Bizi Takip Edin

AVRUPA

Polonya’nın AB Dönem Başkanlığı Başlıyor: ‘Güvenlik ve Savunma’

Yayınlanma

Ahmetcan Uzlaşık, Brüksel

Polonya, 3 Ocak 2025 tarihinde Avrupa Birliği Konseyi dönem başkanlığını ikinci kez resmi olarak üstlendi ve oldukça siyasi bir gündemi var. Varşova, altı aylık dönem boyunca 24 şehirde 300’den fazla resmi toplantıya ev sahipliği yapmayı ve bu toplantıların 30 Haziran’da sona ermesini planlıyor. Güvenlik merkezli iddialı bir programa sahip olan dönem başkanlığı, AB’nin politika yönünü şekillendirirken tırmanan jeopolitik zorlukları ele almayı amaçlıyor.

Polonya Dönem Başkanlığı, Avrupa güvenliğinin dış, iç, bilgi, ekonomi, enerji, gıda ve sağlık sektörleri de dâhil olmak üzere birçok boyutta güçlendirilmesine öncelik vermiştir. Bu liderlik döneminde, AB’nin mevcut küresel gerilimlere karşı direncini artırmak için önemli çabalar gösterilmesi beklenmektedir. Wroclaw Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent ve Orta Avrupa Enstitüsü’nde Kıdemli Analist Jakub Bornio, Polonya’nın AB Dönem Başkanlığı ve bunun bölgesel ve küresel siyaset için ne anlama geldiği hakkında Harici’ye konuştu.

Macaristan’ın Tartışmalı Döneminin Ardından Bir Rahatlama

Polonya’nın Konsey Başkanlığı, Macaristan’ın Başbakan Viktor Orbán’ın Avrupa şüpheci yaklaşımı ve tartışmalı ziyaretleriyle karakterize olan tartışmalı görev süresinin ardından AB için çok önemli bir zamanda geldi. AB liderleri, NATO ve AB yanlısı kararlı bir lider olan Donald Tusk yönetimindeki Polonya ile çalışmaya geçerken rahatladıklarını ifade ediyorlar.

Polonya Dönem Başkanlığı’nın programında öncelikleri şöyle özetleniyor: “Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı ve diğer güvenlik tehditleri ışığında, 2025’in ilk yarısında Dışişleri Konseyi’nin çalışmaları Ukrayna’ya siyasi, askeri ve ekonomik düzeyde desteğin azami düzeye çıkarılmasına, Rusya ve Belarus’a yönelik mevcut politikaların sürdürülmesine ve AB ile ortaklarının güvenlik ve dayanıklılığının güçlendirilmesine odaklanacaktır.”

Ayrıca transatlantik işbirliğine olan bağlılık da vurgulanmaktadır: “Başkanlık, transatlantik ilişkilerin derinleştirilmesini destekleyecektir. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı karşısında AB-ABD koordinasyonuna ve Doğu Komşuluk Bölgesi, Çin ve Hint-Pasifik bölgesi, enerji politikası, yeni teknolojiler ve Bağlanabilirlik Gündemi dahil olmak üzere küresel konularda diyaloğa bağlıyız.”

Polonya liderliği bu önceliklerle AB’nin kritik jeopolitik güçlükler karşısındaki ortak duruşunu teyit etmeyi amaçlıyor. Ancak Polonya’nın Ukrayna ve NATO’ya ilişkin tutumunun seçilmiş Başkan Donald Trump’ın göreve başlamasından sonra nasıl etkileneceğine dair soru işaretleri devam ediyor.

Polonya Diplomatik Gerginliğin Ortasında Macaristan Büyükelçisini Dışladı

Polonya, Polonya’daki yolsuzluk suçlamalarından kaçan ve aralık ayında Macaristan tarafından siyasi sığınma hakkı tanınan eski Polonya Adalet Bakan Yardımcısı Marcin Romanowski ile ilgili diplomatik bir anlaşmazlığı gerekçe göstererek Macaristan’ın büyükelçisini AB dönem başkanlığının açılış galasından men etti. Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó bu hareketi “acınası ve çocukça ” olarak nitelendirerek iki ülke arasındaki gerilimi tırmandırdı.

Polonya Dışişleri Bakanı Radosław Sikorski, Macaristan’ın sığınma hakkı verme kararını “düşmanca bir hareket ” olarak değerlendirdi ve Macaristan Büyükelçisi István Íjgyártó’ya Polonya Başbakanı Donald Tusk ve Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa’nın ev sahipliğinde 3 Ocak’ta düzenlenen galada hoş karşılanmadığını bildirdi.

Tusk “Avrupa Hayatta Kalmanın Ötesine Geçerek Siyasi Saldırıya Geçmeli” dedi

Polonya’nın görevdeki Başbakanı ve Avrupa Konseyi eski Başkanı Donald Tusk, 4 Aralık 2024 tarihinde yaptığı açıklamada Avrupa Birliği’nin “hayatta kalma” durumundan “siyasi atağa” geçmesi gerektiğini vurguladı. Polonya’nın son dönem başkanlığından bu yana geçen 13 yılı değerlendiren Tusk, mevcut zamanlamanın öneminin altını çizdi ve askeri, ekonomik, enerji ve sağlık güvenliğinin yanı sıra dezenformasyonla mücadele ihtiyacı da dahil olmak üzere rutin olmayan bazı önceliklere değindi.

“Sınırımızın doğusunda savaş ve barış konusunda belki de bizi bekleyen atılımlar var” diyen Tusk, Avrupa’nın önceliklerinde “derin bir düzeltme ” yapılması çağrısında bulundu.

“Polonya’nın Dönem Başkanlığı Güvenlik ve Yaptırımlara Öncelik Veriyor”

Polonya’nın AB Konseyi Dönem Başkanlığı, Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesinden bu yana süregelen yaklaşımını devam ettirerek güvenlik ve savunmaya vurgu yapacak. Wrocław Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent ve Orta Avrupa Enstitüsü’nde Kıdemli Analist olan Jakub Bornio,“Polonya’nın önceliği Rusya’ya yönelik yaptırımları sürdürmek ve bir dereceye kadar genişletmek olacak ” diyor. Borneo, Polonya’nın ayrıca Ukrayna’ya askeri destek sağlayan AB üyesi ülkelere Avrupa Barış Fonu’ndan yararlanarak mali yardım sağlamaya odaklanacağını söyledi.

Ancak Macaristan’ın kritik mali tedbirleri veto etmesi bir sorun teşkil etmeye devam ediyor. Bornio, “ABD’den güçlü sinyaller gelmeden Polonya’nın Macaristan’ı tutumunu yumuşatmaya ikna etmesinin kolay olup olmayacağından emin değilim” uyarısında bulunuyor. Polonya’nın 2025 yılına kadar GSYH’sinin %4.7’sini savunmaya ayırmayı planladığı düşünüldüğünde, savunma harcamalarının AB bütçe açığı hesaplamalarının dışında tutulması için savunuculuk yapmak da bir diğer kilit odak noktası olacak.

Bornio ayrıca daha geniş güvenlik kaygılarının da altını çiziyor: “Polonya’nın öncelikleri arasında yasadışı göç ve göçün silah haline getirilmesiyle mücadelenin yanı sıra Belarus ve Rusya tarafından organize edilen hibrid tehditlerle mücadele de yer alıyor.” Ayrıca Polonya, NATO üyesi ülkelerin GSYİH’lerinin en az %3’ünü askeri harcamalara ayırmaları için baskı yapacak ve AB’nin mali kurallar konusunda işbirliği yapmasını talep edecektir.

“Hem Polonya hem de ABD birbirine bağımlı”

“En azından bölgedeki güvenlik söz konusu olduğunda büyük değişiklikler olacağını düşünmüyorum. Hem Polonya hem de ABD birbirine bağımlı “ diyor Jakub Bornio, Trump’ın yeniden seçilmesini de göz önünde bulundurarak. Polonya’nın bu ittifakta küçük ortak statüsünde olduğunu kabul etmekle birlikte, ülkenin hala ABD’nin değer verdiği varlık ve kabiliyetlere sahip olduğunun altını çiziyor. Sonuç olarak, ABD-Polonya ilişkilerinin güvenlik konularında güçlü kalmaya devam etmesi bekleniyor.

Ancak Bornio kişisel ilişkilerde potansiyel gerginlikler öngörüyor. “Bu kişisel ilişkilerin biraz sert olması muhtemel ve bu da Polonya’nın ABD ile ilişkilerini etkileme kabiliyetini etkileyebilir. Polonya başbakanının kampı ile Trump’ın kampı arasında bazı düşmanlıklar olduğu bir sır değil” diyor. Bu gerilim, Bornio’nun Trump’ın ikinci yönetiminde çalkantılı olacağını öngördüğü Polonya’nın ABD-Almanya ilişkilerini yönlendirme becerisine de yansıyabilir.

Bornio, bu zorluklara rağmen Polonya’nın ABD ile güçlü bağlarını sürdürme kararlılığını vurguluyor: “Trump’ın önceki yönetiminden öğrendiğimiz şey, onun da çok taraflı platformlardan ziyade ikili bağları tercih edeceğidir.”

“Polonya’daki Seçimler Güvenlik ya da AB Taahhüdünü Değiştirmeyecek”

Jakub Bornio, Polonya’da 2025’te yapılacak seçimlerle ilgili olarak“Dış politika ve güvenlik politikasında pek bir değişiklik olmayacak ” diyor. Hem Sivil Koalisyon hem de Hukuk ve Adalet Partisi güvenlik, savunma ve Polonya’nın AB üyeliğinin devamı konusunda güçlü taahhütlere sahip.

“Her iki aday da Polonya’nın AB üyesi olması ve güvenliğe öncelik verilmesi gerektiğine inanıyor ” diyen Bornio, bu kilit konularda fikir birliği olduğunu belirtiyor.

Ancak Bornio potansiyel zorluklara da işaret ediyor: “Şu anda muhalefette olan Hukuk ve Adalet kampında, adaylarının Trump ve kabinesi tarafından bir şekilde destekleneceğine dair büyük umutlar var.” Ayrıca mevcut Polonyalı elitler ile Trump yönetimi arasındaki gerilimin de altını çiziyor.

“Polonya Bu Dönem Türkiye’ye Öncelik Vermeyecek”

Polonya Dönem Başkanlığı programının iki bölümünde Türkiye’den bahsedilmektedir. Dışişleri Konseyi’nin altında yer alan belgede “Batı Balkanlar ve Türkiye’nin, devam eden siyasi diyaloğun sürdürülmesi de dâhil olmak üzere, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) kapsamında AB ile yakın işbirliği yörüngesinde tutulmasına” yönelik çabalar vurgulanıyor . Ayrıca, Genel İşler Konseyi’nin genişleme paragrafı kapsamında, Polonya Dönem Başkanlığı “aday ülke statüsünü dikkate alarak ve Avrupa Konseyi kararları doğrultusunda Türkiye ile yapıcı bir diyalog sürdürmeyi” taahhüt etmektedir.

Jakub Bornio Polonya’nın AB genişlemesine yaklaşımını ele aldı ve Polonya’nın uzun süredir AB’nin genişlemesini savunduğunu belirterek, “AB-Türkiye ilişkilerinin bu yarı yılda çok fazla değiştiğini görmüyorum” dedi . Polonya Batı Balkanlar, Moldova ve Ukrayna ile bağlarını güçlendirmeye odaklanacak. Bornio, kısa vadede önemli bir değişiklik beklenmediğini vurgularken, “Özellikle Batı Balkan ülkeleri söz konusu olduğunda, AB ile ortaklık oldukça mümkündür ve Polonya dönem başkanlığı tarafından vurgulanacaktır ” diye ekliyor. Bornio ayrıca AB’nin Moldova’yı desteklemede önemli bir rol oynayacağını öngörüyor ve Gürcistan’a daha dengeli bir yaklaşım hedefliyor.

Bornio ayrıca Polonya’nın Türkiye konusundaki temkinli duruşunun da altını çizdi. Polonya’nın Türkiye’nin NATO’nun Doğu Kanadındaki varlığını desteklediğini ve şu ana kadar sadece küçük bir birliğin konuşlandırıldığını açıkladı. Bununla birlikte, Bayraktar anlaşmalarıyla örneklenen güvenlik konularında daha güçlü işbirliği umutlarının gerçekleşmediğini ve Türkiye’nin eylemleriyle bağlantılı bir endişe olan göçün silahlandırılmasının Varşova’da daha soğuk karşılanmasına yol açtığını belirtti. “Bu durum Varşova tarafından pek hoş karşılanmadı, dolayısıyla Polonya’nın açıklamaları ne olursa olsun bu dönemde Türkiye’ye öncelik vereceğini sanmıyorum.”

Lizbon Antlaşması’ndan bu yana Üçlü Başkanlık Sistemi

AB Konseyi başkanlığı altı ayda bir üye ülkeler arasında dönüşümlü olarak yapılır. Dönem başkanlığını yürüten her ülke toplantılara başkanlık ederek yasama sürecinin yönetilmesine yardımcı olur. Başkanlık sistemi ayrıca, birbirini izleyen üç üye devletin uzun vadeli hedefler belirlemek ve ortak bir gündem hazırlamak için 18 aylık bir süre boyunca yakın işbirliği yaptığı “üçlü” olarak da çalışır. Konsey Başkanlığı herhangi bir yürütme gücüne sahip olmasa da, liderlik ve gündem belirleme bağlamında hala önemlidir.

Lizbon Antlaşması ile 2009 yılında getirilen bu sistem, her ülkenin daha geniş bir bağlam içerisinde belirli önceliklere odaklanmasına imkan tanımaktadır. Mevcut üçlü Polonya, Danimarka ve Kıbrıs’tan oluşmaktadır. Her bir dönem başkanlığı AB mevzuatını ileriye götürmek, Konsey’de sorunsuz işleyişi sağlamak ve Avrupa Komisyonu ve Parlamentosu da dahil olmak üzere diğer AB kurumlarıyla ilişkilerinde Konsey’i temsil etmekle görevlidir.

AVRUPA

Macron Fransız büyükelçileri ile buluştu

Yayınlanma

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Elysee Sarayında Fransız büyükelçileri ile bir araya geldi.

Ukrayna savaşından Suriye’de rejim değişikliğine, İran’ın nükleer programından Elon Musk’ın “seçimlere müdahalelerine” kadar birçok konuya değinen Fransız lider, yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın tutumunun kritik olduğuna işaret etti.

Savaş dördüncü yılına girerken Ukrayna’yı toprak konusunda “gerçekçi” beklentilere sahip olmaya çağıran Macron, çatışmaya “hızlı ve kolay bir çözüm” görmediğini söyledi.

Macron, “ABD durumun doğasını değiştirmemize yardımcı olmalı ve Rusya’yı müzakere masasına gelmeye ikna etmelidir,” derken, yeni Amerikan başkanının, Ukrayna’nın kaybetmesi halinde ABD’nin “hiçbir şey kazanma şansı olmadığını kendisinin de bildiğini” öne sürdü.

Avrupalıların Ukrayna için “güvenlik garantileri” sunmaları gerekeceğini de sözlerine ekleyen Fransız lider, ayrıca “yorgunluk” nedeniyle Ukrayna konusunda taviz vermeyi kabul etmeleri halinde Batılı ülkelerin güvenilirliğinin “paramparça” olacağı uyarısında bulundu.

Fransa Cumhurbaşkanı, “Ukrayna’nın teslim olması Avrupalılar ve Amerikalılar için iyi olmaz,” dedi.

Suriye konusunda ‘naiflik’ yok

Konuşmasının bir başka bölümünde Macron, Beşar Esad’ın devrilmesinin ardından Suriye’deki yeni HTŞ yönetimi konusunda Batının “açık görüşlü” olması gerektiğini söyledi ve Fransa’nın “Kürt savaşçıları terk etmeyeceği” sözünü verdi.

Macron Fransız büyükelçilerine hitaben yaptığı konuşmada, “Suriye’deki rejim değişikliğini naiflikten uzak bir şekilde değerlendirmeliyiz,” derken, ülkesinin Suriye’de “aşırılık yanlısı” gruplarla savaşan “Kürtler gibi özgürlük savaşçılarını” terk etmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Macron’a göre Avrupa ve Orta Doğu için ‘başlıca güvenlik sorunu’ İran

Macron ayrıca Orta Doğu’da İran’ın nükleer programını hızlandırması ve Ukrayna savaşında Rusya’ya destek vermesini gerekçe göstererek İran’ın “Fransa, Avrupalılar, tüm bölge ve ötesi için başlıca stratejik ve güvenlik sorunu” olduğunu ileri sürdü.

Macron bu konunun ABD’de Trump yönetimiyle önemli bir tartışma konusu olacağını sözlerine ekledi.

Macron ayrıca, İran’ın nükleer programının hızlanmasının, kendilerini “neredeyse geri dönüşü olmayan bir noktaya götürdüğünü” öne sürdü.

Musk’ı seçimlere müdahale etmekle suçladı

Macron ayrıca sosyal medya platformu X’in milyarder sahibi Elon Musk’ı, Almanya’da önümüzdeki ay yapılacak erken genel seçimler de dâhil olmak üzere seçimlere müdahale etmekle suçladı.

Macron, “on yıl önce, dünyanın en büyük sosyal ağlarından birinin sahibinin yeni bir uluslararası gerici hareketi destekleyeceğini” ve “Almanya da dahil olmak üzere seçimlere doğrudan müdahale edeceği” söylenseydi, bunu kimsenin hayal bile edemeyeceğini savundu.

Fransız lider, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın “Fransa’da güçlü bir müttefiki olduğunu bildiğini” de sözlerine ekledi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Transdinyester’de enerji krizi su kesintilerine yol açtı

Yayınlanma

Transdinyester’de Rusya’dan doğalgaz tedarikinin durmasıyla su temininde ve elektrik şebekelerinde ciddi sorunlar yaşanıyor. 122 yerleşim birimi gazsız kalırken, sanayi tesislerinin neredeyse tamamı faaliyetlerini durdurdu. Halk, enerji ve internet kullanımında tasarrufa çağrıldı.

Transdinyester’de, Rusya’dan doğalgaz tedarikinin durması ve ardından gelen enerji krizi nedeniyle su temininde sorunlar yaşanmaya başladı. Yerel medya kuruluşlarının aktardığına göre, enerji yetersizliği nedeniyle borulardaki basıncın korunamaması ve “elektrik kesintilerinin artması” sonucu, 5 Ocak’ta Sılobodzeya bölgesindeki bazı köylere su verilmesi durduruldu.

Bölge halkından su depolaması istenirken, daha önce Tiraspol’ün çeşitli bölgelerinde su ve elektrik kesintileri yaşandığı bildirildi.

6 Ocak’ta gerçekleştirilen Enerji Kriz Yönetim Toplantısı’nda, Sovyet döneminde inşa edilen Transdinyester enerji sisteminin yükü kaldıramadığı belirtilerek, yurttaşlardan elektrikli cihazları ve ekipmanları seçici bir şekilde kullanmaları istendi.

Toplantıda açıklama yapan kriz merkezi başkanı Aleksandr Rozenberg, “Şu anda tamamen doğalgazsız kalan 122 yerleşim birimi var. Gazsız kalan abonelerin 51.507’si kırsal alanlarda, 20 binden fazlası ise şehirlerdeki özel konutlarda bulunuyor. Ayrıca, 1800’ü aşkın tüzel kişi ve işletme de doğalgazdan yoksun,” ifadelerini kullandı.

İletişim operatörü Interdnestrkom (IDC) ise elektrik kesintilerinin yaşandığı bölgelerde mobil iletişim ve internet bağlantılarında sorunlar olabileceği konusunda halkı uyardı. Kullanıcılardan interneti “akılcı bir şekilde” kullanmaları talep edildi.

Geçtiğimiz günlerde meydana gelen elektrik kesintileri nedeniyle yaklaşık 5 bin kişi elektriksiz kaldı.

Elektrik şebekesinde bir gün içinde 121 arıza tespit edilirken, bu arızaların dörtte birinin Sılobodzeya bölgesinde gerçekleştiği kaydedildi.

Ayrıca, geçtiğimiz perşembe günü enerji krizinin etkisiyle Transdinyester’deki neredeyse tüm sanayi tesislerinin faaliyetlerini durdurduğu bildirildi.

Bölgenin İktisadi Kalkınma Bakanı Sergey Obolonik, “Transdinyester’in gıda güvenliğini sağlayanlar dışında tüm sanayi tesisleri durduruldu,” dedi.

Yetkili, durumun kontrolden çıkmadığını söylese de “Sorunun bu denli küresel bir boyut kazanması, uzun süre çözüme kavuşturulmazsa geri dönüşü olmayan değişimlere yol açabilir; bu da işletmelerin yeniden faaliyete geçme imkânlarını kaybetmesi anlamına gelir,” açıklamasında bulundu.

Rusya’dan doğalgaz tedariki kesildi: Transdinyester’de sanayi felç oldu

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Avusturya’da Şansölye Nehammer istifa etti

Yayınlanma

Avusturya’da hafta sonu Şansölye Karl Nehammer’in sürpriz istifasının ardından siyasi belirsizlik başladı. Bu adımın, sağcı Avusturya Özgürlük Partisinin (FPÖ) ilk kez hükümetin kontrolünü ele geçirmesine yol açacağı düşünülüyor.

Siyasi bir skandalın Sebastian Kurz’u istifaya zorlamasının ardından 2021 yılında şansölye olan eski subay Nehammer, hem ülkenin hem de merkez sağ Avusturya Halk Partisinin (ÖVP) liderliğinden istifa edeceğini söyledi.

Cumartesi günü geç saatlerde yaptığı kısa bir video açıklamasında, şansölyelik görevinden istifasının önümüzdeki günlerde yürürlüğe gireceğini söyledi ve “düzenli bir geçiş” sözü verdi.

Cuma günü üçlü bir merkezci koalisyon kurma görüşmelerinin çökmesinin ardından gelen bu karar, ÖVP’nin FPÖ ile koalisyon görüşmelerini sürdürmesi için kapıyı açıyor. Nehammer, başkanı Herbert Kickl’in “aşırılıkçılığını” gerekçe göstererek FPÖ ile koalisyona karşı çıkıyordu.

Ne var ki bu görüş ÖVP’deki herkes tarafından paylaşılmıyordu. Bu grubu oluşturanlar esas olarak, partinin iş dünyası kanadında yer alan ve ikinci durgunluk yılını yaşayan ekonomiyi canlandırmak için bir sonraki hükümetin daha agresif reformlar yapmasını isteyen kişiler.

ÖVP yetkilileri pazar günü yaptıkları açıklamada, partinin eylül ayında Avusturya’da yapılan genel seçimleri %29 oyla kazanan FPÖ ile görüşmelere hazır olduğunun sinyalini verdi.

Parlamentoda temsil edilen diğer dört partinin FPÖ ile görüşmeyi reddetmesinin ardından, FPÖ’nün zaferi pazar gününe kadar pirus zaferi olarak görülüyordu.

Kickl pazar günü geç saatlerde yaptığı açıklamada, “Kaybedilen zamanın, kaosun ve burada yaratılan muazzam güven kaybının sorumlusu biz değiliz. Tam tersine, FPÖ’nün Avusturya’nın iç siyasetindeki tek istikrarlı faktör olduğu ve olmaya devam ettiği açıktır,” dedi.

Top artık Cumhurbaşkanı Bellen’de

Eylül ayında oyların %26’sını alarak seçimleri ikinci sırada tamamlayan FPÖ ile ÖVP arasında kurulacak bir koalisyon, parlamentoda büyük bir çoğunluğa sahip olacak.

Şu anki tek soru, şansölye adaylarını reddetme yetkisine sahip Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’in Kickl’i şansölye olarak kabul edip etmeyeceği.

Teorik olarak FPÖ daha az tartışmalı başka bir aday çıkarabilir fakat Kickl bu görevi istediğini açıkça ortaya koydu.

Anayasal kriz ihtimali gündemde

Eğer FPÖ ve ÖVP bir hükümet kurma konusunda anlaşır ve Kickl’i şansölye olarak belirlerse, Van der Bellen vetosunu kullanabilir, fakat bu ülkeyi anayasal bir krize sürükler.

Böyle bir sonuç muhtemelen sadece FPÖ’nün popülaritesine daha da artıracak. Son kamuoyu yoklamalarında parti %37’ye varan bir oy oranına sahip, bu da Van der Bellen’in yeni bir seçim çağrısı yapması halinde FPÖ’nün sandıktan daha da güçlü çıkacağını gösteriyor.

Kasım ayında parti Steiermark eyaletinde yapılan önemli bir bölgesel seçimi kazanarak oyların %35’ini aldı ve eyaletin kontrolünü ilk kez ele geçirdi.

Dolayısıyla Van der Bellen’in bu durumu sineye çekmesi daha olası. Pazar günü yaptığı açıklamada bunu kabul etti ve “yeni durumu görüşmek üzere” pazartesi günü için Kickl ile bir toplantı planladığını söyledi.

Kickl, Avusturya’yı göçe karşı “kale” yapmak istiyor

Seçim kampanyasını Volkskanzler (Halkın Şansölyesi) olma ve Avusturya’yı göçe karşı bir “kale” haline getirme vaadiyle yürüten Kickl, yabancılar ve İslam hakkında sert yorumlar yapmasıyla biliniyor.

Örneğin 2018’de içişleri bakanı olarak mültecileri özel merkezlerde “toplama” fikrini ortaya atan FPÖ lideri, ayrıca mülteci kayıt merkezlerinin adının “geri gönderme merkezleri” olarak değiştirilmesini emretti.

Avusturya Yeşiller Partisinin eski lideri Van der Bellen, AB’yi sert biçimde eleştiren ve hatta Avusturya’yı bloktan çıkarmakla flört eden Kickl ve partisine karşı duyduğu hoşnutsuzluğu gizlemiyor.

Eylül ayında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı teamüllere uymayarak en güçlü partinin lideri olan Kickl’e koalisyon kurma görevini vermemeyi tercih etmişti.

FPÖ’nün nazi geçmişi

1950’lerde fikirlerinden pek de vazgeçmemiş görünen bir grup eski nazi tarafından kurulan FPÖ’nün yükselişi onlarca yıllık bir evrimin doruk noktası olacak.

Parti ilk olarak 1990’larda, o zamanlar eski Yugoslavya’dan gelen göç konusunu seçmenleri harekete geçirmek ve ana akıma meydan okumak için kullanan Jörg Haider döneminde uluslararası dikkatleri üzerine çekti. 1999 yılına gelindiğinde Haider, partisini ulusal seçimlerde ikinci sıraya yükselten güçlü bir takipçi kitlesi oluşturmuştu.

FPÖ, ÖVP’nin küçük ortağı olarak koalisyonlara girmeye devam etti. Merkez sağın FPÖ ile kol kola girme kararı o dönemde o kadar tartışmalıydı ki, AB’nin diğer üyelerinin Viyana’ya “diplomatik yaptırımlar” uygulamasına neden oldu. Bu sembolik bir hareketti ve pratikte ikili ziyaretlerin durdurulması anlamına geliyordu.

FPÖ liderliğindeki bir hükümet, İkinci Dünya Savaşından bu yana ulusal siyaseti “merkez” partiler tarafından domine edilen bir ülke olan Avusturya için bir dönüm noktası olacak.

İbiza skandalı ve sonrası

Sebastian Kurz liderliğinde 2017’de kurulan ikinci FPÖ-ÖVP koalisyonu “İbiza olayı” nedeniyle çarpıcı bir şekilde çökmüştü.

Hükümet, dönemin FPÖ lideri ve Şansölye Yardımcısı Heinz-Christian Strache’nin bir Rus oligarkın yeğeni olduğuna inandığı bir kadına para karşılığında siyasi iyilikler yapmaya çalıştığını gösteren gizlice çekilmiş bir videonun yayınlanmasının ardından 18 ay sonra çöktü.

Birkaç saat uzunluğundaki görüntüler, göreve gelmeden aylar önce Strache’nin tatil yaptığı İbiza adasındaki özel bir villada çekilmişti.

O zamandan beri devam eden soruşturmalar Avusturya adalet sistemini meşgul etti ve Kurz’un görevden ayrılmasında merkezi bir rol oynadı.

Gözden düşen Kurz geri dönebilir mi?

Eski Şansölye Kurz’un dramatik bir çöküşün ardından Avusturya siyasetine dönüp dönmeyeceği de merak konusu.

Son olarak geçen şubat ayında Avusturya’da bir mahkeme Kurz’u bir parlamento araştırma komisyonuna yalan beyanda bulunmaktan suçlu bulmuştu.

Yargıç Michael Radasztics, 37 yaşındaki Kurz’a, hükümetine yönelik 2020 soruşturması sırasında parlamentoyu yemin altında kandırmak gibi ağır bir suçtan sekiz ay ertelenmiş hapis cezası vermişti.

Kurz, şansölyelik görevinden istifasından bu yana Silikon Vadisi yatırımcısı ve Palantir’in kurucusu Peter Thiel için danışmanlık yapıyor.

Kurz ayrıca Pegasus casus yazılımının arkasındaki şirketin kurucularından Shalev Hulio ile birlikte İsrail’de bir siber güvenlik firması kurdu.

Öte yandan Bild’in genel yayın yönetmen yardımcısı ve Kurz’un biyografisini yazan Paul Ronzheimer’ın aktardığına göre Kurz, ÖVP’nin kendisine teklif götürdüğü söylense de partiye geri dönmek istemiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English