Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya’nın neoliberal elitleri savaştan etkilendi mi?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’da Ukrayna’da devam eden operasyonlar, kazanımlar ve kayıplar hakkında ABD, Kanada, Almanya, Fransa veya Britanya’da olduğundan çok daha fazla hizip çatışması ve medya tartışmaları mevcut. Bu konunun meraklısını aşina olduğu bir durum; yaptırım savaşı ABD kontrolündeki ve NATO müttefiki banka ve şirketleri Rusya’daki işlerini bırakmaya, üretimi durdurmaya, şubelerini kapatmaya, tedarik ve pazarlama anlaşmalarını feshetmeye, Rusya’daki varlıklarının değerini düşürmeye, yani kısacası mümkün olduğunca Rusya’dan çekilmeye zorladı. Adı “yaptırım savaşı” çünkü bu Moskova’nın Ukrayna’da savaşa çekilmesinin en önemli maksatlarından biri 2014’ten bu yana ivmelenen izolasyonun artırılmasıydı. Sonuç, Rus sermayedarlarının yabancı varlıkları devralması ve uzun yıllar sonra ilk kez eline geçen kârı Rusya Federasyonu sınırlarında tutması için altın bir fırsat. Fakat Rusya’nın sermayedarları ve politikacıları, 90’lardan kalma köhnemiş fikir ve anlayış biçimlerini terk etmiş değiller. “Edward Slavsquat” mahlasıyla blog yazan gazeteci Riley Waggaman’ın, Fransız akademisyen ve yazar Karine Bechet-Golovko ile söyleşisi.


Rusya’nın neoliberal elitleri gelişiyor

Riley Waggaman
21 Mayıs 2023

Ukrayna’daki savaş Moskova’yı bednam neoliberal parazitlerinden temizledi mi?

Bu soruyu akademisyen ve yazar Karine Bechet-Golovko’ya e-posta ile gönderdim, kendisi de bu sıklıkla yanlış anlaşılan konu hakkındaki fikirlerini sunmayı nezaketle kabul etti.

Hukuk doktoru olan Bechet-Golovko, Moskova Devlet Üniversitesi’nde konuk profesör, Fransız-Rus hukukçular Derneği Başkanı ve Rusya’daki siyasi-hukuki gelişmeler üzerine çok sayıda makalenin yazarı.

Russia Politics adlı blogu mutlaka okunmalı. Onu Twitter ve Telegram’da takip edebilirsiniz.

Not: Bu söyleşi Fransızca olarak gerçekleştirildi. Kıymetli dostum Modeste Schwartz’a İngilizce çeviride rehberlik ettiği için teşekkür ederim.

2018’de Rusya’daki neoliberal ve muhafazakâr gruplar arasındaki ihtilaf hakkında bir kitap yazdınız. Ukrayna’daki savaş bu güç mücadelesini nasıl etkiledi? Savaşın ilk günlerinde Rusya’nın neoliberal unsurlarının iktidardan uzaklaştırılacağına dair umutlar vardı (mesela Çubays’ın gidişi). Ancak muhafazakâr/vatansever blokun neoliberalleri iktidardan tasfiye ettiğini söylemek doğru olur mu?

Aslında askeri harekatın başlamasıyla birlikte Rusya’nın vatansever siyasi seçkinlerinin yönetimi devralması beklenebilirdi ama durum pek de öyle olmadı.

Çubays veya Kudrin gibi giden birkaçı dışında, Şubat 2022’den önce görevde olan tüm neoliberal siyasi seçkinler hala koltuğunda ve genel anlamda küreselci dogmaları sorgulanmıyor.

Bilhassa sağlık sisteminde zararlı reformlara yol açan neoliberal idari model hala sorgulanmıyor. Eğitim ve araştırma alanında yapılan ve öğrencilerin yanı sıra araştırmaların kalitesini de düşüren reformlar da sorgulanmıyor.

Rusya’yı küresel refaha götürmeyi beklerken, devletin güvenliğini tehlikeye atan ve Rusya’nın bugün fazlaca ihtiyaç duyduğu gerçek ekonomi-ekonomik kalkınmanın gelişimini yavaşlatan dijital tarikat ya da yüksek teknoloji mucizesi sorgulanmıyor.

Öte yandan sadece askeri alanda değil, sivil alanda da sanayi üretiminde göreli bir canlanmaya tanık oluyoruz. Bu da Rusya’nın yerli üretim ihtiyacının farkına vardığı anlamına geliyor.

Esasında Rusya’nın siyasi seçkinleri hala küreselci düşünce modelinin dışına çıkamıyorlar. Bu modelin bazı yaylarını değiştirmek istiyorlar, bu model içindeki blokları çeşitlendirmeye çalışıyorlar ama bunu sorgulamıyorlar. Bu onların zayıflığı.

Bunu mesela BM himayesinde yürütülen ve Türkiye’nin aracı olduğu, Ukrayna tahılının ihtiyaç sahibi ülkelere ulaştırılmasını teminat altına alarak küresel açlıkla mücadele etmesi beklenen tahıl anlaşmasının yenilenmesinde görüyoruz.

Gerçekte bu tahılın sadece yüzde 2’sinden biraz fazlası ihtiyaç sahibi ülkelere ulaşıyor. Rusya’nın aktif işbirliğiyle bu anlaşmanın ana kısmı Ukrayna’nın Batı tahıl pazarındaki varlığını sürdürmesine imkân sağlıyor.

Rus siyasi seçkinlerinin büyük çoğunluğu kendilerini savaşta görmüyor ve fırtınayı atlatmaya çalışıyor. Tolstoy daha önce Napolyon’a karşı savaşa dair şunu yazmıştı: İmparatorun etrafındaki seçkinlerin çoğu her şeyden önce kendi çıkarlarını korumaya çalışıyordu. Ne yazık ki insan doğası değişmezdir.

Entelektüel ve akademik seçkinlere gelince, ne yazık ki sonuç daha iyimser değil. Bu şahıslar 30 yıldır Batı’dan gelen hibelerle finanse ediliyor ve bu da düşünce tarzlarını tamamen şartlandırmış durumda.

Şu ana dek Batı’dan büyük bir entelektüel “kopuş” yaşanmadı: Rus kamu hibelerinin araştırma temaları küreselci çizgiyi takip ediyor (sürdürülebilir kalkınma, kişisel veri yönetimi, toplumsal cinsiyet, göç, iklim değişikliği, dijital dönüşüm).

Ancak genel manada söylemde hafif bir bükülme ve St. Petersburg Hukuk Forumu’nda aniden ortaya atılan egemenlik kavramında olduğu gibi, bu küreselci bataklığın ortasında kilit kavramların yeniden ortaya atıldığını görebiliriz.

Kültürel seçkinler ise bu durumdan en çok etkilenenler; ülkelerinin tutumunu desteklemeyi reddedenler, imtiyazlarını kaybetmemek ve esasen ait oldukları küresel dünyada kendilerini “yasaklı” halde bulmamak için ülkelerini terk ettiler. Diğerleri ya şimdilik ses çıkarmıyorlar ya da seçimlerini yaptılar ve ülkelerini destekliyorlar.

Genel olarak seçkinlerin doğal olarak daha muhafazakâr ve gerçek vatansever olan halktan uzaklaştığı hissediliyor ki bu da özellikle savaş zamanlarında ülkenin istikrarı için tehlikeli bir durum.

Duma Milletvekili Sergey Levçenko, geçtiğimiz günlerde Rusya’nın Çin’e bağımlılığının artmasını, Rusya’nın Batı yanlısı seçkinleri tarafından 1990’larda geliştirilen iktisadi modeli temelden değiştirmeyecek bir “ithal ikamesi” biçimi olarak tanımlamıştı (yani, Batı için bir kaynak boru hattı olmak yerine Moskova, Doğu’nun bir uzantısı haline geliyor). Sizce bu eleştiri haklı mı? Moskova’nın Çin’e yönelmesinin, Batı ile görünürde başarısız olan ilişkisine kıyasla jeopolitik ve iktisadi bir gelişme olduğu yönünde genel kabul gören fikirle çelişiyor gibi görünüyor.

Bu ifadeyi tartmak gerektiğini düşünüyorum. Bir yandan evet, Rusya’nın Çin’e ve aynı zamanda Türkiye’ye olan bağımlılığının güçlendiğini görebiliriz; her ikisi de Rusya’nın “küresel” iktisadi devrelerinin hat değiştirmesinden istifade ettiler. Petersburg’dan Bombay’a uzanan sözüm ona “küresel” rota tamamlanmak üzere ve bu dönüşüme katkıda bulunuyor, ki bu da bir çeşitlendirme biçimi.

Bana göre mesele Rusya’nın Çin’e bağımlı olması değil, zira hiçbir ülke gerçekten kendi kendine yetemez. Sorun, küreselleşmenin temel direklerinin ciddi bir şekilde sorgulanmaması ve Rusya’nın reel ekonomisinin kalkınmasını engellemesinde yatıyor.

Batı kapılarını kapattığı için Rusya diğer kıtalara yöneliyor. Bu anlamda bağımsızlığını güçlendirecek şekilde çeşitleniyor.

Fakat Moskova, bazen başkalarına olan bağımlılığını artıracak gibi görünen bir yeniden yapılandırma değil, ikame arayışında.

Çin küreselleşmenin merkez ülkelerinden biri ve ideolojik olarak insan ve toplum vizyonu Rusya için son derece tehlikeli, özellikle de her iki ülke de dijital tarikatın takipçileri olduğu için.

Ukrayna’ya savaş uçağı da satan Türkiye ile olan bu imtiyazlı “ortaklık” da merak konusu. Bu durum elbette Rusya’yı da etkiliyor.

Bu anlamda Rusya, SSCB’nin yıkılmasından sonra tek ideoloji haline gelen küreselci düşünce tarzından kurtulmakta zorlanıyor. Bu da hem iktisadi hem de siyasi gelişimini engelliyor. Ayrıca Rusya’nın egemenliğini gerçek haliyle yeniden tesis etmesini de engelliyor.

Yakın tarihli bir makalenizde çok tedirgin edici bir soru yönelttiniz: Wagner CEO’su Yevgeniy Prigojin, “gönüllü olsun ya da olmasın dış güçlerin Rusya’yı içeriden çökertmesine imkân sağlayabilecek neoliberal aşırılığın” zirvesini mi temsil ediyor? Sizce bu tehdit ne kadar ciddi? İgor Strelkov gibi “turbo-vatanseverler” Ukrayna’daki savaşın Rusya’da bir “1917 senaryosuna” yol açabileceğine inanıyor.

Özel ordu modeli, modern haliyle bir Anglosakson modeli. Bu ordular genellikle yurt dışında milli ordunun ya yasa dışı ya da gayri meşru olacağı için açıktan yapamayacağı işleri yapmak üzere görevlendirilir.

Bu ordular yabancı devletler tarafından kendi savaşlarında ya da terörle mücadelelerinde resmi olarak kullanılabilirler. Kendi hükümetlerinin çıkarları için yabancı bir ülkeye gizlice müdahale edebilir ve işlerin gölgede kalmasını sağlayabilirler. Bayrakları olmadan kirli işleri yapmak üzere getirilebilirler.

Ancak ülke topraklarında asla kullanılmazlar, zira bu durumda devlet otoritesinin konumunu zayıflatırlar. Her halükârda bu durum Wagner’in Rusya tarafından Rusya topraklarında kullanılmasından önce de geçerliydi.

Prigojin’in özel bir ordu kullanmasıyla ilgili sorun sistemsel bir sorun. Kendisinin bir vatansever veya sadece bir iş insanı olması önemli değil. Nesnel anlamda Rusya, ülke topraklarının kurtarılması savaşı olan ya da olması gereken bir savaşta özel bir ordu kullanarak stratejik bir hata yapıyor.

Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporojye oblastlarının Rus yasalarına göre, geçen sonbaharda Rusya anayasasında yapılan değişiklikten bu yana ülke topraklarının bir parçası olduğunu hatırlayalım. Dolayısıyla Rusya’da pek çok kişinin iddia etmek istediği gibi geniş çaplı bir terörle mücadele harekâtı değil, bir savaş söz konusu.

Fakat çok pahalı olan askerlerin yönetim mantığına göre daha verimli olduğu düşünülen teknolojilerle değiştirilmesinden oluşan 30 yıllık neoliberal ordu reformlarından sonra Rusya’nın somut anlamda erkek eksiği vardı.

Milli orduların (ABD hariç) bu şekilde küçültülmesini destekleyen büyük küreselci inanç, küresel dünyada artık geleneksel büyük ölçekli savaşların olmadığı iddiasına dayanıyordu.

Bu önermenin yanlış olduğunu görüyoruz; küresel dünyanın kendisi savaşın habercisi, zira hiçbir muhalefete tahammülü yok ve siyasi tehditler yeterli olmadığında silah zoruyla bastırır. Ukrayna’daki savaş buna mükemmel bir örnek.

Konvansiyonel savaşın bu yeniden canlanışıyla başa çıkmak için Rusya, büyük ölçekte seferberlik yürütmek yerine Wagner’e başvurdu.

Bu sahte bir rahatlık hissi yaratıyor ama aynı zamanda bu savaşı bir savaş olarak tanımakta hala isteksiz olan seçkinlerin halk arasında gerçek vatanseverliğin güçlenmesini engellemesine olanak veriyor, ki bu da cepheden ayrıldıktan sonra Moskova’nın nazik tereddüdü ve insani bedeli ne olursa olsun normalleşme arzusuyla bağdaşmıyor.

Blogunuzu keyifle okuyorum zira bana çok Rus gibi geliyor! Tecrübelerime göre Rusya’ya sempati duyan pek çok Batılı, Rus hükümetine yönelik en hafif eleştirilere bile son derece düşmanca yaklaşıyor. İngilizce yayın yapan “alternatif medya”da Rusya’nın liderliğinin ve seçkinlerinin her şeye kadir olduğunu sorgulamak korkunç bir saygısızlık olarak görülüyor. Aynı olgu Fransızca yayın yapan “alternatif medya” için de geçerli mi? Eğer öyleyse sizce bunun sebebi ne?

Rusya’nın yüceltilmesi fenomeni Fransızca konuşulan ağlarda yaygın olarak görülüyor ve sanırım bu durum her yerde aynı gibi. Bana göre bunun birkaç sebebi var.

Öncelikle, bazı “Rusya taraftarı” Batılıların Rusya’yı — deyim yerindeyse — kendi ülkelerine “karşı” sevmek istediklerini söyleyebilirim. Rusya’ya baktıklarında, artık kendi vatanlarında bulamadıkları her şeyi görmek istiyorlar ve özellikle karmaşık olan Rus toplumunun nüanslarını görmeyi reddediyorlar.

İkinci olarak, inanma ve güven duyma ihtiyacı insan doğasının bir parçası.

İnsanlar gündelik hayata katlanmak için konforlu bir mit yarattıklarında ve daha iyi bir gelecek umduklarında, onları hayali bile olsa konfor alanlarını terk etmeye zorlayacak gerçekliğe geri döndürülmeye dayanamazlar.

Son olarak Rusça bilmeyen ya da okumayanlar da var. Çok sesli olduğunu düşündükleri Fransız medyasına inanmıyorlar ve bunun için de haklı sebepleri var. Bu yüzden de durumu pastoral bir şekilde yansıtan alternatif medyaya sığınıyorlar.

Rusya’yı derinlemesine anlamak için objektif bir imkana sahip değiller ve Rus yetkililerin herhangi bir hatası sistematik olarak Moskova’nın 50 hamle önde olduğu büyük ve gizli bir oyunun parçası olarak değerlendiriliyor.

Ama merak eden, düşünen ve olayların anlamını kavramaya çalışan başka bir grup insan daha var ve onlarla bir blog aracılığıyla bile olsa iletişim kurmak büyük bir zevk.

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English