Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Libya’da yeni bir “uzlaşı hükümeti” ne kadar gerçekçi?

Yayınlanma

Libya’da Trablus merkezli Devlet Yüksek Konseyi ve Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin altışar üyesinden oluşan Seçim Yasalarını Belirleme Komitesi geçici bir uzlaşı hükümeti kurulmasını öngören bir plan sundu. Plan, Trablus ve Bingazi’deki iki hükümetin birleştirilmesi ve temel görevi ülkeyi seçime götürmek olan yeni bir hükümet kurulmasını öngörüyor. Ancak Ulusal Birlik Hükümeti Başkanı Abdülhamit Dibeybe ve Birleşmiş Milletler dahil birçok iç ve dış aktör yeni bir geçici hükümetin kurulması planını reddediyor.

Dibeybe, planı hazırlayan Temsilciler Meclisi ile Libya Yüksek Devlet Konseyi’ni, iktidar sürelerini uzatmaya çalışmakla suçluyor. Seçimlerin gerçekleşmesinin tek yolunun istikrar olduğunu söyleyen Dibeybe, “Yeni bir geçiş dönemi ya da paralel hükümetler olmayacak. Yeni geçiş dönemleri icat ederek daha uzun süre iktidarda kalmaya çalışmak, seçim sürecini akamete uğratır. Bizim tek bir hedefimiz var o da seçimlerdir ve bu hedef gerçekleşinceye kadar görevimizin başındayız” diyor.

BM Libya Özel Temsilcisi Abdoulaye Bathily de “Libya’da yeni geçiş süreçleri veya yeni geçici hükümetleri talep edenler ise pastanın bölünmesini istiyorlar ve tarih de onları hatırlayacaktır” diyerek plana karşı çıkıyor.

Ayrıca, Kahire’nin ön ayak olduğu ve desteklediği bu plana giden süreci Devlet Yüksek Konseyi adına Halid el-Mişri ve Temsilciler Meclisi adına Akile Salih yürütmüştü. Devlet Yüksek Konseyi, 6 Ağustos’ta Halid el-Mişri yerine Konsey’in başkanlığına Muhammed Tekele’yi seçti. Her iki ismin de Adalet ve İnşa Partisi’nden olmasına rağmen Tekele’nin, Dibeybe’ye daha yakın durduğu belirtiliyor. Dolayısıyla bu değişiklik sonrası hali hazırda üyelerinin ezici çoğunluğunun karşı olduğu planda Devlet Yüksek Konseyi’nin ısrar edip etmeyeceği belirsiz.

Uluslararası Kriz Grubu, konuyla ilgili yayınladığı bir analizde, tüm eksikliklerine ve önündeki engellere rağmen yeni birlik hükümetinin ülkedeki ihtilafa şimdilik en iyi alternatif olduğu görüşünde: “Plan Libya’nın siyasi krizinden çıkışı için en ideal yol olmayabilir ancak şimdilik ülkeyi yeniden birleştirmek için tek gerçekçi yol.” Dolayısıyla analiz uluslararası aktörlerden bazı şartlar karşılığında bu planı desteklemelerini istiyor.

Ancak Dibeybe hükümetinin de Devlet Yüksek Konseyi ve Temsilciler Meclisi’nin onayı ile kurulduğu ve görevinin ülkeyi seçime götürmek olduğu hatırlandığında, Kriz Grubu’nun destekleme çağrısı yaptığı planda, seçimlerin yapılma ihtimali ne kadar güçlü? Yoksa bu planın asıl amacı Dibeybe’nin iddia ettiği gibi Konsey ve Meclis’in görev sürelerini uzatmak mı?  

Soru işareti çok olsa da planın ayrıntılarını ele alan söz konusu analizi dikkatinize sunuyoruz:

***

Birlik Hükümeti Kurmak Libya’daki İhtilafı Çözmek için En İyi Seçenek Olabilir

Claudia Gazzini

Libyalı siyasetçiler geçici bir hükümet kurmak için bir plan ortaya koydular. BM ve diğer dış aktörler ülkedeki siyasi çıkmazı kırmaya yönelik bu adımı desteklemeli.

Libya’daki siyasi kriz, ülkenin doğusundaki Tobruk kentinde bulunan Temsilciler Meclisi’nin, genel seçimlere giden yol haritasının bir parçası olarak ülkenin iki paralel yönetimini yeniden bir araya getirecek bir geçici hükümet planını onaylamasının ardından yeni bir dönemece girdi. Meclis üyeleri bu kararı Trablus merkezli rakip kurum Devlet Yüksek Konseyi temsilcileri ve doğu merkezli askeri diktatör Mareşal Halife Hafter’in desteğiyle aldı. Yeterli desteği bulması halinde plan, Libya’yı son on yılın büyük bir bölümünde iki ayrı otoritenin bölünmüş idaresi altına sokan çatlağı iyileştirme yolunda önemli bir adım olabilir. Ancak hem Libya içinde hem de dışında etkili eleştirmenlerle birlikte plan hala önemli engellerle karşı karşıya.

Muhalifler, planın seçimlerin yapılmasına yönelik halihazırda aksayan gündemini baltaladığını ve ülkedeki derin bölünmelere rağmen bir yıldır devam eden barışı bozma riski taşıdığını söylüyor. Batılı hükümetler ve bazı Libyalılar Libya’da hükümet kurulmadan önce genel seçimlerin yapılmasını istiyor, BM de öyle. Ancak hem Meclis hem de Konsey üyeleri tarafından oluşturulan ve yeni seçimlere giden yol haritasının yanı sıra bu seçimleri yönetecek yasaları hazırlamakla görevli 6+6 Komitesi ile anlaşmazlığa düştüler. BM, yeni seçim hazırlıklarına yardımcı olması için Komiteye destek verdi. Ancak BM’nin bir hükümet kurulmadan önce seçimlerin yapılması konusundaki ısrarına rağmen- ki bu da iki paralel yönetimi şimdilik yerinde bırakacaktır- 6+6 Komitesi, müzakerelerinde geçici bir birlik hükümetinin gerekli bir ilk adım olduğu sonucuna vardı. Bu doğrultuda bir plan taslağı hazırladı ve bu plan Meclis ve Konsey tarafından kabul edildi.

Planın savunucuları, yönetim iki rakip oluşum arasında bölünmüşken seçim yapmanın zorlukları (bazıları imkânsız olduğunu söylüyor) göz önüne alındığında, çabalarının ülkeyi yeniden bir araya getirmenin en umut verici yolu olduğu konusunda sağlam bir iddia ortaya koyuyorlar. Ancak planlarının uygulanabilir olup olmadığı henüz belli değil- bu da kısmen dış desteğe bağlı olacak. Eğer bu hükümeti kuracak başbakanın seçilme süreci açık ve şeffaf olursa, BM de dahil uluslararası aktörler, Libya’nın içinde bulunduğu siyasi çıkmazı aşmak için somut bir yol sunan bu adımı desteklemeli.

Yeni Birlik Hükümetine Doğru mu?

Yeni planla ilgili tartışmaların merkezinde Libya’nın yeniden birleşmesi gibi çözülmemiş bir mesele yer alıyor. Uluslararası bir koalisyonun 2011 yılında Muammer Kaddafi rejimini devirmesinden bu yana Libya bir çıkmazdan diğerine savruldu. 2014 yılında yapılan tartışmalı parlamento seçimleri ülkeyi ikiye böldü ve bir güç merkezi başkent Trablus’ta, diğeri ise Tobruk’ta oluştu. İki kamp arasında aralıklı olarak çatışmalar çıktı ve Hafter’in komutasındaki güçler Nisan 2019’da Trablus’u kuşattı. Bir sonraki Ekim ayında yapılan ateşkes, birleşik geçici bir hükümetin kurulmasını sağladı. Ancak bu birliktelik uzun sürmedi. Şubat 2022’de, iki ay önceki başarısız seçimlerin ardından, Meclis ve Konsey arasında Trablus merkezli Başbakan Abdülhamid Dibeybe hükümetinin yerini almak üzere yapılan anlaşma çöktü ve Meclis Fethi Başağa’dan paralel bir hükümet kurmasını istedi.

Ülke o tarihten bu yana iki rakip yönetim arasında bölünmüş durumda ve bu yönetimlerin nasıl bir araya getirileceği konusunda ülke içinde ve dışında çok az mutabakat var. Trablus’ta, Aralık 2021’de yapılması planlanan seçimleri gerçekleştirememesine rağmen uluslararası tanınırlığa sahip olan ve batı Libya’nın çoğunu kontrol eden Dibeybe hükümeti bulunuyor. Rusya’nın memnuniyetle karşıladığı ancak hiçbir hükümetin tanımadığı paralel otorite ise Libya’nın doğusunu Sirte’den yönetiyor ve Tobruk’taki Meclis’in yanı sıra Hafter tarafından da destekleniyor. Mart ayında Meclis, Başağa’yı görevden alarak yerine vekaleten Maliye Bakanı Usame Hamad’ı getirdi.

Yerel ve uluslararası aktörler ülkeyi yeniden tek bir hükümet altında toplamanın en iyi yolunun yeni seçimler mi, güç paylaşımı anlaşması mı ya da yeni bir anayasa mı olduğu konusunda görüş ayrılığı yaşamaya devam ediyor. Seçimlere öncelik veren yaklaşım, BM Güvenlik Konseyi’nin “Libya halkının seçimler yoluyla kendilerini kimin yöneteceği konusunda söz sahibi olma arzusunu tanıyan” 2656 (2022) sayılı kararında yer alıyor- bu dil, BM’nin bir birlik hükümeti kurulmasına yönelik mevcut muhalefetini kısmen açıklıyor.

Aynı şekilde, yeniden birleşme çabalarına kimin öncülük etmesi gerektiği konusunda da sürekli görüş ayrılıkları var: rakip meclisler, sahadaki başlıca siyasi aktörler ya da BM öncülüğündeki yeni bir forum. BM destekli 2015 Libya Siyasi Anlaşması, ülkenin rakip meclislerinin ülkenin siyasi geleceğiyle ilgili her türlü önemli karar üzerinde anlaşması gerektiğini belirtiyor. Ancak 2021’de Dibeybe’yi geçici başbakan olarak seçen, iki meclisin üyeleri ve Libya’daki grupların diğer temsilcilerinin yer aldığı BM öncülüğündeki bir organ oldu.

Bugün gelinen noktaya yönelik adımlar, 6+6 Komitesi’nin müzakereleriyle mayıs ayı sonlarında atılmaya başlandı. Mart ayı başında kurulan Komite, Temsilciler Meclisi’nden (Libya’nın 2014 yılında seçilen parlamentosu) altı ve Trablus merkezli Devlet Yüksek Konseyi’nden (Libya’nın 2012 yılında seçilen Kaddafi sonrası ilk meclisinin üyeleri tarafından 2016 yılında oluşturulan bir danışma organı) altı üyeden oluşuyor. İki ay sonra, seçim için yol haritası ve destekleyici mevzuat üzerinde anlaşmaya varıldığını açıkladı. 6+6 Komitesi’nin görevinin seçimlere giden yolu açmak olduğunu düşünenleri şaşırtacak şekilde, iki meclisin seçim yasalarını onaylamasını bir birlik hükümetinin önceden atanması şartına bağladı.

Geçici bir birlik hükümeti kurulması yönündeki çağrılar yeni değildi. Meclis Başkanı Akile Salih ve Konsey Başkanı Halid el-Mışri önceki aylarda bu fikri açıkça desteklemişlerdi. Bir zamanlar birbirlerine düşman olan bu iki isim ve rakip meclislerdeki müttefikleri, Dibeybe’nin yerine yeni bir başbakanın geçmesi gerektiği konusunda hemfikirdi. Ancak onları harekete geçiren şeyin seçimleri organize edecek birleşik bir hükümet için gerçek bir heves mi yoksa 2021’in sonlarında Meclis üyelerinin ve 2023’ün başlarında da Konsey’in desteğini kaybeden Dibeybe’ye karşı duyulan düşmanlık mı olduğu belirsiz. 16 Haziran’da Hafter, ülkenin seçimleri denetlemek ve ülkeyi birleştirmek için teknokratlardan oluşan geçici bir hükümete ihtiyacı olduğunu söyleyerek tartışmaya katıldı.

6+6 Komitesi, başkanlık ve parlamento seçimlerinin sırası ve başkan adayları için uygunluk şartları gibi kilit anlaşmazlıkları çözdüğü için geçici birleşik hükümeti kurma zamanının geldiğini söylüyor. Bu iddia sadece kısmen doğru. Komite üyeleri bu konularda hemfikir, ancak ne Meclis ne de Konsey, komitenin hazırladığı seçim yasası önerilerini kabul etti. Komite, seçim yasaları için 6 Haziran’da Fas’ta bir imza töreni planlamıştı; Komite üyeleri kapalı kapılar ardında müzakereler yürütüyordu; her iki meclisin başkanları da Fas’a gitti ancak son anda iptal edilen törene katılmadı.

Meclis Başkanı Salih daha sonra Kriz Grubu’na, Komite’nin, bir adayın ilk turda oyların yüzde 50’sinden fazlasını alması halinde bile başkanlık seçiminin ikinci tura kalmasını zorunlu kılan hükmüne karşı çıktığını açıkladı. Diğer siyasetçilere göre bir başka tartışma konusu da başkan adayının ikinci bir vatandaşlıktan (Hafter’in ABD vatandaşı olduğu bildirildiğinden potansiyel bir sorun) feragat etmesi gerekip gerekmediği ve ne zaman gerekeceği. Bu meseleler hala çözüme kavuşturulmadığı için her iki meclis de Komite’nin sunduğu seçim yasalarını henüz resmen onaylamadı, ancak Komite bu konuda kararlı görünüyor. Görünüşe göre bu aksaklıkları atlayan 6+6 Komitesi yine de devam etti ve seçim için yol haritasının bir parçası olarak yeni bir geçici hükümetin görev tanımını ve seçim sürecini ortaya koyan ayrı bir belge hazırladı. Meclis üyelerinin 25 Temmuz’da ön onay verdikleri metin işte bu yeni metin (Konsey ayın başlarında bu metni onaylamıştı).

Onaylanan bu birlik hükümeti kurma önerisi, geçici başbakanın seçiminde iki rakip meclis arasında tam bir işbirliği öngörüyor. Adayların en az on beş Meclis ve on Konsey üyesinden resmi onay alması gerekecek. Ardından, Meclis ve Konsey üyeliklerinin her biri listedeki adaylar için oy kullanacak. Kazanan adayın toplamda en yüksek oyu alması gerekecek.

Plan yine de değişebilir. Bazı Meclis üyeleri, Konsey’in sadece bir danışma organı olduğu gerekçesiyle bu düzenlemenin bir parçası olmaması gerektiğini söyledi. Bazıları da hükümet seçiminin ancak Meclis’in Konsey’in desteğiyle seçim yasalarını resmen onaylamasından sonra yapılması gerektiğini savundu. Dolayısıyla planın yasal geçerliliğini sorguladılar. Buna cevaben ve Meclis üyelerini rahatlatmak amacıyla Meclis Başkanı, Konsey’in geçici başbakan adayını seçme sorumluluğunu paylaşacağını, ancak seçilen adayı onaylama ya da reddetme yetkisinin sadece Meclis’e ait olacağını, çünkü Libya yasalarına göre bir hükümete sadece Meclis’in güvenoyu verebileceğini savundu.

Bu noktada, Meclis üyelerinin açıklamaları ve oylama usullerine ilişkin planda yapılacak olası değişiklikler ışığında hem Meclisin hem de Konseyin planın güncellenmiş bir versiyonunu başka bir zaman onaylaması gerekip gerekmeyeceği belirsiz. Her iki meclisin de seçim sürecinin hangi oylama usulleri ve nisap sayılarına göre gerçekleşeceğini netleştirmesi ve yeni başbakanın görevinin bir parçasının da yeni seçimlere hazırlanmak olduğunu açıklığa kavuşturması gerekiyor.

Pratik bir mesele olarak, Komite’nin planının geçici bir birleşik hükümeti hayata geçirebilmesi için üç koşul gerekli. İlk olarak, iki meclisin, detayları henüz belirlenmemiş olan başbakan seçim prosedürü konusunda iyi niyetli işbirliğini sürdürmesi gerekecek. İkinci olarak, hareketin halk desteğine ihtiyacı var. Birçok Libyalı seçimlerden önce bir birlik hükümeti kurulması fikrini benimsiyor ki buna seçimlerin sadık savunucuları olan ve başkanlık yarışında aday olan siyasi şahsiyetler de dahil. Ancak bu planı onaylamaları, seçim prosedürünün geçerliliğine ve geçici başbakanın güvenilirliğine bağlı. Üçüncü olarak, planın uluslararası tanınırlığa ve BM desteğine ihtiyacı var ki bu olmadan Dibeybe’nin görevinden ayrılma ihtimali zayıf.

Potansiyel Engeller

Planın esası ne olursa olsun, iki meclisin anlaşmalar yapıp sonra geri adım atma sicili var ve bunun yanı sıra başka potansiyel engeller de söz konusu.

Bunlardan ilki, Dibeybe ve destekçilerinin seçim yapılmadan Dibeybe’nin başbakanlıktan indirilmesine karşı çıkabilecek olmaları. Trablus’taki silahlı müttefiklerini onu iktidarda tutmak için seferber edebilirler. Bunu yaparlarsa, Dibeybe destekçileri ile muhalifler arasında çatışmalar çıkabilir ya da Dibeybe’nin yerine geçme çabalarıyla bağlantılı kişiler kaçırılabilir ki bu Libya’da siyasi muhalifleri susturmak için yaygın olarak kullanılan bir taktik. Bu olaylardan herhangi biri seçim sürecini durdurabilir ve istikrarı bozucu etkilere yol açabilir.

İkinci olası engel ise şu ana kadar Libya’daki başlıca uluslararası aktörlerin Meclis ve Konsey tarafından bir birlik hükümeti seçilmesine yönelik hamleyi desteklemiyor görünmesi. Daha önce de belirtildiği üzere BM, seçimlerin önünü açmaya yönelik BM destekli çabalara ters düştüğünü söyleyerek bu fikre açıkça karşı çıktı. Libya’daki BM Destek Misyonu 26 Temmuz’da yaptığı bir açıklamada bunu halkın seçim talebini hiçe sayan “tek taraflı bir girişim” olarak nitelendirdi ve “Libya için ciddi sonuçlar doğurabileceği ve daha fazla istikrarsızlık ve şiddeti tetikleyebileceği” uyarısında bulundu. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi ise sert bir dille verdiği yanıtta BM’yi planı “tek taraflı” olarak niteleyerek Libya kamuoyunu yanıltmakla suçladı ve önerilen seçim sürecinin, önemli siyasi kararlar için her iki meclisin de onayını gerektiren 2015 Libya Siyasi Anlaşması ile uyumlu olduğunu iddia etti. Komite teknik olarak haklı, ancak BM iki meclisin mutabakatının yetersiz olduğuna ve meşruiyetin seçim yanlısı ve muhtemelen Dibeybe taraftarı gruplar da dahil daha fazla katılım gerektirdiğine inanıyor gibi görünüyor.

Diğer dış aktörlere gelince, onların görüşleri de farklı. BM gibi Batılı başkentler de geçici hükümet planına mesafeli yaklaşıyor. Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere ve ABD 27 Temmuz’da yaptıkları ortak açıklamada “seçim çerçevesinin tartışmalı tüm unsurlarının ele alınması” gerektiğinin altını çizerek Libya liderlerinin odak noktasının “Libya halkının ulusal başkanlık ve parlamento seçimlerinin bir an önce yapılması yönündeki sürekli taleplerine” yanıt vermek olması gerektiğini savundular. Geçici birlik hükümeti kavramına değinmeyen açıklama, bu başkentlerin geçici hükümeti desteklemeyeceklerini ortaya koydu. Bu tutum şaşırtıcı değil: bu ülkelerin yetkilileri bir sonraki adımın başkanlık ve parlamento seçimleri olması ve ardından yeni başkanın mevcut yasal çerçeveye dayalı bir hükümet kurması gerektiği konusunda kararlı. Bir birlik hükümetinin atanmasında fayda görmüyorlar ve (pek de makul olmayan bir şekilde) ülkenin iki rakip hükümet iş başındayken de kolayca seçimlere gidebileceğini iddia ediyorlar. Bazı Libyalılar bu tür tutumları, bu ülkelerin birçoğu ile yakın ilişkilere sahip olan Dibeybe hükümetinin zımnen onaylanması olarak yorumluyor.

Ortadoğulu aktörler farklı bakış açılarına sahip. Mısır Dışişleri Bakanlığı “Libya kurumlarının rolüne saygı gösterilmesi” ve “herhangi bir tarafın diktasından veya dış müdahaleden” kaçınılması çağrısında bulundu. Bunu yaparken Kahire’nin, genel seçimlerden önce bir hükümet atanması için defalarca yaptığı çağrılar ve iki meclis arasındaki müzakerelere uzun süredir verdiği destekle tutarlı olarak, geçici bir hükümet kurulması planının arkasında durduğunu ima eder gibiydi. Buna karşılık Birleşik Arap Emirlikleri bir görüş belirtmedi ancak 6+6 Komitesinin planının arkasında durması da pek olası görünmüyor. Muhtemelen ileriye dönük en iyi yol olarak Dibeybe ve Hafter arasında bir anlaşmaya sıcak bakıyor. Abu Dabi geçen yıl, iki güç simsarı arasında bir anlaşma sağlamaya çalıştı ve Emirlik yetkilileri Kriz Grubu’na bu yolu tercih ettiklerini belirtti. Katar’daki yetkililer Dibeybe-Hafter anlaşması konusunda daha az hevesli, ancak bunu Dibeybe’nin devrilmesini gerektirecek diğer seçeneklerden daha gerçekçi buluyorlar. Ancak pek çok Libyalı, Hafter ve Dibeybe’nin başta petrol sektörü olmak üzere pek çok konuda işbirliği yapıyor gibi görünmelerine rağmen, bir birlik hükümetinin kurulmasına yol açabilecek siyasi bir pazarlık yapma şanslarının çok az olduğunu düşünüyor.

Çıkmaza Son Vermek için Fırsat mı?

Seçim ihtimalinin her zamankinden daha uzak olduğu bir ortamda, BM ve yabancı hükümetlerin gerekli ilk adım olarak bir birlik hükümeti kurulması fikrine karşı çıkmakta fazla katı davranıyor olmaları mümkün. Elbette Libya’daki başlıca taraflar seçimler konusunda anlaşabilselerdi, seçim sandığı ileriye dönük en iyi yol olurdu. Ancak 2021 seçimlerini torpilleyen aynı konularda, yani başkan adayları için uygunluk kriterlerinin belirlenmesi ve başkanlık ve yasama seçimlerinin sırası konusunda bölünmüş durumdalar. 6+6 Komitesi’nin nasıl yapılacağına dair fikirlerine rağmen bu anlaşmazlıkların üstesinden gelme şansı şu anda çok düşük. Libyalı siyasetçiler seçimlere destek verdiklerini açıkça ifade etme ancak anketlerin kendi siyasi emellerini tehdit ettiğinden şüphelendiklerinde bunu yumuşatma veya geri çekilme eğilimindeler.

BM ise Libyalı taraflara farklı bir çözüm dayatacak konumda değil. Şubat ayı sonlarında BM özel temsilcisi Abdoulaye Bathiliy, BM’nin seçim için yol haritasını tamamlamak üzere bir Libya Yüksek Düzeyli İdari Paneli kurmayı önerdi. Ancak iki meclisin itiraz etmesi ve Mısır’ın BM Güvenlik Konseyi’nde bu fikre karşı lobi yapması üzerine Bathily geri adım attı. BM’nin rolü, Libya’nın siyasi liderlerinin ülkenin geleceği hakkında kendi kararlarını verme arzusunu yansıtacak şekilde o zamandan beri azaldı.

BM’nin bu şekilde kısıtlandığı ve uygulanabilir bir alternatifin sunulmadığı bir ortamda, Libya’nın istikrar ve iyi yönetişim yolunda ilerlemesiyle ilgilenen dış aktörler, seçimlerden önce geçici bir birlik hükümeti kurulmasına yönelik muhalefetlerini yumuşatmalı. Ayrıca, iki meclisin bir başbakan seçmek için açık ve şeffaf prosedürler üzerinde anlaşması ve yeni yürütmenin yetkilerinin seçim hazırlıklarını destekleyecek şekilde açıkça tanımlanması halinde bu fikrin arkasında durabileceklerini açıkça belirtmeliler. Dolayısıyla her iki organ da onaylanan plana eklemeler yapmalı, daha fazla taahhütte bulunmalı ve iç oylamayı nasıl organize edeceklerine ilişkin ayrıntılar sunmalı. Meclis ve Konsey ayrıca seçim sürecinin özgür ve adil olmasını sağlamak için BM’yi süreci denetlemeye davet etmeli; BM’nin katılımı, 2022’de Başağa hükümetinde olduğu gibi, Dibeybe destekçileri de dahil diğer Libyalıların sonuca itiraz etme ihtimalini azaltacak. Bir birlik hükümeti kurulduktan sonra, her ne kadar hâlâ zorluklarla dolu olsa da yeni seçimlere gitme ihtimali çok daha yüksek olacak.

Dış aktörler bu yolun izlenmesinde riskler görmekte haklılar, ancak iki meclis yukarıda önerilen değişiklikleri ve taahhütleri yerine getirirse, bu riskler alınmaya değer olacak. Meclis tarafından 25 Temmuz’da onaylanan plan Libya’nın siyasi krizinden çıkış için en ideal yol olmayabilir, ancak şimdilik ülkeyi yeniden birleştirmek için tek gerçekçi yol.

DÜNYA BASINI

Moskova ve Pekin, Sibirya’nın Gücü-2 boru hattında neden anlaşmaya varamadı?

Yayınlanma

Yazar

Denis Morohın
Novaya Gazeta Europe
1 Temmuz 2024

Mayıs ayında Pekin’e gerçekleştirdiği bir başka resmi ziyarette Kremlin’in Çin ile “sınır tanımayan” ortaklığını iyimser bir şekilde dile getirmesine rağmen Vladimir Putin, Çin’e yeni bir boru hattı üzerinden gaz ihracatı için uzun süredir beklenen sözleşmenin imzalanmasına yaklaşılamaması nedeniyle gezisinden bir kez daha eli boş döndü.

Moskova ile Pekin’in Sibirya’nın Gücü doğalgaz boru hatlarından ikincisi konusunda son 20 yıldır içine düştükleri çıkmaz, büyük ölçüde Çin’in kendisine büyük avantajlar sağlamayan bir anlaşma yapma konusundaki isteksizliğine bağlanabilir. Pekin, bu dev altyapı projesini ilerletmek yerine, Moskova tarafından sunulan her yeni imtiyazı, bazen tüm teşebbüsü kasıtlı olarak sabote ediyormuş gibi görünse bile geri çevirmekten hoşnut görünüyor.

Moskova, Pekin’in bitmek bilmeyen talepleri karşısında ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsa da çok farklı bir konumda; doğalgaz ithal etmek için birden fazla kaynağa sahip olan Çin’in aksine Rusya, yakın zamana kadar ana alıcısı olan Avrupa’yı neredeyse tamamen kaybetti ve yerine henüz benzer büyüklükte bir alıcı koyamadı. Tüm bunlar Çin’e kendi koşullarını dikte etme ve utanmadan Moskova’ya uç talepler sunma imkânı sağlıyor.

Rusya’nın enerji devi Gazprom ve Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC), Putin’in ikinci devlet başkanlığı döneminin ortalarında, 2006 yılında önerilen boru hatları için çerçeve belgeleri imzaladı. Proje, iki boru hattı inşa edilmesini öngörüyordu; bunlardan ilki Rusya’nın Uzak Doğusundan doğu rotasını izleyerek Habarovsk’tan Vladivostok üzerinden Çin’e uzanacaktı ve Sibirya’nın Gücü olarak adlandırılmıştı. İkinci boru hattı ise Batı Sibirya’yı Çin’e bağlayacaktı ve başlangıçta Altay boru hattı olarak adlandırılmış olsa da 2010’ların ortalarında adı Sibirya’nın Gücü-2 olarak değiştirildi. Sibirya’nın Gücü 2019’da faaliyete geçerken Sibirya’nın Gücü-2’nin inşaat çalışmaları, şartlar ve koşullar hala müzakere edildiği için henüz başlamadı. Karşılaşılan engellerden bazıları şunlar:

Birinci şart: Çin’e Rusya’nın yerel fiyatlarından gaz satmak

İlk çerçeve belgelerinin imzalanmasından kısa bir süre sonra Pekin, Moskova’ya gazını Avrupa’ya sattığı fiyatın yarısına hatta üçte birine satması için baskı yapmaya başladı. Hatta Çin’in Rus gazını ülkenin iç pazarı için kullanılandan daha da düşük bir fiyattan satın almak istediğine dair haberler çıktı.

CNPC başlangıçta 1000 metreküp için 70 dolar fiyat talep ettiyse de daha sonra bu rakamı yükseltti ve 100 dolar fiyatta anlaştı. Yine de bu fiyat, Gazprom’un Avrupa’ya sattığı 250 ila 300 dolardan üç kat daha düşüktü.

Böylesine mantıksız talepler karşısında Moskova, müzakereleri tamamen kesmeyi ve bunun yerine yurt içi gaz satışlarını artırmaya odaklanmayı tercih etti. Putin ile Çin yönetimi arasında birkaç tur süren müzakerelerin ardından Altay projesi 2009 yılında süresiz olarak askıya alındı.

Fakat Moskova, anlaşmaya varamaması halinde devasa ve hızla büyüyen Çin pazarına erişimini tamamen kaybedebileceğinden ve Çin’in doğalgaz tedariki için kısa sürede alternatif kaynaklar bulacağından endişe ediyordu. Ayrıca, Rusya’nın güçlü inşaat ve metalürji lobileri yeni boru hatlarının inşası için yoğun lobi faaliyetleri yürütürken Avrupa pazarında rekabet, ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) sevkiyatındaki artış ve Azerbaycan’dan artan gaz ihracatı nedeniyle şiddetleniyordu.

Bu baskılar Rusya’yı 2011 yılında tekrar müzakere masasına oturtmaya yetti ama taraflar bir kez daha ihracat fiyatı konusunda anlaşmaya varamadı. Rusya, Çin’in Avrupa’ya uyguladığı fiyat olan 1000 metreküp başına yaklaşık 350 doları kabul etmesini umarken Pekin, Rusya’ya sadece Türkmenistan’a ödediği kadar —yaklaşık 250 dolar— ödemeye hazırdı, bu nedenle müzakerelerde yine ilerleme kaydedilemedi.

Ancak Financial Times’ın mayıs ayındaki haberine göre Çin, Sibirya’nın Gücü-2’den Rusyalı yetkililer tarafından düzenlenen yerel fiyatları üzerinden gaz satın almasına izin verilmesi yönündeki ilk talebine geri döndü. Şu anda, bölgeye bağlı olarak bu fiyat, 1000 metreküp için yaklaşık 62 dolar.

Bu durum özellikle 2023 yılında Çin’in orijinal Sibirya’nın Gücü hattından satın aldığı gazın fiyatının 1000 metreküp için 287 dolara yükselmesiyle dikkat çekici —2021 yılında sadece 159 dolar ödedikten sonra— Avrupa’nın Rus gazı ithalatı için ödediği fiyatı bile aştı.

Ancak Reuters tarafından elde edilen gizli belgelere göre, fiyat 2027 yılına kadar 157 dolara düşebilir ve bu da sadece geçen yıl 6,3 milyar avroluk rekor bir zarar açıklayan Gazprom için ek mali kayıplara neden olur. Gazprom, 2023 yılında toplam 12 milyar avro zarar etti, ancak bu zarar kârlı petrol ve elektrik satışlarıyla kısmen telafi edildi.

İkinci şart: Fiyatın pahalı yakıtlara sabitlenmemesi

Bir diğer önemli engel de doğalgaz satış fiyatının hesaplanmasında kullanılan fiyat formülü oldu; bu formül, oranı dünya piyasalarında toplu olarak kıyaslama ölçütü olarak bilinen çeşitli yakıt türlerinin fiyatına bağladı.

Uluslararası gaz alım sözleşmeleri genelde Japonya Crude Cocktail (JCC), ABD’deki Henry Hub ve AB ve Birleşik Krallık’taki yakıt borsa kotasyonları gibi çeşitli endekslere bağlı. 2000’li yılların sonlarında Çin, Gazprom’un gaz ihracat fiyatlarını oldukça yüksek olan JCC kriterine bağlama önerisini reddederek şirketin projeyi bir kez daha birkaç yıllığına rafa kaldırmasına neden oldu.

Esasında Çinliler, 2013 yılında her iki boru hattı üzerinden gaz sevkiyatı için o dönemde ABD pazarındaki arz fazlası nedeniyle düşük olan ABD’deki kaya gazı fiyatlarına dayalı sabit bir fiyat üzerinde anlaşmayı önermişti. Fakat Ruslar Pekin’in önerisine itiraz ederek fiyat üzerinde zaten anlaşmaya varılmış olduğunu vurguladı. Bu durum müzakereleri bir kez daha rayından çıkardı.

Moskova ya da Pekin’den bu sözleşmenin herhangi bir kritere bağlanması yönünde bir talep gelip gelmediği bilinmiyor, ancak analistler Çin’in güçlü müzakere pozisyonunun avantajlı bir fiyat bağı için direnmesini sağladığına inanıyor. Novaya Gazeta’ya konuşan Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi analisti Petras Katinas, “Çin istediği formülü sözleşmeye dahil edebilecek güce sahip,” dedi.

Üçüncü şart: Boru hattının gazın gerekli olduğu yere yeniden yönlendirilmesi

2000’li yılların ortalarından bu yana, Pekin’in Sibirya’nın Gücü-2’ye yönelik bir diğer önemli itirazı da Moskova’nın başlangıçta “batı rotası” olarak adlandırdığı ve doğrudan Rusya’nın dağlık Altay bölgesinden geçerek Çin’in batısına ulaşması öngörülen boru hattının güzergahı oldu.

Bir dağ silsilesi üzerinden boru hattı inşa etmenin zorluklarına ve Rus çevrecilerin planladığı protestolara rağmen Altay rotası, Gazprom’un kesin tercihi, zira bu rota, Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki gaz sahaları ile Çin sınırı arasındaki en doğrudan rota.

Belki daha da önemlisi Gazprom, boru hattını Moğolistan ya da Kazakistan üzerinden geçirmekten imtina ediyor, zira bu durumda transit ücreti ödemek zorunda kalacak ve bu da kârını azaltacak. Önerilen güzergahla ilgili temel sorun, Batı Çin’in gaz talebinin, Sibirya’nın Gücü-2’nin nihai olarak sağlayabileceği 30 milyar metreküplük gaz kadar yüksek olmaması.

13 yıl süren müzakerelerin ardından Kremlin, nihayet Pekin’in taleplerine boyun eğdi ve Sibirya’nın Gücü-2’yi doğuya yönlendirmeyi kabul etti; bu da artık Çin’in endüstriyel olarak çok daha gelişmiş bölgelerine gaz ulaştıracağı anlamına geliyor. Fakat şimdi Rusya’ya düşen, transit bir ülkeyle anlaşmaya varmak.

Dördüncü şart: Çin’in yılda 30 milyar metreküp gaz almasını beklemeyin

Gazprom, 2006’daki müzakerelerin en başından itibaren Altay boru hattı üzerinden Çin’e yılda 30 milyar metreküp doğalgaz sevk etmeyi planlıyordu. Fakat proje müzakerelerinden 10 yıl sonra, Kremlin’i dehşete düşüren bir şekilde, CNPC’nin o dönemki başkanı Vang Yilin basın mensuplarına verdiği demeçte 30 milyarlık rakamın sadece basın tarafından dile getirildiğini ifade etti. Sibirya’nın Gücü-2 üzerinden yapılacak nihai gaz sevkiyatının gerçek hacminin hala müzakere edilmeyi beklediğini söyleyen Vang, tek bir yorumla müzakereleri en başa döndürdü.

Rus gazetesi Kommersant’a göre Çinliler, 2000’li yılların ortalarında Gazprom’un boru hattının yılda 30 milyar metreküp gaz taşıma kapasitesine sahip olmasını şart koşmuş, ancak sadece yılda 10 milyar metreküp gaz satın almayı garanti etmişti.

Dahası, geçen yıl Çinli yetkililer Türkmenistan’dan gelen ve Sibirya’nın Gücü-2 ile aynı kapasiteye sahip bir doğalgaz boru hattı olan D Hattını ülkenin başlıca enerji altyapısı önceliği olarak belirledi.

Columbia Üniversitesi’nden enerji araştırmacısı Erica Downs, Çin’in 2030’dan önce Sibirya’nın Gücü-2 gazına ihtiyaç duymasının muhtemel olmadığını söylerken CREA’dan Petras Katinas, Çin’in 2030’ların ortalarına kadar Rusya’dan bu ölçekte gaz sevkiyatına ihtiyaç duymayacağını öngördü.

Beşinci şart: Çin’in Rusya’nın iç enerji pazarına erişimine izin verilmesi

Putin’in görevde olduğu süre boyunca yılda birkaç kez üst düzey Çinli yetkililerle bir araya gelerek Pekin yönetimini etkilemeye çalışmasına rağmen, iki ülke arasındaki sınırsız karşılıklı güven ve dostluk iddiaları ne kadar sık dile getirilirse getirilsin, herhangi bir gerçekliği yok gibi görünüyor.

Esasında konu gaz sevkiyatını tartışmaya geldiğinde, Moskova ile Pekin’in birbirlerinin gaz işinin en kutsalları olan üretim ve satışa erişimini defalarca reddetmesi nedeniyle ortada hiç güven olmadığı ortaya çıkıyor.

CNPC, Doğu Sibirya’daki yeni sahalarda gaz üretimine dahil olmayı, sadece yakıt üretmeyi değil, aynı zamanda Gazprom ile birlikte Rusya’da bir yerel gaz boru hattı inşa etmeyi ve yönetmeyi umuyordu. CNPC’nin Rusya’nın yerel gaz işine girme arzusu ve Rusya’nın yabancıların kendi iç pazarına girmesine izin verme konusundaki isteksizliği, Sibirya’nın Gücü-2’nin daha fazla gecikmesi anlamına geliyordu.

Rusya da Çin’de kendine bir yer edinmeye çalıştı. 2013 yılında dönemin başbakan yardımcısı Arkadiy Dvorkoviç, Altay boru hattının inşasının Çin’in iç gaz piyasasının liberalleşmesine bağlı olduğunu ve Çin’deki fiyat düzenlemesinin zayıflaması halinde Gazprom’un bir zamanlar Avrupa’da yaptığı gibi kendi yakıtını kendisinin pazarlamayı tercih edeceğini açıkladı. Fakat çok geçmeden Pekin’in yabancı bir aktörün pazarlarına girmesine izin vermeye niyeti olmadığı ortaya çıktı.

Altıncı şart: Pekin’den kredi alın

Çin’in Rusya’nın iç gaz işine müdahil olması konusu gündeme gelirken aynı zamanda Çinli bankaların Gazprom’a yeni boru hattını inşa etmesi için borç vermesi ve bu borcun ne kadar olabileceği de tartışılıyordu.

Gazprom, 2014 yılına kadar yeni boru hattının inşasını kendi yatırım programını kullanarak finanse edeceğini söylüyordu, ancak Rusya hükümetinin Gazprom’a Rusya Ulusal Varlık Fonu’ndan kredi verilmesini onayladığı da konuşuluyordu.

Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve Gazprom’un bir anda dış borç piyasalarının kendisine kapalı olduğunu fark etmesiyle her şey bir gecede değişti. İşte bu noktada her iki boru hattı projesini finanse etmek için bir Çin kredisi gündeme geldi.

Gazprom’un mali zorluklarından sonuna kadar faydalanan Çin, Altay projesinde ilerlemeyi şirketin boru hattının Rusya bölümünü inşa etmek için “ortağından” kredi almayı kabul etmesi koşuluna bağladı. Bir Çin bankasının finansmanını kabul etmesi için Moskova’da lobi faaliyeti yürüten Pekin, 8 milyar ila 15 milyar dolar arasında bir gelir elde etmek üzere kendi bankacılık sektörünü kurmuş oldu.

Ancak Rusya ve Çin’in faiz oranı ve kredinin diğer koşulları üzerinde anlaşamaması, iki tarafı bir kez daha çıkmaza sürükledi. Gazprom’dan bir kaynağın 2015 yılında Reuters’a verdiği demeçte şirketin inşaatı finanse etmek için kendi mali kaynaklarından yoksun olduğunu söylediği bildirildi.

Yedinci şart: Çin’e esnek hacimlerde gaz teslimatı yapılması

Aşılamayan bir başka mali engel de gaz sözleşmelerinde standart bir madde olan ve alıcı teslim edilen her şeyi satın almasa bile ödenmesi gereken minimum hacmi belirleyen al ya da öde koşulu oldu.

Novaya Gazeta’nın kaynaklarına göre Gazprom, orijinal Sibirya’nın Gücü boru hattı sözleşmesinde belirlenen standart olan yüzde 80’in altında bir al ya da öde seviyesini kabul etmeyecek, ancak Pekin bu koşulları kabul etmeyecek.

Petras Katinas, Novaya Gazeta’ya verdiği demeçte, Pekin şu anda al ya da öde şartlarıyla yeni bir sözleşme imzalama niyetinde olmasının pek mümkün olmadığını söyledi ve Pekin’in muhtemelen teslimatlar için sabit bir fiyatta ısrar edeceğini ya da esnek hacimler talep edeceğini, böylece ihtiyacı olmayan gazı satın almak zorunda kalmayacağını da sözlerine ekledi. Katinas, aynı zamanda Çin’in, şirketin mali durumunun kötü olduğunun bilincinde olarak, boru hattının inşasını finanse etmek için Gazprom’un Çin’den kredi almasında ısrar edebileceğini düşünüyor.

Boş umutlar

Birkaç yıl içinde Gazprom, batı güzergahında bir boru hattı inşası için Çin ile yakında bir sözleşme imzalayacağını duyurmasının 20. yıldönümünü kutlayacak.

Çin’in devasa inşaat projesini durdurmak için kullandığı tüm araçlar hala elinin altında ve bu süre zarfındaki tek önemli gelişme boru hattının doğuya kaydırılmış olması.

Çin coğrafi konumu itibariyle şanslı ve etrafı gaz tedarikçileriyle çevrili; Türkmenistan ve Myanmar’dan boru hattıyla yakıt almanın yanı sıra Orta Doğu ve Avustralya’dan da LNG sevkiyatı yapıyor. Bunun da ötesinde Gazprom tarafından Sahalin adasında ve Novatek tarafından Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki Yamal Yarımadası’nda üretilen Yamal LNG de var. Sonuç olarak Pekin, Sibirya’nın Gücü-2 konusunda acele etmeyebilir.

Ancak neredeyse 20 yıldır Çin’in şartlarını kabul edemeyen ve kendi şartlarını belirleme çabalarında başarısız olan Gazprom’un artık kaçacak bir yeri kalmadı. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden bu yana Avrupa pazarının neredeyse tamamını kaybetmesi, gaz üretiminin 1983’ten bu yana görülmemiş seviyelere inmesi anlamına geliyor ve şirketin hala Batı Sibirya gazını gönderecek bir yere ihtiyacı var. Sonuç olarak Çin, Moskova’nın zayıf bir pazarlık pozisyonunda olduğunu ve sözleşme yapmak için giderek daha fazla çaresiz kaldığını çok iyi bilerek neredeyse her türlü taviz için bastırabilir.

Columbia Üniversitesi araştırmacıları Erica Downs, Akos Losz ve Tatiana Mitrova tarafından hazırlanan raporda, “Proje inşa edilirse ve edildiğinde, muhtemelen Çin’in şartlarına göre olacaktır,” denildi. Novaya Gazeta’ya konuşan Downs’a göre Çin hangi tür yakıt bağımlılığının —Rusya’dan boru hattı gazı mı LNG teslimatları mı— daha riskli olduğuna karar vermeli. Downs’a göre Çin’in LNG ile ilgili sorunu, LNG taşıyan bazı tankerlerin uzun deniz yollarını kullanmak zorunda kalması olabilir ki bu da Pekin’in “ABD tarafından kesintiye uğratılmaya açık olarak algıladığı” bir durum.

Katinas, “Çin’in enerji güvenliğine odaklandığı göz önüne alındığında, ülkenin Rus gazına olan bağımlılığını kayda değer ölçüde artırmak isteyip istemediği epey şüpheli. Ancak ithalat için ek bir seçeneğe sahip olmak, küresel gaz piyasasında aksaklıklar yaşanması durumunda avantaj sağlayabilir,” diye konuştu.

Çin’in sahip olduğu çok sayıda etki aracına rağmen, Sibirya’nın Gücü-2’nin akıbeti belirsizliğini koruyor. Ukrayna’da savaşın patlak vermesinden bu yana Pekin’in yeni sınır ötesi enerji altyapı projeleri ve Rusya’nın enerji sektörüne yatırım yapma konusunda temkinli davrandığını belirten Downs, “Dolayısıyla Çin’in bu boru hattıyla ilgili karar verme konusunda zaman lüksü var,” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Pezeşkiyan’ın hedefi sandığa gitmeyenler, silahı ise “korku”

Yayınlanma

İran’da 14. dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ikinci turuna kalan adayların seçim kampanya süreci yeniden başladı.

İran devlet televizyonuna göre, 5 Temmuz’da yapılacak cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu için yarışacak reformistlerin adayı Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakarların adayı Said Celili’nin kampanya süreci 3 Temmuz’da sona erecek.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz adayların birbirlerine yönelik suçlamalarına ve seçim kampanyalarında kullandıkları argümanlara odaklanıyor:

***

İran’da reformcuların cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için sosyal yardım ve korku faktörüne güveniyor

Amwaj.media

Reformist Mesud Pezeşkiyan ve muhafazakâr Said Celili, 28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday oyların çoğunluğunu alamadığı için ikinci turda karşı karşıya gelecek.

Pezeşkiyan’ın kampanyası şimdi ilk turu boykot eden seçmenlerle iletişim kurmaya ve katılımı artırmak için olası muhafazakâr yönetimin tehlikelerini vurgulamaya hazırlanıyor. Celili’nin ekibi ise reformist rakibini plansız olarak göstermeye çalışıyor.

Sonuçlar: 28 Haziran seçimleri, muhafazakâr eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin geçen ay bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesiyle tetiklendi. İran anayasasına göre erken seçimlerin 50 gün içinde yapılması gerekiyor.

Milletvekili Pezeşkiyan ve eski nükleer baş müzakereci Celili, İran’da 28 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yeterli oyu alamadıkları için 5 Temmuz’da karşı karşıya gelecekler.

-Pezeşkiyan 10,5 milyon (yüzde 42,5) oy alırken, Celili 9,5 milyon (yüzde 38,6) oy aldı.

-Başlangıçta seçimin favorisi olarak görülen muhafazakâr Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ise 3.4 milyondan az (yüzde 13.8) oy alarak üçüncü oldu.

-Muhafazakâr eski adalet bakanı Mustafa Purmuhammedi ise kullanılan oyların yüzde 1’inden azını alarak (yaklaşık 200.000) sonuncu oldu.

Katılım oranı: Kamuoyu yoklamaları, 2021 seçimlerinde seçmen katılımının bir önceki rekor düşük seviye olan yüzde 48,8’den daha yüksek olacağını öngörmesine rağmen, seçime katılım sadece yüzde 39,9 oldu.

Rekor düşük katılım oranı, 2020’de başlayan ulusal seçimlere düşük katılım eğilimini tersine çeviremedi. Seçmen ilgisizliği ve reform yanlısı adayların neredeyse tamamının seçime katılımının engellenmesi bu eğilimi tetikledi.

-Muhafazakârların parlamentoyu ılımlılardan ve Reformistlerden geri aldığı 2020 yasama seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yüzde 42’sinden biraz fazlası oy kullandı.

-Reisi’nin genel olarak “tek atlı yarış” olarak görülen seçimi kazandığı 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin yüzde 48,8’i oy kullandı ki bu o zamana kadar bir cumhurbaşkanlığı oylaması için en düşük katılım oranıydı.

-Bu yıl mart ayında yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda da seçmenlerin yaklaşık %41’i oy kullanmıştı.

Yankıları: Pezeşkiyan için kampanya yürüten eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (2013-21) katılımın düşük olmasını halkın “yönetim şeklimizden memnun olmamasına” bağladı ve geçmişteki eksiklikler için özür diledi.

-Siyaset sosyoloğu Mehran Solati, 30 Haziran’da reform yanlısı Hammihan gazetesine verdiği demeçte, özellikle etnik azınlıkların çoğunlukta olduğu sınır illerindeki düşük katılımın, ülkenin seçimler konusunda “derinleşen öfke ve artan bir hayal kırıklığı” ile karşı karşıya olduğunu gösterdiğini söyledi.

Muhafazakâr Kayhan gazetesi ise katılımın düşük olmasından ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (2013-21) hükümetinin ekonomik performansını sorumlu tuttu.

-Kayhan, ekonominin durumu nedeniyle halkın hayal kırıklığına uğradığını ve Ruhani’nin halefi, son cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin (2021-24) Ruhani’nin kendisine bıraktığı ekonomiyi düzeltmek için yeterli zamanı olmadığını iddia etti.

-Muhafazakâr gazete 28 Mayıs’ta Reisi’nin çabaları sayesinde seçime katılımın “gözle görülür şekilde yüksek” olacağını öngörmüştü.

Pezeşkiyan’ın ekibi, 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde kampanya çalışmalarına başlarken, ilk turda sandığa gitmeyenlere ulaşmaya çalışıyor.

-Zarif, Reformcu kampa bağlı kampanyacılara yaptığı bir konuşmada, halkın “yalan bombardımanına” tutulduğu için “doğrudan insanlarla konuşmalarını” önerdi. Pezeşkiyan için kampanya yürütenler 30 Haziran’da Tahran’ın farklı bölgelerinde bir araya gelerek sıradan İranlıların sorularını yanıtladılar.

Pezeşkiyan 30 Haziran’da, 5 Temmuz’daki zaferinin mecazi bir tren kazasını önlemek için gerekli olduğunu ima ederek dikkatleri üzerine çekti.

-Reformist aday, bir çiftçinin, rayları tıkayan kayalara çarpmadan önce gelen trenin sürücüsünü durdurmak için kıyafetlerini ateşe verdiği bilinen bir grafiği paylaştı. “Fedakâr çiftçi” hikayesi -1961 yılının bir Kasım gecesi yaşanan Rizali Khajavi’nin gerçek eylemlerini konu alıyor- İran ilkokullarında vatanseverlik ve görev bilinci örneği olarak öğretiliyor.

-İran’ı trene ve 28 Haziran seçimlerini boykot eden seçmenleri de yolcularına benzeten Pezeşkiyan, ülkenin “İran’ın geleceği tehlikede olduğu için” yolcuları uyarmak amacıyla “fedakâr çiftçi” gibi insanlara ihtiyaç duyduğunu söyledi.

-Pezeşkiyan’ın paylaşımına tepki olarak Khajavi’nin oğullarından biri internette bir video yayınlayarak kendisinin ve ailesinin Celili’ye oy vereceğini söyledi.

Reformcu adayın destekçileri de muhafazakâr bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesinin kötü sonuçlar doğurabileceği korkusundan faydalanarak destek toplamaya çalışıyor.

-Eski Bilgi ve İletişim Teknolojileri Bakanı (2017-21) ve Pezeşkiyan’ın kampanyasının destekçisi olan Muhammad Cevad Azar Cahromi 29 Haziran’da olası bir Celili yönetimini Taliban tarafından yönetilen bir hükümete benzetti.

-Siyasi yorumcu Muhammed Ali Ahangaran 29 Haziran’da Pezeşkiyan’a oy vermenin işleri “mutlaka” daha iyi hale getirmeyeceğini, ancak “seçimi boykot etmenin ya da Celili’ye oy vermenin kesinlikle felaket getireceğini” yazdı.

Bu arada Celili’nin destekçileri 69 yaşındaki Pezeşkiyan’ın sağlığını ve cumhurbaşkanı olmak için gereken özelliklere sahip olup olmadığını sorguladı.

-Muhafazakâr milletvekili ve Celili’nin destekçisi Hamid Rasaee 30 Haziran’da “söylentilere” dayanarak Pezeşkiyan’ın hastalığı nedeniyle Celili ile televizyonda yapılacak bir tartışmaya katılmayacağını söyledi ve Pezeşkiyan’ın dört yıl boyunca ülkeyi yönetecek kadar sağlıklı olup olmadığını sordu. Pezeşkiyan’ın tartışmadan çekildiğine dair resmi bir açıklama yapılmadı.

-Muhafazakâr bir milletvekili ve eski bir televizyon sunucusu olan Emirhüseyin Sabeti, Pezeşkiyan’ı ülkenin sorunlarını ele alacak bir “planı olmamakla” suçladı. Sabeti ayrıca reformist adayın yarışı kazanması halinde benzin fiyatlarının sekiz kattan fazla artacağını iddia etti.

Adaylar: Eğitimli bir kalp cerrahı olan Pezeşkiyan, Batı ile ilişki kurma ve temel sosyal ve kültürel özgürlükleri güvence altına almak için mücadele etme mottosuyla yarışıyor.

– Tecrübeli milletvekili, yolsuzlukla mücadele etme sözü verdi ve İran’ı yıllardır kara listesinde tutan hükümetler arası kara para aklama karşıtı bir kuruluş olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ile işbirliğinden yana konuştu.

-Pezeşkiyan, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney tarafından belirlenen politikalardan övgüyle bahsetti. Bu nokta, İslam Cumhuriyeti’ni eleştirenler tarafından Pezeşkiyan ve muhafazakâr rakibi Celili’nin birbirinden farkı olmadığı iddia etmek için sıklıkla referans gösteriliyor.

Celili aşırı muhafazakârlar arasında popüler ve Reisi yönetimindeki pek çok kişinin desteğine sahip.

-Muhafazakâr Celili 2007-2013 yılları arasında Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi (YGK) sekreteri olarak görev yaptı ve bu dönemde Batı ile nükleer müzakereleri de yürüttü. Müzakereler hiçbir yere varmadı.

-Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olan ve 2015 nükleer anlaşmasına da şiddetle karşı çıkan Celili şu anda Hamaney’in YGK’deki kişisel temsilcisi olarak görev yapıyor.

Öngörü: İki cumhurbaşkanı adayı 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde televizyonda yayınlanacak iki münazarada karşı karşıya gelecek.

-Celili, Kalibaf’ın oylarının kendi lehine döneceğini umuyor ancak meclis başkanının destekçilerinin Celili’nin davasına ne kadar bağlı olduğu konusunda soru işaretleri var. Şimdiden, en azından bazı oyların Pezeşkiyan’a gideceğine dair işaretler söz konusu

-İkinci turu kazanmak için Pezeşkiyan’ın katılımı artırmak için elinden gelen her şeyi yapması gerekiyor. Kampanyası, kısmen kullanılmayan her oyun Celili’ye oy vermek anlamına geldiğini savunarak ilk turu boykot edenleri kazanmaya odaklanacak.

-Sosyal medyadaki söylem, Reformist adayın Celili gibi muhafazakâr birinin cumhurbaşkanı olmasından endişe duyan seçmenlerden fayda sağlayacağını gösteriyor. Ancak bu korku faktörünün seçmen ilgisizliğini yenmeye yetip yetmeyeceğini zaman gösterecek.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Sergey Glazyev ile mülakat: Devasa sermaye kaçışı devam ediyor

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ukrayna’daki savaşın Rusya’nın ya da Rus sermayesinin Batı’dan büyük ölçüde kopuşunu beraberinde getirdiği doğru. Fakat bu kopuşun niteliklerine dair tartışılacak çok fazla noktanın olduğu da doğru. Bu kopuş henüz nihai aşamasına ulaşabilmiş değil. Ve Rusya’nın sermayedarları ve politikacıları, 90’lardan kalma köhnemiş fikir ve anlayış biçimlerini terk etmiş değiller, Glazyev bu konuda haklı.


Glazyev: Devasa sermaye kaçışı devam ediyor

Yuriy Pronko

Tsargrad

29 Haziran 2024

Rusya, Avrupa’dan ithalatı Çin ve Hindistan’dan gelen mallarla tamamen ikame edebilir mi? Neden hala Boeing’lerle uçuyoruz? 1998’deki temerrüt bize nasıl fayda sağladı? 300 milyar doları kaybetmemek için ne yapmamız gerekiyor? Rusya Bilimler Akademisi’nden Sergey Glazyev anlattı.

Yeni Volga modelinin halka tanıtımı sırasında pek de duygusal olmayan Başbakan Mihail Mişustin yetkililere şunu sormuştu: Direksiyonunuz Çin üretimi mi? Ve otomobil markasının neden hem Rusça olmayıp hem Kiril alfabesiyle yazıldığını anlamıyorum. Gerçekten ithal ikamesi mi yapıyoruz yoksa Çin, Batı’nın yerini mi aldı?

Bu duruma göre değişiyor. Çin bugün her şeyi üretiyor. Hindistan da öyle. Ve bu iki dev ile ticaretteki büyüme şaşırtıcı: Yaptırımlara rağmen yıllık yüzde 25 ila 30. Avrupa’dan yapılan ithalatı tamamen Çin ve Hindistan’dan yapılan ithalatla ikame edebiliriz. Bu arada, Çin ile ticaret AB ile ticaretten daha iyi değil, aksine daha kötü bir yapıya sahip.

Hammadde payı AB’ye kıyasla daha büyük, nihai ürün payı ise daha küçük. AB’nin hammadde sağlayan uzantısı olduğumuzdan daha büyük ölçüde Çin’in hammadde sağlayan uzantısı haline geliyoruz. Bu eğilimin üstesinden gelmek için nihai ürün üretimini ve iş birliğini artıracak kredilere ihtiyacımız var. Çin ile birlikte katma değerli zincirlerin oluşturulmasını teşvik etmeliyiz. Farklı sektörlerde durum oldukça farklı. Otomotiv sektöründe, uzun yıllar süren endüstriyel montajın ardından, Batı’dan ithal edilen bileşenleri Doğu’dan gelenlerle ikame etmemiz gerekiyor.

Hayali başarılar

Ancak bu gerçek bir ithal ikamesi midir?

Yetkililerimiz Kaluga oblastında Volkswagen’in üretimini kurduklarıyla övünürken —zira her şey robotlara dayanıyordu— 300 istihdam yaratmıştı. Peki Avtovaz’da kaç kişinin işine son verildi? Nerede tam bir iş birliği zincirimiz var?

Ürettiğimiz nihai ürünlerle, neredeyse tüm teknolojik zincir boyunca ilgilenmemiz gerekiyor. İthal bileşenlerden makine yapımında elde ettiğimiz başarıların hayali başarılar olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Rusya ve Avrasya Ekonomi Birliği (AEB) içinde yer alan yerli katma değer zincirlerimize dayalı daha derin ithal ikamesi fırsatlarını zorluyoruz.

Devlete ait bir şirket olmasına rağmen Aeroflot neden tamamen Rusya üretimi Tu-214 uçağı almaya ikna edilemiyor? Ya da Tamamen Rusya üretimi İl-76 satın almaya? Üç yerine iki pilotu olması gerektiği, motorunun daha az ekonomik olabileceği hakkındaki tüm iddialar saçmalık. Kendi üretimimiz uçaklara; Tu-204, 14, Tu-334, İl-96, İl-112’ye geçmemiz gerekiyor. An-70 ve An-124, Ukrayna ekipmanına sahip olmasına rağmen An-124 bile üretilebilir. Bunların hepsini kendimiz yapabiliriz.

Batı’nın servis vermediği ve motorları arızalanan Boeing’ler ise kaldırılmıyor.

Tu-214’lerimizi satın alma yükümlülüklerini yerine getirmek yerine, bir şeyler icat etmeye başladılar. Batı ile karşı karşıya geldiğimiz bir durumda, şirketleri hesaba almayıp büyük kararlar almalıyız. Kendi uçaklarımıza geçelim. Onları işletmek daha pahalı olabilir, bakımlarını yapmak daha zor olabilir.

Batı tarafından ambargo geldiğinde ve bize uçak parçaları vermeyi kestiklerinde, havacılık idaremizin kafası karıştı. Zira hem bakım hem de satın alma her şeyi yurt dışına yaptırıyorlardı. Nereden ne alacaklarını bile bilmiyorlardı. Batı ekipmanları üzerinde asalak bir yaşam sürüyorlardı ve bu da yönetimimizin tamamen gevşemesine yol açtı. İthal ekipman satın almakla değil, ülke içinde üretimi organize etmekle meşgul olunmalı.

Bu insanlar bir şeyleri değiştirebilecek kapasitede mi?

Yönetici pozisyonlarına sadece bir cepten diğerine nasıl para aktarılacağını bilen ne üzerine ihtisas yaptığı belli olmayan yöneticileri değil, mühendisleri terfi ettirmeliyiz. Yerli üretimin çıkarları, ikinci el bir Amerikan motoru nasıl alınır, Afrika üzerinden nasıl ithal edilire odaklanan konjonktürün çıkarlarından daha yüksek olmalı. Artık uzun vadeli stratejik kararlar alma zamanı. Yerli teknolojik tabana dönme zamanı.

Buna yönelik bir potansiyel olduğunu düşünüyor musunuz?

Potansiyel var. Bu da 2021 yılında yılda en az yüzde 5 oranında büyümemizi sağlıyor. Son iki yılın dinamikleri, sektörün üretim fırsatlarındaki artışa kolayca yanıt verdiğini gösteriyor.

1998 yılında Primakov-Geraşçenko’nun politikası sayesinde, eylül ayından itibaren temerrütten sonra, ithal ikamesi temelinde sanayi üretiminde patlayıcı bir büyüme yaşandı. Daha sonra ithalatın fiyatı hızla yükseldi ve Merkez Bankası enflasyon oranının altında bir oranda kredi verdi. Model mükemmel bir şekilde işledi. Sanayi her ay yüzde 2 oranında büyüdü. Dokuz aylık çalışma sonunda sanayi üretimindeki büyüme yüzde 20 oldu. Belki bugün böyle bir büyüme yok. Ama üretimde yüzde 10’a kadar büyümeyi sürdürebiliriz.

Dünyadaki en yüksek emek sömürüsü

Ve bunun için beyinlerimiz var mı?

Hem beynimiz hem de insanımız var. Ve sanayi bölgelerimizin bu deneyimi, hükümet yerli ürünlere olan talebi artırmaya başlar başlamaz, sanayinin hemen karşılık verdiğini gösteriyor. Belki işgücü piyasasında lokal açıklar var. Ancak bununla ciddi bir şekilde ilgilenmemiz gerekiyor. Uzmanlar, teknik uzmanlar, mühendislik personeli yetiştirmemiz gerekiyor. Ve ücret artışları kaçınılmaz. Ücretlerin GSYİH’deki payının diğer ülkelere kıyasla bir buçuk kat daha düşük olduğunu unutmayalım.

Üretimi ücretlere böldüğümüzde, işçilerimizin her bir ruble ücret başına Avrupa ya da ABD’ye kıyasla üç kat daha fazla üretim yaptığı ortaya çıkıyor. Dünyadaki en yüksek emek sömürüsüne sahibiz. İnsanlar “oh be ücretler artmaya başladı” derken, 1990’ların başında ücretlerin kat kat düştüğünü unutuyorlar. Ve daha fazla da artmadı.

Ücret artışlarının altına girmek zorundasınız. Bu normal bir olgudur. Bu, işgücü verimliliğindeki büyümeyi geriletiyor. Fakat bunun olmaması için otomasyona, robotlaşmaya yatırım yapmamız gerekiyor. Eğer yeterli sayıda işçimiz yoksa, istihdam edilen bin kişi başına düşen robot sayısı bakımından neden dünyada son sıralardayız?

Batı’nın hırsızlığına karşı uyarı

2014’ten bu yana Rusya’nın döviz rezervlerinin çalınabileceği konusunda uyarıda bulunan birkaç uzmandan biri, hatta tekiydiniz. Kenara itildiniz; “orada yasalar var, kimse hiçbir şeye dokunmayacak,” denmişti.

Düşmana döviz rezervlerimizle operasyon yapma fırsatı vermiş olmamız beni çok üzüyor. Ukrayna Silahlı Kuvvetleri bu rezervler karşılığında finanse ediliyor. Batı, rezervlerimize siyasi düzeyde el koymaya hazır. Ancak finansörler hala direniyor ve palyatif çözümler arıyor. Fakat bunun onlar için siyasi olarak çözülmesi gereken bir mesele olduğunu anlamalıyız.

Bu devasa meblağı kayıp mı ettik?

Batı’da iktidarda olanlar bize karşı savaş üzerine bahse girdiler, bu yüzden intihar eğilimlerini değiştiremezler. Bunun iyi bir şey getirmediği hakikatini göze alıyorlar. Avrupa’da giderek büyüyen bir ekonomik ve sosyal felaket görüyoruz. Avrupa rekabet gücünü hızla kaybediyor ama kilit pozisyonlarda Amerikan kuklaları oturuyor. Bir Rusya düşmanı daha NATO Genel Sekreteri seçildi. Bekleyeceğiz, belki birkaç yıl içinde Avrupa ülkelerinde yeniden seçim dalgası başlayacak. Belki Fransa bir ay içinde hükümetini değiştirecek.

Ancak von der Leyen’e Avrupa Komisyonu başkanı olarak beş yıl daha görev süresi tanındı.

Belki de ABD’de kaos öyle bir seviyeye ulaşacak ki, Rusya’ya karşı savaşın durumlarını daha da kötüleştirdiğini fark edecekler. Bu tamamen öznel bir durum. Paramız bize verilmiyor. Onu geri alıp alamayacağımız, bizden kendileri için olumlu şeyler isteyecekleri zaman göreceli bir siyasi soru.

Şu anda bizi yok etmeye çalışıyorlar. Ve cevabın asla kendilerine gelmeyeceğini düşündükleri sürece, yüzsüzce ve dizginlenemez bir şekilde davranıyorlar.

Batı toplumu buna daha ne kadar tahammül edecek?

Batı toplumu Rusya ile dost olmak ve ilişkileri yeniden tesis etmek isteyen siyasetçileri iktidara getirdiğinde bu soru gündeme gelecektir. Zira yaptıkları şey, finans terminolojisinde temerrüt olarak adlandırılır. Batı temerrüde düşmüş durumda, ülkeler kredibil değil. Sadece bize değil, bir dizi başka ülkeye olan borçlarını ödeyemiyorlar.

Onlara iflas etmiş muamelesi yapmalıyız. Ve tüm bu kredi notlarımız Batılı ülkelere karşı temerrüde düşürülmeli. Ahlaki açıdan bakıldığında Batı’nın yaptığı şey soygundur. Finansal açıdan bakıldığında temerrüttür. Siyasi açıdan ise bu onların stratejik hatasıdır.

Rusya’nın bu formülasyondaki durumu değerlendirmeye hazır olup olmadığından şüpheliyim. Maliye Bakanlığı’nın eylemlerine bakıyorum, Merkez Bankası’‘nın söylemlerini işitiyorum. Perde arkasında bile böyle bir şey söylenmiyor. Aynı simalar, Sergei Yuriyeviç, kameraların, sıkı sıkıya kapalı kapılar ardında konuştuğunuz simalar, size “hayır, böyle olmayacak, [bu varlıklar] hiçbir yere gitmedi,” dediler mi?

Bir hatayı kabul etmek cesaret ve nitelik gerektirir. Ne yazık ki Merkez Bankası hem dünyanın hem de bilimin uzun zaman önce terk ettiği ilkel modellere göre yön alan niteliksiz insanlar tarafından yönetiliyor.

Ancak bunun bedeli 300 milyar dolar.

Merkez Bankası şu an bile IMF’nin tavsiyelerine körü körüne bağlı. IMF tarafından kendilerine dolar ve avro dışında rezervlerinizi koyabileceğiniz başka bir varlık olmadığı, zira bu para birimlerinin likit olduğu ve iyi bir faiz oranına sahip olduğu söylendi. Onlar da Washington’dan gelen tavsiyelere uydular.

Her şeyden önce döviz rezervlerine el konulacağı konusunda defalarca uyarıda bulundum, 2014’te bu aşikardı. Gözlerimizin önünde İran’ın, Afganistan’ın, Venezuela’nın rezervlerine el konuldu. Venezuela’nın sadece döviz rezervlerine el koymakla kalmadılar, varlıkları muhalefete aktardılar.

Fakat Rusya’nın sözde muhalefetine 300 milyar verecek halleri yok.

SWIFT ile ilişkimizin kesileceğini 12 yıldan uzun bir süre önce ilk söyleyen bendim. Sonra Merkez Bankası başkanı bana dedi ki: “Merkez Bankası’na atom bombası atılması gibi bir riski göze alamayız”. Ben de “Yaparlar, atom bombasının bununla ne alakası var?” dedim. İran dışarıya kapatıldı ve biz de kapatılacağız.

Şükür ki Devlet Başkanı’nın bankalar arası bir finansal haberleşme sistemi zamanında oluşturuldu. Bu sistem, Devlet Başkanı zamanında talimat verdiği için var. Kendi başlarına ne SPFS’yi ne de Mir kartı asla yapamazlardı. Biz en azından bilişim ve teknik altyapıda, ödeme ve finans sisteminde kendimizi hazırladık.

Rezervleri elden çıkarmış olmamızın stratejik bir hata olduğunu düşünüyorum. Bundan kolayca kaçınılabilirdi. Nereye yatırım yapacağımızı bile düşünmeyebilirdik, yalnızca kendi ürettiğimiz altını satın alabilirdik. Altın ihraç etmeye devam ediyoruz. Farklı para birimlerinde oldukça büyük bir döviz kazancımız var ve bu kazançları altın biriktirmek ve rubleye dönüştürmek için kullanabilirdik. İhracatçılara ruble verip gelirlerini altına çevirebilirdik…

Son olarak, bu parayla altın satın alın. Pek çok ihtimal var, bu yüzden ellerimizi havaya kaldırmamız gerekiyor. Ve hataların tekrarlanmamasını ummalıyız.

Batı basını da neredeyse her gün çıkan makalelerle Merkez Bankası yönetimini övüyor.

Bu yüzden övülüyorlar, zira oradan gelen talimatlarla hareket ediyorlar. Ve ekonomimizin gelişmesini yasaklayarak hareket etmeye devam ediyorlar. Yatırımları engelliyorlar ve dövizi ülke dışına itiyorlar. Orada herhangi bir para birimini doğrudan kote etmelerini sağlamak zor. Yuanın kote edilmesi iyi bir şey. Ama rupi henüz kote edilmedi. Rupi neden kote edilmiyor?

Başbakan Modi’nin Moskova’ya yapacağı ziyaretten sonra belki durum değişir?

Rupinin neden kote edilmediği hiç de açık değil. Çok büyük bir döviz akışı var. İhracatçıların satacak hiçbir yeri yok. Aslında para otoriteleri, aşırı ısınma ve aşırı döviz arzı hakkında her türlü peri masalını uydurarak ekonomimizin kalkınmasını engellemeye devam ediyor.

Dolar ve avro cinsinden değil ama diğer para birimleri cinsinden devasa bir sermaye kaçışı devam ediyor. Ve yıllardır içinde sallanıp durduğumuz kısır döngüyü iktisadi refah döngüsüne dönüştürecek yatırımlardan feci şekilde yoksunuz. Bunun için ucuz kredilere, üretken yatırımları finanse edecek, ülkenin stratejik planları, Devlet Başkanı’nın açıkladığı öncelikler doğrultusunda hedefli kredilere ihtiyacımız var. Hem bilim ve teknoloji politikası hem de kalkınma hızı açısından bu önemli.

Milli ölçütlerimiz siyasi olarak formüle edildi.

Ancak bu talimatlar için para yok. Sadece bütçe var. Ve bütçe iktisadi politikanın ana aracı değildir. Bütçenin başka pek çok görevi vardır. İktisadi politikanın ana aracı kredidir, bütçe değil. Stratejik planların ve ülke liderliği tarafından belirlenen siyasi hedeflerin ana uygulayıcıları bankalar olmalıdır. Bankalar, ekonominin hızla kalkınacağı yönlerde kredi vermelidir, bu yönler görülebilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English