Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda gelinen süreç üzerinde Belarus etkisi

Yayınlanma

Avrupa’nın son diktatörü olarak adlandırılan Aleksander Lukaşenko yaklaşık 30 yıldır Belarus’un yönetimindeki isim. Belarus’ta 1994 seçimleri ile başa gelen Lukaşenko 2020 yılında beşinci kez seçildi. Belarus’ta Lukaşenko iktidarı, Avrupa’dan ziyade Rusya Federasyonu ile iyi ilişkilerini sürdürmekte. Bu durum jeopolitik açıdan, Avrupa’da yer alan ancak Rusya ile ilişkileri noktasında Sovyet bağlarını devam ettiren bir ülke profili çizmekte.

Bu durum şaşırtıcı gelmemeli çünkü Rusya’nın, Belarus için sağladığı belli bir alan söz konusu. Ayrıca 1994 seçimlerinden bu yana iktidarda olan Lukaşenko için de en önemli destekçi Rusya konumunda. Bu bağlamda Rusya ile Avrupa’nın bağları ne kadar azalır ise Belarus’un da o kadar süreçte Rus yanlısı olması kaçınılmaz bir durum. Keza Rusya Ukrayna Savaşı sürecinde de bu durum kendini gösterdi.  Rusya’ya uygulanan Batı yaptırımları sonrasında Rusya’nın alternatif alanlar üzerinden iktisadi ilişkilerini artırma girişiminin bir yansıması da Belarus ile artan stratejik ortaklık ve iktisadi ilişkiler oldu. Elbette Belarus’a asker konuşlandırma ve mühimmat verilmesi de ayrıca dikkat alınmalı. Peki, ama iki ülke arasındaki bu iyi ilişkiler Belarus’un Ukrayna Savaşı’na dâhil olmasına yol açabilir mi? Belarus’un, Ukrayna savaşı açısından Rusya için önemi adeta bir köprübaşı görevi görmesidir. Ancak Belarus’un Ukrayna savaşına yaklaşımı da beklenen seviyede mi?

Ukrayna Savaşı’nda Belarus etkisi

Belarus ve Rusya arasındaki ilişkiler, Belarus Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sayfasında coğrafi konumun yanı sıra “halklar arasındaki yakın tarihi ve kültürel bağlara” olan vurgu ile açıklanmaktadır.[1] Elbette Rusya’nın Çarlık dönemi ve akabinde bölgenin Rus tarihinin önemli bir parçası olması önemli ancak 1991 yılında parçalanan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği akabinde tıpkı Baltık ülkeleri gibi Avrupa odaklı bir Belarus karşımıza çıkmamaktadır. Bu bağlamda Rusya, Belarus’un en büyük destekçisi ve aynı zamanda stratejik ortağıdır. Hatta Belarus’un dış ticaretinin yarısını oluşturan Rusya ile ekonomik ilişkileri Rusya-Ukrayna Savaşı’na rağmen artmıştır. 2022 yılında iki ülke arasındaki karşılıklı ticaret yaklaşık yüzde 15 artmıştır. Öte yandan Ukrayna ile olan ilişkilere bakıldığında özellikle iktisadi açısından durma notasına gelen bir alan görülür. 2021’deki 6,9 milyar dolar olan iktisadi ilişkiler 2022’de 1,6 milyar dolara, 2023 yılının ilk yedi ayında ise 13,8 milyon dolara düşmüştür.[2]

Belarus’un özellikle 2022 Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna topraklarında başlattığı “özel askeri operasyon” kapsamına takip ettiği politikalar önemli hale geldi. Lukaşenko ise bu süreçle birlikte binlerce Rus askerini ülkesine kabul etmiştir. Hatta 2023 yılında gerçekleşen özellikle Wagner’in ayaklanma süreci hatırlandığında, Wagner’in lideri Yevgeni Prigojin ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında bir arabuluculuk da yapmış. Akabinde ise Wagner askerleri Belarus topraklarında konuşlanmıştı.  Ayrıca 2023 yılı itibari ile de Rusya’nın taktik nükleer silahlarının bir kısmı da yine Belarus topraklarına konuşlandırılmıştır. Bu hamle sonrasında Putin, Rusya’yı “stratejik bir yenilgiye uğratmayı düşünenlere bir hatırlatma”[3] olduğunu ifade etmiştir. Ancak Belarus’un doğrudan çatışmaya katılmadığı unutulmamalı. Sadece bir caydırıcılık amacı ile Rusya ile ittifakı ekseninde bölgede araçsallaştırılmış rolünü sürdürmekte.

Belarus, Rusya açısından önemli bir müttefik olmasının yanı sıra dış politikada özellikle Avrupa ile olan ilişkilerinde de önemli bir hibrit savaş aracı olarak görülmektedir. Bu durum esasında yeni değildir. Daha öncesinde de Avrupa ile ilişkilerde sorun yaşanan dönemlerde Rusya ve Belarus Avrupa’ya giden boru hatları üzerinde enerji arzının azalması, tamir çalışmaları vb politikalar takip etmişlerdir. Bu açıdan iki ülke arasındaki ilişkiler ortak caydırma politikalarının da bir yansımasıdır.

Öte yandan Ukrayna ile olan savaş noktasında Belarus’ta muhalif sesler de söz konusu. Belarus’un, Ukrayna ile 1.000 kilometrelik sınırı olması ilişkilerin de boyutunu düşünmeyi gerekli kılmaktadır. Bunun nedeni Ukrayna’nın 6 Ağustos’ta gerçekleştirdiği ani bir saldırı ile Rusya topraklarına sızması ve Kursk cephesinin açılması ekseninde okunmalı. Yaklaşık üç yıldır Ukrayna topraklarında devam eden savaş artık Rusya topraklarında açılan yeni cephe ile daha da genişledi. Bunun bir sonraki ayağının Belarus olması ihtimali de düşünülmeli. Zelenski’nin, Kursk’a girmesi kararında son dönemde AB ve ABD’nin azalan desteği ve Rusya karşısında elini güçlendirme amacı olduğu ifade edilmekte. Ancak bu durum aynı zamanda yayılan savaşın teritoryal alanının da bir yansıması. Yani Ukrayna’nın kendi topraklarında devam eden savaşta yaşadığı sorunlar karşısında artık Rusya da kendi topraklarında savaşı yakından yaşamakta. Bu nedenle de yeni cepheler yeni sorunlar ve yeniş araçsallaştırmaları beraberinde getirebilir.

Belarus’ta Rusya desteği çatlağı mı?

Belarus’un bu nokta da etkisi yeniden düşünülmeli. Bunun nedeni PBS’nin[4] 2023 tarihli haberinde Belarus’ ta giderek artan savaş korkusu kaynaklı. Bilindiği gibi Rusya, Belarus’a silah ve mühimmat yollarken bir yandan da özellikle taktik nükleer savaş söylemleri arka planda yer almakta. Fakat Belarus’un yaklaşık 45.000 kişilik ordusunun, Ukrayna’ya gönderilmesi durumunda emirleri uygulamayacak askerlerin olacağı ihtimali de gündeme getirilmiştir. Hatta 2022 Chatham House tarafından yapılan bir ankete göre, Belarus halkının %25’i Rusya’nın eylemlerini desteklerken, katılımcıların %97’sinin ise Belarus birliklerinin konuşlandırılmasına karşı çıktığına yer verilmiştir.[5] Dolayısı ile Belarus’ta halk desteği ve iktidar desteğinin çok farklı kutuplarda olduğu görülmektedir. Buna karşılık şu ana kadar Lukaşenko’nun da doğrudan saldırgan bir adım atmadığı unutulmamalı.

Ukrayna, savaş süreci içinde Belarus topraklarında insansız hava araçlarının (İHA) ihlallerde bulunmasına karşı doğrudan bir adım atılmamıştır. Keza Belarus olası tehditlere Ukrayna sınırına mayın ve asker yerleştirmeye de başlamıştır. Bu durum daha önce belirttiğim gibi yeni bir cephe olarak Belarus topraklarının hedef alınacağı ihtimalini de göz önüne aldıklarını gösterir.

Nitekim Kursk cephesi ile Ukrayna-Rusya Savaşı’nın da seyri değişmeye başladı. Belarus açısından sürekli olarak tetikte olunması gereken bir savaş yanı başında devam etmekte. Dolayısı ile Lukaşenko, Kursk bölgesindeki gelişmelere odaklı olarak bu savaşın III. Dünya Savaşı’na everilebileceğine dair uyarılarda bulunmakta. Ayrıca Rusya ve Ukrayna’nın barış müzakerelerini başlatmasına dair de çağrı yapmakta. Esasında bu çağrıların karşılık bulup bulmayacağı yakın bir gelecekte ön görülmese de Belarus’un bu itidal çağrılarının ardında yeni cephelerin açılması ihtimalinin yanı sıra nükleer bir tehdidin varlığı unutulmamalı. Her ne kadar Rusya’nın taktik nükleer silahları Belarus topraklarına konuşlandırması ya da kendi nükleer doktrini bağlamında tehlike durumunda bunları kullanması konusu söz konusu olsa da iki nükleer santral üzerinden (Kursk ve Zaparojye) olası bir nükleer tehdit gerçeği de unutulmamalıdır.

* Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan, Kırıkkale Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü. e-mail: mervesuna@kku.edu.tr

[1]https://www.mfa.gov.by/en/bilateral/russia/#:~:text=Traditionally%2C%20Russia%20is%20both%20our,of%20the%20Republic%20of%20Belarus.

[2] https://www.wilsoncenter.org/blog-post/ukraine-belarus-relations-context-russo-ukrainian-war

[3] https://www.bbc.com/turkce/articles/cn42re7ldeeo

[4] https://www.pbs.org/newshour/world/belarusians-wary-of-being-drawn-into-russias-war-in-ukraine

[5] https://en.belaruspolls.org/wave-11

GÖRÜŞ

Hindistan’da ‘nüfus sayımı’ problemi

Yayınlanma

Savaşlar ve diğer krizler boyunca dahi Hindistan nüfus sayımına sadık kalan bir ülke olarak biliniyor(du); on yılda bir, yüz binlerce sayım görevlisi ülkedeki her evi ziyaret ederek, Evinizde kaç kişi yaşıyor? Evinizde kaç kişi çalışıyor, ne iş yapıyor, kaç kişi okuyor? Eviniz neyden yapıldı? Tuvaletiniz var mı? Arabanız var mı? İnternet bağlantınız var mı? vs. gibi soru listesi ile insanların işleri, aileleri, ekonomik durumları, göç statüleri ve sosyo-kültürel özellikleri gibi parametreler hakkında bilgi toplar. Bu veriler, Birlik devletlerine federal fon tahsis etmekten ve okullar inşa etmekten seçimler için seçim bölgesi sınırlarını çizmeye kadar her şey hakkında kararlar almak için kullanılır. Ancak günümüzde, hatta uzunca bir süredir, Hindistan nüfus sayımı yapmayan birkaç seçili ülke arasında yer alıyor; Hindistan’ın beraberindekiler işgal, iç savaş ya da ekonomik kriz yaşayan ülkeler. Başbakan Narendra Modi, yıllardır süren eleştirilerin ardından üçüncü döneminde artık önemli veri boşluklarını kapatmayı hedefliyor gibi görünüyor. Hindistan’ın 2021’de yapılması planlanan on yıllık nüfus sayımının eylül ayında başlaması ve yaklaşık 18 ayda tamamlanması bekleniyor. Ancak Birlik içişleri ve istatistik bakanlıkları, sonuçların Mart 2026’da açıklanacağını öngören bir zaman çizelgesi hazırlamış olsa da başbakanlık ofisinin henüz sürecin başlatılmasına resmi bir onay vermediğini de vurgulayalım. Hindistan’ın on yılda bir yapılan nüfus sayımının COVID-19 salgını başladığında 2020’de başlaması ve 2021’de tamamlanması gerekiyordu ancak salgın nedeni ile “süresiz olarak” ertelenmişti. Bu, 150 yıllık tarihinde on yılda bir yapılan nüfus sayımının ilk kez ertelenmesi durumudur.

Nüfus sayımının ötelenmesi basit bir durum gibi görülebilir, ancak nüfus sayımının olmamasının ciddi sonuçları olması kaçınılmazdır çünkü nüfus sayımı yalnızca bir ülkedeki insan sayısını saymak değildir, mikro düzeyde kararlar almak için gereken yaşamsal verileri sağlar. Birleşmiş Milletler’in geçen yıl yayınladığı bir rapora göre Hindistan, geçen yıl Çin’i geride bırakarak dünyanın en kalabalık ülkesi oldu. Milyonlar, hatta milyar ile ifade edilen insanı, bu insanları arasında hiyerarşik yapıya atıf yapan kast sistemi, çok çeşitli etnik, dini, dilsel, kentsel, kırsal, kabile toplulukları olan ve tüm bunlar ile beraber aynı zamanda ekonomik bağlamda da zengin ile fakir farkının uç noktalarda olduğu, ayrıca işsizliğin ve yoksulluğun da kayda değer bir varlığı bulunan Hindistan’da nüfus sayımı çok önemlidir. Nüfus sayımının gerçekleştirilmesindeki gecikme aynı zamanda diğer istatistiksel anketlerin doğruluğu üzerinde doğrudan etki eder. Bunlara ekonomik göstergeler, enflasyon oranları ve istihdam rakamları gibi önemli veri kümeleri dahil. Şu anda bu veri kümelerinin çoğu ve bunların sonuçlarına dayalı hükümet plan ve programları 2011’de yapılan son nüfus sayımından alınan verilere dayanıyor.

Dolayısıyla Hindistan’da güncel nüfus sayımı verilerinin eksikliği, Hindistan’ın Ulusal Örneklem Anketi (vatandaşların ekonomik yaşamının tüm yönleri hakkında bilgi toplayan bir dizi anket) ve Ulusal Aile Sağlığı Anketi (sağlık ve sosyal göstergelere ilişkin kapsamlı bir hanehalkı anketi) kalitesini etkilemesinin yanı sıra sağlık, demografi ve ekonomi ile ilgili yaşamsal veri setinin de gecikmesine neden oluyor. Bu gecikmenin doğrudan bir sonucunun, hükümetin yoksullara gıda, tahıl ve diğer temel ihtiyaçları ulaştırdığı Kamu Dağıtım Sistemi üzerinde olduğuna dikkat çekiliyor. Ki ülkede milyonlarca Hint, hükümetin gıda refahı programına güveniyor. Güncel rakamların eksikliği ve Modi hükümetinin 2021 nüfus sayımını yapmaması nedeni ile Hindistan’da yaklaşık 100 milyon kişinin Kamu Dağıtım Sistemi’nin dışında bırakıldığı belirtiliyor. Hint ekonomistler, 2021 nüfus sayımı hiç yapılmadığı için hükümetin ücretsiz gıda tayınından yararlanan vatandaşların sayısına işaret ile son nüfus sayımındaki 800 milyon rakamında takılıp kalınmasını talihsiz bir durum olarak niteliyor ve Hint yasalarına, Ulusal Gıda Güvenliği Yasası’na göre kentsel alanlardan yüzde 50 ve kırsal alanlardan yüzde 75’lik nüfusun Kamu Dağıtım Sistemi kapsamına alınması gerektiğine vurgu yapıyor.

Gıda güvenliğinin yanı sıra, Hindistan’da nüfus sayımı verilerinin eksikliği Mahatma Gandhi Ulusal Kırsal İstihdam Garanti Programı’nı da etkiliyor çünkü Birlik hükümetinin devletteki hane ve işçi sayısına göre her devlete fon tahsis etmesi gerekiyor. Birlik devletlerinin hükümetlerinin ayrıca güncellenmiş rakamların olmaması nedeni ile Planlanmış Kast / Planlanmış Kabile (SC/ST) topluluklarının geliştirilmesi, yaşlılık maaşı ve yoksullar için konut sağlamayı amaçlayan çeşitli planlara fon tahsis etmekte zorlandığı ifade ediliyor. Uygun yararlanıcıların refah programlarının dışında kalmamasını sağlamak için baskı altında olan bu hükümetler, kendi veri kümelerini oluşturmak için para harcamak zorunda kalıyor.

Birleşmiş Milletler’in geçen yılki raporuna göre Hindistan nüfusunun 1,5 milyara yakın olduğu tahmin ediliyor. Ülkede son nüfus sayımı 13 yıl önce, 2011 yılında yapılmıştı. Henüz 3 yıllık bir gecikme gibi görünüyor olabilir ancak sayımın eylül ayında başlaması söz konusu olsa dahi ortalama 18 ay süreceği de göz önüne alınırsa totalde 5 yıllık bir gecikme yaşanmış olacaktır ki henüz hala planlama sürecinde olduğunu ve sayım sürecinin resmi olarak onaylanmadığını da yeniden belirtelim. Artık sürecin başlatılması için Modi’nin ofisinden son onayın beklendiği görülüyor. Ve yeniden dikkat çekmek gerekirse Hindistan gibi bir ülkede nüfus sayımı verileri çok önemli çünkü demografik profildeki değişiklikleri, cinsiyet oranını, göçü, hanelerin ekonomik çeşitliliğini ve kentleşmenin kapsamını anlamaya yardımcı olur. Ayrıca, yoksulluk ve eşitsizliği tahmin etmek için herhangi bir örneklem anketinin temelini veya çerçevesini oluşturan nüfus sayımı verileridir.

Bununla beraber, Hindistan gibi bir ülkede nüfus sayımı özellikle son gelişmeler bağlamında çok tartışmalı bir hal aldı. Modi hükümeti, nüfus sayımı ile birlikte Ulusal Nüfus Kaydı’nı (NPR) güncellemek için bir nüfus araştırması yapacağını söylemiş ve bunun üzerine NPR’nin “şüpheli vatandaşların” Hint olduklarını kanıtlamaları için bir liste olacağı iddialarından hareketle Hindistan’ın 200 milyondan fazla Müslümanının hedef alındığı eleştirileri ülke çapında aylarca süren protestoları tetiklemiş ve tüm bunlar tartışmalı 2019 Vatandaşlık (Değişiklik) Yasası’nın (CAA) zemininde yaşanmıştı. Ayrıca bir süredir ülkede birkaç muhalefet ve bölge lideri de Birlik hükümetinin bir kast sayımı yapmasını talep ediyor, ancak bunun Hindu oylarında çatlaklara yol açabileceği ve bunun da iktidar partisi BJP’ye zarar verebileceği ve çeşitli gruplardan rezervasyon/kota taleplerini tetikleyebileceği tartışılıyor. Örneğin, Bihar’da yalnızca geçici bir önlem olabilecek, veri açığının bir kısmını kapatabilecek ve çeşitli göstergelere ışık tutabilecek bir kast sayımı yapılmıştı ancak beraberinde birtakım tartışmaları da getirmişti. Bu arada, “Hindistan’ın Bihar kast anketi ve kast sistemi” başlığını taşıyan 7 Ekim 2023 tarihli ayrıntılı bir yazım da başka bir mecrada bulunuyor ki ilgililer internet üzerinden kolaylıkla okuma sağlayabilirler.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Round 2: Kazanan Kamala, kaybeden ABC

Yayınlanma

2024 Amerikan seçimlerinin Kamala Harris’li ilk münazarası dün akşam yapıldı. Son münazara Biden’ın siyasi kariyerini bitirince Amerikan halkı dünkü münazaraya daha da yoğun ilgi göstermişti. Trump destekçileri “Harris’i de Biden gibi rezil edeceğiz” mottosuyla mekânları doldurmuş, sabırsızlıkla münazaranın başlamasını bekliyordu.

Ancak münazara onların pek beklediği gibi geçmedi. Tahmin edilenden çok daha saldırgan bir Kamala, çok daha savunmada bir Trump izledik. Trump’ı ilk münazarada Biden’a karşı üstün kılan sadece Biden’ın mental sorunları değildi. Trump kendine yöneltilen iddialara ya da sorulara hiçbir şekilde yanıt vermeyip sadece taarruzda kalmıştı. Ancak dün gece özellikle ailesiyle ilgili meselelerde gereksiz yere hırçınlaştı. Karşı taarruzdan ziyade savunmayı tercih etti.

Moderasyon Faciası

Önceki münazaradaki zaferinden dolayı özgüveni yüksek Trump, Harris’in ABC kanalı tercihine olumlu yanıt vermişti. Ancak bu özgüven onun için tam anlamıyla faciaya dönüştü. ABC moderatörleri Trump’ın her cümlesini yalanlamak için birbiriyle yarışırken Kamala Harris’i bir kez bile düzeltmediler. Buradan Harris’in doğruları söylediği sonucunu da çıkartmayın. Mesela en kritik eyaletlerden Pensilvanya ekonomisi için önemli olan ancak çevreye zarar verebilen gaz çıkarma işlemi fracking’i yasaklayacağını söylemiş, münazarada ise bunu söylediğini reddetmişti. 2020 George Floyd protestoları sonrası polisin bütçesinin azaltılması gerektiğini söylemiş, bunu münazarada yine reddetmişti. Trump yönetimi sırasında gerçekleşen sağcıların yürüyüşü Charlottesville olayıyla ilgili “Trump faşistlere iyi insanlar dedi” demiş ancak bunu tamamen bağlamından koparmıştı. Bu cümleler moderasyon tarafından yalanlanmaya muhtaç Kamala Harris iddialarından sadece birkaçı.

İşin sonunda Trump da kendi sosyal medyasında “3’e 1 münazarayı ben kazandım” diyerek tepki gösterdi. Ancak Harris’ten golleri yemişti bir kere. Moderasyonun ilk darbesi, kürtaj meselesini ilk konu olarak seçmesiyle başladı. Başını Heritage Foundation’ın çektiği 70-80 kadar muhafazakar düşünce kuruluşunun katkılarıyla hazırlanan 900 sayfalık “başkanlık değişim rehberi” Project 2025, aşırı muhafazakar maddeleriyle Demokrat ve bağımsız seçmende epey korku yarattı. Seçim kampanyası boyunca Demokratlar Project 2025’e vurgu yaparken, bu rehberin “kürtaj yasağını federal boyutta tüm ülkeye yayacağını” söylemesi münazarada da tartışıldı. Donald Trump, ne kadar Project 2025 ile alakalı olmadığını ve kürtaj yasağını kişisel olarak desteklemediğini söylese de kendi atadığı yüksek mahkeme yargıçlarının kürtajı hak olmaktan çıkarması ve kararı eyaletlere bırakması Amerikan kamuoyunun gözünde faturayı Trump’a kesti.

Tam da bu sebepten Trump, münazaraya bir sıfır geride başladı. Ancak sonrasında eski başkan durumu dengelemeyi başardı. 14 milyon Demokratın oyunu alan Biden’ın zorla adaylıktan indirildiğini, yerine ön seçime girmemiş Harris’in geldiğini vurguladı. Kamala’nın “eski çalışanların seni aşağılayan kitaplar yazıyor” eleştirisine karşılık “çünkü başarısız olanları kovuyorum. Sen Afganistan çekilmesi rezaletinde bir kişiyi bile kovmadın. Kimseyi kovmazsan hakkında kitap yazmazlar” dedi. Harris’in “sen başta olsan Putin Kiev’e gelmişti bile” cümlesine “ben olsam Putin Moskova’da oturuyordu ve 300 bin kişi ölmemişti. Seni diplomasi yap diye yolladılar Kiev’e, 3 gün sonra savaş çıktı” diyerek cevap verdi.

Harris’ten bir de kendi kalesine gol izledik. Artık hangi stratejiyi düşünerek böylesi bir çıkış yaptı bilmiyorum ama Cumhuriyetçilerin eski toprak savaş suçluları George W. Bush ve Dick Cheney ekibinin kendisine destek açıklamasını gururla anlattı. ABD kamuoyunun ciddi kesimlerinde karşılığı olmayan bu kişiler, Demokratların özellikle Müslümanlardan oy almakta zorlandığı bu günlerde Harris’e nasıl bir fayda getirecek emin değilim.

Yenilen pehlivan…

Henüz tarihi kesinleşmemekle birlikte iki münazaranın daha yapılacağı tahmin ediliyordu. Ancak Trump’ın son yaptığı açıklama ortalığı karıştırdı. Trump “münazaradan galip çıktım. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Ben zaten öndeyim, neden rövanşa çıkayım ki?” gibi bir paylaşım yaptı. Trump’ın fikrini değiştirmesi halinde yeni bir strateji belirlemesi muhtemel.

Yine de bu münazaranın büyük bir gaf veya skandal yaşamadan bittiğinin altını çizmek gerekir. İki mahalle de bu sebepten ötürü kendi adayını galip ilan ediyor. Dahası, sosyal medyada çok gürültü yapan Demokrat ve Cumhuriyetçilerden ziyade salıncak eyaletlerdeki kararsızların fikri önemli. Batı’daki ana akım medya 2016 seçim münazarasında Clinton’ı galip ilan etmiş, ancak seçim gecesi büyük bir şok yaşamıştı. Bugün ortam tabii ki daha farklı olsa da Trump’ın asla küçümsenmeyecek bir siyasetçi olduğunu unutmamak gerekir. 2016’dan beri devam eden siyaset macerasında medyada belki yüz defa “Trump’ın işi artık bitti” denmiştir.

Tam da bu sebepten seçimin son haftasına kadar keskin yorumlardan kaçınılmalı. Dünyadaki politik hafıza dakikalara indirgenmişken seçimden tam 2 ay önce gerçekleşen bir münazaranın sonucu belirlemesi kolay değil. Bu, Trump’a suikast girişimi sonrası “artık kesin kazandı” yorumları için de aynıydı, şimdi yapılan “Kamala, seçimi alır” yorumları içinde aynı. Her şekilde önümüzde zorlu bir iki ay var. Kim bilir daha neler olacak!

Round 1: Galip Trump

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Kamala Harris komünist mi?  

Yayınlanma

Çağla Üren

Trump’ın ve Harris’in ekonomi politikaları Amerikalılar için ne öngörüyor ve ne vaat ediyor?

Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri öncesinde Donald Trump’ın suikast girişimine uğramasının ardından gerilim yükselirken adaylar arasındaki atışmalar da yeni bir boyuta taşındı.

Son olarak Trump’ın, ekonomi planını açıklayan Kamala Harris’e “komünist” demesi hem Demokrat Parti içinde hem de küresel sol kamuoyunda bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Cumhuriyetçiler Harris’in komünist olduğunu savunurken, Demokrat Parti’nin daha radikal üyeleri Harris’in sosyalist olmadığını, bu yüzden Bernie Sanders’ı desteklediklerini dile getiriyor.

Bu arada uzmanlar da Harris’in ekonomi planını masaya yatırıyor ve Demokrat adayın gerçekten komünist olup olmadığı tartışmasına dahil oluyor.

Peki Harris gerçekten de komünist mi veya açıkladığı ekonomi planı sosyalist bir politika mı?

Tarafların ekonomi planlarına bakış

Adaylar sıklıkla ekonomi politikalarına odaklanan konuşmalar yapıyor. Bu konuşmalardan yola çıkarak iki adayın ekonomi planlarının bir karşılaştırmasını yaparak başlayabiliriz. Ancak adayların seçilmeleri durumunda uygulayacaklarını söyledikleri bu planların Kongre onayı gerektireceğini de not etmek gerek.

  1. Bahşişler üzerindeki federal vergiler

Aslında hem Trump’ın hem de Harris’in kampanyası popülist bir eğilimi yansıtıyor. Örneğin iki aday da bahşişler üzerindeki federal vergilerin kaldırılması çağrısında bulundu. Trump fikri ilk açıklayan olduğu için rakibini kendisini taklit etmekle suçluyor. Hatta öneri, Trump’ın kampanya mitinglerindeki en sevdiği vaatlerden biri haline gelmiş durumda. Trump fikri ilk olarak haziran ayında, birçok konaklama ve hizmet çalışanının yaşadığı Nevada, Las Vegas’ta ortaya atmıştı.

Yale Üniversitesi’ndeki Bütçe Laboratuvarı’na göre, ABD’de 2023’te yaklaşık 4 milyon kişi bahşişli işlerde çalıştı, bu da tüm istihdamın yaklaşık yüzde 2,5’ine denk geliyor. Ancak bu iş kolundakilerin üçte birinden fazlası federal gelir vergisi borcunu ödeyemeyecek kadar az kazanıyor.

Trump hem federal gelir hem de bordro vergilerinin kaldırılması sözünü verirken, Harris sadece federal gelir vergileri üzerinde duruyor.

  1. Sosyal güvenlik yardımları üzerindeki vergiler

Trump ayrıca bir diğer etkili oy bloğuna, yani yaşlı vatandaşlara vergi indirimi teklif ediyor. Geçen ay Sosyal Güvenlik yardımlarındaki vergileri kaldırmak istediğini şu sözlerle duyurdu.

“Enflasyondan muzdarip sabit gelirli yaşlılara yardım etmek için Sosyal Güvenlik’e vergi uygulanmayacak. Bunu durduracağız.”

Öte yandan bir komite analizi, verginin kaldırılmasının federal açığı 2035’e kadar 1,6 trilyon ila 1,8 trilyon dolar artıracağını gösteriyor. Sosyal Güvenlik ve sosyal sağlık kurumu Medicare’in fonları daha erken tükenirse ve yardımlar kesilmek zorunda kalırsa birçok yaşlı sonunda zarar görebilir.

  1. Gümrük vergileri

Bunun yanı sıra Trump, Beyaz Saray’a dönerse daha fazla gümrük vergisi getireceğini söylüyor. Harris ise ticaret planlarından özel olarak bahsetmedi. Ancak Joe Biden-Harris yönetimi Trump dönemindeki gümrük tarifelerinin çoğunu devam ettirmiş ve hatta bazılarını artırmıştı.

Trump, tüm ülkelerden yapılan tüm ithalatlara en az yüzde 10’luk bir tarife, tüm Çin ithalatlarına da yüzde 60’ın üzerinde bir tarife eklenmesini istediğini dile getiriyor.

Eski başkan, yeni gümrük vergilerinin ülke içindeki işleri canlandıracağını ve geliri artıracağını iddia etse de ekonomistler bu gümrük vergilerinin tipik bir orta gelirli haneye yılda 1.700 dolara mal olabileceğini belirtiyor. Nitekim gümrük vergileri yabancı ülkeler tarafından değil, ABD ithalatçıları tarafından ödeniyor.

Amerikalılar Trump’ın yönetimi sırasında ithal güneş panelleri, çelik ve alüminyum ile Çin mallarına uyguladığı gümrük vergileri nedeniyle bugüne kadar 242 milyar dolardan fazla ödeme yaptı.

Mart ayında Trump, bir dönem daha kazanırsa ABD dışında üretilen tüm arabalara yüzde 100 yeni bir gümrük vergisi koyacağını söylemişti.

Mayıs ayında, Biden-Harris yönetimi de iki yıl içinde çelik ve alüminyum, yarı iletkenler ve elektrikli araçlar dahil olmak üzere belirli Çin malı ürünlere gümrük vergilerini artırma planını uygulamaya koymuştu.

  1. Vergi kesintileri

Eski başkan Trump, ana hedeflerinden birinin, ilk döneminin en önemli başarılarından biri olan 2017 Vergi Kesintileri ve İş Yasası’ndaki kapsamlı vergi kesintilerini genişletmek olduğunu da söylüyor. Zira halihazırda var olan bireysel gelir ve miras vergisi indirimleri gelecek yılın sonunda sona eriyor.

Trump konuyla ilgili bir konuşmasında, “Çalışanlara ve ailelere ekonomik rahatlama sağlamak için ek vergi kesintileri yapacağız ve bunları kalıcı hale getireceğiz” dedi.

Harris ise Biden’ın yılda 400 bin doların altında kazanan hiç kimseden vergi almama sözünü sürdüreceğini dile getiriyor. Trump’ın vergi kesintisi sözünü de eleştiren Harris, bir konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Donald Trump milyarderler ve büyük şirketler için mücadele ediyor. Ben de çalışan ve orta sınıf Amerikalılara için mücadele edeceğim.”

Harris’in planı 100 milyondan fazla Amerikalıya vergi indirimi sağlamak.

  1. Orta sınıf için vergi kredileri

Bunun yanı sıra Harris, çocuk bakımıyla ilgili vergi kredisini 2 bin dolardan 3 bin 600 dolara çıkarmayı ve bunu kalıcı hale getirmeyi talep edecek. Bu alandaki önceki iyileştirme 2021’de yürürlüğe girmişti. Ancak Biden maliyetler nedeniyle bunun süresini uzatamamıştı.

Harris’in planı ayrıca, yaşamlarının ilk yılında çocuk sahibi olan orta sınıf ve düşük gelirli aileler için 6 bin dolara varan yeni bir çocuk vergi kredisi eklemeyi öngörüyor.

Ayrıca 2025 sonunda sona ermesi planlanan ve daha cömert bir paket olan Uygun Fiyatlı Bakım Yasası prim sübvansiyonlarının uzatılmasını talep ediyor.

Öte yandan Harris epey maliyetli olacağı düşünülen bu planların ne kadar süreyle yürürlükte kalacağını açıklamadı.

  1. Konut krizi

Harris, ülkenin uygun fiyatlı konut eksikliğini gidermek için de bir plan duyurdu. Planın bir kısmı Biden’ın daha önce açıkladığı tekliflere dayanıyor.

Başkan yardımcısı, ilk kez ev sahibi olacaklar için 25 bin dolara kadar peşinat desteği sağlamayı vaat ediyor. Bu kesim için 10 bin dolarlık bir vergi kredisi de sağlanacak.

Harris ayrıca 3 milyon yeni konut birimi inşa edilmesini istiyor. İnşaatı teşvik etmek için de ilk kez ev sahibi olacaklara satılan ​​evler yapan inşaatçılara ilk vergi teşvikini verecek. Buna ek olarak, Harris, Biden yönetimi tarafından daha önce duyurulan fonun iki katı büyüklüğünde, 40 milyar dolarlık yeni bir inovasyon fonu oluşturmak istiyor.

Harris’in ABD’de kira maliyetlerini düşürmeyi amaçlayan teklifleri de var. Birincisi, ev sahiplerinin kiraları belirlemek için algoritma odaklı fiyat belirleme araçlarını kullanması engellenecek. İkincisi, vergi avantajlarını kaldırarak zengin yatırımcıları mülk satın almaktan ve kiraları toplu olarak artırmaktan caydırma hedefinde.

Trump ise konut açığını hafifletmek için federal arazilerin kullanılmasından bahsediyor. Bir basın toplantısında, “Konut inşaatı için federal arazileri açacağız” ifadelerini kullandı.

Harris de federal arazilerin açılması gerekliliğinden söz etmişti.

Bunun yanı sıra Cumhuriyetçi Ulusal Komite platformu, partinin ilk kez ev sahibi olacaklar için vergi teşvikleri ve destek sağlayacağını ve enflasyonu düşürerek ipotek oranlarını da azaltacağını söylüyor.

  1. İlaç maliyetleri

Son olarak Harris, reçeteli ilaç maliyetlerini azaltma çabalarına dayanan bir plan da duyurdu.

Buna göre insülin için mevcut cepten ödeme üst sınırının (aylık 35 dolar) ve reçeteli ilaçlar için yıllık 2 bin dolarlık cepten ödeme üst sınırının genişletilmesi öngörülüyor.

Harris ayrıca, milyonlarca kişinin tıbbi borçlarını iptal etmek istiyor. 

Dananın kuyruğunun koptuğu yer: Fiyat kontrolleri 

Hem Harris hem de Trump, Amerikalılar için bakkaliye ve diğer günlük ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını ele almaya odaklanıyor.

Trump Oval Ofis’e döndüğü ilk gün, tüm kurum başkanlarına ve kabine sekreterlerine “enflasyonu yenmek ve tüketici fiyatlarını hızla düşürmek için emrindeki her aracı ve yetkiyi kullanmaları” talimatını vereceğini söylüyor. Ayrıca petrol ve gaz üretimini artırarak fiyatları düşüreceğini birçok kez dile getirdi.

Harris ise şirketleri hedef alan ve market fiyatlarını düşürmeyi amaçlayan federal bir “fiyat sömürüsü yasağı” çağrısında bulundu. Bu çağrı uyarınca Federal Ticaret Komisyonu’nun, fahiş fiyatlar belirleyen şirketlere ağır cezalar getirmesi talep ediliyor.

Bazı şirketlerin krizleri fırsat bilerek fiyatlarını artırdığını ileri süren Harris, “Çoğu işletme iş yaratıyor, ekonomimize katkıda bulunuyor ve kurallara göre oynuyor, ancak bazıları yapmıyor. Ve bu doğru değil” diyerek fiyatların sabit tutulması konusunda kararlı olduğunu vurguladı.

Trump’ın Harris’i “komünist” diye nitelemesinin arkasında da bu fiyat kontrolü planı var. Cumhuriyetçi başkan adayı, “Yoldaş Kamala” diye tanımladığı Harris’in bu planını Venezuela ve Sovyetler Birliği’nde uygulanan politikalara benzettti:

“Ülkemizi mahvetmek istiyor. Yoldaş Kamala, felaket düzeyinde bir enflasyona neden olduktan sonra sosyalist fiyat kontrolleri uygulamak istediğini duyurdu. Bu komünisttir; bu Marksisttir; bu faşisttir.”

Nixon da aynı planı uygulamıştı

Cumhuriyetçiler, Harris ve aday arkadaşı Tim Waltz için “komünist” nitelemesini son dönemde giderek daha sık kullanıyor.

Harris’in ekonomi planı çoğu ekonomist tarafından “sosyal demokrat bir anlayış” olarak değerlendirilse de uzmanlar fiyat kontrollerinin tek başına sosyalist bir uygulama olmadığını vurguluyor.

Nitekim söz konusu plan, Cumhuriyetçi Başkan Richard Nixon tarafından 1970’lerde de uygulanmıştı.

Öyle ki Harris’in fiyat kontrolü vaatlerine karşı çıkanlar, gerekçe olarak Nixon’ın politikasının başarısızlıkla sonuçlanmasını öne sürüyor. Nixon’ın ücret ve fiyat kontrollerinin durgun enflasyon dönemine katkıda bulunduğunu savunuyorlar.

Örneğin Antitrust Education Project (Tekel Karşıtı Eğitim Projesi) başkanı Robert Bork Jr., “Harris’in kumarı, tıpkı Nixon’ın ücret ve fiyat kontrolleri gibi siyasi açıdan popüler olabilir ama ekonomik etkileri hepimizin acı çekmesine neden olacak” diyor.

Nobel ödüllü ekonomist: Harris komünist değil

Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman, Trump’ın Harris’e “komünist” diyerek “umutsuz bir siyasi hamle yaptığını” savunuyor.

Krugman, Eski Başkan Ronald Reagan’ın, Amrikalıları “Medicare” gibi sosyal sağlık programlarının özgürlüklerini kaybetmelerine yol açacağına inandırmak için “komünist avı” stratejilerini canlandırdığını hatırlatarak Trump’ın taktiğini bu sürece benzetiyor.

New York Times’ta yazdığı makalede ekonomist, şöyle ekliyor:

“Cumhuriyetçiler, seçmenleri, eski bir savcı olan ılımlı merkez sol bir Demokratın, sırf siyah bir kadın olduğu için komünist olduğuna ikna edebileceğine inanıyor.”

“Keşke bu doğru olsaydı”

Yorumcu ve yazar Ben Burgis ise Demokrat Parti’nin öne çıkan bir diğer ismi Sanders’ın Harris’ten daha radikal bir çizgide olduğunu savunarak, “Trump, Kamala Harris’in radikal bir Marksist olduğuna inanmanızı istiyor. Keşke bu doğru olsaydı” ifadelerini kullanıyor.

CNBC‘de kaleme aldığı yazıda Burgis, Harris’in sosyal politika vaatlerinin halihazırda Avrupalı ülkelerde yürürlükte olan uygulamaları andırdığını savunuyor:

“Harris ve Walz gerçekten o ‘yoldaş’ etiketini kazanmak istiyorsa, ABD’yi diğer Batılı demokrasilerle aynı çizgiye getirmeye yönelik önerilerin ötesine geçmeli ve çok daha radikal terimlerle düşünmeye başlamalılar.”

Burgis ayrıca Harris ve kampanya ekibinin Filistin politikasını da sert eleştiriyor:

“Protestocular Harris’in İsrail’e silah göndermeyi bırakmayı taahhüt etmesini talep ediyor ama ulusal güvenlik danışmanı, İsrail’in İran ve İran destekli gruplara karşı kendini savunabilmesini her zaman sağlayacağını söylüyor.”

Harris iş garantisi talebini reddetmişti

Yazar ayrıca, Harris’in daha önce iş ve ulusal sağlık hizmeti garantisi gibi talepleri reddettiğini hatırlatıyor. Gerçekten de temmuz ayı sonunda Harris’in kampanyasından gelen açıklamada 2019’daki “Yeşil Yeni Düzen” kararının bir parçası olan federal iş garantisini artık desteklemedikleri belirtilmişti.

ABD’de petrol, gaz ve kömür gibi endüstrilerdeki birçok işçi, yeşil enerji kaynaklarına geçiş sürecinde mesleklerinin ortadan kalkacağından endişe ediyor. Bahsi geçen ve o dönemde Harris’in de desteklediği Yeşil Yeni Düzen kararı ise isteyen her Amerikalıya “aile geçindirebilecek ücrete sahip bir iş garanti etmeyi” vaat ediyordu.

Burgis, konuyla ilgili şu ifadelerini kullanıyor:

“Eminim Harris’in İsrail’e desteği, koalisyonundaki ulusal güvenlik şahinlerini memnun ediyordur. Tıpkı ulusal sağlık hizmetini ve iş garantisini reddetmesinin bağışçı sınıfını (zengin ve yüksek eğitimli küçük bir grubu tanımlamak için kullanılan bir terim) memnun etmesi gibi. O zaman ‘pembe saçlı Marksistlerden’ veya hatta Bernie tarzı sosyal demokratlardan coşkulu ‘tezahürat’ beklemesinler.”

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English