Bizi Takip Edin

AMERİKA

Politico: Biden, Çin konusunda Trump’ın bile yapamadığını yaptı

Yayınlanma

“Gümrük vergilerini unutun. Pekin’in teknolojik gelişimine karşı sert önlemlere başvuran Biden’ın eylemleri, Trump’ın yaptığından daha fazla Çin ekonomisini sekteye uğratacak ve iki ulusu ikiye ayıracak.”

Politico’da Gavin Bade imzasıyla yayınlanan makalenin spotunda bunlar yazıyor. ABD’nin on yıllardır sürdürdüğü ticaret yoluyla daha büyük kalkınmaya odaklanan Çin siyaseti ve işbirliğinin sonu gelmiş görünüyor.

Makalede, Beyaz Saray ve Kongre’nin Çin ile ABD’nin iktisadi ilişkilerini sessizce yeniden şekillendirdiği ve Çin’in teknolojik kalkınmasını sınırlamaya yönelik stratejinin şimdiye kadarki en saldırgan Amerikan eylemi olduğu vurgulanıyor. Hedef ise Pekin’in iktisadi ve askeri yükselişini engellemek.

Çin’in yüksek teknoloji sektörünü hedefleyen yeni federal kurallar, başkanlık emirleri ve onay bekleyen yasaların bu sonbaharda başladığını ve 2023’te de devam edeceğini belirten yazar, hep birlikte ele alındığında bunların Donald Trump’ın Çin’e karşı gümrük vergilerinin ve ticaret anlaşmazlıklarının tırmandırılması anlamına geldiğini düşünüyor ve ona göre 45. Başkan Trump’ın görevdeyken yaptıklarından çok daha fazlasını temsil ediyor.

Obama döneminin sonunda başlayan değişim

Trump’ın Beyaz Saray’ında Çin siyasetinin tasarlanmasında katkısı bulunan Clete Willems, Biden yönetiminin Çin’in yerli inovasyonunu ‘ulusal güvenlik tehdidi’ olarak gördüğünü ve bunun büyük bir sıçrama olduğunu belirtiyor.

Biden yönetiminin kendi arasında ‘koruma gündemi’ [protect agenda] dediği yeni strateji, bu sonbahar ve kış aylarında idari yaptırımlarla işliyor. Ekim ayında Ticaret Bakanlığı, Çinli şirketlerin gelişmiş bilgisayar çiplerini üretme kabiliyetini engellemek için yeni talimatlar yayınladı.

Bunun ardından, ABD’deki Çin yatırımlarını regüle edecek yeni bir federal birim kuruldu. Bu, federal hükümetin Amerikan sanayisi üzerinde bu türden bir güç kullandığı ilk örnek oldu.

Ek olarak, TikTok gibi Çin menşeli uygulamaların Amerikalılardan veri toplamasının önüne geçen bir başkanlık emri yayınlandı.

Çip yasası ve IRA

Kongre de buna ayak uydurarak, iki partinin de desteklediği yasalar çıkarıyor. Bunlar arasında Çin’e Amerikan sermayesi akışına ilişkin potansiyel talimatlar ve TikTok ve benzeri uygulamalara yönelik olası kısıtlamalar yer alıyor.

Bu girişimler, Biden’ın Amerikan ekonomisinin rekabetçiliğini teşvik etme siyaseti ile paralel ilerliyor. Yerli çip üretimine devlet desteği için çıkarılan CHIPS yasası ve AB’de kaygı yaratan Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) bunlar arasında. 

Bunların yanı sıra, Çinli çip üreticileri ile birlikte çalışan Amerikan şirketleri için de yeni kurallar çıkarıldı.

Jake Sullivan başı çekiyor

Politico yazarı, bu gündemlerin, Washington’ın Pekin’in teknolojik ilerlemesine yönelik temel bir yeniden değerlendirme sürecine girdiğinin kanıtı olduğunu düşünüyor.

Amerikan yetkililer, daha önce de Çin’in teknolojik ilerlemesini ve büyümesini, bir süre daha ABD’nin gerisinde kalması için yönetmeye niyet ediyorlardı. Ama şimdi, güvenlik yetkilileri Pekin’in gelişmesini durma noktasına getirmeyi hedefliyor.

Stratejinin mimarlarından Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’a göre, daha önceki ABD siyaseti, “Yalnızca birkaç nesil ileride kalmamız gerektiğini söyleyen değişken ölçekli bir yaklaşım yoluyla düşmanlara karşı göreli avantajları korumaya çalışıyordu.”

‘Biden Doktrini’ mi?

Sullivan şöyle devam ediyor:

“Şu anda içinde bulunduğumuz stratejik ortam bu değil. İleri mantık ve bellek çipleri gibi belirli teknolojilerin kurucu nitelikli doğalarını verili aldığımızda, mümkün olduğu kadar geniş bir liderliği devam ettirmeliyiz.”

Trump yönetiminde ABD Pasifik Komutanlığı’nda görev yapan Eric Sayers, “Bunun Çin’e yönelik teknoloji siyasetinin Biden Doktrini olduğunu söylemek abartı sayılmaz,” diyor. Sayers’a göre bu basitçe bir “tırmandırma” değil, “otuz yıllık stratejiden büyük bir sapma.

Öte yandan Beyaz Saray bu sapmayı hâlâ küçük göstermeye çalışıyor. Biden yönetimi, gündemlerinin Çinli teknoloji sektörü ile sınırlı olduğunu, Çin’in genel iktisadi büyümesi veya iki ekonomiyi birbirinden ayırmak ile ilgilenmediklerini ileri sürüyor.

‘Şahinler’ ile ‘serbest ticaretçiler’ gerilimi

Pekin’e karşı daha sert bir tutum izlenmesi gerektiğini savunanlar, iki ülke arasındaki toplam ticaretin pandemi zamanında patladığını, bunun da ABD’nin ticaret açığını yükselttiğini vurguluyor.

Aralarında Trump yönetiminin yöneticilerinin de bulunduğu şahinler, Pekin’in Çin ekonomisi üzerindeki büyük kontrolüne dikkat çekerek, Çin’in askeri gelişiminin önünü ancak bu ülke ile daha az ticaret yaparak alabileceklerine inanıyorlar. Bunun için de özel olarak yüksek teknoloji ve savunma bağlantılı sektörler arasındaki ticarete işaret ediyorlar.

Örneğin Trump zamanında Ticaret Temsilcisi olan Robert Lighthizer, “Stratejik ayrışma sürecini başlatmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum,” diyor. Lighthizer, Biden’ın Çin karşıtı son adımlarını destekliyor ama ABD’nin Çin ekonomisine bağımlılığını azaltmak için daha geniş çabalar içerisine girmesi gerektiğini düşünüyor.

Yaptırımlar yeni sektörlere yayılacak

Biden yönetimi, yaptırımların Çin’in başka sektörlerine doğru genişletilmesi çağrılarına resmi olarak kapıyı kapatsa da ‘koruma gündemi’nin diğer büyük sektörlere doğru yayılması bekleniyor.

Örneğin Sullivan, biyoteknoloji ve temiz enerji gibi iki sektörde, ABD’nin Çin’in liderliği ele geçirmesine izin vermemesi gerektiğini söylüyor.

Ama Beyaz Saray’ın siyaset yapıcıları, eylemlerin ‘dikkatle hazırlanacağını’, yalnızca en son teknolojili, stratejik ürünleri etkileyeceğini ve günlük ticareti yok etmeyeceğini iddia ediyorlar.

Üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisi, “Temiz enerji, biyoteknoloji; bunlar kayda değer büyüme göstermeye hazırlanan sektörler. Fakat bu sektörlerdeki tüm teknolojileri kontrol edeceğimizi söylemek doğru değil. Sektörler içindeki kritik teknolojilere ve düğüm noktalarına odaklanılacak,” diyor.

Aynı yetkili, Çinli şirketlerin Huawei örneğinde olduğu gibi rekabet gücünü azaltmak isteseler de bu kontrollerin odağının ‘ulusal güvenlik uygulamaları’ olduğunu savundu.

Öte yandan ‘serbest ticaretçiler’ ise ABD ile Çin arasındaki ticarete yönelik şüphenin yeni bir Soğuk Savaş yaratmasından endişe ediyorlar.

Florida’nın demokrat senatörü Stephanie Murphy, “Bu, ikinci bir McCarthy’cilik dönemi haline geliyor. Bu kelimeyi kullandığım için üzgünüm ama uygun düşüyor,” ifadelerini kullanıyor.

Murphy, Cumhuriyetçi ya da Demokrat hiçbir siyasetçinin Çin hakkında yumuşak görünmek istemediğini ve bunun kendilerini ‘akıllı siyaset’ten uzaklaştırdığını söylüyor.

‘Çin, iktisadi kalkınmasını silah haline getiriyor’

ABD, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yüksek teknolojili ürünlerin gelişmekte olan ülkelerde üretilmesini desteklese de Çin’in yükselişi ile birlikte bu politikanın sona erdiği düşünülüyor.

Obama yönetiminin ikinci döneminde, Pentagon’daki bazı ulusal güven yetkilileri ve Ulusal Güvenlik Konseyi, Çin’in iktisadi gelişmesini ‘silah haline getirdiğine’ ilişkin endişelerini yükseltmeye başladı.

2018-2019 arasında Konsey’in Çin Direktörlüğü görevini yürüten Matthew Turpin, o dönem ABD’nin Çin hakkındaki düşüncelerinde bir ‘faz değişimi’ yaşandığını söylüyor.

Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana ABD’nin Çin siyasetini ‘ticaret yoluyla barış’ olarak nitelendiren Turpin, 2014 veya 2015 yılında bu konsensüsün zayıflamaya başladığının altını çiziyor.

Çin Komünist Partisi’nin 2015’te yayınladığı ‘Made ine China 2025’ stratejisi, 10 kritik sanayide sübvansiyonların verileceğini bildiriyordu: Nedir toprak mineralleri, yarı iletkenler ve güneş panelleri de bu sektörler arasında yer alıyordu.

2019-2021 arasında Ulusal Güvenlik Konseyi Çin Direktörü olan Liza Tobin, Çinli liderlerin, “dünya ekonomisinin geleceğine hakim olacak tüm stratejik teknoloji sektörlerinde pazar payı elde etme açısından önümüzdeki yıllarda nerede olmak istedikleri konusunda oldukça net olduklarını” söylemişti.

Değişikliğin işaretini Obama döneminin sonuna doğru, o dönemli Ticaret Bakanı Penny Pritzker verdi. Yarı iletkenleri Amerikan ekonomisi için ‘zorunluluk’ olarak tanımlayan bakan, bu alanda liderliği bırakmayı kaldıramayacaklarına dikkat çekmişti.

Bakanlıklar arası çekişme

Ulusal güvenlik yetkililerine göre, Çin’e karşı adım atmaya ticaret, hazine ve hatta dışişleri bakanlıkları gönülsüzdü.

Bu bakanlıklar, esas olarak ‘serbest ticaret’ doktrinine bağlılık gösteriyorlar ve iki ülkeyi birbirine daha çok bağlama eğiliminde bulunuyorlardı.

Bunlara göre, Çin’in büyümesi, Amerikan şirketlerine yeni yatırım olanakları açıyordu ve bu nedenle şirketlerin Çin pazarında kalması zaruriydi.

İstihbaratın, Beyaz Saray’ın, Pentagon’un, Ticaret Bakanlığı’nın ve ABD Ticaret Temsilciliğinin ‘ulusal güvenlik risklerini’ ve ‘insan hakları ihlallerini’ değerlendirmeye başlamalarıyla birlikte ise hikâye değişti.

Trump yönetiminin ikilemi

Makalede, Trump’lı yıllarda Çin şahinlerinin ikileme düştükleri iddia ediliyor.

Buna göre, Trump hem Çin’in askeri kapasitesini hedef almak istiyor, hem de bu ülkedeki geniş yatırım olanaklarından yararlanmayı amaçlıyordu. 

Bu ayrılık, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Matt Pottinger’ın bir tarafta, Çin ile ticari ilişkileri geliştirmek isteyen Ticaret Bakanı Wilbur Ross’un ise diğer tarafta yer aldığı bir dönemde meydana geldi.

Bu nedenle, ulusal güvenlik ekibi Çin’in teknoloji şirketlerine yönelik yaptırım peşinde koşarken, ticaret yöneticileri Çin ile Faz Bir gibi güçlü ticaret anlaşmaları imzaladı.

Örneğin wireless 5G çiplerinin ve Amerikan yazılımlarının Huawei’de kullanımının yasaklanması meselesinde hazine ve ticaret bakanlıklarının ayak sürüdüğü belirtiliyor.

En nihayetinde Trump’ın Beyaz Saray’ı yasaktan yana tavır almıştı.

Biden, Trump’ın yasaklarını devam ettiriyor

Huawei’ye yönelik Trump zamanında alınan yasak kararı hâlâ sürüyor.

Biden yönetimi de, Huawei’ye yönelik yeni yasakların gelip gelmeyeceğine yönelik soruya, mevcut yasakların devam ettiği cevabını veriyor.

Bu uygulamalar güçlenmeye devam ederken, Biden’ın ulusal güvenlik ekibinin, Obama zamanında ilan edilen ‘Pivot Asya’ stratejisini tamamlayabileceği düşünülüyor. Bunun hedefi, bölgedeki kapitalist ekonomileri Çin’e karşı bir araya getirmek ve bu surada Çin’in ilerlemesini durdurmak. 

Rusya-Ukrayna savaşının da bu siyaseti güçlendirdiğini savunan Politico yazarı, kritik sektörlerde dünyanın ve ABD’nin Çin’e bağımlılığının, tıpkı AB’nin Rusya’ya doğalgaz bağımlılığında olduğu gibi azaltılmasının gündemde olduğunu söylüyor.

Yeni ekonomi politikası

Biden yönetiminin çip yasası ile IRA gibi uygulamaları hem Amerikan sanayisinin rekabetçiliğini artırma hem de Çin’in büyümesini sınırlama amacı güdüyor.

IRA’nın 1930’lardaki ‘New Deal’dan bu yana uygulamaya konan en büyük sanayi politikası olduğunu savunan iktisatçılar, çip yasası ile birlikte Çin’e bağımlılığın azalmasının hedeflendiğini söylüyorlar.

IRA ile birlikte Kuzey Amerika’da üretilen elektrikli araçlara vergi indirimi ve devlet desteği gelirken, çelikten güneş panellerine kadar ABD’de üretilen temiz enerji ürünlerine devlet teşvikleri sağlanıyor.

Tarihsel olarak ihracat kontrolleri, kitle imha silahları ve konvansiyonel askeri ürünler için gündeme getirilirken, ABD’nin çip ve yarı iletken teknolojilerindeki ihracat kontrolleri yeni bir döneme girdiğimizin ve Washington’ın bu ürünleri de ‘silah’ gibi değerlendirdiğinin kanıtı.

ABD’nin sınırları

ABD’nin biyoteknoloji ve temiz enerji alanında da Çin’e karşı hamle yapması bekleniyor.

Çip teknolojileri söz konusu olduğunda Çin’e yönelik ihracat kısıtlamalarının etkili olması bekleniyor; çünkü Çin bu konuda hâlâ dışa bağımlı.

Fakat biyoteknoloji ve temiz enerji alanlarında Çin’in ABD’ye bağımlılığı bulunmuyor. Bunun için Beyaz Saray’ın ihracat kontrollerinden başka yollar bulması gerekecek.

Çin’deki Amerikan yatırımlarını hedef alacak olan ve şu anda beklemedeki başkanlık emrinin bu yollardan biri olması bekleniyor.

Bununla birlikte, başkanlık emrinin kapsamı hâlâ net değil. Hangi sektörlerin bu emre dahil olacağı, doğrudan yatırımların ve Çinli şirketlerle ortak yatırımların regüle edilip edilmeyeceği belirsiz.

AMERİKA

New York Belediye Başkanı Adams hakkında iddianame hazırlandı

Yayınlanma

New York Belediye Başkanı Eric Adams, Türk hükümet yetkilileri ve diğer zengin yabancı bağışçılardan nakit para ve lüks seyahat elde ettiği iddiasıyla dolandırıcılık ve rüşvetle suçlanıyor.

Perşembe günü Manhattan federal mahkemesinde açıklanan bir iddianamede Adams, “2021 belediye başkanlığı kampanyasına yasadışı kampanya katkılarının yanı sıra diğer değerli şeyler” istemek ve “aldığı yasadışı faydalar karşılığında elverişli muamele” sağlamakla suçlanıyor.

Suçlamalar, Adams yönetiminin üst düzey üyelerinin bir dizi istifasına neden olan aylarca süren bir yolsuzluk soruşturmasının ardından geldi.

Financial Times’a (FT) göre modern tarihte görevdeki bir New York belediye başkanına karşı açılan ilk ceza davası olan bu suçlamalar, eski bir polis şefi olan Adams’ın bir zamanlar yükselen bir yıldız olarak görüldüğü ABD’nin en büyük kentinde şok etkisi yarattı.

Suçlu bulunması halinde 64 yaşındaki belediye başkanı uzun bir hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilir.

Türkevi’nin açılışını Erdoğan’ın ziyaretine yetiştirmek için yolsuzluk yaptı iddiası

Suçlamaları yönelten New York Güney Bölgesi ABD Savcısı Damian Williams, Adams’ın “bu katkıların nüfuz satın alma girişimleri olduğunu bilmesine rağmen” çok sayıda rüşvet kabul ettiğini söyledi.

Savcı, Adams’ın Türk Hava Yolları’nda (THY) business class uçuşlar ve Four Seasons gibi lüks otellerde konaklamalar gibi 100.000 dolardan fazla değerdeki “avantaları” açıklamadığını iddia etti.

“Yıllar boyunca kamuoyunu karanlıkta bıraktı,” diyen Williams, Adams’ın yakın zamanda yeniden seçim kampanyasını desteklemek için “bu yozlaşmış ilişkileri yeniden alevlendirdiğini” de sözlerine ekledi.

İddianamede Adams, Türk şahsiyetlerden yasadışı katkılar kabul edip bunların gerçek kaynağını gizledikten sonra şehirden 10 milyon dolardan fazla kampanya bağışı almakla suçlanıyor.

Adams’ın 2021 yılında, Manhattan’daki bir gökdelende yer alan yeni Türkevi’nin, bina müfettişler tarafından güvensiz bulunmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sırasında açılmasına onay vermesi için New York itfaiyesine baskı yaparak Türk yetkililere “iyilik yaptığı” iddia ediliyor.

“Seçildiğim zaman ilk Türk belediye başkanına sahip olacaksınız”

Adams’ın Türkiye’ye yönelik ilgisi daha önce de biliniyordu.

New Yorker‘ın aktardığına göre Adams, bir keresinde bir Türk Amerikan iş dünyası haber sitesine, “Ben seçildiğimde ilk Türk Belediye Başkanınız olacak. Türk toplumu beni gerçekten destekledi ve benim için birçok bağış kampanyası düzenledi. Sahip oldukları önemli miktardaki dolar için son derece minnettarım,” demişti.

İddianameye göre, Adams’ın başkanlığı kazanmasının ertesi günü, kampanyasına katkıda bulunan bir Türk işadamı bir diğerine mesaj atarak, “Gidip Ankara’daki büyüklerimizle bunu ülkemiz lobisi için nasıl avantaja dönüştürebileceğimizi konuşacağım,” dedi.

Adams: Yasalara uyuyorum, sabırlı olun

Adams, belediye başkanlığı resmi konutu Gracie Mansion’ın dışında düzenlediği basın toplantısında New Yorklulara “herhangi bir yargıya varmadan önce savunmasını dinlemeleri” çağrısında bulundu ve görevde kalacağına söz verdi.

Adams, “Kendimi savunmak ve bu şehrin insanlarını savunmak için sabırsızlanıyorum. Kampanya kurallarına ve yasalara uyuyorum,” diye ekledi.

Görevde bulunduğu süre, kayırmacılık suçlamalarının yanı sıra, yönetiminin güney sınırından gelen göçmenlere gelişigüzel muamele ettiğine dair artan eleştirilerle geçti.

Geçtiğimiz yıl, 25 yaşındaki kampanya bağışçısı Brianna Suggs’ın Brooklyn’deki evine, Türk devletinden gelen bağışlarla ilgili bir soruşturma kapsamında baskın düzenlenmişti.

Daha önce başkanın telefonuna ve bilgisayarına el konmuştu

Adams kısa bir süre sonra FBI ajanları tarafından sokakta durdurulmuş ve başkanın telefonuna ve dizüstü bilgisayarına el konulmuştu.

Bunu, belediye başkanının birinci yardımcısı ve kamu güvenliğinden sorumlu başkan yardımcısını da hedef alan bir dizi başka baskın izledi.

Bu ay, telefonuna kolluk kuvvetleri tarafından el konulduğu bildirilen New York polis komiseri Edward Caban, “son gelişmeler etrafındaki gürültünün” çalışmasını imkansız hale getirdiğini söyleyerek istifa etti. 

Caban’ın yerine geçici olarak atanan kişinin evi de müfettişler tarafından arandı.

Bu arada Belediye, üst düzey avukatlarından birinin istifası ve New York’un devlet okulları sisteminden sorumlu olan ve telefonlarına da el konulan David Banks’in beklenmedik emekliliğiyle de sarsıldı.

Demokratlardan Adams’a istifa çağrısı

Aralarında çarşamba günü “Belediye Başkanı Adams’ın New York’u yönetmeye nasıl devam edebileceğini anlayamadığını” söyleyen New York Temsilcisi Alexandria Ocasio-Cortez’in de bulunduğu giderek artan sayıda önde gelen Demokrat Adams’ın istifasını istiyor.

New York’ta bir bölgeyi temsil eden Demokrat Temsilciler Meclisi Lideri Hakeem Jeffries ise, Adams’ın “masumiyet karinesine hakkı olduğunu” ve kaderine “Belediye Başkanının meslektaşlarından oluşan bir jürinin” karar vermesi gerektiğini söyledi.

Perşembe günü gazeteciler tarafından Adams’ın istifa etmesi gerekip gerekmediği sorulduğunda ABD Başkanı Joe Biden, “Bilmiyorum,” yanıtını verdi.

Musk ve Trump’tan Adams’a beklenmedik destek

Öte yandan Adams beklenmedik bir müttefik de buldu.

Biden yönetimi altında siyasi kovuşturmanın kurbanı olduğunu iddia eden eski ABD başkanı Cumhuriyetçi Donald Trump perşembe günü düzenlediği basın toplantısında Adams’la ilgili bir soruya cevaben, “Adalet Bakanlığı ve FBI’ı daha önce hiç görülmemiş düzeyde kullanan insanlarımız var. Bu yüzden ona şans diliyorum,” dedi.

“Ne yaptıklarına bakarsanız, bunların kirli oyuncular olduğunu görürsünüz. Bunlar kötü insanlar,” diyen Trump, iddianameden haberdar olmadığını da kabul etti.

Popüler bir sağcı X hesabının iddianameyi Adams’ın geçen yıl göçmen akınından şikayet etmesine bağlamasının ardından Elon Musk ise, Adams’a “bundan sonra ‘Demokrat’ Parti tarafından çenesini kapatmasının söylendiği” yanıtını verdi.

New York Post gazetesi Adams’ın suçlanmasını “göçmen krizi konusunda Beyaz Saray’la girdiği mücadele” ile yan yana getiren imalı bir yazı yayınladı.

Fox News sunucusu Ainsley Earhardt ise, “Biden ailesine, Beyaz Saray’a, bu yönetime ya da üst düzey Demokratlara uymazsanız hayatınız mahvolabilir gibi görünüyor,” dedi.

Tablet: Yahudiler Adams’a sahip çıkmalı

Tablet Magazine’de İsrail doğumlu Liel Leibovitz imzasıyla yayınlanan bir makalede ise Amerikan Yahudilerinin Adams’a sahip çıkması gerektiği savunuldu.

Türklerin yanı sıra AIPAC, ADL ya da Bnai Brith’i destekleyen Siyonist Yahudilerin Adams’a bağış yaptığını kaydeden Leibovitz, bu bağışların suç sayılması halinde “Batı Şeria’daki bir yeşivada okuyan yeğeni olanlar bir yana, gözden düşmüş siyasi aktörler tarafından yapılan küçük ölçekli bağışlar”ın da suç sayılacağını öne sürdü.

İddianameyi “Adams dehşet gösterisi” olarak nitelendiren yazar, bunun devamında “yasa koyuculara İsrail’e bilgi toplama gezileri düzenleyerek ‘rüşvet verdikleri’ ve böylece İsrail hükümetinin bir kolu gibi hareket ettikleri gerekçesiyle büyük bir Yahudi kuruluşunun soruşturulmasının” geleceğini ve bunun da “Yahudi lobisi” ile bağlantılı her şeyi “siyasi olarak radyoaktif hale getireceğini” öne sürdü.

Leibovitz, yazısını şöyle bitirdi:

“Hukuk savaşının silahlarının Yahudilere çevrildiğini görmek istemediğim için; siyasi düşmanları kovuşturan ve dalkavukları cezasızlıkla ödüllendiren bir üçüncü dünya bataklığında yaşamak istemediğim için; ve Central Park’ta ya da metroda eşimi hedef alan çeteler ya da çocuklarımın gündüz okulunun ya da en sevdiğim koşer restoranın önünde ‘nehirden denize’ sloganları atan vahşiler istemediğim için; tüm bunlar ve daha fazlası için, Yahudiler ve New Yorklular için bir kahraman olan Belediye Başkanı Eric L. Adams’ın yanındayım. Yeniden seçildiğinde, kısmen cemaatimizin ve aklı başında tüm New Yorkluların desteği sayesinde, Türk lokumu dilimlerini gururla dağıtacağım.”

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Zelenskiy ile görüşecek Trump’tan Avrupa’ya eleştiriler

Yayınlanma

Trump Tower’da uzun bir basın toplantısı düzenleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, cuma sabahı (27 Eylül) Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy ile görüşmeyi planladığını söyledi ve Avrupa’yı Ukrayna konusunda “cimri davranmakla” eleştirdi.

“Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’nin ödediği paranın sadece küçük bir kısmını ödüyor ve bizim Rusya ile aramızda bir okyanus var; onların yok,” diyen Trump, Demokrat Kamala Harris ile yaptığı seçim tartışması da dahil olmak üzere daha önce de dile getirdiği bir hususu tekrarladı.

Ukrayna’ya yardım söz konusu olduğunda bunun çoğunu ABD’nin ödediğini ve Avrupa’nın buna katkıda bulunmadığını savunan Trump, “Bu ABD için çok adaletsiz bir durum,” ifadelerini kullandı.

Trump, ABD başkanı olduğu dönemde NATO’nun Avrupalı müttefiklerinden ittifaka daha fazla katkıda bulunmalarını talep ettiğini tekrarlayarak, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı mücadelesi söz konusu olduğunda da aynı şeyi yapacağını ima etti.

Trump, “Avrupalı uluslar eşitlenmeli, ödeme yapmalılar. Ben bunu NATO ile yaptım. Hepsine ödeme yaptırdım… Eğer ödeme yapmazsanız orada olmayacağımı söyledim. Ve para yağmaya başladı,” iddiasında bulundu.

Zelenskiy ise Washington’da Başkan Joe Biden, Başkan Yardımcısı Harris ve her iki partiden de bir grup Kongre üyesiyle yaptığı görüşmeleri tamamlayarak kasım ayındaki seçimler öncesinde Ukrayna’ya askeri ve mali destek sağlamaya çalıştı.

Biden Perşembe günkü toplantı öncesinde Kiev’e 8 milyar dolardan fazla askeri yardım yapılacağını duyururken Harris de Zelenskiy’in yanında durarak “Ukrayna’nın mücadelesi Amerika halkı için önemli,” dedi.

Trump Perşembe günkü basın toplantısında Rusya lideri Vladimir Putin’i “çok iyi tanıdığını” söylerken, “Başkan Putin ile Başkan Zelenskiy arasında oldukça hızlı bir şekilde anlaşma yapabileceğime inanıyorum,” diye ısrar etti.

Bu anlaşmanın Ukrayna’nın Rusya’ya toprak vermesini içerip içermeyeceği sorusuna ise, “Ne olacağını göreceğiz… barış yapalım; barışa ihtiyacımız var,” cevabını verdi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Economist: ABD daha az “woke” hale geliyor

Yayınlanma

ABD’de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında en önemli mücadele başlıklarından biri de “kültür savaşları” olarak bilinen başlıklar.

“Wokeness” (“duyarcılık”) ile bunun karşıtları arasındaki gerilim yıllar içinde yükseldikten sonra şimdilerde terazinin daha ağır basan tarafı “anti-duyar”cılar gibi görünüyor.

Economist’te yer alan bir değerlendirmeye göre, özellikle 2020 yılında George Floyd’un öldürülmesi ve ardından başlayan Black Lives Matter eylemleri ile zirve yapan, beyazlar arasındaki “woke” eğilimlere ilgi azalıyor.

“Irksal adaletsizlik”e ilgi azaldı

Zengin beyaz kadınların akşam yemeği partilerinde onları “beyaz üstünlükçü” damarları ile yüzleştiren bir siyahi çift, Regina Jackson ve Saira Rao, “ırksal adaletsizlik” konularına olan kamu ilgisinin azalmış olduğuna işaret ediyor.

Rao, “Irkçılık karşıtlığının, sömürgecilik karşıtlığının, emperyalizm karşıtlığının, soykırım karşıtlığının nabzı öldü. Nabız yok,” diye yakınıyor.

Economist, Cumhuriyetçilerin Amerika’da yanlış olduğunu düşündükleri her şeyi, “erdem sinyalleme” ya da “siyaseten doğruculuk” kokan her şeyi kastederek, “wokeness” salgınına bağlamaya bayıldıklarını vurguluyor.

Donald Trump, temmuz ayında Cumhuriyetçilerin başkan adaylığını kabul ettiği konuşmasında, Amerikan silahlı kuvvetlerindeki başarısızlıklardan “woke” liderleri sorumlu tutmuştu.

MeToo ve Black Lives Matter’da zirveyi gören “duyarcılık”

Economist bu kapsamda dört alanda “woke” fikirlerin önemini ölçmeye çalıştı: kamuoyu, medya, yüksek öğrenim ve iş dünyası.

Dergi her yerde benzer bir eğilimin ortaya çıktığına işaret ediyor. Donald Trump’ın siyaset sahnesine çıktığı 2015 yılında duyarcılık keskin bir şekilde arttı, ardından “#MeToo” ve Black Lives Matter dönemlerinde yayılmaya devam etti, 2021-22’de zirve yaptı ve o zamandan beri azalıyor.

“Woke” (kelimenin birebir anlamı “uyanmış, uyanık”) terimi ilk olarak solda ırkçılığa karşı uyanık olan insanları tanımlamak için kullanıldı. Daha sonra her türlü önyargıyla mücadele etmeye hevesli olanları kapsayacak şekilde kullanılmaya başlandı.

Economist’e göre Demokratlar artık bu kelimeyi nadiren kullanıyor, çünkü dünyayı “kurbanlar ve zalimler” olarak bölme eğiliminde olan en sert aktivistlerle ilişkilendirilir hale geldi.

Makalede, “Bu bakış açısı grup kimliğini bireyin önüne çıkarıyor ve farklı gruplar için eşit olmayan sonuçları sistematik ayrımcılığın kanıtı olarak görüyor,” deniyor.

Bu mantık daha sonra tersine ayrımcılık ve konuşma özgürlüğünün baskılanması gibi, yerleşik adaletsizlikleri düzeltmek için liberal olmayan araçları haklı çıkarmak için kullanıldı. İşte Cumhuriyetçiler bu tür “woke savaşçıları” yerden yere vurmayı seviyor.

“Beyaz ayrıcalığı” olduğuna dair düşünceler geri çekiliyor

Gallup, General Social Survey (GSS), Pew ve YouGov tarafından son 25 yılda yapılan anketlere verilen yanıtları inceleyen Economist, ırk ayrımcılığına ilişkin woke görüşlerin 2015 civarında artmaya başladığını ve 2021 civarında zirveye ulaştığını tespit ediyor.

Fakat Gallup’un bu yılın başlarına ait en son verilerinde, insanların %35’i ırk ilişkileri konusunda “büyük ölçüde” endişeli olduklarını söylerken, bu oran 2021’deki %48’lik zirve seviyesinden düşmüş durumda. Yine de 2014’teki %17’lik orandan hâlâ daha yüksek.

Pew’e göre, beyazların hayatta siyahların sahip olmadığı avantajlara ( “beyaz ayrıcalığı”) sahip olduğunu kabul eden Amerikalıların oranı 2020’de zirve yaptı.

GSS’nin verilerinde, ırklar arasındaki sonuç farklılıklarının ana nedeninin ayrımcılık olduğu görüşü 2021’de zirve yapmış ve anketin en son versiyonu olan 2022’de düşmüş görünüyor.

“Woke” düşüncedeki en büyük sıçramalardan ve ardından gelen düşüşlerden bazıları gençler ve sol görüşlüler arasında olmuş.

Toplumsal cinsiyet konusundaki woke görüşler düşüşte

Cinsel ayrımcılıkla ilgili anketler, ırkla ilgili endişelerden daha erken bir zirveye ulaşmış olsa da benzer bir örüntü ortaya koyuyor.

Cinsiyetçiliği çok ya da orta derecede büyük bir sorun olarak gören Amerikalıların oranı “#MeToo”nun ardından 2018’de %70 ile zirve yapmış.

Kadınların ilerlemelerini zorlaştıran engellerle karşılaştığına inananların oranı ise 2019’da %57 ile zirveye çıkmış.

Toplumsal cinsiyet konusundaki woke görüşlerin de düşüşte olduğu görülüyor.

Pew, bir kişinin doğduğu cinsiyetten farklı bir cinsiyete sahip olabileceğine inananların oranının, bu sorunun ilk kez sorulduğu 2017 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde düştüğünü ortaya koyuyor. 

YouGov’a göre, trans öğrencilerin biyolojik cinsiyetleri yerine seçtikleri cinsiyete uygun spor takımlarında oynamalarına karşı çıkanların oranı 2022’de %53 iken, 2024’te %61’e yükseldi.

Gazetelerdeki “woke” sözcüklerde dramatik azalma

Kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu eğilimi desteklemek için medyanın “kesişimsellik”, “mikro saldırganlık”, “baskı”, “beyaz ayrıcalığı” ve “transfobi” gibi uyandırıcı terimleri ne sıklıkla kullandığını da ölçen Economist, benzer bir eğilim saptıyor.

1970-2023 yılları arasında altı gazetede ( Los Angeles Times, New York Times, New York Post, Wall Street Journal, Washington Post ve Washington Times) bu türden 154 kelimenin kullanım sıklığı sayıldı.

Los Angeles Times hariç tüm gazetelerde bu terimlerin sıklığı 2019 ile 2021 yılları arasında zirve yapmış ve o tarihten bu yana düşüş göstermiş.

Örneğin “beyaz ayrıcalığı” terimi 2020‘de New York Times’ta her bir milyon kelimede yaklaşık 2,5 kez yer alırken, 2023’te her bir milyon kelimede sadece 0,4’e düşmüş.

Aynı kelime sayma yöntemini ABC, MSNBC ve Fox News’in 2010 ve 2023 yılları arasındaki transkriptlerine uygulayarak televizyonda ve 2012’den bu yılın ortasına kadar her hafta en çok satan 30 kitabın başlıklarını kullanarak kitaplarda da büyük ölçüde aynı eğilim ortaya çıkıyor.

Televizyonda “woke” kelimelerden bahsedilmesi 2021’de zirve yaptı. Popüler kitaplarda ise zirve daha sonra, 2022’de gerçekleşmiş, 2023’te küçük bir düşüşün ardından 2024’te çok daha büyük bir düşüş yaşanmış.

Akademide “duyarcı” kelime kullanımı sabitlendi

Akademide de benzer bir durum var. Muhafazakâr bir öğrenci gazetesi olan College Fix tarafından derlenen bir veri tabanı, akademisyenlerin sansürlenmesi veya derslerinin iptal edilmesi yönündeki çağrıların 2020’de zirve yaptığını ortaya koyuyor.

Bu bulgular anket verileriyle de örtüşüyor: Irkçı görüşlerin ifade edilmesinin kısıtlanması gerektiğini düşünen Amerikalıların oranı 2016 ile 2021 yılları arasında keskin bir artış göstererek yaklaşık %52’ye ulaşmışken, o zamandan beri hafif bir düşüşle 2022’de %49’a geriledi.

Öğretim ve araştırma da en azından bir miktar “duyarcılıktan” uzaklaşıyor gibi görünüyor.

Akademik dergilerin dijital kütüphanesi JSTOR tarafından toplanan sosyal bilimlerle ilgili makalelerde 154 terim setinin kullanımı 2015 yılında keskin bir şekilde artmaya başladı.

2022 yılına gelindiğinde “kesişimsel”, “beyazlık”, “baskı” ve benzerlerinin görülme sıklığı zirveye ulaşmıştı.

Economist’in talebi üzerine, Stanford Üniversitesi’nde ekonomist Jacob Light, Amerikan üniversitelerinin ders kataloglarından oluşan bir koleksiyonda woke kelimelerin sıklığını saydı.

İsminde ya da özetinde woke terimlerine yer veren dersler 2010 ile 2022 yılları arasında yaklaşık %20 oranında artmış, ancak geçen yıl sabit kalmış.

DEI karşıtı uygulamalar artıyor

Akademinin duyarcılıktan uzaklaşması kısmen yasalar tarafından emredildi.

Yüksek Mahkeme geçen yıl kabullerde ırk temelli pozitif ayrımcılığı yasakladı.

Chronicle of Higher Education’a göre, geçtiğimiz yıl 28 eyalette 86 yasa tasarısı akademideki Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) girişimlerini engellemeyi amaçladı; 14’ü yasalaştı.

Örneğin Alabama, 1 Ekim’den itibaren devlet tarafından finanse edilen üniversitelerin herhangi bir DEI ofisi veya programına sahip olmasını, “ırk, renk, din, cinsiyet, etnik köken veya ulusal köken” hakkında “bölücü kavramları” teşvik etmesini ve transseksüel öğrencilerin istedikleri tuvaletleri kullanmalarına izin vermesini yasaklayacak.

Dokuz eyalet akademik kurumların iş başvurusunda bulunanlardan “çeşitlilik beyanları” talep etmesini yasakladı.

Bu yılın başlarında aralarında Harvard ve Massachusetts Institute of Technology’nin de bulunduğu bazı önde gelen üniversiteler, bağışçıların ve mezunların baskısına boyun eğerek bu uygulamadan vazgeçti.

Kaliforniya Üniversitesi gibi diğer bazı üniversiteler ise, bunların kullanılmaya devam edilmesi nedeniyle davalarla karşı karşıya kaldı.

Şirket dünyasında da “wokeness” geriliyor

Wokeness, ya da duyarcılık, nispeten yakın zamanda ortaya çıkmış olsa da, kurumsal Amerika’da da geri çekiliyor.

Floyd’un ölümünün ardından, 2020’nin birinci ve üçüncü çeyrekleri arasında gelir beyanlarında DEI’den bahsedilmesi neredeyse beş kat arttı.

Bir piyasa araştırma şirketi olan AlphaSense’in verilerine göre, 2021’in ikinci çeyreğinde zirveye ulaştılar ve bu noktada 2020’nin başlarına göre 14 kat daha yaygındılar.

O zamandan beri tekrar keskin bir şekilde düşmeye başladılar. En son 2024’ün ikinci çeyreğine ait verilerde, Floyd’un ölümünden önceki döneme kıyasla sadece yaklaşık üç kat daha yüksekti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English