgileniyorum ve her çözüm bulduğumuzda, bu çözümler hızla görmezden gelindi. Sonrasında nefret baskın hale geldi. Bu yüzden sadece denemeye devam etmeliyiz ve umarım bir gün o noktaya ulaşırız.
‘Tayvan en büyük anlaşmazlık noktası’
Peki, umut edelim. Son sorum Çin ile ilişkiler hakkında. Trump’ın kabinesinde Çin’e karşı oldukça sert bir tutum sergileyen isimler var. Trump, Çin’e %60 vergi koymayı vaat etti, bu oldukça büyük bir endişe kaynağı. İkinci Trump döneminde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?
Bence Çin, ABD için birincil uluslararası sorun olacak. Çin’in uzun vadeli stratejisi çok net ve Başkan Xi, Çin’in 2049 yılına kadar dünyanın hegemonu olma arzusunu açıkça belirtti. Bu doğrultuda açıklamalar yaptılar ve bunu gizlemiyorlar. Birçok ülkeyle ilişkiler kurmak için krediler ve çeşitli ekonomik teşvikler yoluyla çok agresif bir politika izliyorlar. Güney Çin Denizi’ndeki iddialarda bulundular, bu oldukça istikrarsızlaştırıcı. Bu iddialar, uluslararası deniz hukuku ile uyumlu değil. Bölgede birçok ülkeyi deniz toprak iddiaları konusunda taciz etmeye çalıştılar. Bu durum, Vietnam gibi ülkelerin ABD ile güçlü ilişkiler kurmasına yol açtı. Savunma Bakan Yardımcısı olarak yaptığım son gezilerden birinde Hanoi’ye gittim ve Vietnamlıların ABD ile özellikle savunma sektörü konusunda çalışmaya çok istekli olduklarını gördüm. Bölgedeki diğer ülkeler de Çin’in müdahaleci ve zorlayıcı tutumu nedeniyle aynı şekilde hissediyor.
Çin ayrıca Panama Kanalı, Süveyş Kanalı bölgesi, Malakka Boğazı ve diğer stratejik geçiş noktalarında liman tesisleri edinerek güçlü bir küresel ağ kurdu. Düşmanca bir ortamda dünya ekonomisini boğma potansiyeline sahip olabilecek çok güçlü bir varlık oluşturmuş durumdalar. Bu tür şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz ve Amerika Birleşik Devletleri içinde, Çin’in ulusal güvenlik ve dünya çapındaki kolektif güvenlik ilişkisi üzerinde olumsuz bir etkisi olan faaliyetlerini tanıyoruz. Bu konularda Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum.
Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Çin liderliğinin çeşitli açıklamaları, Tayvan’ı tamamen Çin siyasi yapısına entegre etme konusunda güçlü bir baskının devam edeceğini gösteriyor. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.
SÖYLEŞİ
‘Yerli halklar, sömürgecilik ve emperyalizme karşı ayakta’
Yayınlanma
2 hafta önce10/12/2024
Yazar
Micaela OvelarVenezuela’da ve beş asırdan uzun bir süre önce İspanyol imparatorluğu tarafından sömürgeleştirilen Latin Amerika’nın büyük bölümünde ekim ayı, atalarının “Abya Yala” olarak adlandırdığı Amerika kıtasının yerli köklerini andığı tarih.
Ancak, Kristof Kolomb’un gelişinden 500 yıl sonra bugün bile İspanya, yerli halkların ve kültürlerinin soykırımını ve bu toprakların zenginliklerinin yağmalanmasını tanımamaya devam ediyor.
Günümüzde imparatorluk bir başka hegemonik güç olan Amerika Birleşik Devletleri ve bir başka sömürgecilik türü olan, daha ziyade bir kâbus gibi görünen “Amerikan Rüyası” kültürü tarafından temsil edilmektedir, ancak yerli halklara ve Venezuela’yı oluşturan Afro-azınlık halklara yönelik tehdit aynı olmaya devam ediyor.
Ve bu emperyal ve sömürgeci tehdit karşısında Venezuela ve diğer Abya Yala ülkeleri mücadele ediyor, direniyor ve savaşı kazanıyor.
Venezuela’da 2002 yılından bu yana her 12 Ekim’de anılan Yerli Direniş Günü çerçevesinde Venezuela Yerli Halklar Bakanı Clara Vidal ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Vidal, aslen Venezuela’nın doğusundaki Sucre eyaletinde yaşayan Kariña yerli halkından ve 2022’den bu yana Yerli Halklar Bakanı olarak görev yapıyor.
Venezuela Yerli Direniş Gününü neden kutluyor?
Bugün bu trajik tarihin önemi üzerine düşünürken, İspanya bugün “Hispanik Günü” adını verdikleri ulusal bir bayramı neşeyle, uçaklarla vs. anıyor. Yani İspanya 90 milyon yerli halkın ölümünü kutluyor, insanlık tarihinin en büyük soykırımını kutluyorlar.
Fakat Venezuela’da bizler, bugüne kadar bir ufuk ve bizi bekleyen muzaffer bir gelecek için savaşan yerli halkların direnişinin başlangıcının 532. yılını anıyoruz.
Bugünün yansıması şudur ki ne İspanyol monarşisi ne de çökmekte olan ABD imparatorluğu, hiçbir şey ve hiç kimse bizi yenemeyecektir, zira 200 yıl önce onları bu topraklardan kovduk, zira artık sömürgecilik ya da emperyalizm istemiyoruz, egemen, hür ve bağımsız olmak istiyoruz.
Bugün Venezuela’daki yerli halkların referansları nelerdir? Ve bunun önemi nedir?
Bugün komutan Hugo Chávez’in, kurtarıcı Simón Bolívar’ın, Büyük Şefler Şefi Cacique Guaicaipuro’nun, yerli halkların direnişinin liderinin topraklarında olduğumuzu söylememe izin verin, zira 532 yıl önce topraklarımız işgal edildi ve neredeyse 90 milyon yerli kardeşimiz bir Avrupa İmparatorluğu tarafından yok edildi.
Tam olarak, yaşadıklarımıza ve atalarımızın yaşadıklarına göre, hür, egemen ve bağımsız bir ülke olduğumuzu, tarihimiz boyunca hiçbir imparatorluğun bizi kontrol etmesine, bize hükmetmesine izin vermeyeceğimizi söyleyebiliriz ve bu nedenle her zaman hatırlamamız gereken temel tarihi referanslarımız arasında:
Yerli Cacique Guaicaipuro’nun, ağabeyimizin mücadelesi, ardından kurtarıcı Simón Bolívar’dan kurtuluşumuz için verilen mücadele ve daha yakın bir zamanda, 4 Şubat 1992’deki “Şimdilik ‘ten sonra 1999’da başkanlığımızı üstlenen ebedi komutanımız Hugo Rafael Chávez Frías’ın özgürlüğümüzü, egemenliğimizi, bugün ve ulusal geleceğimiz için bağımsızlığımızı kurtarması yer alıyor.
Bolivarcı Devrim, yerli halklara nasıl bir rol verdi?
Bolivarcı Devrim bize en önemli şeyi, yani yerli halkların haklarının güvence altına alınmasını sağladı. Devrimin gelişi, yerli halklarımızın her birinin 1999 Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Anayasasında özel bir maddeye sahip olması için mücadele etti ve bunu sağladı. Yerli halkların haklarının tanınması ve bu haklara saygı gösterilmesine yönelik devrimci sürecimizin büyük takdiri işte burada başlıyor. Buna ek olarak, bize kamu politikaları olarak verdiği binlerce araç: Guaicaipuro Misyonu, Yerli Halklar için Halk Gücü Bakanlığı, ki bu uluslararası düzeyde benzersiz bir deneyim. Venezuela özellikle yerli halklar için bir kuruma sahip olma konusunda öncüdür, diğer ülkelerde de bakanlıklar var, örneğin Brezilya’da, ama yolu biz açtık.
Buna ek olarak, yasa koyucularımız var, belediye meclislerinde meclis üyelerimiz var, yerli olan ulusal milletvekillerimiz var. Ulusal, bölgesel ve yerel yasama organlarında sesimizi duyurabiliyoruz.
ABD’nin Latin Amerika’daki varlığı
Latin Amerika’daki diğer müdahaleci kurumların yanı sıra CIA, DEA veya NATO gibi emperyalizm kurumlarının varlığı, işlevlerinin aşırılığına göre değerlendirilmeli. ABD bir ülke olarak değil, her bir ulusun iç politikasına müdahale eden bir örgüt olarak hareket ediyor.
Birleşik Devletler, ulusların her birinin politikalarına müdahale etmekte, yani halkların egemenliğini ihlal ediyor. Ve en önemlisi de her bir halkın kültürüne ve kendine has özelliklerine saygı duymuyor.
Kesinlikle, sömürgecilikten bahsettiğimizde, emperyalizmden farklı olarak, yerli halkların kültürlerini küçümseyerek, onlara hükmetmek, kontrol etmek ve kültürlerini empoze etmekle alakalı. Şimdi, emperyalizmden bahsettiğimizde, bu, her bir halkın ve ulusun siyasi, sosyal, kültürel, askeri; her açıdan mutlak bir kontrol.
ABD ve Avrupa buradan faşizme, neo-faşizme ve benzer ifadelere denk düşüyor. Venezuela yerli halklar: Topraklarımızdaki ve uluslarımızdaki emperyal varlığa hayır deyin!
Latin Amerika’daki neo-faşist hükümetlerdeki emperyalizm yerli halklara saldırıyor
Yerli halklar cesur halklardır, aşırı sağcı, neo-faşist hükümetlerin olduğu ülkelerde yerli halklar tamamen kriminalize edilmiş ya da tamamen unutulmuş, kendi topraklarında kendi kültürlerini yaşamaları engellenmiştir. Bugün Venezuela’dan size yerli halkların yalnız olmadığını söyleyebilir ve onları hakları için mücadeleye devam etmeye teşvik edebiliriz. Sağcı ve neo-faşist hükümetler yerli halkları asla ama asla sevmeyecekler, çünkü tarihimizi silmek istiyorlar.
Bu hükümetler hiçbir zaman yerli halkların haklarını korumayacaklardır. Venezuela solu, Bolivarcı sosyalizm, başta yerli halklar ve topluluklar olmak üzere tüm bu kesimlerin ve kadim yerli halkların taleplerinin temel bir parçası olmuştur, zira biz aynı halkız, ezilen halklarız. Bu nedenle Abya Yala’nın yerli halklarına, zaferi elde edene kadar mücadelenin devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Venezuelalı kimliğimizi, haklarımızı ve yerli kültürümüzü geri kazanmanın mümkün olduğunun kanıtıdır.
Dünyada emperyalizm ve soykırımcı sömürgecilik: Gazze’de soykırım
Dünyayı, uluslararası toplumu, ulusal ve uluslararası kamuoyunu Gazze’de yaşananlar üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Nasıl ki bugün Gazze’de Filistin halkına karşı bir soykırım yaşanıyorsa, 500 yıldan fazla bir süre önce yaşadıklarımızı da hatırlıyoruz. Tıpkı bugün Filistin halkının başına gelenler gibi, dün atalarımızın başına gelenler de bizim atalarımızın başına gelmişti, zira biz bugün hayattayız. Bugün dayanışmamızı ilan ediyor ve Filistin halkına da kazanacaklarını söylüyoruz, zira nefret karşısında, emperyalizm karşısında, sömürgecilik karşısında sevgi ve adalet her zaman kazanacaktır. Dolayısıyla bugünün yansıması, mücadeleye devam etmemizdir; çünkü zafer, kurtuluşları için mücadele eden insanlara aittir.
Bu tarihi insanlık tarihindeki en büyük soykırımın başlangıcı olarak hatırlayacağız ki bir daha asla insanlara karşı kolunu ve nefretini kaldırabilecek, insanın insana köleliğini dayatabilecek bir imparatorluk olmasın, aksine Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nden anayasal başkanımız Nicolás Maduro ile birlikte önerdiğimiz gibi barış ve umut olsun.
Venezuela’nın diğer yerli halklara verdiği mesaj nedir?
Güneydeki kardeş halklara, Bolivya, Peru, Ekvator, Şili, Arjantin, Uruguay ve ayrıca büyük Brezilya’ya, çünkü Brezilya’da da bizim gibi Portekiz tarafından işgal edilen yerli halklar, yerli kardeşlerimiz var; Bugün hepinize diyoruz ki, bu halkın zamanıdır, birleşeceğiz, bir ağlar ağı oluşturacağız. Bu çökmekte olan imparatorluğun ya da ortaya çıkabilecek herhangi bir başkasının bizi bir daha asla yenememesi için gerekli olan tarihsel ittifakı oluşturacağız.
Bugün internetle, yapay zekayla bizi ezmeye çalıştılar ama biz burada yerli halkların atalarından gelen insan zekasıyla kazanamayacaklarını söylüyoruz. İşte biz savaşıyoruz. Kimsenin kuşkusu olmasın, zira Komutan Chavez’in dediği gibi burada bir vatan var. Bugün tüm atalarımız bir arada, emperyalizme ve sömürgeciliğe yeter demek için birleşti. Zafer halkın olacak! Çok yaşa halk! Yaşasın yerli halklar! Yaşasın barış ve yaşasın özgürlük!
Son olarak, Venezuela’daki yerli halklar ve Afro-azınlık halkların birliğinin önemi nedir?
Bu önemli günde Venezuela’, Latin Amerika’nın geri kalan yerli halklarına mücadelesini ve direnişini gösteriyor. Bugün, Abya Yala’daki büyük soykırımdan 532 yıl sonra, işte buradayız, Afro-azınlık halklarının yanında bulunan yerli halklar, genel olarak yerli halklar, direnmeye devam eden kadın ve erkeklerden oluşan Venezuela’ halkı. Bugün güçlü bir sesle, sevgi dolu bir sesle ve sevinç dolu bir sesle direnişe devam ettiğimizi söyleyebiliriz.
Yerli halklarımızın haklarının iadesi için yorulmak bilmeden mücadele etmeye devam ediyoruz. Ve bugün Venezuela’da 54’ten fazla yerli halkımız var, bu da direndiğimiz ve direnmeye ve kazanmaya devam edeceğimiz anlamına geliyor.
Afro-azınlık halklar da hayatta kalmak ve haklarını savunmak için bir savaş verdiler. Ve burada yerli direniş gününe sahip çıkıyoruz, ama aynı zamanda emperyal hırsın nesnesi olan ve onları zorla buraya getiren, ama bugün tam da bizi devrim yapan eli yürümeye yönlendiren Afro-azınlık halkların atalarının tarihi için de savaşıyoruz.
Şimdi yeni bir tarih yazıyoruz, zira İspanyol imparatorluğu gelmeden önce buradaydık, zira yerli halklar bu topraklardaydı, çünkü köleleştirilmiş olarak gelen kadın ve erkeklerin şimdi yeni bir ufku var, tam da tarihi, kökenlerimizi unutmak değil ama kaderimizin kendimizi emperyalizmin boyunduruğundan kesin olarak kurtarmak, zihinlerimizden özgürleşmek ve direnen ve direnmeye devam eden bir halk olduğumuzu bilme vizyonuyla yeni nesillere doğru ilerlemek olduğunu da biliyoruz çünkü bizi kimse keşfetmedi. Biz zaten vardık.
SÖYLEŞİ
‘Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır’
Yayınlanma
3 hafta önce03/12/2024
Yazar
Esra KarahindibaMacaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Harici’ye konuştu: “Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır.”
Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Macar Bakan, AB üyesi ülkelerin çoğunluğunu “barışçıl olmayan” politikaları nedeniyle sert bir şekilde eleştirirken, Başkan Biden’ın Ukrayna’ya ABD yapımı balistik füzeleri Rusya’ya karşı kullanma izni verme kararına ve Gazprombank’a uygulanan ABD yaptırımlarına dair de değerlendirmelerde bulundu.
Sayın Bakan, bizimle konuşmak için zaman ayırdınız; çok teşekkür ederim. Avrupa Birliği’nin Macaristan’a yönelik eleştirileriyle başlayalım. Avrupa Birliği’nin ortak dış politikasına uymadığınız iddia ediliyor. Bu eleştirilere yanıtınız nedir ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığınız sırasında edindiğiniz deneyim nasıldı?
Ne yazık ki, Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır. Ateşkesin sağlanması ve barış müzakerelerinin başlatılması için çaba gösteriyoruz. Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır. Gittikçe tırmanma riskini artıran önlemler alıyorlar. Bu nedenle kesinlikle onlarla uyum sağlamayacağız. Barış çabalarımıza devam edeceğiz ve önümüzdeki yıl Ocak ayında Başkan Trump Beyaz Saray’a geçtiğinde, uluslararası alanda barış yanlısı politikacıların daha da güç kazanmasını umuyoruz.
Antalya Diplomasi Forumu’nda sizinle yaptığımız röportajda bu konu hakkında konuşmuştuk ve bana Trump’ın seçilmesi durumunda Ukrayna ile Rusya arasında barışın mümkün olduğuna inandığınızı söylemiştiniz. Şimdi Trump seçilmiş başkan ve dediğiniz gibi Ocak ayında görevine başlayacak. Trump Yönetimi ile temas halinde misiniz? Gündeminizde hangi maddeler var ve hangi konuları müzakere ediyorsunuz?
Bakın, Başkan Trump seçildikten sonra, Başbakanımızı arayıp tebrik etti ve önümüzdeki dört yılın ABD-Macaristan ilişkileri açısından altın çağ olacağı konusunda anlaştılar. ABD’de geçiş dönemiyle ilgili çok katı düzenlemeler olduğunu biliyorsunuz, bu yüzden bizimle Trump yönetimi arasındaki ciddi ve esaslı müzakereler, elbette Trump Beyaz Saray’a girdikten hemen sonra başlayacak. Gündemde zaten önceden tartıştığımız bazı konular var, ancak örneğin Demokrat yönetim, Macaristan ile ikili vergi anlaşmasını feshetti. Bunun yeniden yürürlüğe girmesini umuyoruz. ABD Demokrat Yönetimi, Macar vatandaşlarının ESTA vize sistemine veya bir tür vize sistemine erişimini kısıtladı. Trump Yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte, eskiden olduğumuz statüye geri döneceğimizi umuyoruz. Elbette, Başkan Trump’ın genel olarak, Orta Avrupa bölgesine barışın geri dönmesine yardımcı olacak ve Avrupa’da çok daha iyi bir atmosferin oluşmasını sağlayacak bir politika yürüteceğini umuyoruz.
Kırım ve Donbas bölgeleriyle ilgili olarak Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusundaki duruşunuz nedir? Çünkü bu bölgeler, Rusya’nın barış yapması için birinci şart olabilir.
Toprak bütünlüğü ve egemenlik, saygı duyulması gereken prensiplerdir. Öte yandan, sıralamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bir ateşkes sağlanmalı, ardından barış müzakereleri başlatılmalı ve sonrasında bir barış anlaşması yapılmalıdır.
Enerji konuşacak olursak, İstanbul Enerji Forumu’na katıldınız ve farklı ülkelerden mevkidaşlarınızla ikili görüşmeler yaptınız. Macaristan, TürkAkım boru hattını tam kapasiteyle kullanmak için Gazprom ile ek bir sözleşme imzaladığını da duyurdu. Bu gelişmeden beklentiniz nedir?
Rusya enerji tedariki konusunda güvenilir bir ortak. Türkiye ise transit konusunda çok güvenilir bir ortak. Dolayısıyla, Türkiye ve Rusya ile birlikte çalışarak Macaristan’ın enerji arz güvenliğini garanti edebilmek bizim için bir onurdur. Beklentimiz, artan hacimlerle birlikte fiyatın daha rekabetçi hale gelmesidir. Elbette, Macaristan’da çok önemli bir programımız var ve bu program sayesinde Macar ailelerin ve hanelerinin hizmetler için en düşük fiyatı ödemelerini sağlıyoruz. Gazprom ve gaz ticaret şirketimiz arasında imzalanan bu ek sözleşmeler, Macaristan’daki hizmet maliyetlerini düşük tutma açısından çok önemli.
Enerji konusuna devam edelim. Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi olarak, AB Konseyi başkanlığınızın bu iki bölge arasında bir köprü olmak açısından çok önemli olduğunu biliyorum. Türkmenistan ve Kazakistan çok istekli, aslında AB de bu iki ülkeden enerji satın almak için çok istekli. AB’nin bu bölgeye yatırım yapması beklenen milyarlarca dolarlık altyapı projeleri var. Bu konuda en son gelişmeler ve rakamlar nedir?
Türk bölgesi, Kafkasya ya da Orta Asya bölgesine gelince, bu bölgeleri gelecekteki enerji tedariki için olası kaynaklar olarak değerlendiriyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik sağlayacak ve Azerbaycan ile Gürcistan’dan Romanya üzerinden Macaristan’a elektrik taşınmasını içeren “Yeşil Orta Koridor” projesinin başarılı olmasını kesinlikle bekliyoruz. Ayrıca, Azerbaycan’dan gelen gazın ulusal enerji karışımımızda daha büyük bir rol oynamasını bekliyoruz. Bunun için en büyük darboğaz, Güneydoğu Avrupa boru hattı ağının kapasitesidir. Ancak umuyoruz ki kapasiteyi artırarak, Azerbaycan’dan gelen gazın ve Türkiye’den gelen gazın ulusal enerji karışımımızdaki rolünü artırabiliriz.
Orta Koridor, kuzey rotası şu anda kullanılamadığı için çok daha fazla önem kazandı. Başka bir gelişme; Biden yönetiminin, görev süresinin bitiminden hemen önce Ukrayna’ya Rusya’ya karşı ABD füzeleri kullanma izni vermesi oldu. Rus lider Putin, “Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak” dedi. Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?
Bu gerçekten çok tehlikeli. Bu durum, kesinlikle Orta Avrupa’daki insanların çıkarlarına aykırıdır. Bu durum, kesinlikle Amerikan halkının iradesine de aykırıdır, çünkü Amerikan halkı farklı bir yönetim seçti. Barış yanlısı bir başkan seçtiler. Bu nedenle, mevcut Amerikan yönetiminin yaptıklarının gerçekten tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu tür adımlar, bir tırmanışa yol açabilir ve umuyoruz ki 20 Ocak’a kadar tırmanıştan bir şekilde kaçınabiliriz. Sonra, Başkan Trump göreve geldiğinde, umarım hâlâ barışı sağlama şansı olur. Mevcut Demokrat yönetimin Ocak ayında barışı tamamen imkânsız hale getirmeyeceğini umuyorum.
Son sorum: İstanbul Enerji Forumu hakkındaki görüşleriniz nedir? Burada gündeminiz neydi ve Macaristan, Türkiye ve diğer ikili görüşmeler yaptığınız muhataplar için beklenen sonuçlar nelerdir?
Şu anki en kısa vadeli görevimiz, ABD yönetiminin Gazprom Bank’ı yaptırım listesine alma kararıyla ortaya çıkan zorlukların üstesinden gelmek. Çünkü bölgemizdeki birçok ülke gibi biz de gaz ödemelerini Gazprom Bank hesaplarına yapıyoruz. Bu nedenle burada bir araya geldik ve bu zorluğun üstesinden nasıl gelineceğini bulmaya çalışıyoruz. Eminim ki bir araya geldiğimiz için bunu aşmanın ve gelecekte de arz güvenliğini sağlamanın bir yolunu bulacağız.
AB liderleri, küresel ve bölgesel zorlukları ele almak üzere Brüksel’de toplandı
AfD’nin seçim programına kısa bir bakış
Çin ve Pakistan terörle mücadele tatbikatlarını tamamladı
AB ve Ukrayna, Biden’ı 2022’de Kiev’in ‘zaferine’ engel olmakla suçluyor
Trump’ın “51. eyalet” şakası Kanada’yı karıştırdı
Çok Okunanlar
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Eski Beyaz Saray yetkilisi Doran: Suriye’de İsrail ve Türkiye’nin çıkarları örtüşüyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye’de kim kazandı?
-
RUSYA2 hafta önce
Rusya’nın Suriye’deki üslerinin akıbeti ne olacak?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 2
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Esad rejimi neden sadece 12 günde çöktü?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Suriye hezimeti ve Rusya: Birkaç soru ve yanıt
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Şii Hilali, “Yeni Ay” Olma Yolunda